*Mihail Gorbaçov* Eski Sovyetler Birliği’nin son lideri Sovyet bloğunun çöküş sürecini başlatan perestroyka ve glasnost politikalarının mimarı, The Guardian /30 Ekim 2009- Radikal
Soğuk Savaş’ın ve dünyanın tehlikeli bir şekilde karşıt bloklarla nüfuz alanlarına bölünmesinin utanç verici simgelerinden biri olan Berlin Duvarı’nın yıkılmasının üzerinden 20 yıl geçti.
Bugün, o zamanların olaylarını yeniden hatırlayabilir ve daha az duygu, daha fazla akılla üzerinde düşünebiliriz.
Öne sürülebilecek ilk iyimser gözlem şu: Birçoklarının iddia ve ilan ettiği gibi, ‘tarihin sonu’ falan gelmedi. Fakat ortaya benim kuşağımdan birçok siyasetçinin güvendiği ve içtenlikle inandığı bir dünya da çıkmadı.
Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle insanlığın nihayet silahlanma yarışını, tehlikeli bölgesel çatışmaları ve steril ideolojik ihtilafları unutabileceğine, güvenliğin kolektif olduğu, maddi kaynakların rasyonel biçimde kullanıldığı, yoksulluğun ve eşitsizliğin sona erdiği ve doğayla uyumun tekrar tesis edildiği bir altın çağa adım atabileceğine inanmıştık.
Savunma harcamaları arttı
Soğuk Savaş’ın sona ermesinin bir başka önemli sonucu, Yeni Düşünce Tarzı’nın temel önermelerinden birinin idrak edilmesiydi: Yani, insanlığın varlığının ve gelişmesinin odağına oturan son derece önemli unsurlar arasındaki bağımlılık. Bu sadece farklı kıtalarda yaşanan süreçleri ve olayları değil, gezegenimizdeki milyarlarca insanın günlük hayatını belirleyen ekonomik, teknolojik, sosyal, demografik ve kültürel koşullardaki değişimler arasındaki organik bağı da kapsıyor. İnsanlık kendisini fiilen tek bir medeniyete dönüştürmeye başlıyor.
Aynı zamanda demir perdenin, duvarların ve sınırların ortadan kalkması, ki birçokları bunu hiç beklemiyordu, yakın zamana dek farklı siyasi sistemlerin yanı sıra farklı medeniyetleri, kültürleri ve gelenekleri olan ülkeler arasındaki bağlantıları mümkün kıldı.
Geçen asırdan kalma siyasetçiler olarak, nükleer bir savaş tehlikesinden kaçındığımız gerçeği karşısında haliyle gurur duyabiliriz.
Ancak, gezegenin dört bir köşesindeki milyonlarca insan için dünya daha güvenli bir yer haline gelmiş değil. Tam tersine, sayısız yerel çatışma ve etnik-dinsel savaşlar, dünya siyasetinin yeni haritasında bir lanet gibi vuku buluyor ve çok sayıda kurban yaratıyor.
İrrasyonel davranışın ve yeni kuşak siyasetçilerin sorumsuzluğunun açık kanıtı aslında şu: İrili ufaklı sayısız ülkenin savunma harcaması şu an Soğuk Savaş döneminden daha fazla ve ihtilaflar bir kez daha zor kullanımıyla ele alınıyor. Bu tutum uluslararası ilişkilerin ortak bir özelliği.
Ne yazık ki son 20 yılda dünya daha adil bir yer haline gelmedi: Zengin ve yoksul arasındaki uçurum aynen kaldı veya derinleşti. Sadece kuzeyle güney arasında değil, bizzat gelişmiş ülkelerin içinde var olan bir uçurum bu. Diğer komünizm sonrası ülkelerde olduğu gibi Rusya’daki sosyal problemler, merkezileştirilmiş ekonominin ve bürokratik planlamanın kusurlu modelini terk etmenin tek başına yetmediğinin kanıtı. Bu modeli değiştirmek, bir ülkenin ne küresel rekabet gücü elde etmesini, ne sosyal adalet ilkelerine uymasını ne de halk için müreffeh bir hayat standardı oluşturmasını garanti ediyor.
Geçmişin sorunlarına yeni sorunlar da eklendi. Bunlardan biri terörizm. En güçlü ülkeler arasında dünya savaşının artık bir caydırma aracı olmadığı bir bağlamda terörizm, sadece mecazen değil gerçek manasıyla da ‘yoksulun atom bombası’ haline gelmiş durumda. Kitle imha silahlarının kontrolsüz yayılması, Soğuk Savaş’ın eski hasımları arasında silah üretiminde yeni teknolojik düzeylere ulaşmak konusunda süregiden rekabet ve çok kutuplu bir dünyada etkili bir role gözünü dikmiş yeni güçlerin varlığı, hep bir arada küresel siyasetteki kaos hissiyatını artırıyor.
İdeolojilerin krizinin, ideallerin, değerlerin ve ahlak ilkelerinin krizine dönüşmesi tehlikesi söz konusu ve bu, sosyal referans noktalarının kaybedildiğinin bir başka göstergesi. Bu durum, siyasi kötümserlik ve nihilizm atmosferini güçlendiriyor. Kutlayabileceğimiz asıl başarı şu: 20. asır, bilhassa ütopyacı inançlara dayanan totaliter ideolojilerin sonuna sahne oldu.
Bununla birlikte yeni ideolojiler, gerek Doğu’da gerekse Batı’da hızla eskilerin yerini alıyor. Bugün birçokları Berlin Duvarı’nın yıkılmasının küresel değişimlerin nedeni değil, büyük ölçüde Doğu’da, özellikle de Sovyetler Birliği’nde başlayan derin ve popüler reform hareketlerinin sonucu olduğunu unutuyor. On yıllarca süren Bolşevik deneyimin ve bunun Sovyet toplumunu tarihsel bir çıkmaza ittiğinin idrak edilmesinin ardından, Sovyet perestroykası biçimini alan demokratik reform yönünde güçlü bir itki ortaya çıktı ve bu doğu Avrupa ülkelerini de etkisi altına aldı.
İlerleme yeniden tanımlanmalı
Fakat kısa süre sonra açıkça anlaşıldı ki, eski hasmından mahrum kalan ve kendisini küresel ilerlemenin rakipsiz muzafferi ve temsilcisi olarak gören Batı kapitalizminin, Batı toplumunu ve dünyanın kalanını bir başka tarihsel çıkmaza sürükleme tehlikesi söz konusu.
Dünyanın kalanına yegâne seçenek olarak dayatılan mevcut Batılı kalkınma modelinin organik kusurlarını ifşa etmek için bugünkü küresel ekonomik krizin yaşanması gerekiyordu. Bu krizin açık ettiği bir başka şey de, sadece bürokratik sosyalizmin değil ultra-liberal kapitalizmin de derinlemesine demokratik reforma, yani kendi perestroykasına ihtiyaç duyduğuydu.
Eski düzenin yıkıntıları üzerinde durduğumuz bugün, yeni bir dünya yaratma sürecinde kendimizi aktif katılımcılar olarak düşünebiliriz. Bir zamanlar hem Doğu’da hem Batı’da tartışılmaz sayılan birçok doğrunun ve önermenin (sözgelimi piyasanın her şeye kadir ve dahası demokratik tabiatlı olduğuna duyulan kör inanç) öyle olmadığı görüldü.
Batılı demokrasi modelinin, farklı tarihsel deneyimlere ve kültürel geleneklere sahip olan diğer toplumlara mekanik biçimde yayılabileceğine dair bir inanç vardı. Mevcut durumda, sosyal ilerleme gibi herkesin hemfikir göründüğü bir kavramın bile daha açık bir biçimde tarif edilmesi ve gözden geçirilmesi gerekiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder