18 Eylül 2009

BETONSEVERLER ÜLKESİNİN İSYANI

BETONSEVERLER ÜLKESİNİN İSYANI

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU
ikaboglu@marmara.edu.tr / 13:11 17 Eylül 2009

İsyan, intikam, hâkimiyet gibi kavramlar, insan davranışlarına özgü. Burada sözü edilen, insan faaliyetleri sonucu doğanın isyan ettirilmesi. Hani yüz kişilik bir mahpus evine 300-400 kişi doldurulduğunda; özgürlüğünden alıkonulmuş kişilerin kaybedecekleri fazla şeyleri de kalmamıştır, isyan eder yaşam hakkı pahasına...

Türkiye’de büyük toplu isyanlar pek yaşanmıyor belki ama, bu misyonu doğa yüklenmiş.
‘SEL FELAKETİ, 31 ÖLÜ’
Benzer saptamalar, geçen hafta boyu gazete sayfalarını kapladı. İstanbul’un batı yakasında, Halkalı-İkitelli merkezli sel felaketinde gündeme oturan dere, 12 yıl önce olduğu gibi, yine Ayamama.
Fakat konu, ne Ayamama ve İstanbul, ne de plansız yapılaşmayla sınırlı. Olay ve olgu, ülke bütünü için geçerli ve genel bir zihniyet sorunu. Bu nedir?
İnsan doğaya çullanıyor; doğa ise isyanla insanı yok ediyor. Başını sokacak konutu bulunmayan bir insan için, bu bir kısır döngü veya çelişki; hatta bir tür çaresizlik. Fakat burada sözü edilen, belirli görevi ifa için kendilerine yetki verilen kişiler. Merkezi/yerinden yönetimler, doğaya saldırırken, genellikle “kamu hizmeti” ve “toplum yararı” gibi, varlık nedeni ile örtüşen kavramlara sığınır, iktidar-çıkar çevreleri ilişkisi maskelenir.
ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK ALERJİSİ
Aslında Anayasa’daki düzenleme oldukça açık: “Yerleşme hürriyeti,... sağlıklı ve düzenli kentleşmeyi gerçekleştirmek ve kamu mallarını korumak” amacıyla kanunla sınırlanabilir (m.23). Daha somut olarak, “Devlet, şehirlerin özelliklerini ve çevre şartlarını gözeten bir planlama çerçevesinde, konut ihtiyacını karşılayacak tedbirleri alır” (m.57). Üstelik, Yeni TCK’ye, çevre ve imar suçları da konmuş...
Fakat İmar Kanunu, öncelikle yapıcıları ve uygulayıcıları tarafından delik-deşik ediliyor. Bu da yetmemiş olacak ki, insan-doğa-yapılaşma üçgeni, artık Torba Kanun ile şekillendiriliyor.
Örn. 5793 sy.lı yasada, “birbiriyle ilgisiz yaklaşık elli ayrı konuya el atılıyor; teknik hukuk deyimiyle ‘düzenleniyor’ denemez, çünkü aslında yapılan, mevcudu darmadağın etmek: Toplu konut ve özelleştirme idaresinden... silahlı kuvvetler personelinden telefon faturalarına kadar, neredeyse ‘torba’da yok yok.” (“Hukuk Güvenliğinin Yok Oluşu”, BirGün, 2.10.2008).
İnsan yaşamıyla ilgili yasaların torbalanması ile, yasa ihlalinden kaynaklanan insan cesetlerinin torbalanması, birbirinden ilişkisiz değil.
SORUMLULUK HALKALARI GENİŞ
“Devlet-insan-çevre” üçlüsünde “yaşam hakkı” karşısında kamu görevlilerinin sorumluluk alanını, Toprak ‘Ana’, Devlet ‘Baba’ başlıklı yazımda işlemiştim (BirGün, 19.04.2006).
“Hekimbaşı Çöplüğü Davası” olarak bilinen M. Öneryıldız kararında (30.11.2004) Avrupa Mahkemesi, sorumluluk halkasını çok geniş tutuyor: resmi makamların sadece yaptıkları değil, ihmalleri, ama aynı zamanda önlem almamış olmaları da, yaşam hakkı ihlali için yeterli.
Ayamama deresindeki yapılaşma süreci ile Ümraniye Hekimbaşı Çöplüğünün infilakı arasında birçok yönden benzerlik var. Canını kaybedenlerin yakınları ve malından olanlar, yargı organları önünde resmî makamlara karşı başvuru hakkını kullanacaklar. Bir kısmı, önümüzdeki yıllarda Avrupa’ya götürülecek.
“Ayamama deresi ıslah edilecek” biçimindeki açıklama bile, sorumluluk zincirinde önemli bir halka. Bugüne kadar yapılmadığına göre, ihmal var demektir. Bölgenin yapılaşmaya açılması ise, kamu makamlarının sorumluluğunu artırıcı işlemler dizisi. Bu arada ilgili meslek kuruluşlarının raporları, açılan davalar ve verilen kararların yok sayılması, sorumluluk halkasını pekiştirecek. Yasadışı eylemleri önleme yükümlülüğü nedeniyle, mağdurlar kusurlu olsa da, sorumluluk kamu makamlarının.
Ne var ki, davaların sonuçlanması yıllar alacağından, buna neden olan sorumlular muhtemelen görev başında olmayacak; tazminatlar ise, vergi mükelleflerinin cebinden ödenecek. Görev-sorumluluk kendiliğinden gelişmediğine göre, Anayasa md. 40 işletilerek, söz konusu zarar ilgili kamu görevlisine ödetilmediği takdirde, İHAM’ın geleceğe yönelik etkisi de sınırlı. Kaybolan hayatlar ise, hiçbir şekilde geri gelmeyecek.
Bu arada, merkezi ve yerel otoriteler, büyük kentleri betonlaştırmaya devam edecek; vadileri HES’ler veya bentlerle dolduracaklar; dağları madenler için kazıtacak, tarihi eserleri baraj adına sulara gömecekler... Doğanın isyanı sonucu, insanlarımız topluca ölmeye devam edecek.
Sahi, insanlar, devlet adı verilen siyasal örgütlenmeyi neden gerçekleştirdi? Güvenli bir toplumsal yaşamı sağlasın diye mi, yoksa kendi yaşamları için tehlikeli işlemler ve eylemler zincirini yaratmaları için mi?

Birgün

Hiç yorum yok: