1 Eylül 2009

Sol Parti İzmir'de tartışıldı

Sol Parti İzmir'de tartışıldı

16 Haziran 2007’de kurulan, Almanca adı DİE LİNKE. olan Almanya Sol Parti’si kuruluşundan seçim faaliyetlerine, program biçiminden işleyişine ve Almanya siyasetine etkisine kadar birçok yönüyle, İzmir’de yapılan toplantıda tartışıldı. Die Linke’nin öyküsünü,
Die Linke (Sol Parti) ve Avrupa Sol Partisi Almanya Üyesi, Die Linke Barış ve Uluslararası İlişkiler Çalışma Grubu ve Rosa Luxemburg Vakfı Üyesi Kadriye Karcı anlattı.
31 Ağustos 2009 Pazartesi
Sol Parti İzmirde tartışıldı
Özgürlükçü Sol Hareket İzmir il yürütmesinden Ekrem Tükenmez’in moderatörlüğünde katılımcıların soruları ve yorumlarıyla aktif bir toplantı gerçekleşti.

Kadriye Karcı konuşmasına “Almanya Sol Partisi deneyimi bir model değil, bir tecrübedir, hala bu süreç devam etmektedir” diyerek başladı.

Karcı, “1998 seçimleri Almanya için yeni bir dönemin başlangıcı oldu. Seçimlerde, Hıristiyan Demokratlar ve Hür Demokratların 16 yıllık iktidarına son verilip, Sosyal Demokrat Parti ile Yeşiller’in koalisyonu başladı. Gerhard Schröder koalisyon hükümetinin Başbakanı, Yeşiller'den Joschka Fischer Dışişleri Bakanı ve Oskar Lafontaine de Maliye Bakanı oldu” dedi.

Karcı, yaşanan süreci şöyle özetledi:

‘‘Schröder hükümetinin politikalarının da Kohl iktidarının politikalarından bir farkı olmadığı kısa sürede ortaya çıktı. Bu politikalara PDS’den başka muhalefet eden olmadı. Sosyal Demokrat Parti ile Yeşiller koalisyonunun tek muhalifi küçük bir parti olan PDS idi. Demokratik Almanya Cumhuriyeti’nin Sosyalist Birlik Partisi (SED), duvar yıkıldıktan sonra Demokratik Sosyalizm Partisi (PDS) adını almış, sadece doğudan oy alan bir parti konumunda idi. Demokratik Sosyalizm Partisi’nin (PDS) 1998 seçimlerinde 34 milletvekili vardı.

Hükümet uygulamalarına SPD’den ilk karşı çıkış Maliye Bakanı Lafontaine’den geldi. Maliye Bakanı Lafontaine, işçilerin kolayca çıkarılmasını engelleyen, sosyal hakları genişleten bir yasa hazırlıkları içinde iken, işsizliğe karşı mücadele etmeyen ve bireyselliği öne çıkaran yasalara karşı politikalar izledi. 1999’da Schröder basına Maliye Bakanı’nın politikalarını uygulamayacağını söyledi. Bu gelişmeler üzerine Lafontaine, Maliye Bakanlığı’ndan ve Sosyal Demokrat Parti’den istifa etti.

2002 seçimlerine geldiğimizde Demokratik Sosyalizm Partisi (PDS) oy kaybına uğradı. 2002’de PDS’den sadece 2 kişi milletvekili seçildiği için grup kurulamadı. Muhalefet parlamento dışından sürdürülüyordu.

Hükümetin politikalarına karşı toplumda artan muhalefetin yanında Sosyal Demokrat Parti ve sendikacılar da muhalefetini artırdı. SPD’den istifa eden sendikacı ve sol sosyal demokratlar Emek ve Toplumsal Adalet (WASG) çatısı altında faaliyetlerini yürütüyorlardı.

Neoliberal politikalara karşı verilen kitlesel mücadeleler ve Pazartesi Yürüyüşleri’yle SPD-Yeşiller iktidarına karşı hoşnutsuzluk gittikçe artarken, SPD’nin sürekli iktidar olduğu, Mayıs 2005’de Kuzey-Ren-Westfalya Eyaleti’nde Sosyal Demokrat Parti ve Yeşiller Hükümeti seçimi kaybetti.

Kuzey Ren Westfalya Eyaleti seçimlerinde PDS (Demokratik Sosyalizm Partisi) yüzde 1'in altında WASG (Emek ve Sosyal Adalet için Secim Alternatifi) ise yüzde 2, 2'lik bir sonuç aldı. Sonuçta iki parti de yüzde 5'lik barajı aşamadıkları için eyalet parlamentosuna giremediler. Bu olgu ertesinde iki partide de yeni bir sol partinin kurulması gerekliği, Almanya genelinde var olan sol düşünce potansiyelinin bir potada toplanması gerekliliği üzerine tartışmalar yoğunlaştı.

Aynı zamanda Kuzey Ren Westfalya Eyaleti seçimlerinden sonra Schröder, 2005 yılı Eylül’ünde, Federal Almanya çapında erken seçim için çağrıda bulunmak zorunda kaldı.

Erken seçimin gündeme gelmesiyle, Batı Almanya’yı etkileyen bir insan olan Oskar Lafontaine Emek ve Toplumsal Adalet Partisi-Seçim Alternatifi (WASG) ile PDS’nin seçimlere ortak girme kararı alması durumunda kendisinin de aktif görev alacağını açıkladı. Bu açıklama Almanya’da gündemi bir anda değiştirdi.

Birleşme duyumu arttıkça, Demokratik Sosyalizm Partisi (PDS) doğudan, Emek ve Toplumsal Adalet Partisi-Seçim Alternatifi (WASG) batıdan çok sayıda üye almaya başladı. Bu gelişmeler ve beklentiler sonucu aşağıdan baskılar da yoğunlaşınca birleşme sürecinin kısa sürede gerçekleşmesi gündeme geldi.

18 Eylül 2005'de yapılan federal parlamento seçimlerine giderken, WASG tarafından PDS’nin adını değiştirmesi istendi. Toplumdan da seçimlere birlikte gidilmesi gerekliliği konusunda gelen baskılarla Demokratik Sosyalizm Partisi (PDS) delegeleri, Eylül ayı başında Berlin’de yapılan olağanüstü kongrede partinin adını "Die Linke." olarak değiştirme kararı aldılar. Die Linke. adının sonundaki nokta bizim için önemliydi. Çünkü noktadan sonra isteyen eyalet kendi adını kullanabilme hakkına sahipti.

PDS’nin birçok eyalet örgütü ‘Die Linke.PDS’ adıyla seçimlere girdi. Böylece örgütün ismi de korunmuş oldu. Seçimlerde alınan % 8.7 oy ve 54 milletvekilliği birleşme konusundaki tutukluğu aşmaya yetti.

2007 birleşme sürecini tamamlamak üzere Mart ayında Dortmund’da kongre yapıldı. PDS için bu kongre 10. ve son kongresiydi. Yanyana 2 salon vardı. Salonların birinde PDS, öbüründe WASG vardı. Sunulan karar önerileri bir salonda delegeye sunulup, son hali verildikten sonra karar, yan salona veriliyordu. Yan salonda karar üzerinde görüşmeler sonucu gündeme gelen değişiklik önerileriyle tekrar ilk salona geliyor böylece her karar, iki ayrı kongre olmasına rağmen aynı anda tartışılarak karara bağlanıyordu.

2 günlük kongre sonucu delegeler ortak kararlar aldı. Bütün üyelerin oylamasına sunulacak bir “Erime Sözleşmesi” Mart ayından Mayıs sonuna kadar üyelerin oylamasına sunuldu ve onaylandı. PDS’de % 93, WASG’da % 87 oyla ‘Sol Parti/Die Linke.’ olduk.’’

BAZI UYGULAMALAR VE GENEL YAKLAŞIM

Kadriye Karcı’nın, izleyicilerin soruları ile birleşme sürecinden ayrı olarak, iç işleyiş ve politik yaklaşımlarına dair verdiği bilgilerden bazılarının özeti ise şöyle:

- Partinin program yerine 18 maddelik programatik köşetaşları var.

- Birleşme döneminde PDS’nin 60 000’in üstünde, WASG’ın ise 10 000’in üstünde üyesi vardı. Oluşturulan komisyonlarda sayılara bakılmadan % 50-50 ilkesi uygulandı. Birleşme sürecinde atılan her adım ve komisyon taslaklarından üyelerin haberi oldu ve üzerinde tartışıldı. Bunun yanı sıra şeffaflık önemli ilkemizdi. Birleşme sürecinde her şey yazılı ve özel hukuğa uygun işledi.

- Yerellere ve en küçük birimlere kadar birleşme sürecine eşlik edecek sürekli bilgilendirme, seminerler, forumlar ve komisyonlara katılım sağlandı. Birleşme başlangıçta yukarıdan aşağıya doğru idi, ama şeffaflık ve sürecin üyelere açılmasıyla, üyelerin de içinde olduğu bir birleşme takvimi ele alındı.

- Toplum modeli demokratik sosyalizm olan parti öncü parti değil, demokratik sosyalist bir parti ve kapitalizmin dönüştürülmesi sürecinde var.

- Sol Parti’de 2 başkan uygulaması, kadınlar için % 50 kotası var. En küçük birimde dahi kadına % 50 kota uygulanıyor. Eğer kadın oranı % 50’nin altında olma ihtimali olan örgütlerde kurul üye sayısı düşürülerek % 50 kota sağlanıyor.

- Komisyonlar konulara yönelik olabiliyor. Tüzük itibarıyla kabul görmesi için partinin binde beşi kadar sayısı ve 8 eyalette örgütlenmiş olması gerekiyor. Böylece fraksiyon olarak partiden para alabiliyor ve delege gönderebiliyor.

- İki ayrı gençlik örgütü ve buna bağlı çalışma alanları oluşturuldu.

- Farklı düşünenlerin bir arada olma koşulu:

1. Ayrışılan değil, birleşilen noktalar ön plana çıkarılıyor.

2. Şeffaflık temel anlayış olarak kabul ediliyor.

3. Ülke koşullarının dayattığı birleşme zorunluluğu göz ardı edilmiyor.

4. Dürüstlük anlaşmasının her koşulda gerekliliği kabul ediliyor.

- 2007’den bu yana 10 000 yeni üyeyle üye sayısı 80 000’i buldu. Bu Eylül ayı sonundaki seçimlerde % 10’u aşmak hedefleniyor.

- Parti, diğer partiler gibi oy oranına göre devletten para alıyor ve milletvekilleri maaşlarının bir kısmını partiye veriyor. Partinin bütçesinden mutlaka her üyenin bilgisi var. Geçen yılki parti bütçesi 23 milyon Euro idi. Ayrıca partinin gayrımenkulleri ve iktisadi kuruluşları da var; Almanya’da her partinin bir vakfı bulunuyor, Sol Parti’ninki Rosa Luksemburg Vakfı’dır.

- Ekonomi politikasının ekseni ekonominin demokratikleştirilmesidir. Mülkiyet konusunda ise, kamuya ait (eğitim, sağlık…) hizmetlerin kamulaştırılması ve özel mülkiyet olacaksa da kamu yararına olması benimseniyor. Özel mülkiyetin kaldırılması ve her şeyin devletleştirilmesi düşüncesi yok. Kamu yararına kullanılan zenginliklerin ve karar alma iradesinin kimin elinde olduğu önemli.

- AB reddedilmiyor; AB biçimlendirilmeli; demokratikleştirilmeli.

- Die Linke. Avrupa Sol Parti üyesi.

- Parti içinde teorik anlamda tartışmalar zengin bir şekilde yapılıyor, ama biri öbürünü yok etmeye yönelmiyor. Çünkü birlik olmak tek olmak/tekleşmek olarak görülmüyor.

Muhabir:Turnusol Haber

Hiç yorum yok: