HAMDİ MASKAR: İMAMLIKTAN, KOMÜNİST PARTİSİ YÖNETİCİLİĞİNE GEÇTİM |
HAMDİ MASKAR 03 ŞUBAT 2009 |
Ya ömür boyunca anlamadan, araştırmadan, gerçekleri bilmeden imamlık yapacak; ya da okuyup araştıracak, imamlığı bırakacak, kendime başka bir yol çizecektim. Bu yolu düşünmek bile o zamanlar beni korkutuyordu...
Ama ben Kuran’ı Türkçe okumaya başlayınca iş değişti. Malatya’dan eşimi Almanya’ya getirebilmek için babamın şeyhinden izin aldık. Almanya’ya geldikten birkaç yıl sonra da Türkiye Komünist Partisi yöneticisi oldum...
Hamdi Maskar’la ne zaman, nerede ve nasıl karşılaştığımı tam olarak hatırlamıyorum, Sanki hep tanışıyorduk, sanki bizim köyden birisiydi. Her zaman candan, her zaman dürüst gördüm onu. Birçok yol arkadaşının umudunu yitirdiği günlerde bile umutluydu.
Babasından Kuran’ı tecvitle okumayı öğrenip, hatim indirdiğinde henüz 11 yaşında bir çocukmuş. 1960’lı yıllarda, henüz 13-14 yaşlarındayken tarikat toplantılarına katılmaya başlamış; bazen müezzinlik bazen de imamlık yapmış. Aynı Hamdi Maskar, 1990’da yasal olarak kurulan Türkiye Birleşik Komünist Partisi (TBKP)’nin kurucu üyeleri arasında yer almış ve Genel Yönetim Kurulu üyesi olmuş.
Nereden nereye? Bir insan bu kadar nasıl değişebilir? Neydi, ne oldu? Hangi rüzgârlar koparıp attı onu Anadolu’nun bağrından? 29 Aralık 2006, Cuma günü aktığı nehirleri, yürüdüğü yolları anlatmasını rica ettim. Eşi Havva Maskar da oradaydı.
“Resmi kayıtlara göre 5 Nisan 1946’da Malatya ili, Akçadağ ilçesi, Aliçeri köyünde doğmuşum. Esas doğum tarihim tam olarak belli değil” diyerek başladı sözlerine. Sözünü hiç kesmedim. Anlattı, anlattı... Ben de anlattıklarını aynen yazdım:
“Aynı ana babadan dördü erkek, üçü kız yedi kardeşiz. Ben ailenin yaşayan ilk erkek çocuğuyum. Ailenin ilk doğan erkek çocuğu yaşını dolduramadan ölmüş. Benden büyük bir ablam var.
Babamın adı Mehmet. Babam Nakşibendi tarikatı müridiydi. “Halife” mertebesine kadar yükselmişti.
Annemin adı Mayrik idi. Tahminen 1918’de Akçadağ’ın Tevük köyünde doğmuş. Anneannemin adı da Fadik idi. Ben ona “Fadik Ana” derdim. Anneannem, tek evladına bir Ermeni ismi olan Mayrik ismini vermiş. Bildim bileli, anama “Mayrik Bacı” derlerdi.
Akçadağ’ın eski ismi “Arğa” imiş. Bu ismin kökenini bilmiyorum. Arğa’nın yerlileri arasında Ermeniler ve Rumlar çoğunluktaydı. Fadik Anam, annemi doğurduğu dönemde köyünde, mahallesinde Ermenilerle bir arada yaşarlarmış. Belki Mayrik, Fadik Anamın çok sevdiği bir Ermeni komşusuydu.
Köyde 1952’ye kadar yaşamışız. Mallar bölüne bölüne aileyi geçindirmez hale gelince, biz Akçadağ’a göçmüşüz. Hayal meyal hatırlarım köyden ayrılışımızı. Çocukluğum Akçadağ’da geçti. İlk ve ortaokulu Akçadağ’da okudum. Ortaokulu bitirdikten sonra Malatya Turan Emeksiz Lisesi’ne devam ettim. Ablamı okutmadılar. Çok okumak istiyordum. Fakat babamın beni okutacak parası kalmamıştı. Bu nedenle liseyi bırakmak zorunda kaldım. Bu olay beni çok sarstı. Hayatı o günkü aklımla düşünmeye, içine düştüğüm karanlık çukurdan kurtulmaya çalışıyordum.
KAFAMDAKİ SORULAR, ÇELİŞKİLER...
Çelişkiler içinde yaşıyordum. Babam bir yandan Alevilere kızıyor, diğer yanda ise Aleviler ile dostça geçiniyordu. Babamın çok güvendiği Alevi arkadaşları da vardı. Babam Nakşibendi şeyhinin müridi olarak çeşitli dini toplantılara katılıyor; sesinin güzel olması nedeniyle sık sık mevlit okuyordu. Okuduğu mevlitlerde Hz. Hasan’ın, Hz. Hüseyin’in adlarını saygıyla anardı. Bunlar benim kafamda soru işaretleri doğuruyordu.
İslam tarihindeki, İslamiyet içindeki sert tartışma ve çatışmalar beni çok düşündürdü. Kendi kendime sormaya başlamıştım: İnsan insanı; dindar, din kardeşini nasıl öldürebilirdi? Kendi kardeşimi din uğruna öldürebilir miydim? Başlangıçta aklıma gelen bazı sorulardan korkuyor, günah işlemekten çekiniyordum. Bendeki kuşkular, çelişkiler, korkular Kuran’ın Türkçe’sini okuduktan sonra arttı.
Kuran’ı anlamadan, ezberden okuduğum zamanlarda kafam, oluşan ulvi, kutsal duygu ve düşüncelerle sarsılıyordu. Türkçe Kuran’daki sözler bana çok basit, sıradan geldi. Ben Arapça Kuran’ı okurken anam babam ağlardı. Neden ağladıklarını ben de bilmezdim. Köylere gittiğimde daha çok Bakara Suresi’ni okurdum. Dinleyenler hüngür hüngür ağlardı. Türkçe Bakara Suresi’ni okuyunca kafamdaki ulvilik yıkıldı. Anlamadan okuduğum zamanlarda kafamda bir Allah kavramı yaratmıştım. Ama Türkçe Kuran’da gördüğüm Allah, kafamdakine benzemiyordu. Türkçe Kuran’ı okurken kendimden geçmem, dinliyenleri ağlatmam mümkün değildi. Türkçe ayetlerde anlatılanlar, kafamdaki ulaşılmazlığı yıktı, sınırsızlığı sınırladı. Bu işin sonu yoktu! Ya ömür boyunca anlamadan, araştırmadan, gerçekleri bilmeden imamlık yapacak; ya da okuyup araştıracak, imamlığı bırakacak, kendime başka bir yol çizecektim. Bu yolu düşünmek bile o zamanlar beni korkutuyordu.
GERÇEK HAYATA DÖNÜŞ
Liseyi terk ettikten sonra bir süre Akçadağ’da çalıştım. Sonra Malatya Şeker Fabrikası’nda bir iş buldum. Askerlik zamanı gelmişti.
Askerlikten sonra Malatya’ya dönmedim. İstanbul’da bir iş buldum. Bir süre dozer kullandım. Daha sonra “Çelikyay” adlı firmaya girdim. Aldığım aylık, sıradan bir hayatın ihtiyaçlarını karşılamaya yetmiyordu. Akçadağ’da sendikadan, sendikal mücadeleden haberim yoktu. 1971’de Çelikyay Fabrikası’nda çalışmaya başladıktan sonra, fabrika hayatını, sendikayı, sendikal mücadeleyi öğrenmeye başladım. O yıllarda Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) ve Maden-İş Sendikası işçiden yana önemli sendikalardı. Ben Çelikyay’a girdikten bir ay sonra Maden-İş’e üye oldum. Daha sonra işyeri sendika temsilciği yedek üyeliğine seçildim. Maden-İş’in çeşitli toplantılarına, seminerlerine katılıyordum.
Çelikyay Fabrikası işçilik hayatımın ilkokulu oldu. Sendika üyesi olduktan sonra gözlerim yavaş yavaş dünyayı başka görmeye başladı. O yıllarda Almanya kalifiye işçi alıyordu. Ocak 1972’de Almanya’ya gitmek için, İş ve İşçi Bulma Kurumu’na “kaynakçı” olarak başvurdum. Üç ay gibi kısa bir zamanda Almanya’ya gitme sıram geldi.
Kaynak: Birgün Gazetesi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder