GERÇEK
İ. Sabri Durmaz-durmaz@evrensel.net
Sendikal hareket, onun somuttaki bir ifadesi olan sendikalar, bugün son derece önemli bir sınavla karşı karşıyadır. Çünkü gerek dünya gerekse Türkiye, emek mücadelesi açısından son derece önemli bir süreçten geçerken; Türkiye’nin demokratikleşmesi sorunu da her çevrenin, en başta da sendikaların açıkça tutum almasını zorlayan bir aşamaya gelmiş bulunmaktadır.
Bu sürecin önemini belirleyen gelişmeleri şöyle sıralayabiliriz:
1) İstihdam ve Teşvik Paketi: Kriz derinleştikçe, emekçilere yansıması da daha acıtıcı olmaktadır. Ve krizin en acıtıcı yansıması işsizlik ve yoksulluğun derinleşmesi yanı sıra işçi ve emekçilerin kazanılmış haklarının ortadan kaldırılması girişimleri olarak ilerlemektedir. “İstihdam ve Teşvik Paketi” adı verilen paketin unsurları saldırının ne kadar hainane amaçlı olduğunu ortaya koymuştur.
Açıkça bu paket; İşsizlik Fonu ve hazineyi patronların yağmasına açıp asgari ücreti fiilen ortadan kaldırırken aynı zamanda patronlara esnek çalışmanın sınırsız bir biçimde uygulamasının önünü de açmaktadır. Hükümet bu saldırıyı, 500 bin işçi istihdam edilecek bahanesini arkasına gizlemektedir. Ki, bu aynı zamanda sıranın kıdem tazminatını tasfiyesi, sağlık ve sosyal güvenlikten yeni kesintilere ve ücretlerin ve maaşların düşürülmesine geldiğinin de habercisidir. Bu paket ve içeriği en çok sendikaları ilgilendirdiği halde; sendikalardan hiçbir ciddi tepki gelmiş değildir. Oysa hükümet burada adım atarsa, ne TİS’lerin, ne esnek çalışmaya direnmelerin ne de “Krizin faturasın kabul etmeyeceğiz” iddialarının anlamı kalmayacaktır.
2) Kamu TİS’leri ve Toplu Görüşmeler: Kamu TİS’lerinde hükümet, onca oyaladıktan sonra yüzde 3 gibi komik bir zam önermiş olmasına karşın sendikal konfederasyonlardan hükümete karşı tutum alma konusunda bir girişim gözlenmemektedir. Sendika şubeleri ve kimi merkezlerden gelen tepkilerse, henüz beklenen etkiyi uyandırmış değildir. Oysa sıkışan sadece kamu TİS’leri değil, yukarda, paketle ve krizle ilgili söylenenlerden anlaşılacağı gibi, Kamu TİS’leri ile kamu emekçilerinin toplu görüşmeleri aynı potadadır ve biri nasıl biterse diğeri de öyle bitecektir. Bu yüzden de sendikal konfederasyonlar bu gerçeği görmek ve güçlerini birleştirmek yerine, tersine her biri ayrı hareket etmeyi marifet saydıkları gibi, yakın gelecekte bir birlik ve ortak mücadele girişimlerinden bile söz edilememektedir. Oysa bugünkü koşullarda, hiçbir sendika ve konfederasyonun “Tek başına kurtuluş” diye bir yolu ve “Ben böyle yürüyeceğim” diye bir lüksü yoktur. Burada en başta görev de Türk-İş ve KESK’e düşmektedir.
3) Kürt sorununun barışçıl çözümü talebi: Kürt sorununun en önemli ve çözülmesi en acil sorun olduğu, artık hükümet, AKP, Genelkurmay Başkanı, devletin en yetkili ağızları tarafından da kabul edilmektedir ve herkes “Bu sorun artık bir an önce çözülmesi gerekir” diyerek tutum almaktadır. Bugüne kadar sadece “şehit cenazeleri” üstünden fikir söyleyen sendikal mihraklar, hiç olmazsa kendi üyeleri içinde Kürt ve Türk işçilerin kardeşliğini gözeten ve barışçıl yöntemlerle sorunun çözümü talebin öne çıkaran bir tutum almayı benimseyebilirler. Bunu yapmalıdırlar da. Bu sadece tarihe, ülke sorunlarında taraf olmak gibi sorumluluklardan da öte kendi üyelerinin birliği ve bütünlüğü için de alınması gereken bir tutumdur.
Son aylardaki gelişmeler, bu üç sorunda sendikaların ortak bir tutum almasını açık bir biçimde dayatmıştır. Eğer sendikalar ve konfederasyonlar bir tutum almasalar bile tarih onların; ülke sorunları karşısında ve sınıfın birliği konusunda son derece sorumsuz davrandıklarını ve tutumlarının affedilmez olduğunu yazacaktır. Çünkü böyle durumlarda tutum almamak, olup biteni yok saymak bile bir tutum almak anlamına gelir. Ama çözümsüzlükten, halkların acı çekmesinden, emekçilerin ezilmesinden yana tutum almak anlamına gelir.
Sendikal mihraklardan beklenen; elbette bu ülkenin emek ve demokrasi mücadelesinin en önemli sorunları karşısında bugünkü sessizliklerine son vererek; sendikacı sıfatına yakışan haktan, adaletten, emek ve demokrasiden yana tutum almaktır.
Evrensel
Bu sürecin önemini belirleyen gelişmeleri şöyle sıralayabiliriz:
1) İstihdam ve Teşvik Paketi: Kriz derinleştikçe, emekçilere yansıması da daha acıtıcı olmaktadır. Ve krizin en acıtıcı yansıması işsizlik ve yoksulluğun derinleşmesi yanı sıra işçi ve emekçilerin kazanılmış haklarının ortadan kaldırılması girişimleri olarak ilerlemektedir. “İstihdam ve Teşvik Paketi” adı verilen paketin unsurları saldırının ne kadar hainane amaçlı olduğunu ortaya koymuştur.
Açıkça bu paket; İşsizlik Fonu ve hazineyi patronların yağmasına açıp asgari ücreti fiilen ortadan kaldırırken aynı zamanda patronlara esnek çalışmanın sınırsız bir biçimde uygulamasının önünü de açmaktadır. Hükümet bu saldırıyı, 500 bin işçi istihdam edilecek bahanesini arkasına gizlemektedir. Ki, bu aynı zamanda sıranın kıdem tazminatını tasfiyesi, sağlık ve sosyal güvenlikten yeni kesintilere ve ücretlerin ve maaşların düşürülmesine geldiğinin de habercisidir. Bu paket ve içeriği en çok sendikaları ilgilendirdiği halde; sendikalardan hiçbir ciddi tepki gelmiş değildir. Oysa hükümet burada adım atarsa, ne TİS’lerin, ne esnek çalışmaya direnmelerin ne de “Krizin faturasın kabul etmeyeceğiz” iddialarının anlamı kalmayacaktır.
2) Kamu TİS’leri ve Toplu Görüşmeler: Kamu TİS’lerinde hükümet, onca oyaladıktan sonra yüzde 3 gibi komik bir zam önermiş olmasına karşın sendikal konfederasyonlardan hükümete karşı tutum alma konusunda bir girişim gözlenmemektedir. Sendika şubeleri ve kimi merkezlerden gelen tepkilerse, henüz beklenen etkiyi uyandırmış değildir. Oysa sıkışan sadece kamu TİS’leri değil, yukarda, paketle ve krizle ilgili söylenenlerden anlaşılacağı gibi, Kamu TİS’leri ile kamu emekçilerinin toplu görüşmeleri aynı potadadır ve biri nasıl biterse diğeri de öyle bitecektir. Bu yüzden de sendikal konfederasyonlar bu gerçeği görmek ve güçlerini birleştirmek yerine, tersine her biri ayrı hareket etmeyi marifet saydıkları gibi, yakın gelecekte bir birlik ve ortak mücadele girişimlerinden bile söz edilememektedir. Oysa bugünkü koşullarda, hiçbir sendika ve konfederasyonun “Tek başına kurtuluş” diye bir yolu ve “Ben böyle yürüyeceğim” diye bir lüksü yoktur. Burada en başta görev de Türk-İş ve KESK’e düşmektedir.
3) Kürt sorununun barışçıl çözümü talebi: Kürt sorununun en önemli ve çözülmesi en acil sorun olduğu, artık hükümet, AKP, Genelkurmay Başkanı, devletin en yetkili ağızları tarafından da kabul edilmektedir ve herkes “Bu sorun artık bir an önce çözülmesi gerekir” diyerek tutum almaktadır. Bugüne kadar sadece “şehit cenazeleri” üstünden fikir söyleyen sendikal mihraklar, hiç olmazsa kendi üyeleri içinde Kürt ve Türk işçilerin kardeşliğini gözeten ve barışçıl yöntemlerle sorunun çözümü talebin öne çıkaran bir tutum almayı benimseyebilirler. Bunu yapmalıdırlar da. Bu sadece tarihe, ülke sorunlarında taraf olmak gibi sorumluluklardan da öte kendi üyelerinin birliği ve bütünlüğü için de alınması gereken bir tutumdur.
Son aylardaki gelişmeler, bu üç sorunda sendikaların ortak bir tutum almasını açık bir biçimde dayatmıştır. Eğer sendikalar ve konfederasyonlar bir tutum almasalar bile tarih onların; ülke sorunları karşısında ve sınıfın birliği konusunda son derece sorumsuz davrandıklarını ve tutumlarının affedilmez olduğunu yazacaktır. Çünkü böyle durumlarda tutum almamak, olup biteni yok saymak bile bir tutum almak anlamına gelir. Ama çözümsüzlükten, halkların acı çekmesinden, emekçilerin ezilmesinden yana tutum almak anlamına gelir.
Sendikal mihraklardan beklenen; elbette bu ülkenin emek ve demokrasi mücadelesinin en önemli sorunları karşısında bugünkü sessizliklerine son vererek; sendikacı sıfatına yakışan haktan, adaletten, emek ve demokrasiden yana tutum almaktır.
Evrensel
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder