13:04 05 Haziran 2009
Sokak çocukları sorunuyla etkili mücadele, ulusal bir politika dahilinde, toplumsal önceliklerin gözden geçirilmesi, ekonomik kaynakların rasyonel kullanılması ve ilgili bileşenlerin çabalarının bir araya getirilmesiyle mümkün olabilir
ÖZKAN YILDIZ (*)
‘Sokak çocukları’ meselesi bugünlerde etkisi nispeten azalmış gibi görünse de hâlâ toplumsal gündemin en üst sıralarında yer almaktadır. Şüphesiz sorunun gündemde yer almasının temel nedeni sosyal, ahlaki ve ekonomik özelliğinden kaynaklanmaktadır. Sokak çocukları terimi esasen içinde farklı çocuk gruplarını barındıran şemsiye sözcük işlevi görmektedir. ‘Sokakta yaşayan çocuklar’, ‘sokakta çalışan çocuklar’, ‘madde bağımlısı sokak çocukları’, ‘suça karışan çocuklar’, ‘risk altındaki çocuklar’ bu şemsiyenin altında toplanabilir.
Sokak çocukları denildiğinde Türkiye’de sıklıkla ‘sokakta çalışan ve yaşayan çocuk’ grubu anlaşılmaktadır. Öncelikle bu iki çocuk grubunun çok farklı özelliklere sahip olduğunu söylemek gerekir. Sokakta çalışan çocuk, sokağı geçim kaynağı olarak gören, ailesinin koruması ve denetimi altında olan, akşam eve dönen, madde kullanma alışkanlığı yok denecek kadar az olan çocuk grubunu içermektedir. Sokakta yaşayan çocuksa günün 24 saati sokakta bulunan, aile ilişkileri yok denecek kadar az ya da tamamen kesilmiş olan, madde kullanma alışkanlığı bulunan, suça karışan çocukları kapsamaktadır.
Dünyada ve Türkiye’de sokakta çalışan ve yaşayan çocuklara ilişkin sağlıklı veri tabanının bulunmaması dikkat çekmektedir. Sağlıklı ve kullanışlı bir veri tabanının bulunmayışı, sorunun tespiti ve etkin çözümlerin devreye sokulmasını zorlaştırmaktadır.
SORUNUN NEDENLERİ
Sokak çocukları sorununun kökeninde ‘anomik kentleşme’ yadsınmaz bir gerçektir. Türkiye son 50-60 yıldır kontrolsüz iç göç yaşayagelmiş; kır nüfusu adeta yığınlar halinde kentlere taşınmıştır. Kırsal yoksulluk, toprağın parçalanması, kamusal hizmetlere erişimde yaşanan güçlükler, güvenlik sorunları gibi ‘itici etmenler’ kentleri umut verici, çekici mekânlar haline getirmiştir. Yakın dönemlerde güvenlik sorunuyla tetiklenen göç, bir bakıma daha travmatik bir hal almıştır. Kente gelenler kent yaşamına uyumda ciddi güçlüklerle karşılaşırken, kentler de gelen göçmenleri absorbe etmede zorluk çekmişlerdir. Kente gelen bireyi ya da haneyi bekleyen en önemli sorun kuşkusuz barınma ve geçim sıkıntısıdır. Kent yönetimleri, ilgili kamu kuruluşları bu noktada gerekli olan tedbirleri devreye sokmada gecikmiş ve gelen göç dalgasını adeta izler konumda olmuşlardır.
Göçle gelen nüfusun özellikleri kentsel iş piyasasının ihtiyaç duyduğu kalifikasyondan (eğitim, deneyim, meslek) ve sosyal güvenceden yoksun, marjinal veya kayıt-dışı sektörde iş arayan, kentin periferisinde yaşamak zorunda olan, kalabalık hanelerden müteşekkil bir kütle. Uygulanagelen ekonomik politikalar (özelleştirme, esnekleştirme, kamuyu küçültme vb) ve bu politikaların bir sonucu olarak ortaya çıkan konjonktürel ekonomik krizler bir yanda işsizlik ve yoksulluğu artırırken, diğer yanda da toplumsal kesimler arasındaki adaletsizliği ve eşitsizliği derinleştirmektedir. Neoliberal küresel ekonomi politikaları, bir zamanlar yoksul ve dezavantajlı kesimlerin can simidi olan çalışma, parasız eğitim ve sağlık gibi sosyal hakları yerle bir etmiştir.
Hiçbir ön hazırlığı olmadan kente gelen haneler geçimini sağlayacak bir iş bulamadıklarında ilk elden ‘çocuk emeğine’ ihtiyaç duymaktadırlar. Çocuklar sokakta (ayakkabı boyacılığı, tartıcılık, selpak-sakız satma, kağıt-pet toplama, dilenme vb), küçük atölyelerde (konfeksiyon, oto-tamir vb), tarlalarda (pamuk, tütün toplama) ve evde çalışarak (eve iş alma-evde fıstık çıtlatma) ailenin geçim yükünü üstlenmektedirler. Bu durum çocuklar için ciddi riskler içerse de ailelerin kente tutunmasında kritik bir rol oynamaktadır.
Sokakta çalışan çocuklar için göç-işsizlik yoksulluk vb faktörler belirleyici olurken sokakta yaşayan çocuklar için aynı nedenleri söylemek zor. Bu konuda medyada ve resmi söylemde çok genel ve yanıltıcı açıklamalarla karşılaşılmaktadır.
Örneğin, TBMM Sokak Çocukları Araştırma Komisyonu (2006) çocukların sokakta yaşamalarını işsizlik, göç, eğitimsizlik, aile planlamasındaki eksiklik, sosyal güvenlik ağının yetersizliği, çok çocukluluk, aile içi şiddet, gecekondulaşma, aile parçalanması, ihmal ve istismar, bölgelerarası gelişmişlik farklılığı ve gelir dağılımındaki adaletsizliğe bağlamıştır.
Bu nedenler doğru olmakla birlikte, iki farklı çocuk grubunun sokakta bulunmasında hangi faktörlerin daha çok rol oynadığı, iller ölçeğinde bir farklılaşmanın bulunup bulunmadığı veya seçilen örneklemin genelleme yapmaya ne kadar imkân verdiğini açıklayamamaktadır. Kuşkusuz sokakta yaşayan çocukların sabit ve bilinir mekânlarda görülememesinden ötürü temsili örneklemin oluşturulması güçleşmektedir. Bu çocuklara ulaşmak, ulaşıldığında sağlıklı görüşme yapabilmek konusunda ciddi zorluklar bulunmaktadır.
GAZİANTEP ÖRNEĞİ
Gaziantep, Türkiye’nin önemli sanayi kentlerinden biridir. Kentin ekonomideki başarısı ve yaratmış olduğu iş arzı, göçmen nüfus için bir cazibe merkezi oluşturmaktadır. Bu nedenle, Şanlıurfa, Kahramanmaraş, Adıyaman, Mardin, Kilis gibi civar illerden yoğun göç almaktadır. Gaziantep’te sokak çocukları üzerine yaptığımız araştırmada çarpıcı bulgular elde edilmiştir. Türkiye’nin diğer illerindeki gibi Gaziantep’te de iki çocuk grubunun sokakları mesken tuttuğu görülmüştür. Sokakta çalışan çocuk ailelerinin büyük bir kısmı göçle kente gelmişlerdir. Araştırmamızda sokakta çalışan çocukların neredeyse yüzde 95’i kentin doğusunda yer alan illerden (Şanlıurfa, Kahramanmaraş, Adıyaman) gelmektedir. 4-7 arası çocuğa sahip ailelerin oranının yüzde 72,5 olduğu görülmektedir. Babanın istihdam durumuna bakıldığında, gündelik işçi olanlar yüzde 35,3’lük oranla ilk sırada yer almaktadır. İnşaat işçiliği yapanlar yüzde 25,5, işsiz olanlar ise yüzde 23,5 oranında paya sahiptirler. Bu çocuk grubunda sokakta yaşama deneyimi ve madde bağımlılığı yok denecek kadar azdır. Sokakta çalışmanın otomatikman sokakta yaşamaya yol açtığı şeklindeki hipotezler bu açıdan sorunludur.
Gaziantep sokaklarında yaşayan çocuklar ise, çoğunlukla erkek ve ergenliğin ilk döneminde, önemli bir çoğunluğu ilkokul ve altında bir eğitim seviyesine sahip, genellikle dilenen ya da sokakta hırsızlık yaparak geçinen, yazın genellikle sokakta, terkedilmiş evlerde, kışın ise sokak ile rehabilitasyon merkezi arasında gidip gelen; parçalanmış ailelerden gelen, aile içi şiddete maruz kalmış çocuklardır. Ebeveynlerinin büyük bir kısmının kente yakın bir geçmişte göç ettikleri, eğitim ve gelir düzeylerinin çok düşük düzeyde olduğu; babalar arasındaysa işsizlik ve kötü alışkanlık oranının çok yüksek olduğu anlaşılmaktadır.
Sokakta yaşayan çocuk ailelerinde, kadınların eğitim düzeyi erkeklere göre daha düşüktür.
Örneklemimizdeki kadınların yüzde 35,9’u okuma-yazma bilmemekte, yüzde 35’i okur-yazar, yüzde 15’nin ise ilkokul mezunu olduğu görülmektedir. Erkeklerde ise ezici çoğunluğun ilkokul ve altında eğitime sahip olduğu, yüzde 7’sinin ortaokul ve yüzde 2,4’ününse lise düzeyinde eğitim aldıkları gözlenmektedir.
Sokakta yaşayan çocuklarda madde kullanma oranı bir hayli yüksektir. Çocukların yüzde 86,7’si sigara, yüzde 52,3’ü alkol, yüzde 72,7’si balley-tiner ve yüzde 55,8’i uyuşturucu madde kullanmaktadır.
Dikkat çeken bir diğer husus, bu çocukların önemli bir kesiminin parçalanmış ailelerden gelmiş olmasıdır. Çocukların yüzde 31,1’inin boşanma, eşlerden birinin evi terk etmesi gibi nedenlerden dolayı ayrı yaşadığı, yüzde 13,3’ünün annesinin, yüzde 6,7’sinin de babasının hayatta olmadığı görülmektedir.
Dolayısıyla, bütün bu oranlar göz önünde bulundurulduğunda, çocukların yüzde 55 gibi önemli bir bölümünün boşanma, ölüm ve/veya aileyi terk etme gibi nedenlerden dolayı parçalanmış ailelerden geldikleri gözlenmektedir. Diğer taraftan, çocukların yüzde 51,1’i anne veya babalarının ikinci bir evlilik yaptığı ve üvey ebeveynlerinin olduğunu ifade etmişlerdir.
Çocukların evden kaçıp sokakta yaşama nedenleri çeşitli olmakla birlikte, ailenin uyguladığı şiddet en önemli nedenlerin başında gelmektedir.
Nitekim çocukların yüzde 55,6’sı evde şiddete maruz kaldığı için evini terk ettiğini ifade etmektedir. Aslında, aile-içi şiddetin daha yaygın olduğu söylenebilir. Zira çocuklara anne-baba tarafından dayağa maruz kalıp kalmadığı sorulduğunda, yüzde 90’ı fiziki ve psikolojik şiddete maruz kaldıklarını ifade etmişlerdir.
Şiddetin yanı sıra,
“üvey anne veya babayla geçimsizlik”,
“evden kovulma”,
“çalışmadığı için evde baskıya maruz kalma”,
“yoksulluk”,
“madde bağımlılığı”,
“yurtta kötü muamele” gibi nedenler de göze çarpmaktadır.
Araştırmamızda kurum bakımında olup daha sonra sokakta yaşamayı tercih eden çocukların oranı (yüzde 8,9) da azımsanmayacak düzeydedir. Türkiye’de medyaya yansıyan kimi olaylardan anlaşılacağı üzere kurumlarda kalan çocukların bakım ve rehabilitasyon hizmetlerinde ciddi yetersizlikler görülmektedir.
Çocuklar ilk sokak deneyimini, madde kullanma alışkanlığını, bu kurumlarda kalan büyük ağabeylerinden öğrenmektedirler.
Araştırma esnasında günün erken saatlerinde kurum/yurttan kaçan ve sokağı daha güvenli bulan çocuklarla karşılaştık.
Sokak çocukları konusunda zaman zaman medyada verilen bilgilerin yanıltıcı, kullanılan dilin suçlayıcı, yaftalayıcı ve dışlayıcı olması dikkat çekmektedir. Sunulan kimi haberlerde kentsel suç ve şiddet eylemleri, bilimsel temele dayandırılmadan sokak çocuklarıyla ilintilendirilmektedir. Sokakta çalışan ve yaşayan çocukların özelliklerini birbirinden ayırmadan bu çocukların bir bütün olarak salt patolojik yanları ön plana çıkarılmaktadır. Böylesi haber veya yayınlar bu çocukların toplum nezdindeki olumsuz imajını pekiştirmekte; çocuklar bir korku nesnesine dönüştürülmektedir. Bu durum, toplumda çocuklara yönelik dışlayıcı tutum ve davranışları kamçılamakta ve şiddete varan eylemlerle sonuçlanabilmektedir.
***
Çözüme dair...
ÖNCELİKLE, sokak çocukları meselesinin çözümü noktasında, epey mesafe alındığını belirtmek gerekir. Kuşkusuz sorunun ortadan kaldırılmasının kolay olmadığı da bir gerçektir. Yapılması gereken, uzun erimli politikaları oluşturmak ve uygulamaktır. Bu noktada sivil toplum, meslek örgütlerinin, sendikaların hükümetleri, devletin sosyal sorumluluklarını hatırlatmaya, önlem almaya zorlaması kaçınılmaz görünmektedir. Kamu ve özel kuruluşların iyi işleyen projeleri sürdürmesi ve başarısız uygulamalarından vazgeçmesi gerekmektedir.
Yerel yönetimlerin meseleyi seçim yatırımı olarak ele aldıkları, kıt kaynakları özensiz kullandıkları, insan kaynağını kullanma ve planlamada politik ve patronaj hassasiyetleri ön planda tuttukları gözden ırak tutulmamalıdır.
Nitekim araştırmamız esnasında, yerel yönetimlerin denetiminde bulunan merkezlerde, yeterli meslek elemanının istihdam edilemediği, ilgisiz mesleklerden personelin politik kaygılarla görevlendirildiği, merkezlerde kalan çocukların etkin bir biçimde rehabilite edilemediği, sokakla temasın devam ettiği, kaynakların israf edildiği, çocukların bir süre sonra tekrar sokağa döndüğü izlenimini edindik.
Sivil toplum örgütleri de çözüme yönelik kuşkusuz kıymetli çalışmalar yürütmektedir.
Ancak; yeni neoliberal tahayyülde, sivil toplum örgütlerinin ve yerel idarelerin piyasa ekonomisinin yıkıcı ekonomik ve sosyal sonuçlarını (işsizlik, yoksulluk, suç vb) hafifletmede stratejik rol üstlendikleri de göz ardı edilmemelidir. Devlet sorunları çözmede yetersiz ve hantal, bu işi sivil toplum çözer anlayışı, neoliberallerin ortaya çıkardığı temelsiz bir slogandır. Sokak çocukları sorunuyla etkili mücadele ulusal bir politika dahilinde, toplumsal önceliklerin gözden geçirilmesi, ekonomik kaynakların rasyonel kullanılması ve ilgili bileşenlerin çabalarının bir araya getirilmesiyle mümkün görünmektedir.
(*) Doç. Dr., Gaziantep Üniversitesi, Sosyoloji Böl.
ÖZKAN YILDIZ (*)
‘Sokak çocukları’ meselesi bugünlerde etkisi nispeten azalmış gibi görünse de hâlâ toplumsal gündemin en üst sıralarında yer almaktadır. Şüphesiz sorunun gündemde yer almasının temel nedeni sosyal, ahlaki ve ekonomik özelliğinden kaynaklanmaktadır. Sokak çocukları terimi esasen içinde farklı çocuk gruplarını barındıran şemsiye sözcük işlevi görmektedir. ‘Sokakta yaşayan çocuklar’, ‘sokakta çalışan çocuklar’, ‘madde bağımlısı sokak çocukları’, ‘suça karışan çocuklar’, ‘risk altındaki çocuklar’ bu şemsiyenin altında toplanabilir.
Sokak çocukları denildiğinde Türkiye’de sıklıkla ‘sokakta çalışan ve yaşayan çocuk’ grubu anlaşılmaktadır. Öncelikle bu iki çocuk grubunun çok farklı özelliklere sahip olduğunu söylemek gerekir. Sokakta çalışan çocuk, sokağı geçim kaynağı olarak gören, ailesinin koruması ve denetimi altında olan, akşam eve dönen, madde kullanma alışkanlığı yok denecek kadar az olan çocuk grubunu içermektedir. Sokakta yaşayan çocuksa günün 24 saati sokakta bulunan, aile ilişkileri yok denecek kadar az ya da tamamen kesilmiş olan, madde kullanma alışkanlığı bulunan, suça karışan çocukları kapsamaktadır.
Dünyada ve Türkiye’de sokakta çalışan ve yaşayan çocuklara ilişkin sağlıklı veri tabanının bulunmaması dikkat çekmektedir. Sağlıklı ve kullanışlı bir veri tabanının bulunmayışı, sorunun tespiti ve etkin çözümlerin devreye sokulmasını zorlaştırmaktadır.
SORUNUN NEDENLERİ
Sokak çocukları sorununun kökeninde ‘anomik kentleşme’ yadsınmaz bir gerçektir. Türkiye son 50-60 yıldır kontrolsüz iç göç yaşayagelmiş; kır nüfusu adeta yığınlar halinde kentlere taşınmıştır. Kırsal yoksulluk, toprağın parçalanması, kamusal hizmetlere erişimde yaşanan güçlükler, güvenlik sorunları gibi ‘itici etmenler’ kentleri umut verici, çekici mekânlar haline getirmiştir. Yakın dönemlerde güvenlik sorunuyla tetiklenen göç, bir bakıma daha travmatik bir hal almıştır. Kente gelenler kent yaşamına uyumda ciddi güçlüklerle karşılaşırken, kentler de gelen göçmenleri absorbe etmede zorluk çekmişlerdir. Kente gelen bireyi ya da haneyi bekleyen en önemli sorun kuşkusuz barınma ve geçim sıkıntısıdır. Kent yönetimleri, ilgili kamu kuruluşları bu noktada gerekli olan tedbirleri devreye sokmada gecikmiş ve gelen göç dalgasını adeta izler konumda olmuşlardır.
Göçle gelen nüfusun özellikleri kentsel iş piyasasının ihtiyaç duyduğu kalifikasyondan (eğitim, deneyim, meslek) ve sosyal güvenceden yoksun, marjinal veya kayıt-dışı sektörde iş arayan, kentin periferisinde yaşamak zorunda olan, kalabalık hanelerden müteşekkil bir kütle. Uygulanagelen ekonomik politikalar (özelleştirme, esnekleştirme, kamuyu küçültme vb) ve bu politikaların bir sonucu olarak ortaya çıkan konjonktürel ekonomik krizler bir yanda işsizlik ve yoksulluğu artırırken, diğer yanda da toplumsal kesimler arasındaki adaletsizliği ve eşitsizliği derinleştirmektedir. Neoliberal küresel ekonomi politikaları, bir zamanlar yoksul ve dezavantajlı kesimlerin can simidi olan çalışma, parasız eğitim ve sağlık gibi sosyal hakları yerle bir etmiştir.
Hiçbir ön hazırlığı olmadan kente gelen haneler geçimini sağlayacak bir iş bulamadıklarında ilk elden ‘çocuk emeğine’ ihtiyaç duymaktadırlar. Çocuklar sokakta (ayakkabı boyacılığı, tartıcılık, selpak-sakız satma, kağıt-pet toplama, dilenme vb), küçük atölyelerde (konfeksiyon, oto-tamir vb), tarlalarda (pamuk, tütün toplama) ve evde çalışarak (eve iş alma-evde fıstık çıtlatma) ailenin geçim yükünü üstlenmektedirler. Bu durum çocuklar için ciddi riskler içerse de ailelerin kente tutunmasında kritik bir rol oynamaktadır.
Sokakta çalışan çocuklar için göç-işsizlik yoksulluk vb faktörler belirleyici olurken sokakta yaşayan çocuklar için aynı nedenleri söylemek zor. Bu konuda medyada ve resmi söylemde çok genel ve yanıltıcı açıklamalarla karşılaşılmaktadır.
Örneğin, TBMM Sokak Çocukları Araştırma Komisyonu (2006) çocukların sokakta yaşamalarını işsizlik, göç, eğitimsizlik, aile planlamasındaki eksiklik, sosyal güvenlik ağının yetersizliği, çok çocukluluk, aile içi şiddet, gecekondulaşma, aile parçalanması, ihmal ve istismar, bölgelerarası gelişmişlik farklılığı ve gelir dağılımındaki adaletsizliğe bağlamıştır.
Bu nedenler doğru olmakla birlikte, iki farklı çocuk grubunun sokakta bulunmasında hangi faktörlerin daha çok rol oynadığı, iller ölçeğinde bir farklılaşmanın bulunup bulunmadığı veya seçilen örneklemin genelleme yapmaya ne kadar imkân verdiğini açıklayamamaktadır. Kuşkusuz sokakta yaşayan çocukların sabit ve bilinir mekânlarda görülememesinden ötürü temsili örneklemin oluşturulması güçleşmektedir. Bu çocuklara ulaşmak, ulaşıldığında sağlıklı görüşme yapabilmek konusunda ciddi zorluklar bulunmaktadır.
GAZİANTEP ÖRNEĞİ
Gaziantep, Türkiye’nin önemli sanayi kentlerinden biridir. Kentin ekonomideki başarısı ve yaratmış olduğu iş arzı, göçmen nüfus için bir cazibe merkezi oluşturmaktadır. Bu nedenle, Şanlıurfa, Kahramanmaraş, Adıyaman, Mardin, Kilis gibi civar illerden yoğun göç almaktadır. Gaziantep’te sokak çocukları üzerine yaptığımız araştırmada çarpıcı bulgular elde edilmiştir. Türkiye’nin diğer illerindeki gibi Gaziantep’te de iki çocuk grubunun sokakları mesken tuttuğu görülmüştür. Sokakta çalışan çocuk ailelerinin büyük bir kısmı göçle kente gelmişlerdir. Araştırmamızda sokakta çalışan çocukların neredeyse yüzde 95’i kentin doğusunda yer alan illerden (Şanlıurfa, Kahramanmaraş, Adıyaman) gelmektedir. 4-7 arası çocuğa sahip ailelerin oranının yüzde 72,5 olduğu görülmektedir. Babanın istihdam durumuna bakıldığında, gündelik işçi olanlar yüzde 35,3’lük oranla ilk sırada yer almaktadır. İnşaat işçiliği yapanlar yüzde 25,5, işsiz olanlar ise yüzde 23,5 oranında paya sahiptirler. Bu çocuk grubunda sokakta yaşama deneyimi ve madde bağımlılığı yok denecek kadar azdır. Sokakta çalışmanın otomatikman sokakta yaşamaya yol açtığı şeklindeki hipotezler bu açıdan sorunludur.
Gaziantep sokaklarında yaşayan çocuklar ise, çoğunlukla erkek ve ergenliğin ilk döneminde, önemli bir çoğunluğu ilkokul ve altında bir eğitim seviyesine sahip, genellikle dilenen ya da sokakta hırsızlık yaparak geçinen, yazın genellikle sokakta, terkedilmiş evlerde, kışın ise sokak ile rehabilitasyon merkezi arasında gidip gelen; parçalanmış ailelerden gelen, aile içi şiddete maruz kalmış çocuklardır. Ebeveynlerinin büyük bir kısmının kente yakın bir geçmişte göç ettikleri, eğitim ve gelir düzeylerinin çok düşük düzeyde olduğu; babalar arasındaysa işsizlik ve kötü alışkanlık oranının çok yüksek olduğu anlaşılmaktadır.
Sokakta yaşayan çocuk ailelerinde, kadınların eğitim düzeyi erkeklere göre daha düşüktür.
Örneklemimizdeki kadınların yüzde 35,9’u okuma-yazma bilmemekte, yüzde 35’i okur-yazar, yüzde 15’nin ise ilkokul mezunu olduğu görülmektedir. Erkeklerde ise ezici çoğunluğun ilkokul ve altında eğitime sahip olduğu, yüzde 7’sinin ortaokul ve yüzde 2,4’ününse lise düzeyinde eğitim aldıkları gözlenmektedir.
Sokakta yaşayan çocuklarda madde kullanma oranı bir hayli yüksektir. Çocukların yüzde 86,7’si sigara, yüzde 52,3’ü alkol, yüzde 72,7’si balley-tiner ve yüzde 55,8’i uyuşturucu madde kullanmaktadır.
Dikkat çeken bir diğer husus, bu çocukların önemli bir kesiminin parçalanmış ailelerden gelmiş olmasıdır. Çocukların yüzde 31,1’inin boşanma, eşlerden birinin evi terk etmesi gibi nedenlerden dolayı ayrı yaşadığı, yüzde 13,3’ünün annesinin, yüzde 6,7’sinin de babasının hayatta olmadığı görülmektedir.
Dolayısıyla, bütün bu oranlar göz önünde bulundurulduğunda, çocukların yüzde 55 gibi önemli bir bölümünün boşanma, ölüm ve/veya aileyi terk etme gibi nedenlerden dolayı parçalanmış ailelerden geldikleri gözlenmektedir. Diğer taraftan, çocukların yüzde 51,1’i anne veya babalarının ikinci bir evlilik yaptığı ve üvey ebeveynlerinin olduğunu ifade etmişlerdir.
Çocukların evden kaçıp sokakta yaşama nedenleri çeşitli olmakla birlikte, ailenin uyguladığı şiddet en önemli nedenlerin başında gelmektedir.
Nitekim çocukların yüzde 55,6’sı evde şiddete maruz kaldığı için evini terk ettiğini ifade etmektedir. Aslında, aile-içi şiddetin daha yaygın olduğu söylenebilir. Zira çocuklara anne-baba tarafından dayağa maruz kalıp kalmadığı sorulduğunda, yüzde 90’ı fiziki ve psikolojik şiddete maruz kaldıklarını ifade etmişlerdir.
Şiddetin yanı sıra,
“üvey anne veya babayla geçimsizlik”,
“evden kovulma”,
“çalışmadığı için evde baskıya maruz kalma”,
“yoksulluk”,
“madde bağımlılığı”,
“yurtta kötü muamele” gibi nedenler de göze çarpmaktadır.
Araştırmamızda kurum bakımında olup daha sonra sokakta yaşamayı tercih eden çocukların oranı (yüzde 8,9) da azımsanmayacak düzeydedir. Türkiye’de medyaya yansıyan kimi olaylardan anlaşılacağı üzere kurumlarda kalan çocukların bakım ve rehabilitasyon hizmetlerinde ciddi yetersizlikler görülmektedir.
Çocuklar ilk sokak deneyimini, madde kullanma alışkanlığını, bu kurumlarda kalan büyük ağabeylerinden öğrenmektedirler.
Araştırma esnasında günün erken saatlerinde kurum/yurttan kaçan ve sokağı daha güvenli bulan çocuklarla karşılaştık.
Sokak çocukları konusunda zaman zaman medyada verilen bilgilerin yanıltıcı, kullanılan dilin suçlayıcı, yaftalayıcı ve dışlayıcı olması dikkat çekmektedir. Sunulan kimi haberlerde kentsel suç ve şiddet eylemleri, bilimsel temele dayandırılmadan sokak çocuklarıyla ilintilendirilmektedir. Sokakta çalışan ve yaşayan çocukların özelliklerini birbirinden ayırmadan bu çocukların bir bütün olarak salt patolojik yanları ön plana çıkarılmaktadır. Böylesi haber veya yayınlar bu çocukların toplum nezdindeki olumsuz imajını pekiştirmekte; çocuklar bir korku nesnesine dönüştürülmektedir. Bu durum, toplumda çocuklara yönelik dışlayıcı tutum ve davranışları kamçılamakta ve şiddete varan eylemlerle sonuçlanabilmektedir.
***
Çözüme dair...
ÖNCELİKLE, sokak çocukları meselesinin çözümü noktasında, epey mesafe alındığını belirtmek gerekir. Kuşkusuz sorunun ortadan kaldırılmasının kolay olmadığı da bir gerçektir. Yapılması gereken, uzun erimli politikaları oluşturmak ve uygulamaktır. Bu noktada sivil toplum, meslek örgütlerinin, sendikaların hükümetleri, devletin sosyal sorumluluklarını hatırlatmaya, önlem almaya zorlaması kaçınılmaz görünmektedir. Kamu ve özel kuruluşların iyi işleyen projeleri sürdürmesi ve başarısız uygulamalarından vazgeçmesi gerekmektedir.
Yerel yönetimlerin meseleyi seçim yatırımı olarak ele aldıkları, kıt kaynakları özensiz kullandıkları, insan kaynağını kullanma ve planlamada politik ve patronaj hassasiyetleri ön planda tuttukları gözden ırak tutulmamalıdır.
Nitekim araştırmamız esnasında, yerel yönetimlerin denetiminde bulunan merkezlerde, yeterli meslek elemanının istihdam edilemediği, ilgisiz mesleklerden personelin politik kaygılarla görevlendirildiği, merkezlerde kalan çocukların etkin bir biçimde rehabilite edilemediği, sokakla temasın devam ettiği, kaynakların israf edildiği, çocukların bir süre sonra tekrar sokağa döndüğü izlenimini edindik.
Sivil toplum örgütleri de çözüme yönelik kuşkusuz kıymetli çalışmalar yürütmektedir.
Ancak; yeni neoliberal tahayyülde, sivil toplum örgütlerinin ve yerel idarelerin piyasa ekonomisinin yıkıcı ekonomik ve sosyal sonuçlarını (işsizlik, yoksulluk, suç vb) hafifletmede stratejik rol üstlendikleri de göz ardı edilmemelidir. Devlet sorunları çözmede yetersiz ve hantal, bu işi sivil toplum çözer anlayışı, neoliberallerin ortaya çıkardığı temelsiz bir slogandır. Sokak çocukları sorunuyla etkili mücadele ulusal bir politika dahilinde, toplumsal önceliklerin gözden geçirilmesi, ekonomik kaynakların rasyonel kullanılması ve ilgili bileşenlerin çabalarının bir araya getirilmesiyle mümkün görünmektedir.
(*) Doç. Dr., Gaziantep Üniversitesi, Sosyoloji Böl.
Birgün Gazetesi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder