20 Aralık 2009

Çorum'a dönmek istemiyorum

Çorum'a dönmek istemiyorum


Çorum'a dönmek istemiyorum

Milliyet gazetesi yazarı Metin Minür köşesinde Çorum Katliamı'nı yazdı


19 Aralık 2009 13:47

Çorum'a dönmek istemiyorum

Çorum'a New York Times muhabiri Marvine Howe ile gitmiştim. Sokağa çıkma yasağı vardı. Şehri girişine askerler barikat kurmuştu. Sokaklarda telaşsız genç askerler, tüfekleri hazırda, devriye geziyorlardı. Otel gazeteci doluydu ama hiçbiri sokağa çıkmaya cesaret edemiyordu. Sağ gazetelerde çalışanlar Alevilerle, sol gazetelerde çalışanlar Sünnilerle karşılaşmaya korkuyordu.

Haksız sayılmazlardı. Türkiye'nin her yerinde her gün insanlar sağ-sol çatışması diye tarif edilen bir kavgada ölüp gidiyorlardı. Çantalarımızı odalarımıza bırakıp, yayan, sokağa çıktık.

Duvarlarda kırmızı işaretler

Bir gün önce Alevilerin katledildiği şehir sakindi. Çarşıda yakılmış ve yağmalanmış dükkânlar gördük. Kırmızı boyayla duvarları işaretlenmişti. Yanlışlıkla Alevi olmayanların dükkânları yakılmasın diye saldırıdan önce çarşıyı iyi bilenler tarafından, herhalde.

Yoksul bir Alevi mahallesinde bahçeli bir evinin önüne toplamış bir grup gördük. Yanlarına yaklaştık. İçlerinden birinin saldırılarda kolu kırılmıştı. Genç bir adamdı. Sızısını hafifletmek için omzunu sıkıyordu.

"Neden hastaneye gitmiyorsunuz?" diye sordum.

"Hastanelerde doktorlar Alevilere bakmıyorlarmış" dedi. "Kanlarını alıp cesetlerini çöpe atıyorlarmış."

Başka bir mahallede Sünni bir tüccara rastladık. Asık suratlı, sert tavırlı, orta yaşlı bir adamdı.

"Olaylar nasıl başladı?" diye sordum.

"Güneş doğarken atlar üzerinde Aleviler, elleri yalın kılıç, Ya Ali diye haykırarak şehre girdiler ve önlerine geleni kılıçtan geçirmeye başladılar" dedi gözlerime bakmayarak. "Bizimkiler de mukabele etmişler."

Bu sözleri İngilizce çevirince Marvine'in gözleri büyüdü.

Mayıs 1980 idi. Türkiye iç savaşın eşiğindeydi. Ekonomi iflas halindeydi. Karaborsa, darlık ve işsizlik had safhadaydı. Durumun bir sürü açıklaması yapılıyordu ve tabii, her zaman olduğu gibi, kabahat "dış güçler'de idi.

Ama suç dış güçlerde değil, her zaman olduğu gibi, iç Türklerde idi. Ülke yıllardan beri Milliyetçi Cephe'nin üç parti lideri, Süleyman Demirel, Necmettin Erbakan, Alparslan Türkeş tarafından yönetiliyor, daha doğrusu, batırılıyordu.

Bunlar sürekli kendi aralarında kavga ediyorlar, muhalefette bulunan Bülent Ecevit ayrı ayrı her biriyle kavga ediyordu, onlar da onunla. Hayranlık uyandıran bir siyasi bencillik, duyarsızlık, düzeysizlik ve sığlıktı onlarınki. Gidişattan siyasi rant çıkarmaktan başka bir şey düşünmüyorlardı. Türkiye'nin kan gölüne dönüyor olması, iflası umurlarında değildi. Nasıl olsa onların tuzu kuru idi ve hiç ıslanmayacaktı.

Bunlar size bir şey hatırlatıyor mu? Kahramanmaraş, Ünye, Fatsa, Gazi Mahallesi. Mayıs, haziran, temmuz, ağustos, eylül. Eylül 1980'de askerler yönetime el koydu. Ve, şimdi askere küfredenler dahil, herkes derin bir oh çekti.

Gerisini biliyorsunuz. İlerisini tahmin edebilirsiniz.


http://www.renkhaber.com


Hiç yorum yok: