4 Haziran 2008

Toplumsal Krizin Derinleştiği Şu Günlerde

MGE SAVAŞLARI ALTINDA TÜRKİYE’NİN RUHU

Toplumsal krizin derinleştiği bugünlerde Türkiye bir imgeler savaşının girdabında sürüklenir oldu. Gelecek hissinin giderek daha da belirsizleştiği bu süreçte, tehdit altındaki tüm canlılar gibi Türkiye’de yaşayanlar da kendilerine en çok benzediğini sandıkları, kendileriyle aynıymış gibi hissettikleri gruplaşmalar içine çekilip, sürükleniyorlar.

‘Toplumda kutuplaşmalar arttı’ diyen bazı serzenişler dışında bu olgunun ardında yatan sürece dair çözümlemeler ortalıkta yok. Tersine kutuplaşmalar arttı, önermesinin kendisi bile sokaktaki insanın belirsizlik duygusunun kuvvetlenmesine ve bu kutuplardan birine daha da çok yaklaşmasına neden oluyor.

Cumhuriyetçi, demokrat; laik dindar; dinsiz dinci; askerci sivil; Türk Kürt; Ankara İstanbul; Anadolu kaplanı İstanbul Dükalığı gibi ikilikler üzerinden kurulan karşıtlıklar birbirini her geçen gün daha da şiddetli bir düşmancılıkla gözlüyor. Sanki birinin güçlenmesi karşıtının yok olmasına neden olacakmış gibi gelişen bu ikilikler, insanların kendilerini daha da çaresiz, yalnız ve güçsüz gibi hissetmesine ve kendisine benzediğini düşündüğü gruba daha da çok yaklaşmasına ve aynılaşmaya çalışmasına neden oluyor.

İkiliklerin her biri için kendisi ‘tümüyle’ iyiyi temsil ederken, karşıtı ise ‘tümüyle’ kötüyü temsil etmeye başladı. Toplum iyi ve kötü arasında amansız ve hayati bir kavgaya girişilmiş gibi gerilmeye başladı. Taraflar karşıtlarını kendisinin yok edici düşmanı olarak görmeye başladı.

SAVAŞ COĞRAFYASI OLARAK KADIN BEDENİ

Bu çatışmalı kutuplaşma içinde ortaya saçılan imgeler üzerinden sürdürülen savaş en çok da kadın imgesi ve kadın bedeni üzerinden yürütülüyor. Kadın bedeni savaş coğrafyasına dönmüş durumda. Gerçekte bir iktidarı ele geçirme savaşı olan ve hepsi de azınlık olan egemenler, kadın bedeni üzerinden çoğunluğu ele geçirme, çoğunluğa yapılanın kendi egemenlik mücadelesi olduğu yanılsamasını yaratmaya çalışıyor. Bu mücadelenin kadın ve kadın bedeni üzerinden yürütülmesi, her türlü iktidar ilişkisinin en çok sömürdüğü alanın kadın olmasından kaynaklandığı açık. Kadını kontrol eden dünyayı kontrol ediyor çünkü.

Avcı göçebelikten yerleşik tarım kültürüne geçildiği kadim zamanlardan beri dünyayı kontrol etmenin en belirleyici ve temel aracı, kadını ve onun bedenini kontrol etmekten geçti.

Şimdi Türkiye’de kadını ve onun bedenini kontrol etmeyi kim başarırsa iktidarı da ele geçirebileceğini bildiğinden tüm savaş araçları kadın imgesi üzerine çevrilmiş durumda. Bu savaşta yavaş yavaş iyi ve kötü kadın imgeleri inşa edilmeye başlamış durumda. Tabii ki herkesin iyisi ve kötüsü farklı.

İMGEYLE EGEMEN OLMAK...

İnsan imgeler olmadan dünyayı anlayamaz. İnsan yavrusu büyürken imgelere egemen olabildikçe insanlaşmaya başlar. Bu süreç dinamik ve iki yönlü bir egemenlik sürecidir. Bir yandan bebek imgeler aracılığıyla kendisi dışındaki dünyayı anlamaya ve anladıkça da ona egemen olmaya, onun üzerinde denetim sağlayabilmeye başlarken, diğer yandan kendisi dünyanın imgelerinin egemenliği altına girer.

Bir çocuk ‘anne’ diyebildiği anda yani bir anne imgesi kurabildiği anda annesine egemen olur. Artık her anne dediğinde yanı başında biten, onu sarıp sarmalayan, karnını doyuran ve seven birini egemenliği altına almış olur. Bu çocuğun kendisini dünyadaki en güçlü kişi olarak görmesini sağlayan büyük bir güçtür. Ama aynı zamanda birine ‘anne’ dediği andan başlayarak da o annenin egemenliğini kabul etmiş, onun boyunduruğu altına da girmiş olur. Artık anne canı ne zaman isterse o zaman karnını doyuracak, nasıl bilirse öyle sevecektir. Artık çocuk annenin insafına kalmış bir çaresizlik içine girmiş olacaktır. Anne çocuğun ihtiyacı olan besinden sevgiye kadar her şeyi kendi bildiği, istediği ve uygun gördüğü durumlarda ve biçimlerde verecektir.

İşte egemen olmayı sağlayan imgenin egemenliğine girmek zorunda kalmak, çocukta ikizli duyguların gelişmesine neden olmaktadır. Anne beslediğinde, koruduğunda ve sevdiğinde ‘iyi’, tersi durumda ise ‘kötü’ olarak hissedilmeye başlayacaktır. Çocuk aynı zamanda kendisinin de imgenin egemeni olduğunu hissettiğinden, anne onu besleyip sevdiğinde kendisini iyi, tersi durumda ise kötü olarak hissedecektir.

Bu yolla iyi ve kötü kendisi ve iyi ve kötü anne arasında dinamik bir etkileşimle büyüyen insanlaşan çocuk, bu dört temel hali birbiriyle ne kadar bütünleştirirse yani kendisinin hem iyi hem de kötü yanları, aynı şekilde annesinin de hem iyi hem kötü yanları olabileceğini kabullenebilirse o denli sağlıklı, özerk, özgür ve güçlü olabilecektir. Ama bu dört temel imge; iyi ben, kötü ben, iyi anne, kötü anne, ruhunun en kuytu derinliklerinde hep duracaktır.

KRİZ VE TEHDİT

Belirsizliğin arttığı, gelecek duygusunun tehditkâr hale geldiği kriz dönemleri insanların kendilerini güçsüz, çaresiz hissettikleri dönemlerdir.

Her kriz dönemi içinde batanların çıkanların, dibe vuranların ya da yırtanların olduğu çalkantılı süreçlerdir. Krizler çelişkileri artırıp keskinleştirir ve eşitsizlikleri derinleştirir. Eşitsizliğin derinleştiği bu dönemler insanların kendi dışındaki güçlerin egemenliği altına girdikleri hislerinin artmasına neden olur.

Kriz dönemleri aynı zamanda en gerici, ilkel muhafazakârlıkların da kuvvetlendiği dönelerdir. Krizde kendisini, kendi dışındaki güçlerin egemenliği altına girmiş ve çaresizce sürükleniyormuş gibi hisseden insanlar, güçlü ve çokmuş gibi görünenin egemenliği altına girerek ve ona egemen olarak, kendisini kurtarabileceği, korutabileceği yanılsamasına kapılır. Bu yanılsama, ruhun kuytu diplerindeki iyi ve kötüleri canlandırmaya başlar. Kendisini koruyan tümüyle iyi ve kendisini tehdit eden tümüyle kötüymüş gibi görülmeye başlar. İşte düşmancıllığın dinamiği tam da buradan işlemeye başlar. Artık kötü olarak görülmeye başlanılan kendi varkalımına tehdit olarak da görülmeye başlanır. Bu süreç karşıtı olarak gördüğünü bütün kötülüklerin kaynağıymış gibi hissetmesini sağlar.

İYİ VE KÖTÜ KADINLAR

»İyi cumhuriyet kadını: Kemalist devrimle erkek boyunduruğundan kurtulmuş, okur-yazarlık, oy hakkı ve seçilme hakkı kazanmış, erkeklerle eşit, çağdaş, aydınlık yüzlü, ulusalcı.

»Kötü cumhuriyet kadını: Başını açıp, saçlarını sarıya boyatması dışında bir özgürlüğü olmayan, kocasının oy verdiği partiye oy verip, maaş kartını bile kocasına veren, evde söz hakkı olmayan, asker ya da memur eşi, öğretmenlik en çok seçtiği meslek çünkü yarım gün.

»İyi türbanlı kadın: Kendi bedeni üzerinde kendi kararlarını alabilen, dinini özgürce yaşayan, çok okuyan, demokrat, mağdur olduğu için azınlıkların halinden anlayan, kadının rol ve ödevlerini özgürce benimseyen, kendi bedeninin egemeni.

»Kötü türbanlı kadın: Bedeni üzerinde dinin/erkeğin egemenliğini kabul eden, zorla türban taktırılmış, ikinci sınıf olarak görülmeyi kabullenmiş, gerici, cahil.

İYİNİN VE KÖTÜNÜN ÖTESİNDE

İmgeler savaşı hepsi de azınlık olan egemenlerin birörnekleştirme ve düşmancıllaştırma stratejisinin araçlarıdır.


Azınlıklar din ve milliyet üzerinden birörnekleştirme yoluyla kendi azınlık hallerinin üzerini örtüp çoğunluğa kendi egemenlik savaşlarını benimsetmeye çalışırlar. Bu yolla kendi dışındakileri marjinalleştirip, düşman azınlıklarmış gibi kurgulamaya uğraşırlar. Marjinalleştirilenler üzerinden kendi azınlık hallerini gizleyip kendi iktidar isteklerini halkın çoğunluğun isteği haline getirirler.

Bu tümüyle iyi ya da tümüyle kötü imgelerinden sıyrılmanın yolu iyi ve kötü olanın bir arada olduğunu, bu imgelerin kurgusal olduğunu, gerçeğe tekabül etmediğini göstermeye çalışmaktır.

Elimizde iyiyi ve kötüyü bir araya getirecek başka imgeler kurmadan bu iktidar savaşının sadece kurbanları olabiliriz.

Birgün/ Bilim

Hiç yorum yok: