4 Kasım 2009

SGK’de koltuk kapma yarışı

SGK’de koltuk kapma yarışı

04 Kasım 2009 Çarşamba

Sosyal Güvenlik Kurumu’nun anlamı emek hareketi içinde yeterli düzeyde tartışılamadı. Bunun çeşitli nedenleri sıralanabilir, ama herhalde en önemlisi, bu tip genişlikte ve derinlikte bir tartışmayı yaptırabilecek niteliklere sahip tek kurum olan KESK’in, kurumun kurulduğu dönemde yaşadığı zafiyettir.

Bu zafiyetin ne olduğunu hatırlatmak için bir özet geçelim: KESK, yeni sosyal güvenlik sistemiyle ilgili yasal düzenlemeler yapılırken, rutin karşı çıkış eylemleri yapmış, ancak yeni sistemin yürütme kurulu durumundaki SGK’ye, Memur-Sen’le anlaşarak bir temsilci vermişti. O dönemde KESK’in büyük bir çoğunluğu bu karara karşı çıkarak muhalefet etmiş, ancak yönetim kurulu oy çokluğuyla bir üyesini SGK yöneticisi yapmıştı.

Daha sonra KESK Yönetim Kurulu, Memur-Sen’le yaptığı anlaşmaya uymayarak, zamanı geldiğinde yerini onlara bırakmayınca, Memur-Sen’in kamuoyu önünde eleştirilerine maruz kalmış ve doğal olarak haksız durumda olduğundan bu ahlaki temelli eleştirilere cevap verememişti.

SGK’DE YÜKSEK ÜCRETLİ İŞ

SGK ile ilgili bir diğer tartışma fırsatı da KESK Genel Kurulu’nda yakalandı ve delegasyon eski yönetim kurulunun bu tavrını onaylamadığını açık biçimde ifade etti. Yeni seçilen Yönetim Kurulu, eski yönetimin SGK’ye yerleştirdiği KESK üyesini geri çağırdı. Ancak SGK’ye “kapak atan” üye, oradaki görevini bırakmayı reddederek, “yüksek dereceden” emekli olana kadar beklemeyi tercih etti.

Buna bağlı olarak eski KESK Başkanı’nın, kongrede seçilemeyince eski işyerine dönmeyerek, SGK’de fazla mesai gerektirmeyen yüksek ücretli bir işe başlaması da tartışma konusu olmuştu.

Sosyal Güvenlik Kurumu ile ilgili yeterli düzeyde tartışmanın yapılamayışı, işte bu tartışmaların yarattığı gölgenin her yeri kaplamış olmasından kaynaklandı. SGK’yi bir gelir kapısı olarak gören bazı KESK yöneticilerinin emek mücadelesinin ihtiyacı olan nitelikte bir tartışmayı açması zaten beklenemezdi.

Konuyu tartışmak isteyen diğer yaklaşımların kurumun niteliği ile ilgili söyledikleri ise salt muhalefet etmek olarak görüldü, ancak artık olayın gerçek yüzü bütün çıplaklığıyla ortaya çıktı.

O dönemde SGK’de bulunmanın yanlış olduğunu söyleyenlere karşı yapılan savunma “içeriden değiştirmek” ya da “kamu emekçilerin denetleme hakkını kullanmak” olarak ifade ediliyordu. Bugüne gelindiğinde, kurumun içeriden değiştirilemediği ya da denetleme hakkının kullanımıyla ilgili herhangi bir faaliyete rastlanamadığı söylenebilir. Aslında o dönemdeki yöneticiler de çok iyi biliyorlardı ki, bu zaten mümkün değildi. Bu noktadaki imkânsızlık, Sosyal Güvenlik Kurumu’nun niteliğinden kaynaklanmaktadır.

SGK İÇERDEN DEĞİŞİR Mİ?

Kurumlar, kendilerini her düzeyde şekillendiren kuruluş amaçlarına sahip organizmalardır. Organizma olmasının anlamı, kendi amaçları doğrultusunda hareket etmesi ve bu hareketin önündeki engelleri aşma çabasına giren dinamiklere sahip olmasıdır. Buna kurumun ruhu da diyebiliriz. Buradaki anlamıyla ruh metafizik bir varsayımı değil, tarihsel ve toplumsal koşullar içinde varolmuş maddi bir gerçekliği ifade eder. “Anayasanın ruhu” derken kastedilen de benzer bir şeydir. Her anayasanın ruhu vardır ve tek tek maddelerini değiştirmek, belli bir yere kadar işe yarasa da, temelde o anayasanın tarihsel ve toplumsal işlevini değiştirmez.

Sistemin merkezi işlevlerini yerine getiren kurumlar, tali görevler görenlere göre daha katıdır; değişime karşı daha fazla direnç sahibidirler. Kurum yöneticilerinin amaçları ve kuruma bakış açıları kısmen farklılıklar yaratsa da, kurumun asıl rotasını değiştiremez.

Örneğin devletin otoriter/baskıcı işlevlerini yerine getiren bir kurumun başına demokrat insanlar koyarsanız, kısmi bir demokratik gelişme sağlanabilir, ancak o kurumun sistem içindeki otoriter işlevi değişmez. Yöneticinin zihniyeti kurumun amaçlarıyla çatıştığında ya tasfiye ya da belli bir uzlaşma meydana gelir. Tasfiye, kurumun ya da yöneticinin tasfiyesi olabilir. Hangisi toplumsal planda daha güçlü ise diğerini tasfiye eder. Uzlaşma ise kurumun asli işlevinden değil, daha çok amaçları düzleminde önemsiz bulunan tali işlevlerinden verilen tavizlerle ya da doğrudan yöneticinin zihniyetinden verilen tavizlerle sağlanabilir.

Bütün bu süreçlerin yaşanmasında temel etken kurumun sistem içindeki önemi ve gücüdür. Muhtarlık kurumunun işlevinde değişiklik yaratmakla, valiliğin işlevinde değişiklik yaratmak arasındaki farkın anlamı budur.

Daha somut bir örnek Milli Güvenlik Kurulu olabilir. MGK’yi oluşturan tarihsel ve toplumsal koşullar değiştirilmedikçe, onun içinde kaç tane demokrat sivilin yer aldığının önemi yoktur. MGK, sistem içindeki yerini, önemini ve gücünü korudukça onu içinden dönüştürmek mümkün değildir.

SGK VE NEO LİBERAL POLİTİKALAR

Sosyal Güvenlik Kurumu, Türkiye’de sosyal güvenlik alanında sürdürülen neo-liberal dönüşümün merkezindedir. Bu alanda yaşanan dönüşümün temel yürütücüsü olan kurumdur. Bu anlamda sistem içindeki yeri ve önemi de merkezîdir.

Yaratılan değerlerin tek tek içinin boşaltıldığı, genelde solun özelde emek hareketinin sorunlarının çığ gibi büyüdüğü bir süreçte hemen her yazılı dokümana giriş paragrafı olan neo-liberalizm genellemesinden kurtulup, yarattığı etkiyi açık ve anlaşılabilir bir zeminde konuşmak gerekmektedir. Bu etkiler ki, sadece sistemin yapısını ve değerlerini değil, muhalefetin de yapısını ve değerlerini değiştirebilmektedir.

Nedir neo-liberalizmin etkileri?

Çalışma hayatı açısından dünden bugüne baktığımızda, yapılanlar yeni bir düzenlemeyi açıkça göstermektedir. Bunu açıkça yeniden yapılanma diye sunuyorlar. AKP bu süreci daha gözü kara ve pervasızca uyguluyor. Dünkü iktidarlar da bu ve benzeri düzenlemeleri yapma konusunda hep birbirleriyle yarışarak geldiler, ama AKP kendini ispatlamak isteyen korucular gibi sermayeye peşkeşte kural tanımıyor.

Bu pervasızlığın birkaç temeli var. Birincisi, kendini iktidar yapan sermaye çevrelerine güven vermek istiyor. Uluslararası sermayenin bölgede yapacağı düzenlemelerde AKP Truva atı görevini gönüllü üstleniyor. AKP’nin durumu, itiraz etme şansı dahi olmayan mecburcu bir pozisyondur. Sermayenin küresel bazdaki isteklerini yerine getirmek görevini en sadık dost gibi yapmada tereddütsüz bir durumdadır.

Bunların iç hayatımızdaki düzenlemelerine de yeniden yapılanma diyerek uluslararası sermayeye peşkeşin tüm engellerini de kaldırıyorlar. Bunların en temellerinden biri de tüm çalışanları, yakınlarını, hâsılı tüm toplumu etkileyen bir düzenlemeyi de sosyal güvenlik alanında yapıyorlar, yaptılar. Uygulamaya koydular.

Hiç kimse “SGK nedir?” sorusuna doğru yanıtlar üretemedi. Çözümlemeler geçici oldu. Bunun nedenini yukarıda özetledik.

Neo-liberal sosyal güvenlik yapılanmasının yürütücüsü konumundaki SGK, yönetim kurulunun oluşumundaki yönetişimci/sosyal diyalogcu katılım yaklaşımı nedeniyle aynı zamanda bir suç ortaklığı örgütüdür de. Yeni dünya düzeni diye adlandırılan sürecin sosyal güvenlik alanında ülkemizdeki taşeronudur. Türkiye’de siyaseti belirlemede MGK ne ise SGK de odur.

SGK’DE İŞBİRLİĞİ

O zaman neden emek örgütleri orada koltuk kapma yarışına katıldılar? Gerici çevrelerle koltuk paylaşımı, bir ileri aşaması da ihale yüzdeciliğinde anlaştılar. Emek hareketinde sararmanın, köşe dönmeciliğin, ihaleciliğin boy gösterdiği tipik örneklerden biridir SGK’ye katılım. Dahası sosyal güvenliğin yeniden yapılanmasında soldan gelecek muhalefeti baştan boşa çıkarmak için yapılan bir işbirliğidir.

“Demokrasinin gerçekleşmesi için katılım şarttır, ancak katılımın her biçimi demokratik sonuçlar doğurmaz.”

Bir KESK Yönetim Kurulu üyesinin SGK yönetimine ve oradan da yüksek dereceli emekliliğe “katılması”, eski KESK Başkanı’nın da SGK’de devam zorunluluğu düşük ancak ücreti yüksek bir işe “katılması”, öteden beri bildiğimiz bu soyut teorik önermeyi yaşamın canlı pratiğinde test etme şansı verdi bize.

SGK Yönetim Kurulu’ndaki KESK üyesinin muhalefeti sayesinde emekçiler lehine durdurulan kararlar, afişe edilen ihale yolsuzlukları ya da son verilen neo-liberal adaletsizliklerle ilgili bir haber duydunuz mu hiç?

Peki bir KESK üyesinin SGK Yönetim Kurulu’nda olması nedeniyle sosyal güvenliğin neo-liberal tasfiyesi sürecinde bir kırılma yaşandığını düşünüyor musunuz?

Ya da sizce de KESK gibi bir örgütün yöneticileri SGK’den pay kapmak yerine, onun yürüttüğü dönüşüme karşı mücadeleler örgütlese daha iyi olmaz mı?

Bu sorular daha da uzatılabilir. Her kötü durumdan kamu emekçileri mücadelesi için olumlu sonuçlar çıkartmak mümkündür. SGK’deki utanç verici deneyimlerimiz bize bundan sonra nasıl davranmamamız gerektiği konusunda dersler vermektedir.

Buradaki kıssadan hisse şudur: Nokta kadar menfaat için, koskocaman örgütlerimizin virgül gibi kıvrılmasına izin vermeyelim.


Kaynak: http://www.turnusol.biz/public/makale.

Hiç yorum yok: