19/02/2009 AVRUPA GERÇEĞİ YÜCEL ÖZDEMİR Chavez diktatörse...
Bolivarcı Venezuela Cumhuriyeti’nde pazar günü yapılan referandumda, emperyalizme ve neoliberal politikalara karşı çıkan halk güçlerinin yeni bir zafer kazanması, en çok da Avrupa’daki gerici basını, partileri ve sözde düşünce kuruluşlarını öfkelendirmişe benziyor. Hepsi ağız birliği etmişçesine “halkın askeri” Hugo Chavez’in, iki dönemden fazla devlet başkanı seçilmesinin önünü açan anayasa değişikliğini “diktatörlüğe gidiş” olarak değerlendiriyor. Her şeyden önce referandumda sadece Chavez değil, seçimle işbaşına gelen herkesin, halk tarafından seçilebildiği sürece görevini sürdürmesi onaylandı. Aslında bu durum, Avrupa ülkelerinde, Venezuela’nın yaptığı değişiklik biçimiyle yıllardır işliyor. Örneğin Almanya’da belediye başkanlığı, eyalet başkanlığı, milletvekilliği, başbakanlık gibi mevkiler için herhangi bir süre/dönem sınırlaması bulunmuyor. Helmut Kohl 16 yıl aralıksız başbakanlık yaptı. 1998’deki seçimleri kaybetmemiş olsa idi bu süre 20 yıla çıkacaktı. Ama bu ülkede hiç kimse çıkıp, Kohl’ü “diktatörlükle” suçlamadı. Tersine, “halkın güvenini kazanmayı başaran büyük devlet adamı” ilan edildi. Eski Cumhurbaşkanı Johannes Rau, 20 yıl boyunca Kuzey Ren Vestfalya eyaleti başbakanlığı, Norbert Burger 19 yıl Köln belediye başkanlığı yaptı. Bunlara da kimse “diktatör”, “kral” demedi. Yani; Avrupa’nın gerici basını ve çevreleri, kendi yasalarında çoktan yer alan bir uygulamanın Venezuela’da hayata geçirilmesine karşı çıkıyor ve halkçı lider Chavez’i “diktatörlük heveslisi” olmakla suçluyor. Aynı yaklaşım, Türkiye’deki egemen medyanın diline de hakim. Tam bir ikiyüzlülük örneği. Bununla kalmıyorlar, karşı devrimlerin örgütlenmesi için akıl veriyorlar. Kohl’ün partisine yakınlığıyla bilinen Konrad Adenauer Vakfı’nın Latin Amerika’da faşist diktatörlükleri, aşırı dinci Katolik kiliseleri desteklediği biliniyor. Bu vakıf, Venezuela’daki referandum sonrasında yayınladığı değerlendirme raporunda, muhalefetin neden Chavez’e karşı etkili olamadığını tespit ederek, 2012’deki başkanlık seçimlerine şimdiden hazırlanması gerektiğini öneriyor. Chavez’in 2007’de kaybettiği referandumu örnek göstererek, öğrenci gençliğin büyük sorumluluklar üstlenmesini istiyor. Sadece Almanya değil, başta ABD olmak üzere bütün emperyalist güçler, Venezuela’daki gelişmelerden rahatsız olduklarını defalarca ifade ettiler, halkçı yönetimi devirmek için ellerinden geleni yaptılar. Ama bugüne kadar hiçbirisi istediğine ulaşamadı. 15 Şubat’taki referandum da bu emellerine kısa bir süre içinde ulaşmayacaklarının önemli bir göstergesi oldu. Kaldı ki artık Venezuela yalnız değil. Bolivya ve Ekvator’da da halkçı anayasalar yürürlüğe konuldu, kazanılan mevziler güçlendirildi. Latin Amerika ülkeleri son birkaç yıldır neoliberal politikalara, özelleştirmelere, sosyal kısıtlamalara ve en önemlisi de ABD emperyalizminin dayatmalarına karşı bağımsızlık yolunda önemli mesafeler kat ettiler. Türkiye’de ABD emperyalizmine ve kapitalist sisteme karşı verilen devrimci mücadele ile Latin Amerika’daki mücadele arasında sürekli benzerlikler kuruldu, kuruluyor. ABD’nin desteğiyle gerçekleştirilen darbeler, işkenceler, kayıplar, kontrgerilla örgütlenmesi...neredeyse aynı. Şiddetle dağıtılan devrimci örgütlerin yeniden toparlanması, bölünmesi, parçalanması da... Ama Latin halkları, son on yıldır ABD’den çektikleri acıların hesabını, geniş halk cephe örgütlenmesiyle kurdukları halkçı iktidarlarla soruyorlar. Her referandum, her seçim, bölgede ABD emperyalizminin biraz daha sökülüp atılmasına, umudun ve sevicin büyümesine vesile oluyor. Bu nedenle Türkiye’deki devrimcilerin, ilerici halk güçlerinin, yurtseverlerin, Latin halklarının kazanımlarından, mücadele deneyimlerinden ve biçimlerinden öğreneceği çok şey var elbette!..
Evrensel
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder