4 Ekim 2009

ÖSH "Çerçeve Metin"


TOPLUMSAL ADALET VE DEMOKRATİKLEŞME İÇİN

DEMOKRAT, EŞİTLİKÇİ VE ÖZGÜRLÜKÇÜ BİR SİYASAL HAREKET...


Türkiye’de, sözde kalmayan bir toplumsal adaleti temel hedef olarak kabul eden; milliyetçiliğe ve muhafazakarlığa hiçbir şekilde teslim olmayan; demokrasiyi sadece kendisi için değil, bütün toplum kesimleri için talep eden ve yaşatan demokrat/eşitlikçi/özgürlükçü bir siyasal harekete ihtiyaç var.

Sosyal adaletsizlik ve eşitsizliklerden mağdur olanların dayanışmacı ve adil bir Türkiye toplumu arzusunu; “etnik kimliği, kültürü, dili ve diniyle tek tip Türk milleti” dayatmalarına karşı çoğul, farklılıkların eşit beraberliğine dayalı bir toplumsal yaşam hedefini; yükselen muhafazakarlık ve cemaatçilik karşısında özgürlükçü ve demokratik bir Türkiye hedefini savunacak ve bunun öncülüğünü yapacak bir vicdan hareketine ihtiyaç var.


ÇÜNKÜ;

Bugün iktidarda olan veya iktidara talip partilerin hiçbiri toplumun bu beklentilerine yanıt vermiyor.


Irkçılığa varan, aşırısından ılımlısına ya da utangaç olanına kadar uzanan geniş bir yelpazede milliyetçilik ve muhafazakarlık ‘makbul’ siyaset alanının birinci ortak paydasını oluşturuyor.


‘Makbul’ siyaset alanının ikinci ortak paydası, bütün toplumsal ilişkilerin piyasa mantığı içinde kurulmasını öneren, adaletsizlik ve eşitsizlik üreten piyasa ideolojisidir. ‘Makbul’ siyaset, kapitalizmin ürettiği sosyal eşitsizliği ve her türlü tahribatı insanlığın kaderi olarak gösteriyor.


‘Makbul’ siyaset alanının üçüncü ortak paydası ise demokrasinin toplumsal katılımı, tartışmayı ve müzakereyi içermeyen basit bir ‘temsili demokrasi’ olarak algılanmasıdır.


Bu egemen ve ‘makbul’ siyaset anlayışı karşısında vicdanlı ve adil bir siyasete, bir siyasal tarza ihtiyaç var. Çünkü adaletli ve vicdanlı bir Türkiye'nin, aynı zamanda iyi yönetilen, istikrarlı, güvenli ve demokratik bir Türkiye olacağına inanıyoruz.


O nedenle, askeri veya bürokratik vesayet yöntemlerini bütünüyle reddeden; demokratik siyaset alanında oluşan iradeyi meşru kabul eden, yapıcı ve yön gösterici muhalefeti benimseyen özgürlükçü ve demokrat bir siyasal hareket için, toplumsal sorunların çözümünde temel yöntem katılım ve tartışmadır.


O nedenle, demokratik ve özgürlükçü bir hareket, “sandıktan çıkmaya” önem verirken, demokrasiyi sandıkla sınırlamayan, her konuda ve her seviyede katılımı ve bunu mümkün kılan şeffaflığı da temel bir ilke olarak kabul eder. Özgür ve demokratik seçimler sonucu oluşan siyasal iradenin, insan haklarına, hukukun üstünlüğüne ve gerçek bir kuvvetler ayrılığına saygılı kaldığı sürece, meşruiyetini ve yönetme yetkisini tartışmaz.


YÖN VERİCİ İLKEMİZ TOPLUMSAL ADALETTİR

Adaletli, özgür ve demokratik bir Türkiye kurmaya aday bir harekete farklı ve özgün bir siyasi nitelik verecek olan hedef, yeniden tanımlanmış bir toplumsal adalet ve vicdan anlayışıdır.


Liberal, devletçi, milliyetçi, muhafazakâr ve/veya cemaatçi parti ve akımların yapay çözümleri yerine, özgürlükçü, eşitlikçi ve demokrat bir siyasal hareketin benimsediği toplumsal adalet ilkesi, tüm toplumsal konularda yön verici ve düzenleyici başat bir ilkedir.


Özgürlük ve eşitlik, adalet ilkeleriyle tamamlandığında demokratik toplumsal beraberliğin kurucu ve taşıyıcı öğeleri olurlar. Geçen yüzyılda sermayenin küreselleşmesi sürecinin yarattığı sosyal tahribat ve adaletsizlik, bugün toplumsal adalet ilke ve hedeflerine eskisinden çok daha büyük bir önem kazandırıyor.


Böyle bir toplumsal adalet hedefi, temelde üç alanda yeni talepler olarak okunmalıdır: Birincisi, sömürüyle, yoksullukla, gelir eşitsizliğiyle, işsizlikle ve bölgesel eşitsizlikle mücadeleyi hedefleyen iktisadi adalet; ikincisi, herhangi bir etnik, dinsel ve cinsel farklı kimliğin dışlanmamasını sağlayan tanınma adaleti; üçüncüsü ise siyasal alanın çoğulculuğunun önündeki yasal, fiili ve kültürel engellerle mücadele eden, siyasal katılım eşitsizliğini ortadan kaldırmayı hedefleyen katılım adaletidir.


İKTİSADİ ADALET

Bugün her zamankinden daha adaletsiz ve daha vicdansız bir dünyada ve Türkiye’de yaşıyoruz. Adaletsizlik her düzeyde derinleşiyor; sosyal ve iktisadi adaletsizlik yaşamın her alanında çarpıcı hale geliyor. Sermayenin küreselleşmesi muazzam bir zenginlik üretirken, ücretli çalışanlar daha güvencesiz çalışma koşullarına ve daha adaletsiz bir gelire maruz bırakılıyor. Yerküre yeniden vahşi bir kapitalizm ile yüzyüze kalıyor. Toplumu ve çalışanları koruyucu yasal düzenlemeler, iktisadi ve sosyal politikalar terk ediliyor. Geçen yüzyılın son çeyreğinden beri ‘makbul’ iktisadi seçenek olan neoliberalizmin yarattığı sosyal tahribat ve eşitsizlik sürüyor. Emeğin kendini koruyacağı araçlar, sendikal ve toplumsal örgütlenme zayıflıyor.


Ekonomideki büyük sermaye gruplarının tahakkümü, siyasal iktidarla iktisadi aktörlerin birbiri içine girmesine yol açıyor ve bu durum çalışanları, toplumu ve tek tek bireyleri güç odaklarının baskıları karşısında daha da korunaksız kılıyor. Siyasetteki demokrasi eksiği ile iktisadi yaşamdaki demokrasi eksiği birbirini pekiştiriyor.


Bugün toplum, insani ve toplumsal ihtiyaçların karşılanması için ya devlete ya da piyasaya muhtaç bırakılıyor. Kapitalizmin liberal ve devletçi seçenekleri insanlığın kaderi olarak kabul edilemez. Bu çaresizlik ikileminden, katılıma, ortaklığa ve gönüllülüğe dayalı yeni bir seçenekle çıkılabilir.


Toplumsal korunma mekanizmalarını geliştirip güçlendirmek, refahı adil biçimde paylaştıracak yöntemleri hayata geçirmek, neoliberal politikalar karşısında ücretli çalışanların korunmasını esas alan politikalar üretmek bugün özgürlükçü ve demokrat bir siyasetin asli görevidir.


Herkesin sosyal güvenceye sahip olmasına, parasız ve kaliteli eğitim ve sağlık hizmetlerine ulaşabilmesine, siyasal ortaklığın simgesi bir dayanışma olarak yurttaşlık geliri hakkına, bütün emekçilerin ve ücretli çalışanların örgütlenme, grev ve toplu sözleşme gibi evrensel sendikal haklarını özgürce kullanmasına dayalı bir toplumsal yapı, aynı zamanda ekonominin insani ve toplumsal hedeflere tabi olduğu bir yapıdır.


Emekçilerin, çalışanların bedensel ve ruhsal bütünlüğünü tahrip eden güvencesiz, kuralsız ve insani olmayan çalışma biçimlerine karşı üretim sürecinin insanileştirilmesi, herkesin bir iş edinme hakkı, eşitlikçi ve dayanışmacı bir siyasal hareketin temel hedefleri arasındadır.


Katılımcılık ve dayanışma ilkeleri, kamu kaynaklarının kullanımında sosyal adaletsizliğin ve sınıfsal eşitsizliklerin azaltılmasında birincil önem atfedilmesini gerektirir. Vergi vermeyi bir yurttaşlık görevi olarak görenlerin, kamu kaynaklarının toplumsal yarar amacıyla kullanımını titizlikle denetledikleri bir toplumda, yurttaşlık kavramı da gerçek zeminine oturur. Kamu kaynağı kullanan tüm kurum ve kuruluşların şeffaflığı esastır. Bu denetimin sadece siyasal partiler veya iç denetim mekanizmalarıyla değil, her seviyede doğrudan katılımla sağlanması gerekir.


Siyasal alandaki demokrasinin olmazsa olmaz tamamlayıcıları, iktisadi yaşamda da katılımın ve demokrasinin yaygınlaşmasıdır. Siyasal ve iktisadi yaşamdaki etkin katılımla, siyasal ve iktisadi alanlardaki güç yoğunlaşmasının sınırlanması sağlanarak, büyük sermaye gruplarının ekonomi ve siyasete istedikleri gibi yön vermeleri önlenebilir.


TANINMA ADALETİ

Bugün Türkiye’de demokratikleşmenin en acil ihtiyacı, 12 Eylül askeri darbesinin ürünü olan 1982 Anayasası’nın bütünüyle değiştirilmesi ve özgürlükçü-demokratik bir Anayasa yapılmasıdır. Topluma giydirilen bu deli gömleği bir kenara atılmalı, topluma empoze edilen milliyetçi, muhafazakar, otoriter ve vesayetçi güçler etkisiz bırakılmalıdır.


Bunun yanında, sadece devlette değil, toplumsal yaşamın farklı birçok alanında egemen olan otoriter ve muhafazakar eğilimlere karşı eşzamanlı olarak mücadele etmeden, demokratik bir toplum olmaya evrilmek mümkün değildir. Yeni siyasal hareket için önemli görevlerden biri, yönetmenin ne güç gösteriminde bulunmak ne de tahakküm altına almak olduğunu toplumsal yaşamda anlatmaya çalışmaktır. Böyle bir yönetim anlayışında ne yandaşlara rant dağıtarak siyaset yapmak ne de geleceği düşünmeden sorunlara günübirlik çözümler üretmek sözkonusudur.


Özgürlükçü, demokrat bir hareket için hiçbir aykırı veya farklı fikir sahibi yurttaş ‘bölücü’, ‘iç düşman’ ya da ‘sözde vatandaş’ değildir, olamaz. Türkiye toplumunu oluşturan tüm etnik, kültürel ve dinsel kimliklere devletin eşit mesafede olması demokratik yaşam açısından elzemdir.


Ancak bu siyasal ve toplumsal hedefleri hayata geçirmeyi başaran bir siyasal hareket, Türkiye’yi gerçek bir demokratik, laik ve sosyal hukuk devletine sahip kılabilir. Cumhuriyeti gerçek toplumsal ayakları üzerinde yükseltebilir ve demokratikleştirebilir.


Türkiye’de Kürt sorunu, Alevi sorunu ile tüm etnik, dinî kimlik sorunlarının barış içinde kalıcı çözümünü, eşit yurttaş olma ilkesini merkeze koyarak, bir anayasal yurttaşlık anlayışıyla kararlılıkla savunan ve özgürlükçü bir laiklik anlayışını benimseyen güçlü bir siyasal hareket sağlayabilir. Farklı anadil ve kültürlere sahip yurttaşların, bunları öğrenme, öğretme ve geliştirme haklarını kullanmalarını sağlamak; farklı inanç ve geleneklere sahip olan yurttaşların bunları hiçbir baskıya maruz kalmadan yaşamalarını sağlamak bu hareketin temel anlayışıdır. Bu anlayışa göre hiçbir insan haysiyet kırıcı muameleye maruz kalmamalı, okulda, işyerinde, devlette ve kışlada insan onuruna dayalı işlem ve eylemler esas olmalıdır.


Bu çerçevede özgürlükçü ve demokrat sol, Türkiye’de herkese eşitlik, barış ve refah içinde kendini geliştirebileceği bir yol önerir. Özgür ve demokratik toplumsal iradenin üzerinde hiçbir gücün vesayetini kabul etmeyerek, yurttaşlar topluluğunun ortaklık ve katılım temelinde tercihlerini ifade etmesini, bugünü yönetmesini ve geleceğe doğru gidişi yönlendirmesini birincil önemde kabul eder.


KATILIM ADALETİ

Türkiye’de siyasal ve toplumsal sorunların çözümüne yurttaş katılımını sınırlayan bir anlayışın egemenliği demokraside ciddi zaafların yaşanmasına yol açıyor. Seçim ve siyasal partiler sistemi oligarşik sonuçlar üretiyor. Kendisini sadece temsili demokrasi ve seçimlerle sınırlamayan; siyasal alanın çoğulculuğunun önündeki yasal ve kültürel engellerle mücadeleyi ve temsilde adaleti önemseyen, ancak bununla yetinmeyen bir siyasal hareket demokrasinin de demokratikleştirilmesini hedeflemelidir.


Yerel ve sivil yurttaş inisiyatiflerini geliştirmeyi hedef alan, sendikaların ve meslek birliklerinin, demokratik derneklerin siyasal ve toplumsal sorunların çözümüne katkı sunmalarını sağlamak, katılım adaleti anlayışının temel yaklaşımıdır.


Katılım adaleti, kadınların ve gençlerin toplumsal ve siyasal yaşama eşit katılımı açısından kritik önemdedir.


Kadın-erkek eşitliğinin yaşamın tüm alanlarında sağlanması olmazsa olmazdır. Erkek egemenliğini pekiştiren sistemle, yasalarla, kurallarla, alışkanlıklarla, örf ve adetlerle ve zihniyetlerle mücadele etmek özgürlükçü bir siyasal hareketin ana uğraşlarından biridir. Bunların arasında en başta kadınları ev içi emeğe mahkum eden ve aile içine kapatmayı yücelten muhafazakâr ideoloji yer alır. Toplumsal ve siyasal yaşamın her düzeyinde pozitif ayırımcılık, özgürlükçü ve eşitlikçi bir sol hareketin temel hedeflerindendir.


Özgürlükçü ve demokrat hareket, bütün bu amaçlara kendiliğinden değil, kararlı ve iddialı kamu politikalarının desteğiyle ve mücadeleyle ulaşılacağını bilir.


YERİNDEN YÖNETİM VE DEMOKRATİK YEREL YÖNETİM

Bugün bürokratik ve ceberrut devlet anlayışı ve pratikleri karşısında Türkiye toplumunun büyük bölümü demokratik, sosyal ve etkin kamu hizmeti veren, sınıfsal ve sosyal eşitsizliklere karşı mücadele eden bir devlet ve yerel yönetimler talep ediyor.


Bürokratik ve ceberrut devletin ideolojik referansları ve kurumları hızla etkisiz kılınmalı, yerinden yönetim anlayışı uygulanabileceği tüm konularda hızla hayata geçirilmeli, yerel yönetimlerin güçlendirilerek demokratikleştirilmesi sağlanmalıdır. Çok dilli kamu hizmetini de içeren yerinden yönetim pratikleri siyasal katılımın yaygınlaşması için de bir gerekliliktir.


ÇEVRE ve DOĞANIN KORUNMASI

İnsan ve canlı yaşamına öncelik vermeyen, yaşam alanlarını kirleten, yaşam kaynaklarını yok eden, yani insanı ve canlı yaşamı merkezine almayan bir ekonomik büyümenin, insanî yaşam çevresini tahrip etmesine dur diyecek toplumsal hareketlere dünyanın acil ihtiyacı var.


Doğayı tahrip etmeden, doğal kaynakları bütünüyle tüketmeden, doğanın kendini yenileyebilmesini gözeterek üretmek ve tüketmek mümkündür. Çevre yıkımının çok büyük boyutlarda yaşandığı ülkemizde, çevre sorunlarına duyarlı, doğayı ve canlı yaşamını koruyacak üretim ve tüketim pratiklerinin güçlü biçimde özendirilmesi gündemin yakıcı ihtiyacıdır.


Ekolojik tarım tekniklerinin yaygınlaştırılmasına özen gösteren, tarımı ve kırsal kesimi insanî kalkınmanın etkin aktörlerinden birine dönüştüren bir kalkınma politikası, tarımdaki tahribata ve bölgesel eşitsizliklere karşı mücadelede önemli bir işleve sahiptir.


ULUSLARARASI İLİŞKİLER

Bugün Akdeniz'i, Ortadoğu’yu ve Kafkaslar'ı içine alan, bu bölgedeki enerjiyi merkeze aktarmayı hedefleyen uluslararası bir strateji, bölgedeki enerji nakil hatlarının güvenliğini sağlamak için Türkiye'ye bölgesel güvenlik gücü olarak görev biçilmesini öngörüyor. Bu strateji, sadece Türkiye değil, bütün bölge halkları için yeni yükler ve tehditler anlamına geliyor.


Türkiye’nin toplumsal yaşamını milliyetçi, otoriter, her konuda bürokratik müdahaleci güçlere teslim edip, kendi içine kapanarak büzüşmek ya da dışa açılan, ama kültürel olarak muhafazakar, iktisadi olarak liberal güçlere eli mecbur kalmak dışında seçeneği de vardır.


Türkiye gerek bölgesinde gerekse tarihsel ilişkilerinde farklı kültürlere sahip toplumların kaynaşmasını sağlayacak, uluslararası sorunların barışçı yöntemlerle ve diyalogla aşılmasını hedefleyen, dünya kaynaklarının adil kullanımına dayalı bir stratejinin takipçisi olmalıdır.


Özgürlükçü ve demokrat sol, Avrupa Birliği’nin iktisadi ve sosyal açıdan liberal ve teknokratların yönetimindeki elitist karakterini unutmadan, müzakere sürecinin ülkedeki demokratikleşme ihtiyacına destek olduğu gerçeğini öne çıkararak, Türkiye’nin AB içinde diğer üyelerle eşit olarak yer almasını savunur.


Öte yandan özgürlükçü ve demokrat bir siyasal hareketin hedefi, Avrupa Birliği’nin, iktisadi liberalizmin ve siyasi elitizmin egemen olduğu bir birlik olması yerine, dayanışmacı ve sosyal bir Avrupa’ya doğru evrilmesi mücadelesine dahil olmak ve bu mücadeleyi sürdürenlerle işbirliğini geliştirmektir.


Türkiye’deki demokratikleşme karşıtlarıyla AB içindeki Türkiye karşıtlarının, yani her iki taraftaki ırkçı ve milliyetçi akımların kurdukları fiili ittifakı bozmak, aynı zamanda Türkiye’nin demokratik ve sosyal dönüşümünü hızlandırmak için de bir gerekliliktir.


HEDEFİMİZ SOSYAL VE DEMOKRATİK BİR CUMHURİYETTİR

Bugünün Türkiye’sinde, toplumun statükocu, milliyetçi, militer, muhafazakar ve piyasacı güçlere teslim olmasına karşı duracak, toplumu boğan bu güçlere karşı geniş bir toplumsal desteğe dayanarak mücadele edecek eşitlikçi, özgürlükçü bir siyasal hareket; kimsenin aç ve açıkta olmadığı, adil ve özgürlüğün gerçekten solunduğu, bütün sorunların serbestçe tartışıldığı, kimsenin dinsel ve etnik kimliğini gizlemediği, kimseye bu tür kimliklerin zorla dayatılmadığı, tarihiyle ve bütün komşularıyla barışık özgür ve demokratik Türkiyesi’ne giden yolu açabilir. Bunu açmaya adaydır.


Eşitlikçi, dayanışmacı ve özgür yeni bir Türkiye kurmanın biricik yolu, topluma vaat ettiği niteliklere önce kendisi sahip olan yeni bir siyasal hareketin hızla güçlenmesi ve gerçek siyasal alternatifi temsil etmeye başlamasıdır.


Çağrımız ve davetimiz bunu gerçekleştirmek için arayış içinde olanlara; sosyal ve demokratik bir cumhuriyet mücadelesini sürdürmek isteyenleredir...

Hiç yorum yok: