19 Haziran 2009

Siyah üzüm mucizesi

Siyah üzüm mucizesi
Türk bilim adamları, antikanserojen özelliği bilimsel araştırmalarla kanıtlanan siyah üzümün kanser hastalarında destekleyici tedavide kullanılması için proje yürütecek.

Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü ile Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı'nın ortaklaşa yürüteceği projenin başarıya ulaşması halinde hastalar yüksek fiyata aldıkları ithal ürünü çok ucuza edinebilecek.

Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Osman İlhan, dünyada ve Türkiye'de artış gösteren lösemi, lenfoma ve myeloma gibi hastalıklara yönelik tedavilerde büyük gelişme olmasına rağmen olumlu sonuç alınamayan vakalar da bulunduğunu söyledi.

Yıllardır "Kemoterapinin yanı sıra destekleyici bir ürün alıp alamayacakları"nı soran hastalarına bununla ilgili bilimsel yayınlar az olduğu için çekingen yanıtlar verdiğini anlatan İlhan, bazı hastalarının ithal edilen
pahalı ürünlerden kullandıklarını ifade etti. İlhan, sözlerini şöyle sürdürdü: "Son yıllarda siyah üzümün kabuğunda bulunan resveratrol adı verilen doğal antibiyotiğin lösemi hastalarında etkili olduğuna ilişkin araştırmalar yayımlandı. Bununla ilgili bir çalışma 33. Ulusal Hematoloji Kongresinde ikincilik ödülü aldı. Nature gibi dünyanın belli başlı dergilerinde bu maddenin
kanser hücrelerine karşı etkili olduğu gösterildi ve çalışma çok hızlı ilerliyor.

Hatta KML türü kanserli hastalarda çok etkin olan Glivec ilacına direnci olanlarda bile bu maddenin etkili olduğu ortaya çıktı. Yürüteceğimiz bu sosyal sorumluluk projesiyle önce Ziraat Fakültesi'ndeki araştırmacılar tarafından resveratrolun ülkede yetişen siyah üzümlerdeki oranı belirlenip ıslah çalışmaları yapılacak. Projenin ikinci aşamasında ise tıp fakültemizin hematoloji bilim dalında önce hayvan, sonra da insan deneyleriyle bu maddenin hastalar üzerindeki etkinliği belirlenecek. Proje başarıya ulaşırsa hastalar bu ürünlere çok daha ucuza ulaşabilecek." "Ürünün kemoterapi gören hastalarda etkili olup olmadığı" sorusu üzerine de İlhan, bazı bilim adamlarının kemoterapiden sonra değerlerinde düşme olan trombosit ve lökositlerin toparlanmasında bu maddenin etkili olduğunu gösteren çalışmalar ortaya koyduklarını bildirdi. İlhan, "Literatüre geçen çok başarılı sonuçlar var. Kemoterapide dirençli olgularda bile işe yaradığı görülmüş" şeklinde konuştu.

Antikanserojen etkisi olan bu maddenin bir alternatif tedavi değil, ilaçla beraber alınması gereken tamamlayıcı bir ürün olduğunu vurgulayan İlhan, "Lösemi ve lenfoma tedavisinde, kemoterapinin etkisinin artırılması ya da yan
etkilerinin azaltılması için kullanılabilecek. Ama bunun için öncelikle projemizin sonuçlanması gerekir" dedi.

-RESVERATROLUN ANTİKANSEROJEN VE ANTİMUTAJEN ÖZELLİĞİ-

Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü Başkanı Prof.Dr. Gökhan Söylemezoğlu da siyah üzümün soğuk hava koşulları, mantar enfeksiyonları gibi etkenlere bağlı olarak kendini korumak için ürettiği resveratrolun, antikanserojen ve antimutajen özelliği bulunduğunu söyledi.

Bu maddenin siyah üzüm çeşitlerinde yoğun olarak bulunduğunu anlatan Söylemezoğlu, araştırma kapsamında, asmanın gen merkezi olan Türkiye'de yetiştirilen üzüm çeşitlerinde bu maddenin düzeyinin belirleneceğini kaydetti.

Söylemezoğlu, çalışma kapsamında üzümün çekirdeği, kabuğu ve salkım sapının yanı sıra şarap ve pekmez gibi bu meyveden üretilen ürünlerdeki resveratrol düzeyine de bakacaklarını bildirdi.

Üzüm suyu ve kuru üzüm gibi besinlerdeki resveratrol oranını da araştıracaklarını belirten Söylemezoğlu, "Bu araştırma, hem kültür çeşitlerinde hem yabani tipteki asmalarda hem de Amerikan türlerinde yürütülecek" diye
konuştu.

Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ahmet Çolak ise projeyi TÜBİTAK, DPT ve diğer ilgili kuruluşların desteğiyle yürütmeyi planladıklarını söyledi.

Gazetevatan

Siyah üzüm mucizesi

Siyah üzüm mucizesi
Türk bilim adamları, antikanserojen özelliği bilimsel araştırmalarla kanıtlanan siyah üzümün kanser hastalarında destekleyici tedavide kullanılması için proje yürütecek.

Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü ile Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı'nın ortaklaşa yürüteceği projenin başarıya ulaşması halinde hastalar yüksek fiyata aldıkları ithal ürünü çok ucuza edinebilecek.

Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Osman İlhan, dünyada ve Türkiye'de artış gösteren lösemi, lenfoma ve myeloma gibi hastalıklara yönelik tedavilerde büyük gelişme olmasına rağmen olumlu sonuç alınamayan vakalar da bulunduğunu söyledi.

Yıllardır "Kemoterapinin yanı sıra destekleyici bir ürün alıp alamayacakları"nı soran hastalarına bununla ilgili bilimsel yayınlar az olduğu için çekingen yanıtlar verdiğini anlatan İlhan, bazı hastalarının ithal edilen
pahalı ürünlerden kullandıklarını ifade etti. İlhan, sözlerini şöyle sürdürdü: "Son yıllarda siyah üzümün kabuğunda bulunan resveratrol adı verilen doğal antibiyotiğin lösemi hastalarında etkili olduğuna ilişkin araştırmalar yayımlandı. Bununla ilgili bir çalışma 33. Ulusal Hematoloji Kongresinde ikincilik ödülü aldı. Nature gibi dünyanın belli başlı dergilerinde bu maddenin
kanser hücrelerine karşı etkili olduğu gösterildi ve çalışma çok hızlı ilerliyor.

Hatta KML türü kanserli hastalarda çok etkin olan Glivec ilacına direnci olanlarda bile bu maddenin etkili olduğu ortaya çıktı. Yürüteceğimiz bu sosyal sorumluluk projesiyle önce Ziraat Fakültesi'ndeki araştırmacılar tarafından resveratrolun ülkede yetişen siyah üzümlerdeki oranı belirlenip ıslah çalışmaları yapılacak. Projenin ikinci aşamasında ise tıp fakültemizin hematoloji bilim dalında önce hayvan, sonra da insan deneyleriyle bu maddenin hastalar üzerindeki etkinliği belirlenecek. Proje başarıya ulaşırsa hastalar bu ürünlere çok daha ucuza ulaşabilecek." "Ürünün kemoterapi gören hastalarda etkili olup olmadığı" sorusu üzerine de İlhan, bazı bilim adamlarının kemoterapiden sonra değerlerinde düşme olan trombosit ve lökositlerin toparlanmasında bu maddenin etkili olduğunu gösteren çalışmalar ortaya koyduklarını bildirdi. İlhan, "Literatüre geçen çok başarılı sonuçlar var. Kemoterapide dirençli olgularda bile işe yaradığı görülmüş" şeklinde konuştu.

Antikanserojen etkisi olan bu maddenin bir alternatif tedavi değil, ilaçla beraber alınması gereken tamamlayıcı bir ürün olduğunu vurgulayan İlhan, "Lösemi ve lenfoma tedavisinde, kemoterapinin etkisinin artırılması ya da yan
etkilerinin azaltılması için kullanılabilecek. Ama bunun için öncelikle projemizin sonuçlanması gerekir" dedi.

-RESVERATROLUN ANTİKANSEROJEN VE ANTİMUTAJEN ÖZELLİĞİ-

Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü Başkanı Prof.Dr. Gökhan Söylemezoğlu da siyah üzümün soğuk hava koşulları, mantar enfeksiyonları gibi etkenlere bağlı olarak kendini korumak için ürettiği resveratrolun, antikanserojen ve antimutajen özelliği bulunduğunu söyledi.

Bu maddenin siyah üzüm çeşitlerinde yoğun olarak bulunduğunu anlatan Söylemezoğlu, araştırma kapsamında, asmanın gen merkezi olan Türkiye'de yetiştirilen üzüm çeşitlerinde bu maddenin düzeyinin belirleneceğini kaydetti.

Söylemezoğlu, çalışma kapsamında üzümün çekirdeği, kabuğu ve salkım sapının yanı sıra şarap ve pekmez gibi bu meyveden üretilen ürünlerdeki resveratrol düzeyine de bakacaklarını bildirdi.

Üzüm suyu ve kuru üzüm gibi besinlerdeki resveratrol oranını da araştıracaklarını belirten Söylemezoğlu, "Bu araştırma, hem kültür çeşitlerinde hem yabani tipteki asmalarda hem de Amerikan türlerinde yürütülecek" diye
konuştu.

Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ahmet Çolak ise projeyi TÜBİTAK, DPT ve diğer ilgili kuruluşların desteğiyle yürütmeyi planladıklarını söyledi.

Gazetevatan

Siyah üzüm mucizesi

Siyah üzüm mucizesi
Türk bilim adamları, antikanserojen özelliği bilimsel araştırmalarla kanıtlanan siyah üzümün kanser hastalarında destekleyici tedavide kullanılması için proje yürütecek.

Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü ile Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı'nın ortaklaşa yürüteceği projenin başarıya ulaşması halinde hastalar yüksek fiyata aldıkları ithal ürünü çok ucuza edinebilecek.

Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Osman İlhan, dünyada ve Türkiye'de artış gösteren lösemi, lenfoma ve myeloma gibi hastalıklara yönelik tedavilerde büyük gelişme olmasına rağmen olumlu sonuç alınamayan vakalar da bulunduğunu söyledi.

Yıllardır "Kemoterapinin yanı sıra destekleyici bir ürün alıp alamayacakları"nı soran hastalarına bununla ilgili bilimsel yayınlar az olduğu için çekingen yanıtlar verdiğini anlatan İlhan, bazı hastalarının ithal edilen
pahalı ürünlerden kullandıklarını ifade etti. İlhan, sözlerini şöyle sürdürdü: "Son yıllarda siyah üzümün kabuğunda bulunan resveratrol adı verilen doğal antibiyotiğin lösemi hastalarında etkili olduğuna ilişkin araştırmalar yayımlandı. Bununla ilgili bir çalışma 33. Ulusal Hematoloji Kongresinde ikincilik ödülü aldı. Nature gibi dünyanın belli başlı dergilerinde bu maddenin
kanser hücrelerine karşı etkili olduğu gösterildi ve çalışma çok hızlı ilerliyor.

Hatta KML türü kanserli hastalarda çok etkin olan Glivec ilacına direnci olanlarda bile bu maddenin etkili olduğu ortaya çıktı. Yürüteceğimiz bu sosyal sorumluluk projesiyle önce Ziraat Fakültesi'ndeki araştırmacılar tarafından resveratrolun ülkede yetişen siyah üzümlerdeki oranı belirlenip ıslah çalışmaları yapılacak. Projenin ikinci aşamasında ise tıp fakültemizin hematoloji bilim dalında önce hayvan, sonra da insan deneyleriyle bu maddenin hastalar üzerindeki etkinliği belirlenecek. Proje başarıya ulaşırsa hastalar bu ürünlere çok daha ucuza ulaşabilecek." "Ürünün kemoterapi gören hastalarda etkili olup olmadığı" sorusu üzerine de İlhan, bazı bilim adamlarının kemoterapiden sonra değerlerinde düşme olan trombosit ve lökositlerin toparlanmasında bu maddenin etkili olduğunu gösteren çalışmalar ortaya koyduklarını bildirdi. İlhan, "Literatüre geçen çok başarılı sonuçlar var. Kemoterapide dirençli olgularda bile işe yaradığı görülmüş" şeklinde konuştu.

Antikanserojen etkisi olan bu maddenin bir alternatif tedavi değil, ilaçla beraber alınması gereken tamamlayıcı bir ürün olduğunu vurgulayan İlhan, "Lösemi ve lenfoma tedavisinde, kemoterapinin etkisinin artırılması ya da yan
etkilerinin azaltılması için kullanılabilecek. Ama bunun için öncelikle projemizin sonuçlanması gerekir" dedi.

-RESVERATROLUN ANTİKANSEROJEN VE ANTİMUTAJEN ÖZELLİĞİ-

Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü Başkanı Prof.Dr. Gökhan Söylemezoğlu da siyah üzümün soğuk hava koşulları, mantar enfeksiyonları gibi etkenlere bağlı olarak kendini korumak için ürettiği resveratrolun, antikanserojen ve antimutajen özelliği bulunduğunu söyledi.

Bu maddenin siyah üzüm çeşitlerinde yoğun olarak bulunduğunu anlatan Söylemezoğlu, araştırma kapsamında, asmanın gen merkezi olan Türkiye'de yetiştirilen üzüm çeşitlerinde bu maddenin düzeyinin belirleneceğini kaydetti.

Söylemezoğlu, çalışma kapsamında üzümün çekirdeği, kabuğu ve salkım sapının yanı sıra şarap ve pekmez gibi bu meyveden üretilen ürünlerdeki resveratrol düzeyine de bakacaklarını bildirdi.

Üzüm suyu ve kuru üzüm gibi besinlerdeki resveratrol oranını da araştıracaklarını belirten Söylemezoğlu, "Bu araştırma, hem kültür çeşitlerinde hem yabani tipteki asmalarda hem de Amerikan türlerinde yürütülecek" diye
konuştu.

Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ahmet Çolak ise projeyi TÜBİTAK, DPT ve diğer ilgili kuruluşların desteğiyle yürütmeyi planladıklarını söyledi.

Gazetevatan

18 Haziran 2009

2 yıllıkları üzecek açıklama

2 yıllıkları üzecek açıklama

2 yıllıkları üzecek açıklama

Vecdi Gönül, 2 yıllık yüksekokul mezunları ile polislere kısa dönem askerlik uygulaması düşünülmediğini açıkladı.


18 Haziran 2009 11:41

Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül, 2 yıllık yüksekokul mezunları ile polislere kısa dönem askerlik uygulaması düşünülmediğini açıkladı.

TBMM Genel Kurulu'nda astsubaylarla ilgili iki ayrı yasa tasarısı görüşülürken milletvekillerinin sorularını yanıtlayan Gönül, iki yıllık yüksekokul mezunu asker adaylarına kısa dönem askerlik düşünülmediğini bildirdi.

Gönül ''Bugün için dört yıllık okul mezunlarının kısa dönem askerlik yapması, tabii mesleklerine göre, eğitimlerine göre ve ordunun ihtiyaçlarına göre imkan dahilindedir. İki yıllık yüksekokullar için bu söz konusu değildir. Herhangi bir teklif de şu anda önümüzde yoktur" dedi.

POLİSLER İÇİN DE DÜŞÜNÜLMÜYOR
Gönül bugün için sadece öğretmenlere özel statülü askerlik hakkı verildiğini polisler için ise bu durumun söz konusu olmadığını açıkladı. Bakan şöyle dedi:

'' Polislerle ilgili teşebbüsler oldu. Ama öğretmenler dışında bugün için başka meslek mensuplarının bundan istifadesi söz konusu değildir, mevzuatımız buna imkan vermemektedir"


18.06.2009
Renk Haber

REFORMİST DİRENİŞ DEVAM EDECEK

REFORMİST DİRENİŞ DEVAM EDECEK
13:42 18 Haziran 2009
12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto
Seçimlere hile karıştırıldığı gerekçesiyle günlerdir eylemler düzenleyen muhalifler, geri adım atmayacaklarını açıkladı. Musavi ise ölenler için halkı bugün yas tutmaya çağırdı
İran'da reformcu kanadın geri adım atmaya niyeti yok gibi. Geçtiğimiz cuma gününden bu yana protesto gösterileri düzenleyen reform yanlıları yaptıkları açıklamada seçimler iptal edilene kadar mücadeleye devam edeceklerini açıkladı. Mevcut Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinecad'a karşı giriştiği cumhurbaşkanlığı seçimlerini kaybeden Mir Hüseyin Musavi ise kendi internet sitesinde yaptığı çağrıda halkı camilerde toplanmaya, “şehit” ve yaralı aileleri ile dayanışmak için barışçıl yürüyüşler düzenlemeye çağırdı. Tahran’da pazartesi günü paramiliter Besic güçlerine ait üssü önünde göstericilere yapılan silahlı saldırıda en az 7 sivil hayatını kaybetmişti.

AB ÜLKELERİNE ÜLTİMATOM VERİLDİ
İran, seçim sonuçlarına ilişkin değerlendirmelerinden dolayı AB üyesi altı ülkenin büyükelçilerini Dışişleri Bakanlığına çağırdı. Bakanlık, "Seçim sonuçları ve sonrasında müdahaleci açıklamalarda bulunan ülkelerin büyükelçileriyle yapılan görüşmede İran'ın rahatsızlığının iletildiğini'' bildirdi. Bakanlık, İran'ın içişlerine karışmamalarının Almanya, İngiltere, Fransa, İtalya, Hollanda ve Çek Cumhuriyeti büyükelçilerine bildirildiğini açıkladı. Bakanlık, İran'ın söz konusu ülkelerin açıklamalarını iç işlerine müdahale olarak değerlendirdiğini ve bunun kabul edilemeyeceğini duyurdu.

FRANSA'DA İRAN ELÇİLİĞİNE SALDIRI
Fransa'nın Tahran'daki Büyükelçilik binasının, gösteriliciler tarafından saldırıya uğradığı bildirildi. Fransa'nın İnsan Haklarından Sorumlu Bakanı Rama Yade, Fransız Büyükelçilik binasına düzenlenen saldırıdan sonra İran'ın Paris'teki Büyükelçisinin, Dışişleri Bakanlığına davet edildiğini söyledi.
France-info radyo kanalına konuşan Fransız bakan, “İran'daki gelişmelerden endişe duyduklarını” söyledi. Yade, uluslararası gözlemcilerin bulunmaması yüzünden, seçimin sonuçlarının adil olup olmadığı konusunda yorum yapmanın zor olduğunu sözlerine ekledi.

‘YABANCI MEDYA İSYANCILARIN SÖZCÜSÜ’
İran Dışişleri Bakanlığı yabancı basını “isyancıların sözcülüğünü” yapmakla suçlayarak “bu düşmanların şah-mat” olacağı uyarısında bulundu. Bakanlık, yabancı basın temsilcilerinin kendi ülkelerine itaat ettiklerini belirterek, bazı ülkeleri iktidara karşı “illegal eylemleri” desteklemek ve “isyancı hareketin sözcüsü olmakla” suçladı.
Bunlardan İran’da yaşanan olaylar karşısındaki olaylar karşısında “yanlış” tavrını değiştirmeye çağıran Bakanlık, “aksi durumda uygun zamanda ve hiç kuşkusuz İran ulusal birliğinin düşmanları şah-mat olacak” dedi.

Birgün Gazetesi

Berlin'de, Aleviliğin 12 bin yıllık tarihi anlatıldı

Berlin Aleviler Birliği'nde düzenlenen panelde, Alevilerin 12 bin yıllık tarihi anlatıldı
30 01 2009
Aleviliğin tarihi anlatıldı

Türkiye'den konuşmacı olarak gelen, Müzeler Eski Müdürü, Yüksek Mimar Kemal Soyer'in, "Alevilerin 12 bin yıllık tarihi" başlığı altında sunduğu konuşmayı yaklaşık 300 kişi dinledi. Panelde Aleviliğin tüm semavi dinlerden önce Anadolu’da, Hititlilerle birlikte ortaya çıktığı öne sürüldü. Hitit dönemine ait belge ve görüntülerle konuşmasını destekleyerek sunan Mimar Kemal Soyer, 15 senedir Anadolu Uygarlıklarını incelediğine değinerek, "Kültrümüzün köklerine inme olanağı buldum. Aslında Alevilik ne Arabistandan ne de Asya’dan geldi. O Anadolu topraklarında binlerce yıldır vardı. Hititlere kadar uzanmakta. Binlerce yıl önce Anadolu’da yaşayan Hititlerin konuştuğu dil Zaza lehçesinin anasıdır" tezini ileri sürdü. Karşılaştırmalı örnekler veren Soyer, Alevilerin Anadolu’nun ilk halkı olduğunu iddia ederek, "Onlar her taraftan gelen istilalarla topraklarını kaybedip dağlara sığındılar. Daha sonra bu kültür bir yerlere maledilmeye çalışıldı. Hakim görüş, Alevilere ait herşeyin Türkler ve Persler tarafından bu topraklara getirildiğini söyler durur. Alevilik ne Horasan’dan, ne de başka yerden geldi. Bektaşilik sembölü olan başlık, semah, saz çalma, Hitit heykel ve kabartmalarında açıkça görülmekte. Hattuşa’da var olan oniki tanrı zamanla oniki İmam ve oniki Havariler oldular. Alevi deyişlerinde bolca kullanılan aslan, ceylan ve turna kuşu sembollerinin hepsi de bu topraklarda Hititlilerce kullanıldı" dedi.


İzleyicilerin pür dikkat dinledikleri sinevizyon eşliğinde sunulan konuşmada, Meryem Ana ve İsa tasvirinin de Sivas yöresinde yapılan kazılarda ortaya çıkan Arinna güneş tanrıçasına ait olduğunu resimle gösteren Kemal Soyer, "Devlet 1950’i yıllardan itibaren bu yörelerin adlarını Türkçeleştirmeye başladı. Anadolu’da yaşayan herşey Orta Asyalılaştırıldı. Bu Türk-İslam sentezinin temelinin atılmasıydı. Oysa, Asya’dan, Arabistan’dan kimse gelip Aleviler için ışık saçmadı. O ışık Anadolu’da zaten vardı, tam tersine söndürdüler. Üç semavi din Hititlilerin kültürleri üzerinde kurulmuştur" diyerek, eğer akınlar Anadolu kültürünü yok etmeseydi, Aleviliğin kesintisiz yaşayacağına dikkat çekti.

M. Sefa DOĞANAY - ha-ber.com
Aleviyol.com

17 Haziran 2009

REFORM İSTEĞİNE KURŞUN SIKILDI

REFORM İSTEĞİNE KURŞUN SIKILDI
13:19 17 Haziran 2009
12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto
İran’da olaylar tırmanıyor. Protesto gösterilerine katılanlara açılan ateş sonucu yedi kişi öldü. Reformcular geri adım atmayacaklarını açıkladı
Seçimlerin yenilenmesi talebi reddedilirken, Hatemi'nin yardımcısı reformcu lider Abtahi de gözaltına alındı. Öte yandan Musavi taraftarlarına çatışma tuzağına düşmemelerini isterken, devlet televizyonu iktidar yanlılarına sokağa çıkma çağrısı yaptı
İran’da seçimlere hile karıştırıldığını ileri süren reform yanlılarının günlerdir süren gösterileri devam ederken, İran resmi televizyonu reformcuların Tahran yürüyüşünde yedi kişinin yaşamını yitirdiğini açıkladı.
İran televizyonu başkentin batısında toplanan çok sayıda kişinin “askeri bir binaya saldırmaya çalışması üzerine” göstericilere ateş açıldığını ve 7 kişinin öldüğünü duyurdu. Olayda, çok sayıda kişinin de yaralandığı kaydedildi.
Olaylar sürerken tutuklama ve gözaltılar da devam ediyor. Tutuklananlar arasında Eski Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi’nin yardımcısı reformcu lider Muhammed Ali Abtahi de olduğu bildirildi. Abtahi’nin makamından yapılan açıklamada, liderin gözaltına alındığı duyurulurken, konu hakkında detaylı bilgi verilmedi.
Abtahi, cuma günkü seçimlerde reformcu aday Mehdi Kerrubi’yi destekliyordu. Reform yanlısı kaynaklar, bir diğer reform yanlısı Said Haccaryan’ın da dün gözaltına alındığını bildirdi.


MUSAVİ, PROVAKASYONA KARŞI UYARDI
Mir Hüseyin Musavi, Tahran’da düzenlenmesi düşünülen yeni gösterilerinin “sakin ve barışçı” geçmesi çağrısında bulundu.
Musavi’nin internet sitesindeki açıklamada, Musavi’nin, halka ve yandaşlarına “gösteride barışçı bir şekilde hareket etmeleri, sükunetlerini korumaları ve sokak çatışmaları tuzağına düşmemeleri” çağrısında bulunduğu belirtildi.
İçişleri Bakanlığı’nın “gösteriler yasadışı” açıklamasına rağmen, önceki gün Tahran’da Musavi yanlılarının düzenlediği mitinge yüz binlerce kişi katılmıştı. Mitinge reformcu aday Mir Hüseyin Musavi de katıldı. Seçim sonrası ilk kez mitinge katılarak yandaşlarının karşısına çıkan Musavi, yeni bir seçime hazır olduğunu söyledi.
Musavi gösteride İran halkına genel grev çağrısı yaptı. Tahran’daki büyük gösteriye katılan reformcu liderler arasında, İran eski Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi ile daha önce tutuklandığı belirtilen kardeşi de vardı. Öte yandan ülkenin diğer kentlerinde de reform yanlılarının protesto eylemleri devam ediyor.
İran yönetimi ise gösterilerin ülke ve dünya kamuoyuna ulaşmaması için, yabancı basın kuruluşlarının ülkeyi terk etmesini istedi. Polis karara uymayanların tutuklanacağını açıkladı.
***
Meclis Başkanı: Batı’nın endişelenmesi gereksiz
İran Meclis Başkanı Ali Laricani, ABD ve Avrupa ülkelerinin İran’daki seçimlere ilişkin değerlendirmelerini sert bir dille eleştirdi. Laricani, Mecliste yaptığı konuşmada seçim sonuçlarının ilanından sonraki süreçte gelişen olayları değerlendirdi. ‘’Batı’nın müdahaleci politikalarını eleştiren’’ Laricani, ‘’ABD’lilerin İran ve seçimler konusunda endişelenmesine gerek yok’’ dedi. ABD’nin öncelikle siyasi ve güvenlik alanındaki sorunlarını halletmesini isteyen Laricani, ABD’nin, İran ile ilişkilerde ‘’değişim’’e gidileceği yönündeki açıklamalarının inandırıcı ve gerçek olmadığının bir kez daha ortaya çıktığını söyledi. Avrupa ülkelerinin, mali kriz ve ciddi sorunlarını örtbas etmek için İran seçimlerini fırsat bilip tavır takındıklarını kaydeden Laricani, ‘’Fırsattan istifade edebileceğinizi sanmayın. İran halkı, 30 yıl önce sizden daha büyüklerini ülkeden kovdu’’ dedi. Laricani, ‘’Avrupa ülkelerine kendi birliklerini koruma tavsiyesinde bulundu ve AB’nin Ortadoğu’daki tutumunu bildiklerini” söyledi.
***
Reformcular siyah giyecek
İran Sanat Akademisi Tiyatro bölüm sorumlusu ve aynı zamanda A.Ü. İletişim Fakültesinde doktora öğrencisi Hüseyin Laleh, yaptığı açıklamada tüm dünya kamuoyunun İran’da yaşanan olaylara duyarlılık göstermesini istedi. Seçim kampanyalarında Musavi’nin danışmanlığını da yapan Laleh, bütün ülkede emniyet güçleriyle halk arasında çatışmalar yaşandığını açıkladı. Ordunun sokakları tuttuğunu söyleyen Laleh, İran’ın da Türkiye gibi darbe ülkesi olduğunu” söyledi. Laleh reform yanlılarına karşı cadı avı başlatıldığını söylerken, eylemlere katılan herkesin siyah giyeceğini söyledi. Laleh, kendisinin emniyete çağrıldığını, kayıp edilebileceğini ya da tutuklanabileceğini söyledi.
***
Koruyucular konseyi seçimlerin yenilenmesi talebini reddetti
İran Anayasayı Koruyucular Konseyi, reformist aday Mir Hüseyin Musavi’nin seçimlerin yenilenmesi talebinin mümkün olmadığını açıkladı. İran Anayasayı Koruyucular Konseyi Sözcüsü Abbas Ali Kethudai, İran devlet televizyonunda yaptığı açıklamada, yasal olarak seçimin iptal edilmesine yönelik talebin değerlendirilemeyeceğini söyledi. Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad karşısında seçimi kaybeden Mir Hüseyin Musavi, seçimlerin iptal edilmesi için Konseye başvurmuş, ancak olumlu bir karar çıkacağı konusunda iyimser olmadığını belirtmişti. Seçimlerin bir diğer adayı Mehdi Kerrubi de, kısmi oy sayımından ziyade yeni bir seçim yapılmasını istediklerini söylemişti. İran Anayasayı Koruyucular Konseyi cumhurbaşkanı seçiminde kullanılan oyların sınırlı şekilde yeniden sayımına hazır olduğunu, yeniden sayımın adayların hile yapıldığını öne sürdükleri sandıklarla sınırlı olacağını açıklamıştı.
***
Kitleler karşı karşıya getirilmek isteniyor
İran Devlet televizyonu, "korsan gösteri yaparak kamu malına zarar veren ve halk güvenliğini tehdit edenlere” tepki göstermek amacıyla halkı gösteri yapmaya çağırdı. Halk, Veli-yi Asr Meydanı ve etrafından toplanmaya çağrılırken, cumhurbaşkanı adaylarından reformcu Mir Hüseyin Musevi taraftarlarının da aynı bölgede gösteri yapması bekleniyor. Bu arada, Emniyet Genel Müdür Vekili Ahmet Rıza Radan, gösterilerde bankaları, iş yerlerini, belediye otobüslerini, özel araç ile polis otolarını ateşe vererek tahrip eden çok sayıda kişinin yakalandığını açıkladı.
Radan, “korsan gösterilerle halkın can güvenliğini tehdit eden zanlılara ait çok sayıda silah ile bol miktarda patlayıcı madde ele geçirildiğini” söyledi. Devlet televizyonu, dünkü gösterilerde askeri kışlaya saldıran silahlı kişilerle güvenlik güçleri arasında çıkan çatışmada 7 kişinin öldüğünü ve yaralananlar olduğunu teyit etti. Televizyon, ateşe verilen belediye otobüsleri, devrilen çöp kutuları ve çatışmalara ilişkin görüntüler yayımladı. Diğer yandan öğrenci yurdunun basılması sırasında gözaltına alınan öğrencilerden 100 kadarının serbest bırakıldığı belirtildi.

Birgün Gazetesi

"Karanlığa karşı yürüyelim"

"Karanlığa karşı yürüyelim"

Alevi örgütleri, 35 aydının yakılarak öldürüldüğü Madımak Oteli için verilen sözlerin tutulmadığını vurguladılar.
Sivas Madımak Oteli'nde 35 aydın ve sanatçının yobazlar tarafından yakılarak öldürülmesinin 16. yıldönümünde Alevi birlikleri otelin önünde toplanarak "Karanlığa karşı birlikte yürüyelim" çağrısı yapacak.

Mehmet Menekşe

Cumhuriyet- Alevi Bektaşi Federasyonu (ABF) ve Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu (AABK) öncülüğünde bir araya gelen 38 Alevi sivil toplum örgütü ortak bildiri yayımlayarak 2 Temmuz 1993’te yaşanan katliamın insanlık suçu olduğunu vurguladılar.

2 Temmuz günü Madımak Oteli’nin kamulaştırılarak müzeye dönüştürülmesi taleplerinin bir kez daha dile getirileceğine dikkat çekilen bildiride şöyle denildi:

Otelin altındaki kebap lokantası demokratik Alevi hareketinin ısrarlı mücadelesi sonucu boşaltılmış olsa da 35 canımızın yakıldığı Madımak Oteli halen otel olarak işletilmeye devam etmektedir. Sıvas’ın da Türkiye’nin de bu ayıptan kurtulması için Madımak Oteli’nin hemen kamulaştırılarak müzeye dönüştürülmesini istiyoruz.”

Bu konuda verilen sözlerin hiçbir şekilde yerine getirilmediğine dikkat çekilen açıklamada katliam sırasında “Cumhuriyet burada kuruldu, Sıvas’ta yıkılacak”, “Şeriat isteriz” sloganları atıldığı anımsatıldı. Katillerin bir bölümünün halen dışarıda gezdiğine de işaret edilen bildiride şu ifadelere yer verildi:

Katliamları, aşağılamaya, horlanmaya, yok saymaya hayır diyebilecek bu ülkenin toplumsal vicdanı ile buluşmak istiyoruz. Bu ülkede adalet, demokrasi, eşitlik istiyoruz. Alevi, Sünni, Türk, Kürt, Çerkez, inanan, inanmayan ayırımı yapmadan ‘Benim Kâbem insandır’
diyenler, 2 Temmuz 2009 Perşembe günü saat 10.00’da Alibaba Mahallesi’nde bulunan Pir Sultan Abdal Cemevi önünde buluşalım ve Madımak Oteli önüne, karanlığın üzerine birlikte yürüyelim.”

Cumhuriyet-17 Haziran 2009

Kâğıt, barut ve matbaanın vatanı: Çin

Kâğıt, barut ve matbaanın vatanı: Çin

11.01.2009

Tarihi 6 bin yıl öncesine dayanan, uygarlığın temel taşları: Kâğıt, barut, pusula ve matbaa gibi buluşların vatanı Çin'de;
Yasama ve yönetim; 1227 üyeli Milli Halk Kongresi'nin elindedir.
Yürütme görevini ise: Başbakan, 12 temsilci, 32 bakan ve 1 genel sekreterden kurulu olan hükümet üstlenir.
Ülke, idari bakımdan 28 eyalete ayrılmıştır.
Bunların 5'ini muhtar eyalet,
21'ini eyalet ve
2'sini de birer şehir olan iller teşkil eder.

Kategori:Teksatır.com./ Dünya

Hormonlu gıdaları nasıl tanıyabiliriz?

Hormonlu gıdaları nasıl tanıyabiliriz?
20.09.2008

İşte meyve ve sebzelerin hormonlu olduğunu anlamak için bazı ipuçları...

Domates: İçi çok sulu, boş ve çekirdeksizse...
Kabak: Şekli bozuk ve çekirdeksizse...
Patlıcan: İçi süngerimsi ve çekirdeksizse...
Biber: Aşırı iri, çekirdek evi boş ve etli kısımları sertse...
Patates: Şekilsiz, yumruları yapışık ve içi karaysa...
Karpuz: Çekirdek yerleri boşsa...

Kaynak:Teksatır.com/beslenme

Atatürk'ün sözleri ufkumuzu açıyor


Atatürk'ün sözleri ufkumuzu açıyor
1 Haziran 2009

Atatürk'ün sözleri ufkumuzu açıyor

Bill Clinton ve Gerhard Schröder gibi siyasetçilere yön veren, Tony Blair'in 'danışmanı', sosyolog Lord Anthony Giddens, Türk perakendecilere seslendi


Soysal Danışmanlık tarafından bu yıl dördüncüsü düzenlenen Perakende Liderler Konferansı için Cannes'e gelen 140 perakendeci, Tony Blair'i iktidara taşıyan üçüncü yol kuramının yaratıcısı Lord Anthony Giddens'in yeni dünya düzenine ilişkin öngörülerini dinledi.
Clinton, Gerhard Schröder gibi siyasetçilere yön veren ve sosyolojinin yaşayan en büyük ismi olarak tanımlanan Giddens, Türk perakendecilere, "Bu çok kutuplu dünyada, iktidarın doğuya kaydığı bir dönemde Türkiye'nin önemi daha da arttı" dedi. Konuşmasında Atatürk'ün "Şiddete başvurarak, kılıç kuşanarak zafer kazanmaya çalışanlar, eninde sonunda düşünce ve ekonomik gelişmeyle kuşatanlara mağlup olacaktır" sözlerine atıfta bulunan Giddens "Atatürk'ün söyledikleri 21'inci yüzyılda ufkumuzu açıyor" dedi.

'Müthiş çıkışınız var'

London School of Economics eski Direktörü, Tony Blair'in danışmanı ve sosyal bilimci Lord Anthony Giddens, yeni dünya düzeninde Türkiye'nin 'müthiş' bir çıkışı olduğunu belirtti. Giddens, şu anda dünyada radikal değişimler yaşandığını, çok ciddi bozulmalar olduğunu, bunun herkesin işini etkileyeceğini ifade ederek, artık yeni bir dünyanın, sistemin vatandaşları haline geldiklerini söyledi. Giddens, 10 yıl Tony Blair ile yakından çalışma fırsatı bulduğunu, Bill Clinton ile pek çok kez görüştüğünü anlatarak, Monica Lewinsky olayının önemli olduğunu, bu olay nedeniyle Clinton'ın, ciddi baskı altında kaldığını ve başkanlığı kaybedebileceğini, ancak Clinton'ın bunu düşünmeden kendileriyle önemli politikalar hakkında konuştuğunu söyledi. Clinton'un 3'üncü kez seçimlere girme şansı olması halinde 'kesinlikle' seçileceğini düşündüğünü belirten Giddens, "O zaman son 7-8 yılımız farklı olurdu. ABD'nin gücü dramatik şekilde Bush döneminde azaldı. Ekonomik gücünü kaybetti" dedi.

'İyileşme V şeklinde olmaz'

Obama'nın politikalarının Bush yönetimine kıyasla fark yaratacağını, dünya düzeninin değiştiğini, ABD'nin liderliğine ihtiyaç bulunduğunu ileri süren Giddens, bugünkü resesyonun belki 1930'lardan daha derin olduğunu, hiç kimsenin resesyonun ne zaman biteceğini bilmediğini söyledi. Giddens, ''Bence bu resesyon çok yapısal ve derin. Belki bir süre daha etkilerini yaşamaya devam edeceğiz. Sizin sektörlerinizi de etkileyecek.
Çok hızlı bir şekilde düzelme olmayacak. Temkinli davranmakta fayda var. V şeklinde iyileşme olacağı söyleniyor. Bence böyle olmayacak, daha dalgalı ve iniş çıkışların olduğu yavaş bir iyileşme olacak. İyileşme sürecinde engebeli bir yol bizi bekliyor'' şeklinde konuştu. Küreselleşmenin bir Batı projesi olmadığını, gücün Doğu'ya doğru kaymaya başladığını ve hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını savunan Giddens, enerji krizinin herkesi etkileyeceğini dile getirirken, resesyondan sonra petrol fiyatlarının yine tavan yapacağını, belki varil başına 200 dolara kadar çıkabileceğini, bununla baş etmenin zor olacağını söyledi.

'Obama muazzam konuştu'

Lord Anthony Giddens, AB'nin ekonomik aktör olmaktan çıkacağını ve liderlik gücünü artıracağını belirterek, ''Gelecekte AB daha sağlamlaşacak. Türkiye'nin AB'ye katılmasını son derece destekliyorum. Türkiye'nin pozisyonu artık daha önemli. Stratejik anlamda Türkiye, dünyanın göbeğine oturmuş durumda. Türkiye'nin, yeni dünya düzeninde müthiş bir çıkışı var. Obama, Türkiye'de muazzam bir konuşma yaptı. Bush bir milyon yıl iktidar olsaydı böyle konuşma olmazdı'' diye konuştu.

'Türkiye'yi oyaladılar'

AB-Türkiye arasında, son 40 yılda olumsuz ilişkiler yaşandığını vurgulayan Giddens, "Türkiye'yi Avrupa Birliği'ne alacağız diye oyaladılar. Türkiye'de AB'ye karşı çok güçlü olan kamuoyunun desteği son dönemde bu nedenle azaldı. AB şevkinin kırılması sonucu Türkiye'de milliyetçilikte bir miktar artış oldu" dedi. Türkiye'nin laik ve demokratik yapısının büyük önem taşıdığını, bunların, Türkiye tarihinin altyapısındaki önemli hususları teşkil ettiğini kaydeden Giddens, ''Atatürk'ün söyledikleri bizim ufkumuzu açıyor'' dedi.

Artık kadınlar 1000 avroluk çanta almayacak

La Rinascente CEO'su ve aynı zamanda, Beymen ve Boyner Mağazacılık Yönetim Kurulu Üyesi Vittorio Radice de, gelecekte alışveriş merkezlerini hareketlendirecek unsurların restoran, kafe ve barlar olacağını, insanları sosyalleştirebilecek mekanlar yaratmanın önem taşıyacağını kaydetti. Vittorio Radice, kriz sonrası oluşan düzende artık kadınların bin avroluk el çantaları almayacağını, akşamları pahalı şampanyalar açtırılmayacağını ve keyif veren alışverişlerin azaltılacağını belirterek, perakendede yiyecek-içeceğin büyümeye devam edeceğini, ihtiyaç dışı alanların küçüleceğini ifade etti.
Radice, "Tekstil ağırlıklı alışveriş merkezleri out, sosyal mekanların ağırlıklı olduğu alışveriş merkezleri in" görüşünü Ludgerdile getirdi. LIP Ludger Inholte Projektentwicklung GmbH firmasının sahibi Ludger Inholte ise, Halikarnas Bodrum Galeri projelerinin tanıtımını kısa bir süre önce yaptıklarını,
bu proje ile Türkiye'de kendilerini çok iyi konumlandırdıklarını, 'sıradışı' bu AVM için kiralama işine başlanacağını kaydetti. Inholte, "Türkiye'de orta ve uzun vadede mükemmel bir yatırım havası görmekteyiz. Türkiye'nin makro ekonomik verileri daha şimdiden pek çok AB ülkesinden iyi durumda. Pek çok AB ülkesi buna gıptayla bakmakta" diye konuştu.

Krize Cannes molası

Türkiye'de iç talebin yetersizliğiyle boğuşan, kampanya üzerine kampanya yaparak alışverişi canlandırmaya çalışan perakendeciler, Fransa'nın Cannes kentinde bir kez daha rekabeti unutup, birlik oldu. Soysal Danışmanlık'ın patronu Suat Soysal'ın dört yıldır gelenekselleştirdiği Liderler Konferansı'na bu yıl da 150'ye yakın perakendeci katıldı. Bu yıl konferansın kahve aralarında ve sohbetlerdeki birinci konusu, erken indirimlerin kârlılıkları nasıl erittiğiydi. Perakendeciler her fırsatta, indirimleri düzenleyen yeni yasanın çıkmasının aciliyetine vurgu yaptı. Konferansın değişmez ve en eğlenceli ismi de yine Abdullah Kiğılı idi.


Radikal
Renk Haber-01.06.2009-

'Kara Ölüm Kapıda'

'Kara Ölüm Kapıda'


17 Haziran 2009

Dünya domuz gribinden sonra yeni bir kabusla karşı karşıya...


Dünya domuz gribi salgınıyla başa çıkmaya çalışırken, şimdi de Libya'dan "hıyarcıklı veba" salgını haberi geldi. 1347-1351 yılları arasında dünyada 75 milyon insanı öldüren bu salgın, bu kez Dünya Sağlık Örgütü'nü harekete geçirdi. DSÖ ekibi Libya'da araştırma başlattı.


Libya'da hıyarcıklı veba salgını ortaya çıktığının bildirilmesi üzerine Dünya Sağlık Örgütünün (DSÖ) bu ülkeye bir araştırma ekibi gönderdiği bildirildi.

VAKA SAYISI 18

DSÖ yetkilisi John Jabbour, Libyalı yetkililerin Akdeniz kıyısındaki Tobruk kentinde hıyarcıklı veba salgını olduğunu bildirmeleri üzerine bir ekibi bölgeye gönderdiklerini, sayıları 18 dolayında olduğu bildirilen vakaların Libya'da 20 yıldan uzun süredir ilk kez görüldüğünü söyledi.

Trablus yönetiminin DSÖ'den yardım istediğini bildiren Jabbour, orta çağdan beri "kara ölüm" olarak bilinen hastalığın Libya'daki "tam resmini" henüz göremediklerini, Libyalı yetkililerin açıklamasına göre şimdiye kadar biri ölümlü, 18 vakanın görüldüğünü ifade etti.

VÜCUTTA SİYAH YUMRULAR OLUŞUYOR

Vücutta siyah yumrularla kendini belli eden hıyarcıklı veba dünyada yılda 100 ila 200 kişinin ölümüne neden oluyor. Hastalık antibiyotiklerle tedavi edilmezse birkaç günde ölüme neden olabiliyor.

1300'LÜ YILLARDA 75 MİLYON KİŞİ ÖLMÜŞTÜ

Hastalık 1347-1351 yılları arasında dünyada 75 milyon kişinin ölümüne neden olmuş, bu dönemde Avrupa nüfusunun üçte birinden fazlası yok olmuştu.

Hıyarcıklı veba hastalığın ilk kez Asya'da ortaya çıktığı daha sonra Orta Doğu, Afrika ve Avrupa'ya yayıldığı bildiriliyor.

Yeni vakaların çıktığı Tobruk kenti Mısır sınırına 125 kilometre mesafede bulunuyor

Milliyet-17.06.2009

Sivas katliamını önceden biliyormuş !

Sivas katliamını önceden biliyormuş !
Reha Çamuroğlu
http://www.gazeteokuyun.net/wp-content/uploads/fft5_mf15727.jpg
16 Haziran 2009

AKP İstanbul Miletvekili Reha Çamuroğlu, "Sivas katliamını önceden bildiğini" açıkladı.


CNN Türk'te "Alevi Açılımı"nın konu edildiği programa katılan AKP İstanbul Miletvekili Reha Çamuroğlu, "Sivas katliamını önceden bildiğini" açıkladı.

CNN Türk'te önceki gece yayımlanan ve "Alevi Açılımı"nın konu edildiği programa CHP Grup Başkanvekili Hakkı Süha Okay ve Alevi Birlikleri Federasyonu Genel Başkanı Ali Balkız'la birlikte katılan AKP İstanbul Miletvekili Reha Çamuroğlu, Sivas katliamını öncceden bildiğini söyledi.

"Sivas katliamının olacağı belliydi, önceden biliyordum" diyen Çamuroğlu'na 2 Temmuz 1993'teki Pir Sultan Abdal'ı Anma Törenleri'ni düzenleyenleri neden uyarmadığı sorulunca "Ben o zaman Nefes dergisinde yazıyordum. Olayların çıkacağı duyumu gelmişti ve törenleri düzenleyenleri uyardım" dedi.

Çamuroğlu, "Kimi uyardın?" sorusuna ise, "Aradan bu kadar yıl geçti, hatırlamam mümkün değil. Ancak o güne kadar Banaz köyünde yapılan törenlerin Sıvas'a alınmasının yanlış olacağını, olaylar çıkabileceğini, bu konuda söylentiler olduğunu birçok kişiye söyledim. Buna Nefes dergisini birlikte çıkarttığım Cemal Şener ve Rıza Zelyut da tanıktır. Bu iki kişi de hayatta onlara da sorabilirsiniz" yanıtını verdi.

Programa katılan ABF Genel Başkanı Balkız, Çamuroğlu'ndan bu yönde bir uyarı gelmediğini belirterek "O tarihte Pir Sultan Abdal Dernekleri yönetiminde değildim. Ancak törenlerin kültür sanat etkinliklerini düzenleyenlerden biriydim. Çamuroğlu'ndan bu yönde bir uyarı almadık. Çamuroğlu'nun yerinde olsam, böyle bir duyum aldığımda dünyayı ayağa kaldırır, törenler için Sivas'a hareket eden otobüslerin önüne yatardım" açıklamasında bulundu.

Çamuroğlu iddialarının sonunda, katliamı Ergenekon örgütünün planladığının bugün "zaten" ortaya çıktığını iddia etti.

16.06.2009 11:16:57 soL

Eşini döven kocaya ‘utandıran’ ceza!

Eşini döven kocaya ‘utandıran’ ceza!

15 Haziran 2009

Eşini döven kocaya ‘utandıran’ ceza!

Eşini döven Kadıncı, 1 yıl hapis yatmak yerine, hakim Aslıhan Limon'un verdiği ilginç cezaya razı oldu


Eşini döven Kadıncı, 1 yıl hapis yatmak yerine, eşinden ve yaşadığı bölgenin halkından özür dilediğini yazan broşürleri bastırıp dağıttı. Hâkim, Kadıncı'nın ceza olarak 50 fidan dikmesini de istedi
Kastamonu'nun Araç ilçesinde eşini döven Mustafa Kadıncı (32), üzerinde "Eşime vurduğum için eşimden ve tüm Araç halkından özür diliyorum" yazılı bin el broşürü dağıtma ve 50 fidan dikme cezasına çarptırıldı. Eşinden dayak yiyen İpek Kadıncı, karardan dolayı memnun olduğunu söyledi.
Araç'ın Şiringüney köyünde çiftçilik yaparak geçimini sağlayan Kadıncı, eşi İpek Kadıncı'yı (23)dövdü. Kadıncı'nın şikâyetçi olması üzerine, Mustafa Kadıncı hakkında Araç Asliye Ceza Mahkemesi'nde "Kişiyi hürriyetinden yoksun kılma" suçundan iki yıl hapis cezası istemiyle yargılandı.

'Para cezası daha iyiydi'

Hâkim Aslıhan Limon, Mustafa Kadıncı'ya, verdiği 1 yıl 4 ay hapis cezasını, üzerinde iri puntolarla yazılmış, 'Eşime vurduğum için eşimden ve tüm Araç halkından özür diliyorum. Mustafa Kadıncı' yazılı bin el broşürünü, ilçede bulunan tüm kamu kurum ve kuruluşlarında görevli personel ile Kastamonu Caddesi'nden geçenlere birer tane verecek şekilde dağıtma" cezasına çevirdi. Hâkim ayrıca, Mustafa Kadıncı'nın Orman İşletme Müdürlüğü'nün uygun gördüğü yere 50 fidan dikmesine de karar verdi.
Aynı suçu yeniden işlemesi durumunda hapis yatacak olan Mustafa Kadıncı, bastırdığı broşürleri adliye tarafından görevlendirilen personel eşliğinde, kararda belirtilen yerlerde dağıttı. Karardan memnun olmadığını söyleyen Kadıncı, "Cezayı ağır buldum. Para cezası olsa daha iyi olurdu" dedi. Kadıncı eşiyle aralarında şu anda huzursuzluk olmadığını ve bundan böyle dayak olayının tekrarlanmayacağını belirtti.



15.06.2009 10:04:39 Milliyet

16 Haziran 2009

"Aleviler neyin farkına vardı? "

"Aleviler neyin farkına vardı? "


Aleviler neyin farkına vardı?

AK Parti'nin Alevi kökenli milletvekili CHP'yi kızdıracak


12 Haziran 2009 16:32

AK Parti'nin Alevi kökenli İstanbul Milletvekili İbrahim Yiğit, CHP'nin Alevileri yıllarca arka bahçesi olarak gördüğünü, bunun sonucu olarak hiçbir sorunlarını çözmediğini, AK Parti'nin ise bu kesime en saygılı parti olduğunu söyledi.

Milletvekili Yiğit, MHP'nin, son zamanlarda kendileri ile ilgili açıklamalarının ise memnuniyet verici olduğunu kaydetti.

AK Parti'nin Alevi kökenli Milletvekili Yiğit, Alevi açılımını bu konudaki tartışmaları CİHAN'a anlattı. Yiğit, hükümetin başlattığı Alevi açılımının, hem bu kesimin sorunlarının çözümü, hem de toplumsal barış için çok önemli olduğunu söyledi. Bu konuda, ilk kez Alevilerin dahil edildiği bir süreç yaşandığına dikkat çeken Yiğit, "Bu kesimin sorunları bugüne kadar hep tek taraflı ve eksik ele alındı. Şimdi devlet Alevileri karşısına alıp dinliyor. Bunun sonucunda ise ortak bir akıl oluşuyor. Bu da sorunların çözümünü kolaylaştırıyor." dedi. Yiğit, bu konudaki tartışmaların Sünni ve Alevi kesimleri arasındaki önyargıları da yıkacağını, böylece cami ve cemevi karşıtlığı düşüncesinin ortadan kalkacağını söyledi. Yiğit, yıllardır bu kesimin sözcüsü gibi davranan CHP'ye ise tepkili: "CHP yıllardır Alevileri arka bahçesi olarak sömürdü. Ama Aleviler artık bunun farkına varıyor."

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın 2007 seçimlerinin ardından başlattığı 'Alevi açılımı' kapsamındaki tartışma ve çalışmalar sürüyor. Başbakan'ın iki yıl önce Alevilerin Muharrem ayı orucuna katılması yönünde attığı somut adım daha sonra çok sayıda panel ve toplantı ile devam etti. Üç aşamalı olarak ortaya konan yol haritasının ilk aşaması geçtiğimiz hafta İstanbul'da yapılan Devlet Bakanı Faruk Çelik başkanlığındaki 'Alevi Çalıştayı' Cem Vakfı'nın yanı sıra Alevi federasyonları, Hacıbektaşı Veli ile Pir Sultan Abdal gibi Alevi kuruluşların temsilcilerinin katılımı ile yapıldı. Süreç, önümüzdeki aylarda eski ve halen parlamentoda bulunan değişik partilere mensup Alevi kökenli milletvekillerinin bir araya gelmesiyle devam edecek. Son olarak MGK da dahil devlet kurumlarında ele alınmasının ardından hazırlanacak raporun Başbakana takdim edilmesi ile nihai şeklini alacak.

ALEVİLİK İSLAMIN İÇİNDE, CEMEVLERİ SOSYAL BİR İHTİYAÇ

Yiğit, Alevilerin sorunlarının Cumhuriyet döneminden beri var olduğuna işaret ederek, "Tekke ve zaviyelerin yasaklanmasıyla birlikte Alevilerin Cem evlerindeki hakları ellerinden alınmış. Daha sonra gelen hiçbir sivil iktidar bunları çözemediği gibi Aleviler kendilerini hep ikinci vatandaş olarak görmüşlerdir." dedi.

"Alevilik hiçbir zaman İslamın dışında olmamıştır." diyen Yiğit, sözlerini şöyle sürdürdü: "Aleviliğin bir inanç boyutu bir de kültürel, tasavvufi yönü var. Kırsal kesimden kentlere gidince cemevleri kuruldu. Ama bu cemevleri şu an resmi bir statüsü yok. Türkiye'de 15 milyon civarında Alevi yurttaşı var. Bunlar da kendi inançlarını özgürce yaşamak istiyorlar. Ben her zaman savunurum, insanların etnik kökenleri ve inanç grupları ne olursa olsun bütün vatandaşlarımız bir arada yaşamalı, inançlarını özgürce yaşassın. Kürtler kendi dillerini kendi kültürlerini öğrenmeleri gerekir. Bu toplumsal barışın bir gereğidir. Uzlaşı önemli."

ALEVİLERİ SÜRECE DAHİL ETMESİ ÖNEMLİ


Yiğit, Başbakan Erdoğan'ın başlattığı açılımın, Alevi kesiminden büyük ilgi ve destek gördüğünü söyledi. İlk başlarda bazı önyargıların olduğunu belirten Yiğit, "Ama şu an herkes ilgili ve çok olumlu bakıyor. Ben herkesi tanıyorum. Alevi dernek ve vakıf başkanları ilk kez devletin bizi adam yerine koyup çağırdığı ve muhatap aldığı için çok mutlular. Ve bu çalışmalardan olumlu sonuçlar çıkacağına kendileri de inanıyor." dedi.

Yiğit, bugüne kadar Alevi sorunları ve buna dönük çözüm yollarının hep başkaları tarafından ele alındığını, bunun ise işi çözümsüzlüğe götürdüğünü söyledi. Yeni süreçte Alevilerin bizzat rol almasının önemine işaret eden Yiğit, "Kendi inanç kesimlerini, gruplarını ve sorunlarını en iyi bilen Alevi kesimidir. Devlet ile bir araya gelip kendi sorunlarını, taleplerini anlatmaları en doğal hakları. Bunun çok daha sağlıklı bir yol olduğunu düşünüyorum. Alevileri dinlemeden hazırlanan projeler başarılı olmaz. Bir sürü eleştiriye neden olur. Ama şimdi bunlarla ortak bir noktaya gidiliyor." sözlerini kaydetti.

CHP ARKA BAHÇE OLARAK KULLANDI

Yiğit, Alevi toplumunun bugüne kadar istismar edildiğini söyledi. "CHP, özellikle Alevileri arka bahçesi olarak kullandı." diyen Yiğit, sözlerini şöyle sürdürdü:

"CHP bugüne kadar hiç Alevi soruna gelin sahip çıkalım dediğini duyan var mı? Ama ilk olarak Sayın Başbakan bu soruna sahip çıktı. Ve gerçekten bütün milletvekili arkadaşlarım herkes bu işe taraftar ve bu işin çözülmesini istiyor. Başbakan çok samimi bu konuda. CHP Alevileri yıllardan beri sömürdü. Sayın Baykal'ın, 'Allaha şükür bir Alevi'den kurtulduk' dediğine bizzat şahit oldum. 2002 seçimlerinde etnik ve mezhepsel politika yapanları biz partimizden uzaklaştırdık. Şimdiye kadar hep arka bahçesi olarak kullandı ve kullanmaya da devam ediyor. Alevi kesimi artık bunun farkında."

Yiğit, MHP'nin özellikle son zamanlara kendileriyle ilgili açıklamalarından memnun olduğunu söyledi. Yiğit, şöyle konuştu: "Şimdiye kadar Aleviler MHP'ye düşman gözü ile bakardı. Bir sürü olaylar, Çorum ve Maraş olayları nedeniyle. Onlar da gerçeği görmeye başladılar. Alevi sorunu sadece AK Parti'nin sorunu değil, bütün siyasi partilerin, hepsinin ortak sorunudur. Bütün Türkiye'nin sorunudur. Siyasi partilerin bu konuda cemevlerinin yasalaşması için yardımcı olmaları lazım. Alevilerin inançlarını özgürce yaşamaları için yardımcı olması gerekir. Artık topluma nifak sokmaya kimsenin hakkı yok."

AK PARTİ'YE KARŞI ÖNYARGI VAR AMA YIKILIYOR

Yiğit, Alevi kesime en çok sahip çıkan partinin AK Parti olduğunu söyledi. Ancak buna rağmen partilerine karşı bu kesimde bir önyargının olduğunu kabul eden Yiğit, "AK Parti bütün cemevlerine yardımlar yapıyor. İmar konusunda olsun, yapımında olsun, belediyeler yardımcı oluyorlar. Bakanlıktan arsa verildi. Kuşadası elektrik masrafları karşılandı. Gerçekten bu inanç grubuna en saygılı alan parti AK Parti'dir." dedi.

Yiğit, bu önyargının altında CHP'nin yaptığı yıllardır dindar kesime karşı kullandığı kara propagandanın etkili olduğunu düşündüğünü söyledi. Yiğit, "Yöneticileri, çok güzel demagoji yaparak şerait gelecek, ülke İran'a dönecek diyerek kandırdı. Oysa ben bu partinin içindeyim. Böyle bir şey yok. Bir kere AB'yi isteyen, onunla entegre olmak isteyen bir parti şeriatı istemez. Bir paranoya oluşturulmuş. Biz anlattığımızda ikna oluyorlar. Şimdiye kadar kandırıldıklarının onlar da artık farkında." diye konuştu.

CAMİ İLE CEMEVİ ALTERNATİF DEĞİL BİRBİRLERİNİ TAMAMLIYOR

Yiğit, cami ile cemevinin birbirine karşıt gösterilmesinden de rahatsız. Bu iki kurumun hiçbir zaman birbirinin karşıtı olamayacağını vurgulayan Yiğit, "Cemevlerini camilerin, camileri ise cemevlerinin alternatifi olarak görmek çok yanlış. Oraya giden de buraya da giden herkes bizim kardeşimiz. Herkes birbirine saygılı olmak durumda. İnanç grupları Allah için ibadet yapıyor. Camiye giden Allah, Muhammed, Kur'an diyor. Onun için alternatifleri değildir. Belki ibadet şekilleri değişik olabilir. Cemevi ibadethanedir. Ama işin inanç ve kültürel boyutları var." dedi.

Yiğit, Alevi açılımı çerçevesinde bugüne kadar cemevlerinin yasal statüsü, Aleviliğin ders kitaplarına girmesi gibi projelerin önemli olduğunu söyledi. Yiğit, bu konuda yapılan çalışmalar sayesinde Aleviliğin yazılı kaynaklarının artacağı daha bilimsel bir temele oturacağını söyledi.

Yiğit, Aleviliğin Diyanet'te temsil edilmesine ilişkin ise şunları söyledi: "Bu konuda sıkıntı çıkacağını sanmıyorum. Belki Diyanet bünyesinde bir daire olabilir. Yine zakir ve dedeleri yetiştirecek enstitünün açılması, bölümlerin açılması ilahiyat fakülteleri bünyesinde olabilir. Bunlar ayrıntıdır. Yeter ki iyi niyet olsun. Bunların hepsi çözülür."

Renk Haber-12.06.2009 16:32:45 Cihan

Boynuzsuz kaldılar

Boynuzsuz kaldılar

16 Haziran 2009


Yüzlerce Sibirya geyiği artık boynuzsuz. İnanılmaz olay hayvanseverleri şoke etti.

Rusya'nın kuzey bölgesinde, Salba köyündeki çiftlikte yaşayan Sibirya geyikleri bir günde boynuzlarından oldular.

Tek tek yakalanıp gözleri bağlanan geyiklerin boynuzları testereyle kesildi. Boynuzlar, ilaç sanayinde kullanıldığından bu işlem yıllardır uygulanıyor. Boynuzlar, Rusya, Çin ve Kore'deki ilaç şirketlerine oldukça yüklü paralar karşılığında satılıyor.

Toz haline getirilen geyik boynuzları başta yaşlanan dokuları yenilemeye yarayan ilaçların üretiminde kullanılıyor.

Ancak hayvanseverler bu kez Rus medyasında yer alan haberden sonra bu uygulamayı kınadı, hayvanlara eziyet olarak niteledi ve uygulamanın durdurulması için kampanya başlatacaklarını açıkladı.



Kaynak:gazetevatan.com

Solun yeni yol haritasını RH açıklıyor

Solun yeni yol haritasını RH açıklıyor

16 Haziran 2009

Solun yeni yol haritasını RH açıklıyor
Solun solu adeta kaynıyor ve hatta buharlaşıyor...


(Renkhaber - Politika) Sol kamuoyunun nabzını sürekli takip eden Renkhaber, en sıcak gelişmeleri sizlere aktarmaya devam ediyor.
Türkiye solunda şu aralar oldukça hareketli günler yaşanıyor. Aylardır süren tartışmalardan sonra "yeni parti" fikri gündeme oturdu.


ÖDP'de ayrılık rüzgarı
ÖDP'de genel başkanlığı Hayri Kozanoğlu'na kaptıran ve parti içinde delegelerden istediği desteği alamayan milletvekili Ufuk Uras'ın partiden bir kaç gün içinde ayrılması bekleniyor. Kendilerine "Özgürlükçü Sol" ismini veren bir grup partilinin de ÖDP'den Uras'la birlikte ayrılması bekleniyor. Özgürlükçü Sol Platform (ÖSP) ve Özgürlükçü Sol Hareket (ÖSH) isimlerini kullanan grubun artık ÖDP'den ayrılıp "yeni bir yol haritası" çizilmesi taraftarı. Uras'ın da bu grupla birlikte hareket ettiği biliniyor.

SHP'de hareketlenme
Genel başkan Murat Karayalçın'ın partiden ayrılıp CHP'ye katılmasıyla büyük yara alan ve geleceği belirsizleşen SHP'de kurultayda Hüseyin Ergün'ün başkanlık koltuğuna oturmasıyla hareketlenme başladı. Ergün siyasete yabancı bir isim değil. Eski TİP'li olan Ergün, Cem Boyner'in desteklediği Yeni Demokrasi Hareketi (YDH) içinde üst düzeyde yöneticilik yapmıştı. Hüseyin Ergün'le Özgürlükçü Sol grubunun dostane ilişkiler içinde olduğu biliniyor.

10 Aralık'ta da heyecanlı günler
ÖDP'deki Özgürlükçü Sol grubu ve SHP'deki hareketlenme, bir başka sol hareket olan 10 Aralık'a da yansıdı. ÖSP ve SHP'ye yakın isimlerle 10 Aralık kurmayları arasında görüşmeler olduğu ve bu üç hareketin biraraya gelmesi fikrinin ciddi biçimde tartışıldığı biliniyor.

CHP durumdan "fena halde" rahatsız
10 Aralık Hareketi'nin DİSK başkanı Süleyman Çelebi tarafından da desteklenmesi ise CHP'yi rahatsız eden bir gelişme. 12 Eylül sonrası dönemde DİSK sürekli dolaylı ya da dolaysız CHP'yi desteklemişti. Şimdi DİSK başkanının direkt olarak başka bir sol harekete destek vermesi, CHP'yi rahatsız ediyor. Yüzbinlerce üyesi olan bir konfederasyonun başkanının başka bir sol harekete destek vermesini "kabul edilemez" bulan CHP içinde Çelebi'ye karşı yoğun eleştiriler mevcut.

Güçlü bir birliktelik
Renkhaber'in yeni birliktelikle ilgili konuştuğu isimler, ortaya "yepyeni" bir sol hareketin çıkması gerektiğini vurguluyorlar. Sosyalistlerin ve sosyal demokratların artık ayrı hareket etmelerinin anlamsız olduğunu, Türkiye'nin yeni bir sol seçeneğe ihtiyacı olduğunu belirtiyorlar. Bu amaçla dağınıklaşan sol hareketleri tekrar biraraya getirmenin zorunlu hale geldiğini ve yeni bir harekete ihtiyaç olduğunu vurguluyorlar.

Alevi hareketi ile yakın ilişki
Öte yandan yerel seçimler öncesi "siyasete müdahale" sinyali veren Alevi örgütleri ile yeni sol hareketin önde gelen isimleri arasında diyalog kurulduğu da Renkhaber'e ulaşan bilgiler arasında. Alevi hareketi içerisinde uzun zaman "siyasete müdahale" biçimi tartışılmış, yeni parti fikri gündeme gelmişti. Alevi hareketi içerisinde bulunan bazı isimlerin yeni kurulacak harekette aktif rol alabileceği belirtiliyor. Ufuk Uras'ın özellikle bazı Alevi önde gelenleriyle birlikte hareket ettiği bize ulaşan bilgiler arasında. Renkhaber'e ulaşan somut isimler arasında bazı eski PSAKD ve ABF yöneticileri de yeralıyor.

DTP oluşuma mesafeli
Ufuk Uras'a verdiği destekle ÖDP içinde Uras'ı destekleyenlerin sempatisini kazanan DTP ise yeni oluşuma karşı mesafeli bir tutum izliyor. DTP'nin yeni bir sol hareket yerine, diğer sol grupları ve DTP'yi de içine alan geniş bir "çatı partisi" istediği biliniyor. Fakat yeni sol hareket ile DTP arasındaki köprüler henüz atılmış değil. Diyalog sürüyor.

Diğer sol gruplardan genel eleştiri: Liberal sol
Öte yandan, kurulması düşünülen geniş sol birlikteliğe mesafeli yaklaşan sol gruplar da var. ÖDP'nin yeni yönetimi, TKP ve Halkevleri gibi oluşumlar yeni sol hareketi "liberal sol" olarak niteliyorlar. Diğer sol gruplar kendilerinin Birgün gazetesini desteklemesine rağmen, "yeni sol" hareketin Taraf'la daha yakın ilişkide olduklarını, emperyalizme ve AKP'ye bakış açılarında bu grupla aynı görüşleri paylaşmadıklarını sürekli yineliyorlar.
Geçtiğimiz aylarda Ufuk Uras'ın ÖDP içindeki çoğunluk grubu kastederek "ÖDP içinde Ergenekon'un uzantıları var" dediği iddia edilmiş ve bu iddia çok tartışılmıştı. Ufuk Uras, Zaman gazetesinde yayınlanan bu açıklamasını yalanlamıştı.

Yani ortaya çıkacak yeni sol yapılanma için yürütülen çalışmalar başarılı olursa, ülkeyi yeni bir sol hareket bekliyor. Çeşitli kesimlerin biraraya gelerek oluşturacağı bu hareket, oldukça geniş bir destekle kurulacak olsa da, solun tamamını biraraya getirdiğini söylemek de pek mümkün değil. 1996 yılında kurulan ÖDP, kurulduğu günlerde onlarca irili ufaklı sol grubu biraraya getirmişti. 96'daki ÖDP çalışmasına benzeyen "Özgürlükçü Sol" hareket belli bir ivme yakalasa da, aynı birliği tekrarlaması çok yakın bir seçenek olarak görünmüyor.


16.06.2009 11:53:03

15 Haziran 2009

Öldüren şehirler "Kimyasal Üretim ve Atıkları"

Öldüren şehirler "Kimyasal Üretim ve Atıkları"

15 Haziran 2009























1. Çernobil, Ukrayna
'Çernobil' kelimesini duyduğunuzda aklınıza gelen ilk şey hiç şüphesiz 'Çernobil Faciası'dır. Çernobil, Ukrayna Kiev'e bağlı küçük bir kent. Burada bulunan Nükleer Güç Reaktörü'nün dördüncü ünitesinde 26 Nisan 1986 günü erken saatlerde meydana gelen nükleer kaza sonrasında atmosfere büyük miktarda fisyon ürünleri salındı ve tüm dünyaya korku salan nükleer bir facia yaşandı. Bu kaza 20'nci yüzyılın ilk büyük nükleer kazasıdır. Çernobil Nükleer Santrali’nde ortaya çıkan kaza, her biri bin megawatt gücünde dört reaktördeki tasarım hataları ve reaktörlerden birinde deney yapmak için güvenlik sisteminin devre dışı bırakılması sonucu oluşan hatalardan kaynaklandı.

Büyük bir radyoaktif bulut kütlesi Sovyetler Birliği, Avrupa ve Kuzey Amerika bölgesine yayıldı. Kazada tahmini olarak 9 bin kişi hayatını kaybetti. 336 bin kişi üzerinde de olumsuz etki yarattı. Ortalama yaşam süresi bu kentte oldukça düşük.






















2. Dzerzhinsk, Rusya
Rusya'nın bu kimyasal atıklarla dolu şehri yakın bir zamana dek, büyük miktarda kimyasal silah üretiyordu. Zehirli hardal gazı ve levizit gibi kimyasal maddeler de buna dahil. Kentteki kimyasal madde ve silah üretimi 1945 yılında durduruldu fakat o dönemde tüm kimyasal atıklar, toprağın altına gömüldüğü için bölgedeki toprak ve su kaynakları bu durumdan olumsuz etkilendi. Bu nedenle bölgede ortalama yaşam süresi en fazla erkeklerde 42, kadınlarda ise 47 civarında seyrediyor.
















3. Haina, Dominik Cumhuriyeti
Haina için bir çeşit 'Dominik Çernobili' denilebilir. Dünyanın en kirli ve en fazla atık barındıran şehirleri sıralamasında ilk 10'a giriyor. Özellikle kurşun atığı şehrin tamamını kirletmeye yetmiş. Geçmişteki yoğun sanayileşme girişimi sonucunda ülkenin diğer bölgelerinde üretilen araba akülerinin geri dönüşümü için tasfiye alanı olarak Haina seçildiği için kent hala bu kirliliğin izlerini taşıyor. Şehirdeki dev geri dönüşüm fabrikası başka bir yere taşımış olsa da, yarattığı kirlilik hala bölgedeki insan ve diğer canlıları tehdit etmeye devam ediyor.

















4. Kabve, Zambiya
Zambiya sınırları içinde bulunan Kabve, geçmişte dev bir maden tarama ve çıkarma bölgesiydi. Özellikle de bakır madeni. 1930'ların başına kadar büyük oranda bakır çıkarılan bölgede bakırın yanında kurşun, çinko, manganez ve kadmiyum, vanadyum, titanyum gibi ağır metaller de çıkarılıyordu. Kabve'nin bu listeye girmesinin nedeni çıkarılan madenlerin bölgedeki su kaynaklarını kirletmesi olarak gösteriliyor. Ülkedeki su kaynakları kirlendiği için insan sağlığı da oldukça olmusuz etkilenmiş. Kabve'deki ortalama ömür süresi oldukça düşük seviyelerde.




















5. La Oroya, Peru
Peru'daki bu küçük şehirde 1922 yılından beri kurşun, çinko gibi ağır metaller çıkarılıyor. Bugüne kadar 35 bin kişi bu kimyasal maddelerden ve bölgedeki maden yoğunluğundan dolayı öldü veya sakat kaldı. Bunun yanı sıra şu an orada bulunan çocukların yüzde 99'unun kanlarında normalden iki kat daha fazla kurşun bulunuyor. Bu yüzden de bölgedeki çocuklar büyüyemiyor.

ekolay
Haber foto haber


Siyasetteki gerilim şiddeti tetikliyor

Siyasetteki gerilim şiddeti tetikliyor


Mine Şenocaklı Prof.Vahit Bıçak
Abdullah Gül’ün başbakan yardımcılığı döneminde ‘Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı’ yapan Polis Akademisi Güvenlik Bilimleri Fakültesi Ceza Hukuku Öğretim Üyesi Prof. Vahit Bıçak, şiddetin tepeden tırnağa gündelik hayatımıza girdiğini söylüyor

Prof. Bıçak, “Şiddet kültürü yaygınlaşıyor. Toplumun bütün unsurları kendi payına bir anlam çıkarıyor bundan. Yani şiddet meşrulaşıyor. Polis de toplumun bir unsuru, toplumdaki genel anlayış ve kültürden o da etkileniyor. Dolayısıyla ’poliste şiddet yok’ diyemeyiz, ama azalıyor” diyor

Saatlerce konuştuk, hiç ara vermeksizin... Öylesine çok vaka var ki, öylesine derinlere kök salmış bir mesele ki, sonu gelmiyor. Neresinden tutacağını bilemiyor insan. Ailede var, karakolda var, cezaevinde var, okulda var... Dört bir tarafımızdan kuşatmış hayatımızı. Bazen öyle kanıksıyoruz ki, hayatın bir parçası sayıyoruz.

Geçen hafta bu meseleyi psikiyatr ve sosyal psikologlarla konuştum. Bu kez de şiddet söz konusu oldu mu ilk akla gelen kurumlardan birinden, polislerin hocalarından biriyle konuşmak istedim. İşte konuş konuş bitmeyen söyleşi böyle çıktı ortaya. Tam Polis Akademisi Güvenlik Bilimleri Fakültesi Ceza Hukuku Öğretim Üyesi Prof. Vahit Bıçak ile söyleşiyi bitirmiştim ki, Meclis İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Prof. Zafer Üskül’ün İstanbul Beyoğlu Emniyet Müdürlüğü’ne bağlı karakollarda işkence yapılıp yapılmadığıyla ilgili raporu yayımlandı. Üskül, ’İşkence yapıldığıyla ilgili tespitimiz yok. Ancak işkence sayılabilecek kötü muamele var’ sonucu çıktığını açıklıyordu.

“Zafer Üskül’ün raporu, ‘İşkenceye sıfır tolerans’ politikasından önemli ölçüde sapma olduğunu gösteriyor!”

Bir kez daha aradım Prof. Bıçak’ı, bu kez raporu değerlendirmesi için... Yorumladı; “Bu rapor, ben Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı görevimi sürdürürken, 2003’te başlattığımız ’İşkenceye sıfır tolerans politikası’ndan ciddi bir sapma olduğunun bir göstergesidir. Bu rapor, 2000 yılında Meclis İnsan Hakları Komisyonu Başkanı olan DSP Milletvekili Sema Pişkinsüt’ün hazırladığı raporlardan beri işkenceyle mücadelede kaydedilen ilerlemeden geri adım atıldığının bir ifadesidir. Hatırlarsınız, Pişkinsüt bir karakolda bulduğu ‘filistin askısını’ Meclis’e getirmişti. Hazırlanan rapor tam 11 cilt tutmuş ve kamuoyunun bilgisine sunulmuştu. Çok ağır eleştiriler içeriyordu. Ondan sonra da Türkiye’de ’İşkenceye sıfır tolerans’ sloganıyla pek çok adım atılmıştı.”

Peki ne oldu da, sıfır toleranstan şiddeti kanıksama noktasına geliverdik birkaç yıl içerisinde? Prof. Bıçak’a göre şiddeti körükleyen temel neden, hayatımızın her alanında gittikçe yayılan hoşgörüsüzlük. “Toplumda şiddet kültürü yaygınlaşıyor. Toplumun bütün unsurları kendi payına bir anlam çıkarıyor bundan. Yani şiddet meşrulaşıyor. Polis de bu toplumun bir unsuru, toplumdaki genel anlayış ve kültürden o da etkileniyor. Polis de, bu ülkenin yetiştirdiği kendi çocukları. Polis de ailesinden ve içinde yetiştiği toplumsal çevredeki hakim kültürden alıyor eğitiminin önemli bir kısmını” diyor Bıçak.

Ta 2005’te 32. Gün programında bu tespiti yapmış Bıçak. Trabzon’da F tipi cezaevlerini protesto eden TAYAD’lılara (Tutuklu ve Hükümlü Aileleri Yardımlaşma Derneği) linç girişiminin hemen ardından... Mehmet Ali Birand’ın “Milliyetçilik yükseliyor mu?” sorusuna cevabı, “Hayır, adını doğru koymamız lazım. Yükselen milliyetçilik değil, hoşgörüsüzlük” olmuş Bıçak’ın.

“Suçlu en başta, tepeye dokunan! Artan şiddet olaylarında Başbakan’ın da payı var...”

Prof. Bıçak’a göre, Türk toplumu tarihinde olmadığı kadar hoşgörüsüz ve toleranssız bir noktada bugünlerde. Çünkü bu ülkede ifade özgürlüğünün önünde önemli engeller var. Bu nedenle de ifade biçimi şiddete dönüşüyor. İfadeye ifadeyle, söze sözle karşılık vermek gerekirken, şiddetle karşılık vermeyi seçiyoruz. “Oysa katılmadığımız, eleştirdiğimiz, hatta bizleri şok eden düşüncelerin açıklanmasını da hoşgörüyle karşılayabiliriz. O zaman Birand, ‘TAYAD’lıların linç edilme girişimine Başbakan da, Cumhurbaşkanı da seyirci kaldı’ demişti. Ardından, rahip Santoro cinayeti, Danıştay saldırısı, Hırant Dink ve Malatya’daki misyoner cinayetleriyle bu hoşgörüsüzlük daha da arttı” diyor Bıçak.

Peki bu artan hoşgörüsüzlüğün de bir sebebi olmalı. Asıl suçlu kim? Cevabı manidar oluyor Bıçak’ın; “Suçlu en başta, tepeye dokunan! Çünkü ülkedeki genel atmosfer her şeyi etkiliyor. Bir gözlemci olarak siyasi arenaya baktığımızda, siyasetçilerin söylemlerinin çok ağır, tahammülsüz, hoşgörüsüz ve tahrik edici olduğunu görüyoruz. Zaten toplumun öfke kontrolü konusunda eğitilmesi lazımken, siyasi aktörler de yangına körükle gidiyor. Sokaktaki vatandaş ise siyasilerin tarzını kendine model alıyor. Yani adam hoşgörüsüzlüğü, kabadayılığı, külhanbeyliği alıyor, evinde karısına, sokakta bir başkasına şiddet olarak kullanıyor. Diyeceğim o ki, artan şiddet olaylarında Başbakan’ın da payı var! Çünkü Türk toplumu siyasete gerektiğinden fazla önem veriyor ve Başbakan’ın da karizmatik bir lider olması, alttan almayan üslubu, Davos’taki tarzı, tuttuğunu koparan, dediğim dedik bir insan modeli ortaya çıkarıyor. İşte, bu da şiddete katkıda bulunuyor.”

“Mesele karakolda değil, siyasi iradede bitiyor! Siyasi irade istemezse cop da kullanılmaz, gaz da sıkılmaz!”

15 milyonluk seçmen kitlesini peşinden sürükleyen bir siyasi liderin elbette örnek alınacağını vuruluyor Bıçak ve Başbakan’a mesaj gönderiyor: “Toplumun kendisini örnek aldığını unutmaması lazım. Sert üslubunu yumuşatması, daha çok tolerans vurgusu yapması lazım. Ve sorunları çözmede kavgacı değil, uzlaşmacı bir rol alması lazım. Siyasilerle, basınla, kanaat önderleriyle, sivil toplum örgütleriyle ve toplumla diyalog kanallarını geliştirmesi lazım!”

Ben yine geliyorum karakoldaki şiddete... Neden orantısız güç kullanıyor polis, mesela geçen 1 Mayıs’ta olduğu gibi? Neden karakolda dayak bir türlü ortadan kalkmıyor? Polise bu konuda eğitim verilmiyor mu? Prof. Bıçak’a göre, mesele karakolda bitmiyor, yine siyasi iradede bitiyor:

“Güvenlik teşkilatımız, 210 bin polis ve bir o kadar da jandarma ve sahil güvenlik birimiyle birlikte yaklaşık 500 bin kişiden oluşan bir güç. Polis Akademisi Güvenlik Bilimleri Fakültesi’nden her yıl mezun ettiğimiz öğrenci sayısı ise sadece 350... 210 bin kişilik polis teşkilatında 350 kişi denizde bir damla gibidir. Dolayısıyla eğitim yoluyla polis kültürünü değiştirmek, zaman alıcı bir süreçtir. Biz, meslek yüksek okulları ve Polis Akademisi’nde şiddete karşı büyük atılımlar yaptık. Ama yöneticiler, siyasiler, ’Ne pahasına olursa olsun insanları Taksim Meydanı’na çıkartmayacaksınız!’ şeklinde katı bir talimat verdikleri zaman, cop ya da biber gazı polisin elinde sadece bir araç... Belki kullanan polis, ama onun kullanmasına sebep olan, o talimatı veren siyasi irade. Siyasi irade istemezse, cop da kullanılmaz, gaz da sıkılmaz!”

Bu yılki 1 Mayıs’ı örnek gösteriyor Bıçak; “Siyasi irade istemediğinde polisin şiddet kulanmadığının en güzel örneğiydi bu yıl Taksim’deki gösteri” diyerek...
Sonra bir örnek de İngiltere’den veriyor; “İngiliz polisi silah taşımaz. Hükümet bazen polise silah taşıma yetkisi vermek için yasa tasarısı hazırlar, polisler karşı çıkıp, protesto yürüyüşleri yapar. ’Biz silah istemiyoruz’ diye... Bunun mantığı da şudur: Polis der ki; biz silah taşırsak, en basit hırsızlık suçu işleyecek kişi bile, bir evi soymaya gideceği zaman yanına silah alır. Onu kovaladığımızda bize kurşun sıkar. Dolayısıyla bizim hayatımız daha fazla tehdit altına girer. Oysa biz, yanımızda silah taşımıyoruz. Taşımadığımız için de suçlular silahlanma ihtiyacı duymuyor. Bu sayede suçla daha etkin mücadele ediyoruz. Yaşama hakkımızı da daha az riske atıyoruz.”


Peki buna rağmen İngiltere’de silahlı olaylar olmuyor mu? Biraz cevabını bilerek soruyorum bu soruyu aslında, mesele daha iyi anlaşılsın diye... Prof. Bıçak, tabii ki olduğunu söylüyor. Ama ona da bir çözüm bulmuş İngilizler. Polisin içinde, silah kullanan ayrı birimler kurmuşlar. Ama bu birimdekiler de üstlerinde silah taşımıyor. Şehirlerde belli rotalarda silahları taşıyan araçlar tur atıyor. O rotada silah kullanımını gerektiren bir hadise olursa, bu araçlara ve nişancılara haber veriliyor.

“Türkiye’de yaklaşık yarım milyon güvenlik mensubu var. Büroda çalışan memur da dahil tümü silah taşıyor...”

Türkiye’ye gelince... Türkiye’de yaklaşık yarım milyon emniyet mensubunun tamamı silah taşıyor. Büro görevlileri bile... Bırakın polisi, çok fazla sayıda vatandaş silahla dolaşıyor. “Belki toplum bu kadar silahlanmışken, ’Polis silahsızlandırılsın’ demek anlamsız bir öneri olur. Polisi etkisizleştirir. Bu yüzden silahsızlaştırma toplumdan başlamalı...
Ama nihai çözüm polisi de kısmen silahsızlandırmak olmalı” diyor Bıçak. Polisin içinde de cinnet geçirip, eşini, çocuğunu, kendisini öldürenlerin sayısının hiç de az olmadığını hatırlatan Bıçak, silahın en çok taşıyana zarar verdiğini vurguluyor.


Prof. Bıçak’a son sorum; “Şiddetle mücadele için genel olarak ne yapmak lazım?” oluyor. Konuşmamızın başında siyasi iradenin kararlı olmasına yaptığı vurguyu hatırlatarak... O da bana bir soruyla başlıyor sözlerine; “Ben iki yıl boyunca sürdürdüğüm Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı görevimden neden istifa ettim, biliyor musunuz? ’İnsan Hakları Ulusal Kurumu kurulması gerekli’ demiştim. Hükümeti de ikna etmiştim. Ama o zamanki Başbakanlık Müsteşarı’nı ikna edememiştim. Böyle bir kurum olmaksızın, mevcut kurumsal yapıyla, şiddete karşı mücadele edilemeyeceğini biliyordum. Ama şimdi anlıyorum ki, Avrupa Birliği’nin baskısıyla geçtiğimiz hafta Bakanlar Kurulu’nda İnsan Hakları Ulusal Kurumu kurulması yönünde karar alındı. Hükümetin beş yıl sonra da olsa benim hedeflediğim noktaya gelmiş olması kayda değer.”

“Bu ülkede akıl hastanesinde de işkence oluyor, çocuk yetiştirme yurdunda da! Ve bu kurumların hepsi Başbakanlığa bağlı!”

Peki bu kurumun farkı ne olacaktı? “En önemlisi hükümetten bağımsız bir kurum olarak insan hakları ihlalleriyle mücadele edecekti. Oysa ki İnsan Hakları Başkanlığı doğrudan başbakana bağlı, dolayısıyla özerk ve bağımsız değil. İnsan hakları ihlali yapanlar ise hükümetin unsurları. Yani gardiyanlar, polisler, öğretmenler, doktorlar...” İlk üçünü anlıyorum da, doktorları anlayamıyorum; “Doktorlar ne yapıyor ki?..” diye soruyorum. Çok net cevaplıyor Prof. Bıçak; “Çünkü akıl hastanesinde de işkence oluyor. Çocuk yetiştirme yurtlarında da işkence oluyor. Bu kurumların hepsi hükümete bağlı. İnsan Hakları Başkanlığı da bu şiddet olaylarını denetleme konusunda yetersiz kalıyor.”

Yeni kurulacak İnsan Hakları Ulusal Kurumu’nun nasıl bir yapıda olacağının detaylarını bilmediğini belirtiyor Bıçak. Çünkü tasarı henüz açıklanmamış. Ancak, onun başkanlığı döneminde Danimarka İnsan Hakları Ulusal Kurumu ile birlikte, onların tecrübelerinden istifade ederek 2004’te hazırladıkları tasarının yasalaşması gerektiğini söylüyor ve ekliyor; “Maalesef Türkiye’de genellikle kurumların içini boşaltarak, fonksiyonelliğini azaltarak, tabela kurum kurma geleneği mevcut. Umarım, bu kurum tabela kurumu olmaz” diyor. Umalım!..

Celalettin Cerrah’ın atanması Ergenekon soruşturmasıyla
ilişkilendirilebilir...

Sizce Celalettin Cerrah neden İstanbul Emniyet Müdürlüğü görevinden alınıp, Osmaniye Valisi olarak atandı? Münevver Karabulut cinayetiyle ilgili sarfettiği, ’Ailesi de kızlarıyla ilgilenseymiş!’ sözünün bardağı taşıran son damla olduğu söyleniyor. Katılıyor musunuz?

Birçok faktör olabilir. Aslında Celalettin Cerrah’ın vali yapılmış olması bir terfidir. Ama valilik atamasının zamanlaması spekülasyonlar yapmaya elverişlidir. Tabii İstanbul büyük bir şehir ve devam eden çok sayıda soruşturma var. Şu anda gündemde olan bütün soruşturmalarla bu atama ilişkilendirilebilir. Yani Münevver Karabulut soruşturmasıyla ilişkilendirilebileceği gibi, Ergenekon soruşturmasıyla da ilişkilendirilebilir.

Nasıl? Açar mısınız?

Cerrah, Ergenekon soruşturmasının bütün detaylarına, bütün aşamalarına hakimdi. Dolayısıyla, Ergenekon soruşturmasının bütün aşamalarını yönlendiren önemli bir aktörün görev yeri değiştirilmiştir. Ancak bu kadarını söyleyebilirim.

Gazetevatan.com
-15.06.2009