Çölleşme kapıda!..
Zamanımızda pek çok kişi "küreselleşmeyi" kabul etmez. Oysa gerçek şu ki; küreselleşme ciddi bir vaka!
Yapılması gereken, küreselleşmenin "doğa, insan ve emeği yok sayan" vahşetine karşı yeni önlemler almak, yüzyıllar boyunca inandığımız ideolojilerin insanlara verdikleri "sözlerden" caymadan yeni çözüm yolları bulmak. Zor ama zorunlu!..
Küreselleşme ağırlığını ve acımazsızlığını "dünya ekolojisi" üzerinde uzunca süredir gösteriyor. Bu yaz yaşayarak daha iyi anlıyoruz ki, su kaynaklarının kıtlığı, toprak kaybı ve bitki örtüsünün çoraklaşması yarınlarla ilgili kötü sinyaller veriyor...
Ülkemiz gelecek 50 yılda çölleşme riskinin yaşanacağı yerlerin başında olacağı açık... Dünyada sınırlı miktarda bulunan tarım topraklarının çölleşmesi, milyarlarca insanın öncelikle besin zincirinin kopması sonucu aç kalmasına neden olacak... Sera gazlarının kontrolsüz salınması ile oluşan "küresel ısın-ma,"dünyadaki canlıların "yaşama konforunu" azaltacağı bilinen bir başka saptama.
İnsanlığın karşı karşıya kalacağı çölleşme sorununa karşı uluslararası düzeyde planlı toprak ve su kullanımına geçilmesi artık bir zorunluluk. Son yıllarda artan düzensiz yerleşim, tarım topraklarının amaç dışı kullanımı, hızlı doğa tahribatı ve diğer çevre sorunları, dünya yaşamının sürdürülebileceği umudunu yok ediyor. Yani,"Dünya SOS sinyali" veriyor!..
•••
Bu konuda çalışmaları olan Çukurova Üniversitesi öğretim görevlilerinden Prof. Dr. İbrahim Ortaş'ın görüşlerini size aktarmak isterim
Ortaş diyor ki; "Ülkemiz Çölleşme Riski Altında.
Başta toprak ve su kaynaklarının sağlıksız yönetilmesi, çayır, mera ve ormanların tarıma açılması beraberinde ciddi anlamda erozyonu oluşturacaktır. Toprakların bilinçsiz kullanımı ve su kaynaklarının aşırı tüketimi ile oluşacak kurak periyotlar toprakların erozyona uğramasını şiddetlendirecektir. Bu durum çölleşmenin başlangıcı sayılmaktadır.
Eski Konya ovası'nda, şimdi Konya Çölü'nde, eski Akşehir Gölü'nde, şimdi Akşehir otlağında, afet bölgesinde kilometrelerce kıraç arazi... Toprak çatlıyor, kavruluyor... Toprak kavruldukça, insan da kavruluyor...
Sanırım daha önce Konya-Karapınar'da yaşanan doğal afetten sonra çölleşmenin en açık ifadesidir Konya ovasında yaşananlar.
Küçük bir hesaplama ile ülkemizin her yıl milyonlarca ton verimli toprağın, nehirlere, göllere ve denizlere taşındığı bilinmektedir. Bütün bu öngörüler artık uydu verileri ile tespit edilebilmekte ve matematiksel tahminlerle olası etkileri modellenebilmektedir. Teorik olarak 1 cm kalınlığındaki bir toprağın uzun yıllar boyunca oluştuğu düşünülürse bu denli derinlikteki toprakları bir daha elde etmemiz herhalde hiç mümkün görülmüyor. Bu bilinç ve düşünce ile ülkemizin tarım topraklarının korunması artık bir vatan savunması anlayışını gerektirmektedir.
İngiltere'nin başkenti Londra'nın merkezinde çok geniş bir alana yayılmış bir Hyde Park bulunmaktadır. Hiç kimsenin aklına burada geniş bir alan duruyor burayı parça parça kamu yararına inşaata dönüştürelim dememiştir ve de demez. Çünkü Londra'nın akciğerlerinin Hyde Park olduğu bilinir. Benzer şekilde başkent Ankara'nın ortasında kalan Ankara'da Atatürk Orman Çiftliği basına yansıdığı kadar ile sağından solundan kırpılmak istenmektedir.
Bugün şikâyetçi olduğumuz küresel çevre sorunlarının yaratılmasına neden gösterilecek en tipik örnek doğanın bilinen şekliyle yanlış yönetilmesidir.
Birinci sınıf 5-8 metre derinliğindeki tarım toprakları üzerinde bina yapmak geleceğimizi kendi ellerimizle yok etmek ile eşdeğerdir. İnsanlık tarihi bilinci bize bugün Çukurova'da hazır bulduğumuz bu toprakların hiçte kolay oluşmadığını belirtiyor. Oysa, en bilinçli kurumlar bile buna duyarsız. Örneğin TO-Kİ hastanesi, Çukurova Üniversitesi arazisi içinde henüz mahkeme kararı beklenmeden inşa ediliyor.
Bir tarafta doğanın bizlere sunduğu birinci sınıf tarım toprağını amaç dışı kullanıyoruz. Diğer taraftan tarım yapılmayacak alanları yüksek maliyetler ve bedeller ödeyerek tarla yapmaya çalışıyoruz.
Sanırım insanlığın çelişkisi de burada başlıyor. Yarın yaşayacağımız çevresel sorunların temelinde bu veya benzeri insandan kaynaklanan yanlışlar bulunmaktadır.
Her türlü ticari kaygıdan uzak, kısa süreli çıkarlar yerine uzun süreli doğanın ve insanlığın çıkarların dikkate alınması zorunluluk arz etmektedir. Yakın gelecekte Kudüs Üniversitesinde Isaac Newton'a ait olduğu belirtilen elyazması belgeler sergisindeki bir el yazmasında Newton, dünyanın sonunun 2060'da geleceğini belirtiyor. Doğal kaynakları bu hızla tüketirsek, sanırım 2060 yılına da kalmayabiliriz...."
•••
Ortaş'ın işaret ettiği gibi konu çok ciddi!
Doğal kaynakların bilinçsizce ve sorumsuzca kullanımı, varlığımızın temel öğeleri olan toprak, su ve hava gibi kaynakları doğallıktan çıkarıyor, kullanılamaz hale getiriyor ve dengenin bozulmasına neden oluyor. Böyle devam ederse.iklimlerdeki bozulma dünya ve insanlığın düzenini de bozacak!..
Geç olmadan kıt kaynaklar doğru kullanılmalıdır!.
Ülkemiz için bir fırsat var. Seçim!..
Bugüne kadar hiçbir parti bu konuda ciddi ve inandırıcı bir söz etmedi..Oysa,siyasilerin en temel görevi halkın hayatını güvencede tutmak olmalı.
Doğaya sahip çıkan insanı da sahiplenir!
Oy vermeden bunu da düşünün!...
20.06.2007
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder