15 Eylül 2008

Aradaki Fark Ahlaktır

Aradaki fark ahlaktır!...

Fikri SAĞLAR

Bizim ülkemiz gün geçtikçe garip olaylarla karşı karşıya kalıyor.

Ancak, bu tip yaşantıyı o kadar kanıksadık ki, şayet o gün garip bir olay olmazsa bu kez de, "acaba bizim yöneticiler hasta mı?" diye düşünmeye başlıyoruz!...

Yani biz de biraz garip olduk çok şükür!..

YÖK Başkanı ile kavga eden bir Başbakanımız var. Başbakanın kavgası; özerk üniversiteler, özgür eğitim, uluslararası kariyer veya kalite anlayışından kaynaklanmıyor. YÖK'ün bilimselliğinin öne çıkarılmadığı ya da toplumun vicdanı olan donanımlı araştırma kurumları olmadığı için, mücadele yapılmıyor.

YÖK "itişmesinde" Başbakan, sadece, imam hatiplilere "haklar" verme çabasında...

Geçenlerde YÖK Başkanı Prof. Erdoğan Teziç'le konuştum: "Görevinin bitmesine 8 ayın kaldığını, Atatürk Türkiye'sine yakışır bilimsel üniversiteler bırakmak azmiyle yılmadan mücadeleye devam edeceğini" söyledi.

Teziç'in haklı ve başarılı mücadelesini sonraları çok daha iyi anlayacağız!.. Ama o zaman iş işten geçmiş olacak!..

Bakın, biz bile, bugün yapılanlar karşısında YÖK'ü korumak zorunda kalıyoruz....

Hele Eğitim Bakanı'na ne demeli!..

Bugüne kadar her gelen hükümetler iyi kötü, eğitim hariç her konuda bir atılım yaptılar...

Ancak son elli yıldır, "eğitim ve öğretim politikasını, her gelen yönetim bilinçli olarak geriye götürüyor.

Düşünün, ülkemizde kişi başına düşen "eğitim süresi 3,9-4 yıl." Yani, Türkiye İlköğretim 4. sınıf talebesi. Böyle bir ülkede her şeyin bir yana bırakılarak ."eğitim seferberliği" açılması gerekirken Milli Eğitim Bakanı; dini kitaplar, imam hatipler, Kuran kursları ile ilgileniyor.

Çağdaş ülkeler 8 yıllık temel eğitimi 12 yıla çıkararak, "bilgi çağını" yakalamak isterken bizimkiler, "8 yılı" nasıl deleriz" gayretinde. İdeolojik amaçlarına ulaşmak adına çağın dışına çıkabilecek adımları pervasızca atmaktan çekinmiyorlar.

Daha ciddi işlerin yerine Orman Bakanı Pe-pe'nin oğlunun isteği ile bir okulun adını ivedilikle değiştirebiliyorlar.

Oysa, rüştünü ispat etmiş olsa da adını değiştirmek isteyen bir kişi bile bu isteğini, ancak mahkeme kararı ile yapabilir. Mahkemelerde neden ve niçinden başka ülkeye ne zararı ya da yararı olacağına bakarak karar verirler. Çağdaş ve hukukun üstün olduğu ülkeler kurumsal kimliğe saygı duyarlar.

Dedim ya biz gariplik yapmak zorundayız, bir okulun ismini "bakan arkadaşın oğlu" istedi diye değiştirebiliriz!..

Neymiş!... Maltepe Anadolu Lisesi'nin kısaltılması "MAL" diye okunuyormuş. Anlaşılan bu kısaltmadan "gocunan" hükümet var!..

Sevgili dostum Suna Altıntaş'ın anlattığı hikâye, bir "farkı" ortaya koyuyor.

Belki ders alırız diye nakledeceğim.

"...İki liseli arkadaş, liseden sonra yurtdışında eğitimlerine devam etmek üzere yıllardır, her şeyden mahrum kalarak, fedakârlıklar göstererek harçlıklarını biriktirmişler.. Liseyi beraber bitirdiklerinde Milli Eğitim Bakanını ziyarete gidip, yurtdışında okumaya gönderilmelerini talep etmişler. Ancak, Bakan gençlerden birini dışarı çıkartmış ve içerdekine,

- Seni gönderebilirim, ama arkadaşını gönderirsem dedikodu olur 'oğlunu gönderdi derler' onun için onu gönderemem demiş..

Bu durum dışarıdaki öğrenciye de söylenmiş. O bu duruma hak verip arkadaşına, - Madem öyle, benim biriktirdiğim parayı da sen al, hiç olmazsa biriktirme amacımı kısmen gerçekleştirmiş olurum, demiş ve yıllardır fedakârlıklarla biriktirdiği tüm parayı arkadaşına vermiş.

Evet, bu Milli Eğitim Bakanı, Hasan Ali YÜCEL. Dedikodu olmasın diye göndermediği oğlu ise, ülkemizin ünlü şairi Can YÜCEL."

Suna Hanım'ın anlattığı gerçek hikâye henüz bitmedi.

"...Arkadaşı, İsviçre'ye gider ve burada tıp eğitimi alır. O kadar başarılı olur, o kadar başarılı olur ki, dünyada O' nun adını duymayan bir tıp adamı kalmaz..

Bu profesör Türk olduğunu her fırsatta haykırır. Kendi icat ettiği, tasarladığı ameliyat aletlerine; Ayşe, Ceylan, Leyla, Eşek Semeri gibi Türkçe isimler verir her tıp adamı bu isimleri kullanmaya başlar.

Konusunda dünyanın en iyisi olmuştur.

Bu kişi Türkiye'de bir hastane açmak ister ama bugünkü bürokrasi duvarını aşamaz.

Oysa İsviçre; ülkede 60 yaşını aşan doktorlara ameliyat izni vermezken bu yasayı iki sene üst üste değiştirerek ona bu hakkı tanımaktadır.

Bu kişi; Profesör GAZİ YAŞARGİL'dir..."

Suna Hanım ballandırarak hikâyeye devam eder: "...Babasının yurtdışına göndermediği ünlü şairimiz Can YÜCEL 'in oğlu, Yeni Can YÜCEL doktor olarak mezun oldu ve babası onu can arkadaşı Gazi Yaşargil'e gönderdi.

O da onu beyin cerrahı olarak yetiştiriyor. Şu an İsviçre de Doç. Dr. Yeni Can YÜCEL okuyor!..".

İşte Atatürk Cumhuriyeti'nin Milli Eğitim Bakanının anlayışı ve ahlakı!..

İşte başka işi olmadığı için MAL'la uğraşan bugünkü bakanlarımızın davranışları!..

Birgün

Tarih:03.04.2007

Hiç yorum yok: