30 Mayıs 2008

Bronşit,Astım,Zatürre,Tüberküloz

Akut Bronşit


Akut bronşit bronş adı verilen büyük solunum yollarında virus, bakteri ve mantarlar tarafından oluşturulan akut bir iltihabi hastalığıdır. Ayrıca asidik ve alkali maddelerin solunması ile de iltihabi olmayan akut bronşit tablosu da gerçekleşebilir.

Akut bronşit yapan nedenlerin başında solunum yolları virusları yer almaktadır. Akut bronşit vakalarının ekserisi İnfluenza, Parainfluenza, Coryza (nezle) virusu, Adenoviruslar ve Respiratory syncytial viruslarla meydana gelir.


Bakterilerle meydana gelen akut bronşit nispeten daha seyrektir. Akut bronşite sebep olan bakterilerin başında Hemophilus influenza, Pnömokoklar, Streptokoklar, ve Stafilokoklar gelmektedir.
Nadiren Candida ve Aspergillosa türü mantarlar da akut bronşite neden olabilirler.



Etkenler nelerdir ?

Akut bronşit yapan nedenlerin başında solunum yolları virusları yer almaktadır. Akut bronşit vakalarının ekserisi İnfluenza, Parainfluenza, Coryza (nezle) virusu, Adenoviruslar ve Respiratory syncytial viruslarla meydana gelir.


Bakterilerle meydana gelen akut bronşit nispeten daha seyrektir. Akut bronşite sebep olan bakterilerin başında Hemophilus influenza, Pnömokoklar, Streptokoklar, ve Stafilokoklar gelmektedir.
Nadiren Candida ve Aspergillosa türü mantarlar da akut bronşite neden olabilirler.

Ne gibi şikayetlere yol açar ?

Genellikle hastalık burun ve boğaz enfeksiyonu şeklinde başlar. Bazen de üst solunum yollarına ait herhangi bir şikayet olmaksızın akut bronşit tablosu kendini gösterebilir.


Hastalığın başlangıcında sık tekrarlayan ve kuru bir öksürük vardır. Birkaç gün sonra öksürükle beraber balgam çıkarma şikayeti de olaya dahil olur. Önceleri normal vasıflarda olan balgam, bir süre sonra iltihaplı bir özellik kazanır.


Bazı vakalarda yüksek ateş, halsizlik, kırgınlık şikayetleri de görülebilir. Bir kısım hastada büyük hava yollarının tahrişine bağlı olarak gelişen göğüs ağrısı da bulunabilir.

Fiziki bulguları nelerdir ?

Fizik muayene bulguları normal olabilir. Solunum yollarının ödem ve koyu balgam ile tıkanmış olduğu durumlarda ronküs denilen anormal sesler duyulabilir. Bronşlarda yumuşak balgam varsa ral adı verilen anormal solunum sesleri duyulabilir. Raller genellikle her iki akciğer sahasında yaygın olarak duyulursa da bazı sahalarda daha az, bazı sahalarda daha belirgin olabilir.

Tanısı nedir ?

Akut bronşitte solunum yollarının tutulması ve akciğer dokusunun normal olması nedeniyle akciğer grafisi normal olarak bulunabilir. Bazı vakalarda akciğer dokusu da iltihaptan etkilenebilir ve akciğer grafisinde solunum yolları ve damarsal yapılarda belirginleşmeler izlenebilir.

Bakterilerin neden olduğu akut bronşitte kanda beyaz küre hücrelerinin sayısında ve kan çökme hızında artış görülebilir. Balgam tetkiklerinde etken bakteri ya da mantar üretilebilir, virusların tespit edilmesi zordur.


Akut bronşit tanısı hastanın şikayetleri, muayene bulguları ve laboratuar tetkikleri bir arada değerlendirilerek konulur.

Tedavi yolları nelerdir ?

Hastanın odası sıcak ve nemli olmalıdır. Ateşsiz ve hafif seyirli akut bronşitlerde antibiyotik tedavisi gerekli değildir. Küçük çocukların, yaşlıların, kalp hastalarının, amfizem ve kronik bronşitli hastaların akut bronşitlerinde antibiyotik kullanılmalıdır. Yüksek ateşle seyreden olgularda mutlaka antibiyotik verilmelidir.


Ateş ve ağrısı olan hastalarda tedaviye ağrı kesici-ateş düşürücü ilaçlar eklenmelidir. Balgam çıkaramayan hastalarda sürekli ve rahatsız edici kuru öksürük varsa öksürük kesici ilaçlar da başlanabilir. Hastanın balgam atması halinde balgam söktürücü ilaçlar kullanılmalıdır.

Kategori: GOGUS HASTALIKLARI

4/3/2007

Tüberküloz

Verem olarak da adlandırılan tüberküloz hastalığı insanlık tarihinin ilk çağlarından itibaren görülen bir hastalıktır. 1865 yılında hastalığın enfeksiyon hastalığı olduğu gösterilmiştir. 1882 yılında Robert Koch tüberküloz basilini bularak bu hastalıkta yeni bir çığır açmıştır.

Daha önceden hijyen, diyet ve güneş kürü esasına dayanan tedavi yöntemleri, 1940’lı yılların başlarında streptomisin’in keşfi ve izonikotinik asit’in tedaviye girmesi tüberküloz tedavisinde yeni ve etkin bir dönemin başlangıcı olmuştur.
Tüberküloz hastalığı esas olarak akciğerleri tutan ve bunun yanı sıra diğer birçok organda da yerleşebilen, Mycobacterium tuberculosis adlı bir mikroorganizma (Koch basili) tarafından oluşturulan bir iltihabi hastalıktır. Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerine göre dünya nüfusunun 1/3’ü tüberkülozla enfektedir (tüberküloz basilinin bulaştığı kişiler) ve bunların %10’unda ileride tüberküloz hastalığının ortaya çıkacağı tahmin edilmektedir. Her yıl 50-100 milyon kişinin daha tüberküloz basili tarafından enfekte edildiği hesaplanmaktadır. Bugün dünyada 20 milyon aktif hasta bulunmakta ve her yıl %95’i gelişmekte olan ülkelerde olmak üzere 8 milyondan fazla yeni aktif tüberküloz olgusu gelişmektedir.

Tüm dünyada yılda 3 milyon kişinin tüberküloz nedeniyle öldüğü tahmin edilmektedir ve bu ölümlerin en az %80’ı gelişmekte olan ülkelerde görülmektedir.
Kişilere hastalığın bulaşması hemen hastalığın gelişeceği anlamını taşımamaktadır. Tüberküloz basili bulaştıktan sonra sağlıklı insanların dokularında yıllarca hastalık oluşturmadan canlı kalabilir. Enfekte kişilerin vücut direncini düşüren durumlarda tüberküloz basili aktif hale gelerek hastalık oluşturabilir.

Bulaşıcı mıdır ?

Tüberküloz, vücudumuzdaki bütün organlarda hastalık oluşturabilmesine karşın, basilin giriş kapısı hemen her zaman akciğer olmaktadır. Basiller en sık olarak solunum yolu ile bulaşır. Akciğer tüberkülozu olan kişilerin öksürmesi, konuşması ve hapşırması sonucu akciğer salgıları damlacık şeklinde havaya atılırlar, ortamda bulunan diğer sağlıklı kişiler havada asılı kalan bu damlacıkları solunum ile akciğerlerine alarak enfekte olurlar.

Diğer bulaşma biçimleri seyrektir. Eskiden Mycobacterium bovis tipi basilin enfekte inek sütünün tüketilmesi ile bulaşması sık görülürdü, ancak bu bulaşma şekli, gelişmiş ülkelerde ineklerde hastalığın önüne geçilmesi ve süt ile süt ürünlerinin pastörize edilmesi neticesi kontrol altına alınmıştır.

Basilin bulaşmış olduğu eşyaların tutulması ve ardından solunum ile enfeksiyon alınması sorun oluşturmaz. Ancak tüberküloz basilleri, deri içine ya da deri yolu ile vücuda girdiğinde enfeksiyon oluşturabilir. Bu tip bulaşma, ancak seyrek olarak laboratuar çalışanlarında görülmektedir. Kaşık, çatal, bardak gibi yemek gereçleri, kitaplar, giysiler, yatak örtüleri gibi eşyalardan hastalığın bulaşması söz konusu değildir ve özel bir dikkat göstermeye gerek yoktur.

Balgamı ile tüberküloz basili çıkaran hastayla yakın temas içinde bulunan kişilere hastalığın bulaşma riski en yüksek seviyededir. Ancak yapılan çalışmalar, aşırı kalabalık ve yaşam koşulları kötü olan alanlarda bile hasta ile yakın temasta bulunan kişilerdeki hastalığın bulaşma oranının %25 ile 50 arasında değiştiğini göstermektedir.

Hastalıkları bilinmeden toplum içinde gezen ve balgamı içinde tüberküloz basili çıkaran hasta kişiler hastalığın yayılmasında en önemli faktördür. Halbuki 15-20 gün süre ile düzenli tüberküloz tedavisi almış olan bir hastanın balgamında tüberküloz basili bulunsa dahi, tedavilerine devam ettikleri sürece hastalığı bulaştırma riskleri çok azdır. Bu nedenle erken ve etkin tedavi bulaşmanın önlenmesinde de oldukça önemlidir.

Risk faktörleri nelerdir ?
Erken endüstrileşme ve şehirleşme, yetersiz sağlık ve barınma koşullarına sahip kalabalık alanlarda yaşama hastalığın bulaşması için uygun ortamları oluşturur. Şehirlerde tüberküloz oranları kırsal bölgelere oranla daha fazladır. Büyük şehirlerin gecekondu bölgelerinde yoksul ve yeterli beslenemeyen kişilerin kalabalık ortamlarda yaşamaları bulaşmanın ve hastalık oranlarının yüksek kalmasına neden olmaktadır.

Sosyoekonomik seviye ile tüberkülozun görülmesi arasında ters bir ilişki vardır, ancak bunun yanı sıra ırk farklılıkları, ortamın kalabalık olması ve sağlık hizmetlerinin düzeyi gibi başka birçok faktör de hastalığın sıklığı üzerinde etkili olmaktadır. Hapishanelerde tüberküloz sıklığının yüksek olması, bu faktörlerin çoğunun bir arada olmasına bağlıdır.

Yapılan bir çalışmada, kan grubu 0 olan kişilerin tüberküloza nispeten dirençli oldukları, kan grubu AB olanlarda ise tüberküloz gelişme riskinin arttığı gösterilmiştir.

Alkoliklerde tüberküloz gelişme riski genel nüfustan 10 kat fazla olduğu gösterilmiştir. Kronik hastaların bakın gördüğü akıl hastaneleri ve bakım evlerindeki hastaların tüberküloza yakalanma riski genel nüfustan 10 kat fazladır.

Yüksek tüberküloz riski ile ilişkili diğer faktörler diabetes mellitus, lenfoma, bunama ile seyreden tüm hastalıklar, mide ameliyatı geçirilmiş olması, kanser, silikozis ve immünosüpresif tedavidir.

Ancak günümüzde en güçlü risk faktörü AIDS hastalığıdır.

Ne gibi şikayetlere yol açar ?
Bazı hastalarda, akciğerlerde belirgin hastalık olmasına rağmen herhangi bir şikayet bulunmayabilir ya da ancak dikkatli bir sorgulama ile hastanın önem vermediği şikayetler tespit edilebilir. Risk gruplarına ya da diğer gruplara yapılan tarama amaçlı röntgen çekimlerinde bu durum görülmektedir.

Hastalar kendilerini gerek bedensel ve gerekse ruhsal olarak yorgun hissedebilirler. Az veya çok iştahsızlık ve zayıflama bulunabilir. Göğüs ağrısı sık değildir. Hafif egzersizle terlerler, hastalığın yaygınlığı nispetinde terleme artar ve genellikle geceleri görülür.

Hastaların en sık şikayeti öksürüktür, balgamlı ya da kuru öksürük şeklinde olabilir. Öksürüğün sıklığı hastalığın şiddeti ve yaygınlığı ile orantılı değildir. Balgam beyaz-sarı renkte seröz veya iltihaplı vasıfta olabilir.

Genellikle akşam saatlerinde ve gece görülen hafif ateş görülebilir. Yaygın hastalığı olanlarda 38-40 dereceye kadar yükselen ateş izlenebilir.

Kanlı balgam veya sadece ağızdan kan gelmesi şeklinde şikayetler tüberkülozun başlangıç şikayetlerini oluşturabileceği gibi, daha ziyade yaygın ve özellikle kronik kavite olarak adlandırılan yaralar içeren kronik hastalığı bulunan kişilerde görülür. Tüberkülozda kanama olması her zaman için hastalığın aktif olduğu anlamını taşımaz, geçirilmiş ve sekel kalmış inaktif tüberküloz olgularında ve geçirilmiş tüberkülozun sebep olduğu kalıcı solunum yolları genişlemelerinde (bronşektazi) de kanama görülebilir.

Bazen tüberküloza bağlı olarak kadınlarda menstrüel bozukluklar ve adet kesilmeleri görülebilir.

Fizik muayene bulguları yeterli midir ?
Fizik muayene bulguları tanı koydurucu değildir. Hastalığın seyrine ve şiddetine göre değişik muayene bulguları tespit edilebilir. Birçok vakada fizik muayene bulguları normal olarak değerlendirilir. Bu nedenle tüberküloz şüphelenilen her hastaya akciğer grafisi çekilmelidir.

Hastalığın tanısı nedir ?
Tüberkülozun kesin tanısı ancak Mycobacterium tuberculosis’in bulunmasıyla olur. Ancak basilin her vakada gösterilmesi mümkün olmamaktadır. Radyolojik incelemeler, şikayetler ve fizik muayene bulgularına göre hastalığın tüberküloz olduğu düşünülen olgularda basil bulunamamasına rağmen tüberküloz tedavisine başlanması gerekmektedir.

Basil aranması için en uygun materyal sabah çıkarılan balgamdır. Eğer bu yeterli olmazsa 24 saatte biriktirilmiş balgam incelenir. Basil aranacak balgam tükürükle karışmış ve kanamalı olmamalıdır. Balgam tetkiki üst üste 3-6 gün tekrarlanmalıdır.

Kişilerde bütün uyku dönemi süresince akciğerden atılan salgılar yutulmakta ve mide istirahat döneminde olduğundan sindirilmeden birikmektedir. Balgam çıkaramayan hastalarda tüberküloz basili mide suyundan incelenebilir. Bu hastalardan sabah uyandıklarında yataktan kalkmadan önce mide suyu sonda ile alınır ve basil incelenmesi için laboratuara gönderilir.

Tedavisi nedir ?
Tüberküloz basiline karşı etkili ilaçların bulunmasından önce tedavinin esasını iyi beslenme, istirahat ve uzun süreli sanatroyum tedavisi oluştururdu. Ancak etkili ilaçların bulunmasından sonra tedavinin esasını kemoterapi oluşturmaya başlamıştır.

Tüberküloz tedavisinde kullanılan ilaçlar 3 sınıfa ayrılabilirler. Öncelikli olarak tercih edilen ve tedavide daha etkili olan 1. grup ilaçlar; İzoniazid, Rifampisin, Etambutol, Pirazinamid veya Morfozinamid ve Streptomisin’dir. 2. grup ilaçlar; Tiasetazon, Paraaminosalisilik asit (PAS), Sikloserin ve Etionamid’dir. 3. grup ilaçlar ise; Viomisin, Kanamisin, Kapreomisin, Tiokarlid, Ofloksasin, Sifloksasin, Ampisilin-Sulbaktam, Alfasilin-Klavulonat vs yer almaktadır.

Tüberküloz tedavisinde kombine tedavi uygulanmalıdır. Basilin ilaçlara karşı geliştirdiği direnç nedeniyle tek ilaç tedavisi mümkün olmamaktadır. Ülkemiz gibi tüberküloz direncinin yüksek olduğu toplumlarda ilk 2 ay İzoniazid+Rifampisin+Pirazinamid veya Morfozinamid+Etambutol tedavisi uygulanır, devam eden 4 ay süresince de İzoniazid+Rifampisin ile tedavi tamamlanmalıdır. Ancak unutulmamalıdır ki tedavi protokolu ve süresi, kişide hastalığı oluşturan basilin direnç durumuna göre ve tedaviye alınan cevaba göre değiştirilmelidir.

Kategori: GOGUS HASTALIKLARI |

4/3/2007

Zatürre (Pnömoni)


Toplumun hem çocuk hem de erişkin kesimini etkileyen alt solunum yolu infeksiyonları (ASYE) denince Akut bronşit, Kr. bronşitin akut alevlenmesi ve Pnömoni akla gelmelidir. Günlük pratik tıpta çok önemli bir yer tutar.

Çoğu hafif seyreden ve kendi kendine iyileşen bu infeksiyonlarla daha çok pratisyen hekimler karşılaşır. Daha ağır seyreden ve hastane tedavisi gereken infeksiyonların tanı ve tedavisi ise uzman hekimlerce yapılır.

ASYE'de bakteriyel etkenler de söz konusu olduğundan, enfeksiyon ataklarının çoğu hafif ve kendi kendine iyileşebilecek olsa bile empirik antibiyotik tedavisine sıklıkla başvurulmaktadır. Ancak hangi hastalara ne tür antibiyotik rejiminin uygulanacağı konusunda bir netlik yoktur.

Etkenler nelerdir ?
Toplum kökenli pnömoniler, tipik pnömoni ve atipik pnömoni olarak iki alt grupta incelenirler. Tipik pnömonilere sıklıkla bakteriler neden olurken, atipik pnömoni etkenleri mycoplasmalar, chlamydialar, ricketsialar ve viruslerdir.

Hastane kökenli pnömoniler diğer hastalıklar nedeniyle hastaneye yatırılan kişilerde görülen pnömonilerdir. Sıklıkla etken bakterilerdir ve bunlardan en sık olarak Klebsiella pneumönia ve Pseudomonas aeruginosa pnömoniye neden olurlar.

İmmün yetersizliği olan hastalarda görülen pnömonilerin etken mikroorganizmaları, immün yetersizliğin sebebine göre değişmektedir. Bakteriler, viruslar ya da mantarlar pnömoniye neden olabilirler.

Ne gibi şikayetlere yol açar ?
Pnömonide şikayetler etken mikroorganizmanın türüne göre değişiklikler gösterir. Bakteriyel pnömonilerde genellikle ateş, üşüme ve titreme ile başlar ve gittikçe yükselir. Yüksek seviyede seyreden ateş zamanla normale düşer ve ateşin düşmesi ile hastada rahatlama gözlenir.

Öksürük başlangıçta kuru vasıftadır. Ancak daha sonra öksürükle beraber normal yapıda ya da iltihaplı balgam da görülür.

Hastaların en çok rahatsızlık bildirdikleri şikayetleri yan göğüs ağrısıdır. Yan ağrısı, akciğer zarlarının tahrişi sonucu meydana gelir. Öksürükle, nefes alıp vermekle ağrıda artış olur.

Hastalığın yaygınlık derecesine göre hastalarda nefes darlığı ve el, ayak ve dudaklarda morarmalar görülebilir. Bu tablolar ancak yaygın hastalığı olanlarda gözlenir.

Hastalarda genellikle halsizlik, iştahsızlık, kırgınlık gibi genel şikayetler de bulunmaktadır.

Etken mikroorganizmanın türüne göre nadiren kanlı balgam şikayeti de izlenebilmektedir.


Fiziki muayene bulguları nelerdir ?
Pnömonili hastalarda genel durum bozulabilir. Hastalığın bulunduğu tarafın solunuma katılımında azalma olduğu izlenebilir, hastanın yan ağrısını azaltmak için o tarafa doğru eğildiği görülür.

Hastada dinleme bulgusu olarak hastalığın dönemine göre değişik bulgulara rastlanabilir. Erken ve geç dönemlerde hasta olan akciğer alanlarında ral denilen anormal sesler duyulabilir. İltihabın yoğun olduğu dönemlerde ise bronşial solunum sesleri duyulmaktadır. Olaya akciğer zarları da karışmış ise, bu alanda frotman adı verilen ve akciğer zarlarının sürtünmesi ile oluşan anormal sesler duyulabilir.

Hastaların kalp atım sayısında artış mevcuttur. Nabız sayısı da artmıştır ve düzensiz nabız olabilir. Tansiyon değerleri normal sınırların altına düşmüştür.

Tanısı nedir ?
Tanı hastanın şikayetleri, muayene bulguları ve tetkikler bir arada değerlendirilerek konulur. Balgamda etken mikroorganizmanın tespiti kesin tanı ve tedavi planı için oldukça değerlidir.

Kanın çökme hızında artış gözlenir. Beyaz hücreler etkenin türüne göre artmış olabilir.

Balgam incelemesinden sonra en önemli tetkik yöntemi akciğer grafisidir. Akciğer grafisinde hastalığa yakalanan bölgede düzensiz vasıfta gölge koyuluğunda artış izlenir.

Balgamda direk bakı ile etken bakteri veya mantar izlenebilir ya da kültürde üretilebilirler. Viral pnömonilerde etken mikroorganizmanın tespiti güçtür.

Tedavi yolları nelerdir ?
Pnömoni tanısı konulan hastalara öncelikle destek tedaviler uygulanmalıdır. Hastanın odası sıcak ve nemli olmalıdır. Sıvı ihtiyacı giderilmeli, ileri derecede su kaybı olan hastalara serum tedavisine geçilmelidir. Ağrı ve ateşi olan hastalara ağrı kesici-ateş düşürücü ilaçlar verilmeli, tedaviye balgam söktürücü ilaçlar eklenerek balgam atılması kolaylaştırılmalıdır. Tedavi sonlarına doğru balgam çıkaramayan, ileri derecede rahatsız edici öksürüğü olan hastalara öksürük kesici ilaçlar verilebilir.

Hastalığın asıl tedavisi etken mikroorganizmanın tespiti ile mümkün olacaktır. Eğer mikroorganizma tespit edilmiş ise buna yönelik etkili antibiyotikler uygulanmalıdır. Eğer ilaç duyarlılık testleri yapma imkanı olursa, bu testlerin neticesine göre uygun antibiyotik verilmelidir.

Hastalığı oluşturan etkene ve hastalığın şiddetine göre tedavi en az 5-7 gün düzenli olarak uygulanmalıdır. Bazı mikroorganizmalarla oluşan pnömonilerin tedavi süresi daha uzun olmak zorunda olabileceği unutulmamalıdır.

Direk bakı veya kültür ile etken tespit edilememişse hastanın kliniğine ve laboratuar tetkiklerine bakılarak bakteriyel ya da viral pnömoni ayırımına gidilmeli ve gerekiyorsa geniş etkili antibiyotiklerle tedaviye başlanmalıdır.

Aşağıdaki hastalar hastanede yatırılarak tedavi edilmelidirler;

a. 65 yaş üzerindeki hastalar.

b. Şeker hasalığı, kalp hastalığı, böbrek yetmezliği, kronik akciğer hastalıkları, alkolizm, immün yetmezlik, kanser gibi hastalıkları olanlar

c. Solunum sayısı dakikada 30’dan fazla olanlar, sistolik kan basıncı 90 mmHg’nın altında veya diastolik kan basıncı 60 mmHg’nın altında olanlar, ateşi 38,8 derecenin üzerinde olanlar, şuurunda bulanıklık görülenler, akciğer dışı organlarda iltihabi bulguları tespit edilenler.

d. Beyaz küre sayısı 4.000’in altında veya 30.000’in üzerinde olanlar, hematokriti %30’un altında bulunanlar, arter kanında parsiyel oksijen basıncı 60 mmHg’nın altında tespit edilenler, akciğer grafisinde birden çok alanda pnömonisi olanlar ya da iki gün ara ile çekilen akciğer grafilerinde iltihabın hızlı ilerlediği gözlenen hastalar, akciğer zarları arasında sıvı toplananlar.

Kategori: GOGUS HASTALIKLARI

4/3/2007

Astım

Astım, hava yollarının kronik inflamatuar bir hastalığıdır. Bu inflamasyonda mast hücreleri, eozinofiller ve T-lenfositler başta olmak üzere değişik hücreler rol oynamaktadır. Duyarlı kişilerde, nöbetler halinde gelen hışıltı (hırıltı, ıslık sesi), nefes darlığı, göğüste sıkışma hissi ve öksürük yakınmaları ortaya çıkmaktadır. Yakınmalar, özellikle gece ve/veya sabaha karşı görülür. Bu semptomlar, spontan olarak veya ilaçlarla, kısmi veya tam reversibilite gösteren yaygın ve değişken hava yolu obstrüksiyonuna bağlıdır. Kronik inflamasyon, ayrıca hava yollarının uyarılara karşı duyarlılığının artmasına, başka bir deyimle bronş aşırı duyarlılığına neden olmaktadır. Duyarlılığı artmış hava yolları, sağlıklı kişileri etkilemeyecek kadar küçük uyarılar karşısında bile bronkokonstriktör yanıt verirler.

Ülkemizde astım hastalığının görülme sıklığı nedir ?
Ülkemizde astım görülme sıklığı erişkinlerde % 2-4, çocukluk çağında ise %5-8 arasında değişmektedir. Astım olgularının büyük çoğunluğu 10 yaşın altında ortaya çıkmakla birlikte her yaşta kendini gösterebilmektedir. Çocukluk çağında erkek cinsiyette daha fazla görülmektedir, erkek/kız oranı çocukluk çağında 3/1 olurken, gençlerde bu oran 1,3/1 değerlerine kadar düşmektedir. İleri yaşlarda ise aradaki fark ortadan kalkmakta ve daha sonra kadınlarda daha fazla görülmektedir.

Astım hastalığına neden olan etkenler nelerdir ?
1. Genetik faktörler : Astım hastalığının bilinen en önemli risk faktörü atopi, yani allerjik bünyedir. Atopinin ortaya çıkmasında ise genetik faktörlerin önemli rolleri vardır.

2. Çevresel faktörler : Ev içinde ve dış ortamda atmosfer kirliliği ve allerjen yoğunluğunun artması astım sıklığının artışında önemli birer faktördürler. Genetik faktörlerden bağımsız olarak, yaşamın ilk bir yılında çevresel kaynaklı allerjenler ile yoğun temas astım gelişiminde ciddi ve önemli bir faktördür.

3. Solunum yolu enfeksiyonları : Çevresel faktörler arasında da sayabileceğimiz solunum yolu enfeksiyonları astım atağını tetiklemektedir. Bu enfeksiyonlar vakaların yaklaşık % 40’ında etken olarak izlenmektedir.
Bebeklik çağında geçirilmiş olan Respiratuar sinsityal virus enfeksiyonlarının allerjik tablolar ve astımın ortaya çıkmasında rol oynayabileceğini gösteren bulgular olmasına karşın, viral solunum yolu enfeksiyonlarının astıma neden olduğu görüşü ispatlanmamıştır. Ancak bilinen bir gerçek, viral enfeksiyonlar solunum yolu iç duvarında harabiyete neden olmakta ve solunumla alınan allerjenler ya da diğer etkenlerin kolayca solunum yollarına ulaşmasına neden olmaktadır. Böylece allerjene karşı duyarlılık kolaylaşmaktadır.

4. Psikolojik faktörler : Vakalarının yaklaşık 1/3’ünde sıkıntı, stres, korku, heyecan gibi psikolojik faktörler astım ataklarının ortaya çıkmasına neden olmaktadır.

5. Hormonal faktörler : Vakaların az bir kısmında hormonal sistemin rolü düşünülmektedir. Çocukluk çağında başlamış olan astım olguları ergenlik dönemi ile geçebilmektedir. Bunun aksine ergenlik dönemi ile başlayan astım olguları da vardır. Gebelik iki yönlü etki yapabilir, gebelikte bazen astım atakları daha ağır bir hal alabilir, ancak ikinci aydan itibaren ataklar hafifler ve seyrekleşir.

6. Diğer etkenler : Hamile kadınların beslenme bozuklukları anne karnındaki bebeklerin beslenmesinde bozulmaya neden olmaktadır. Bu tür anne rahminde beslenme bozukluğu olan bebeklerde doğum sonrasında gelişme gerilikleri gözlenebilmekte ve kanda allerji ile ilgili olan eozinofil protein X değerleri yüksek bulunabilmektedir. Bu bebeklerde doğum sonrası da olsa astım ve diğer allerjik hastalıkların daha sık görüldüğü varsayılmaktadır.

Ne gibi şiakayetlere yol açar ?
Hastaların en önemli yakınmaları nefes ve hışıltılı solunumdur. Olguların büyük çoğunluğunda nefes darlığı gece gelir. Nedeni de yastık, yorgan gibi malzemelerde bulunan ev tozu akarları, yün gibi allerjenlerin yoğun bir şekilde solunması ile akciğerlere ulaşmasıdır. Ayrıca geceleri vücutta gelişen hormonal ve sinirsel değişiklikler de gece nefes darlığı gelişiminden sorumlu olabilir.

Hastaların bazılarında tek ve ilk şikayet uzun süre devam eden kuru öksürük olabilir. Nedensiz olarak, ataklar şeklinde ortaya çıkan ve özellikle gece hastayı uykudan uyandıran kuru öksürükler astım hastalığını akla getirmelidir. Şiddetli öksürükten sonra hastalar bazen balgam çıkarabilirler ve balgam çıkardıktan sonra rahatladıklarını ifade ederler. Öksürük nöbeti sırasında bayılma görülebilir.

Bazı hastalarda nöbet sırasında ya da nöbet aralarında morarmalar fark edilebilir ve hava açlığının göstergesidir. Hastalar ayrıca karın şişkinliği, çarpıntı ve diğer allerjik belirtilerden (burun tıkanıklığı ya da akıntısı, gözde sulanma, kızarıklık veya kaşıntı vs) yakınabilirler.

Astımın fiziki bulguları nelerdir ?
Astım atağı dışında gelen bir hastanın fizik muayenesinde genellikle herhangi bir bulguya rastlanmaz. Hastalığın başlangıç dönemlerinde ya da çok hafif seyrettiği durumlarda muayene bulguları çok zayıf olabilir.

Atak esnasında başvurmuş olan bir hastanın muayenesinde solunum sıkıntısı belirgin olarak izlenir. Atağın şiddetine göre yardımcı solunum kasları da faaliyete geçer. Hasta yatırıldığında solunum sıkıntısının arttığı izlenebilir.

Astım atağı ile gelmiş olan hastada hışıltılı solunum vardır ve akciğerleri dinlendiğinde ronküs denilen ve solunum havasının dar bir alandan geçmesine bağlı anormal sollunum sesleri duyulur. Çok şiddetli astım atağında muayene bulguları çok azalır ve solunum sesleri hiç duyulamayabilir.

Hastalarda ellerde, dudaklarda morarmalar izlenebilir, kalp atım sayısında artış tespit edilebilir. Ağır astım ataklarında tansiyon düşebileceği gibi, bazı ataklarda tansiyon yüksekliği de gelişebilir.

Astım hastalığının tanısı ?
Astım bronşiale tanısı için hastanın hikayesi, muayene bulguları ve laboratuar testleri yol göstericidir. Tüm bunlara rağmen astım tanısına ulaşmak kolay olmayabilir.

Nefes darlığı, hışıltılı solunum ya da uzun süre devam eden kuru öksürük nedeniyle gelen hastanın fizik muayene bulgularının normal veya anormal olmasına bakılmaksızın laboratuar yöntemlerine başvurulmalıdır. Muayene bulguları astım lehine olan hastalarda tanıya ulaşmak daha kolaydır, ancak ataklar arasında gelmiş olan ya da muayene bulguları zayıf olan hastalarda tanı daha da güçleşmektedir.

Her hastaya akciğer grafisi çekilmelidir, unutulmamalıdır ki bazen iltihabi durumlarda ve diğer bazı akciğer hastalıklarında tablo astımı taklit edebilir. Astım bronşialede akciğer grafisi genellikle normaldir.

Astım tanısına destek amacıyla ve diğer hastalıklardan ayırıcı tanısında bazı kan tetkikleri istenebilir.

Astımın kesin tanısı solunum fonksiyon testi ile konulur. Akciğere giren ve çıkan hava miktarlarını ölçme esasına dayanan solunum fonksiyon testinde, astımlı hastalarda belirgin bozulmalar izlenebilir.

Astımın tedavisi nedir ?
Tedavinin amacı, hastaya astım ile ilgili şikayetlerinin olmadığı ya da en az düzeyde şikayetin olduğu bir yaşam sağlamak olmalıdır. Hasta normal bir yaşam aktivitesi gösterebilecek düzeye gelebilmelidir.

Tedavide birinci basamak korunmadır. Kişi duyarlı olduğu allerjenlerden uzaklaşmalı, şikayetlerin başlamasına ve atakların ortaya çıkmasına neden olacak etken ve olaylardan sakınmalıdır.

Astım tedavisinde solunum yoluyla verilen ilaçlar öncelikle tercih edilmelidir. Solunum yolu ile ilaç kullanamayan hastalarda diğer tedavi yollarına (tablet, ampul vs.) başvurulmalıdır.

Astımın ilaçla tedavisinde birinci seçenek ilaç solunum yolu ile alınan steroidler olmalıdır. Uzun etkili beta-2 agonist ilaçlar, lökotrien reseptör antagonistleri, teofilin türevi ilaçlardan bir veya birkaçı tedaviye eklenebilir. Kısa etkili beta-2 agonist ilaçlar solunum sıkıntısı atakları sırasında kullanılabilir.

Hasta tedavisini hekim kontrolünde düzenli olarak kullanmalı ve kontrollerini aksatmamalıdır. Düzenli kontrollerde yapılan solunum fonksiyon testleri ile hastanın son durumu değerlendirilmeli ve tedavi planı yeniden oluşturulmalıdır.

Kategori: GOGUS HASTALIKLARI |

4/3/2007

KOAH


Kronik bronşit ve amfizeme bağlı olarak gelişen kronik, geri dönüşümsüz ve ilerleyici olan hava akımı kısıtlanması ile karakterize bir hastalıktır. Hava akımı kısıtlanması kısmen geri dönüşümlü ve solunum yolları aşırı duyarlılığı ile birlikte olabilir. Kronik bronşit ya da amfizemi olan bir hastada KOAH hastalığının geliştiğini söyleyebilmek için kronik hava akımı kısıtlanmasının meydana gelmiş olması gerekmektedir.

KOAH, zararlı madde ve gazların uzun süreli solunması sonucu akciğerlerde oluşan anormal yanıtın neden olduğu ilerleyici hava yolu daralmasına bağlı hava akımı kısıtlanması ile karakterize bir hastalıktır.


KOAH’ta kronik bronşit ve amfizem genellikle bir aradadır.

Ne sıklıkta görülmektedir ?
KOAH daha ziyade ileri yaş hastalığıdır. Yaş ilerledikçe KOAH’a bağlı ölüm sıklığı artmaktadır. Erkeklerde daha sık olarak gözlenmektedir. KOAH’
ın dünyada görülme sıklığı tüm yaş grupları için erkeklerde % 0,9 ve kadınlarda % 0,7 olarak bildirilmektedir. Türkiye’de yapılan bir çalışmada 40 yaş üzeri insanlarda KOAH’ın görülme sıklığının % 13,6 olduğu, erkeklerde bu oranın % 20,1 ve kadınlarda % 8,2 olduğu bildirilmiştir.

Neler etken olmaktadır ?
1. Tütün : KOAH gelişiminde en önemli risk faktörü sigara içimidir. Gelişmiş ülkelerde KOAH gelişiminden %80-90 oranında sigara kullanımının sorumlu olduğu bildirilmektedir. Sigara içenlerde içmeyenlere oranla KOAH gelişiminde belirgin artış olmaktadır (sigara kullananlarda 9-30 kat daha sık KOAH gelişmektedir).

Kronik bronşitin şiddeti ve ölüme sebebiyet vermesi ile sigara kullanımı arasında bir paralelizm mevcuttur. Sigara içenlerde içmeyenlere oranla 6 kat daha fazla kronik bronşite bağlı ölüm görülmektedir.

Sigara tiryakiliği amfizemin oluşmasında da başta gelen nedenlerden biridir. Sigara içenlerde amfizemin şiddeti ve ölüme sebebiyet vermesi sigara kullanmayanlara göre belirgin bir şekilde yüksektir.

2. Hava kirliliği : Kronik bronşit ve amfizem hava kirliliği olan ve endüstri bölgelerinde yaşayan insanlarda daha sık olarak görülmektedir. Bu da hava kirliliğinin KOAH gelişiminde önemli bir faktör olduğunu göstermektedir.

3. Mesleksel faktörler : İşyerinde endüstriyel gazlar, dumanlar ve tozlarla temas içinde olan kişilerde KOAH gelişimi daha sık görülmektedir. Madenlerde, ağaç sanayiinde, metal işlerinde, ulaşım sektöründe, inşaat ve boya iş gruplarında, yem sanayiinde ve tarımla uğraşanlarda KOAH gelişme riski yüksektir.

Sigara kullanımı ile çevresel ve mesleki faktörler bir arada olduğunda karşılıklı olarak birbirlerinin zararlı etkilerini artırmakta ve KOAH gelişime ihtimalini artırmaktadır.

4. Sosyoekonomik şartlar : Hijyenik şartların iyi olmadığı evlerde ve bölgelerde yaşayan insanlarda KOAH gelişme oranı artmaktadır. Kişilerin eğitim düzeyleri de KOAH gelişiminde önem taşımaktadır.

5. Solunum yolu enfeksiyonları : Çocukluk çağında geçirilen solunum yolu enfeksiyonlarının ileride gelişecek KOAH için uygun zemin hazırladığını, buna diğer faktörlerin de ilave olması ile KOAH gelişme sıklığının arttığını gösteren çalışmalar mevcuttur.

6. Genetik faktörler : Doğumsal alfa-1 antitripsin eksikliği genetik bir hastalıktır ve bu kişilerde serum alfa-1 antitripsin düzeylerinde belirgin azalma ile birlikte buna bağlı olarak 30-40 yaşlarında amfizem gelişmi ile karakterizedir. Bu hastalarda çevresel faktörler olmasa bile genç yaşlarda amfizem gelişir.

7. Diğer faktörler : Akciğerde yaygın harabiyete ve sekel oluşumuna neden olan hastalıklar (pnömokonyozlar, sarkoidozis, yaygın tüberküloz vs.) amfizem nedeni olabilirler. Uzun yıllar devam eden astım bronşiale de sonunda amfizeme neden olabilir.

Çocukluk çağında anne-babanın sigara kullanımına bağlı olarak pasif sigara içimi neticesi ileri yaşlarda KOAH gelişme riski artmaktadır.

Alkol kullanımı ile KOAH gelişimi arasında da ilişki tespit edilmiştir.

Ailesinde KOAH’lı hasta bulunanlarda, düşük doğum ağırlığı ile dünyaya gelen bebeklerde, allerjik bünyeli çocuklarda, solunum yollarının dış etkenlere karşı aşırı duyarlılığı bulunanlarda geç dönemlerde KOAH gelişme riskleri yüksektir.

Ne gibi şikayetlere yol açar ?
KOAH’
ın en belirgin semptomları olan öksürük ve balgam hastalığın başlangıcından itibaren vardır. Daha sonra şiddeti artan bu şikayetlere nefes darlığı ve hışıltılı solunum da ilave olur.

Öksürük başlangıçta hafiftir, genellikle sabahları şiddetlenir ve balgam atılması ile hasta kısmen rahatlar. İlerleyen yıllarda hastalığın ilerlemesiyle ya da ataklar sırasında şiddetlenir.

Balgam ataklar dışında az miktardadır ve nispeten kolay atılır. Hastalığın kronikleşmesiyle günlük miktarı ve koyuluğu artar. Hastaların bir kısmı bol balgam çıkarmaktan yakınırken bir kısmı da balgam çıkaramamaktan yakınır.

Öksürük nöbetleri esnasında solunum yollarındaki kılcal damarlarda yırtılmalar olabilir ve balgam üzerinde çizgi şeklinde kan görülebilir.

KOAH’
ın başlangıcında egzersizle gelen nefes darlığı vardır, hastalık ilerledikçe istirahatte de nefes darlığı görülmeye başlar. KOAH’lı hastalarda görülen nefes darlığından solunum yollarındaki daralma, aşırı havalanma nedeniyle solunum pompasının etkinliğini kaybetmesi, akciğerde damarsal yatağın azalması ve psikolojik faktörler sorumludur.

KOAH’ta bazen ataklar sırasında hışıltılı solunum sesleri duyulabilir. Hastalık ilerleyip oksijen azlığı da geliştiğinde eller, ayaklar ve yüzde morarmalar da görülebilmektedir.

Kronik oksijen eksikliği ve tekrarlayan ataklar kalp yetersizliği gelişimine neden olur.

Ne gibi fiziki bulguları vardır ?
Birinci saniyede dışarı verilen hava miktarı (FEV1) beklenen değerin % 50’sinden fazla olan KOAH’lı hastalarda hiçbir anormal bulguya rastlanamayabilir. Yerleşmiş KOAH’
ı olan hastalarda ise hastalığın derecesine göre fizik muayene bulguları saptanabilir.

Hastalar genellikle geniş, fıçı göğüse sahiptir, göğüs ön-arka çapı artmıştır. Boyunda yardımcı solunum kaslarının belirgin hale gelmiş olması ve nefes alırken bu kasların solunuma katılmaları izlenebilir.

KOAH’lı hastalarda dinleme bulguları değişkendir. Genellikle solunum sesleri azalmış olarak duyulur ve kalp sesleri derinden ve hafif şekilde duyulabilir. Hastalarda solunumun nefes verme safhası uzamıştır.

Genellikle ataklar sırasında, nefes verme döneminde daha belirgin olan, ancak solunumun hem nefes alma hem de nefes verme dönemlerinde işitilebilen, ronküs denilen anormal sesler duyulabilir. Hafif vakalarda sadece yalnız derin soluk verme esnasında işitilirler.

Hastalarda el, ayak ve yüzde morarmalar görülebilir. Bu hastalığın şiddetli olduğunu gösterebilir. Ayrıca uzun süreli olgularda parmak uçlarında çomaklaşmalar izlenebilir.

Tedavisi nedir ?
KOAH’ta tedavinin amacı, hastada şikayetlerinde rahatlama sağlamak ve yaşam kalitesini yükseltmek, solunum sıkıntısı ataklarını engellemek, hastalığın ilerlemesini yavaşlatmak, olası komplikasyonları önlemek ve tedavi etmek olmalıdır.

KOAH tedavisinin birinci kuralı sigara kullanımının kesin olarak bırakılmasıdır. Ayrıca solunum yollarını açıcı ilaçlar ile tedavi devam ettirilir, gerektiğinde oksijen verilmelidir, kalp yetersizliği gelişmiş olan hastalarda buna yönelik tedavi de verilmelidir.

KOAH tedavisinde solunum ile alınan ilaçlar ilk etapta tercih edilmeli, bunları kullanamayan hastalarda diğer ilaç formları (tablet, flakon vs.) verilmelidir.

KOAH’
ın ilaç tedavisinde birinci derecede verilmesi gereken ilaçların başında antikolinerjik ilaçlar gelmektedir. Hastalığın şiddetine göre, uzun etkili beta-2 agonist ilaçlar, teofilin türevleri ve steroidlerden bir veya birkaçı tedaviye eklenebilir. Kısa etkili beta-2 agonist ilaçlar solunum sıkıntısı atakları sırasında verilebilir.

İleri derecede hastalığı bulunanlar ve ataklar sırasında uygulanan tedaviye rağmen rahatlamayan hastalar hastaneye yatırılarak hastane koşullarında tedavilerine devam edilmelidir.

Hastalığın tedavisi mutlaka yapılan tetkikler neticesinde hastalığın derecesine göre planlanmalı ve verilecek ilaçlar düzenli kontroller yapılarak hekim tarafından ayarlanmalıdır.

2 yorum:

Adsız dedi ki...

Teşekürler. Hastalık konusunda bizleri bilgilendirdiğiniz için,sağolun.

İzm.den Haydar

Feyza Bulut dedi ki...

Koah yani bilinen adıyla kronik bronşit nedir diyecek olursak günümüzde en riskli durumlardan biridir. Makale için teşekkürler, elinize sağlık.