3 Temmuz 2009

Vicdani yüzleşme zamanı...

Vicdani yüzleşme zamanı...


Turan Eser teser58@hotmail.com
01 Temmuz 2009 Çarşamba

"Geçmişi anlamayanlar, onu yeniden yaşamaya mahkum olurlar" (Goethe)
“Saygınlık belleğe dayanır, unutuşa değil” (Julio Strassera)

Söze Ne Hacet Var; 2 Temmuz ve 5 Temmuz Katliamları Vicdani Yüzleşme İstiyor!

“Geçmişi kaşımaya ne hacet var” diyenlerin paslanmış ve nasırlaşmış vicdanlarına inat, unutmamak için hatırla(t)maya hacet var. Otuz beş insanımız, on altı yıl önce, Sivas’ın orta yerinde, devletin gözü önünde, komutla harekete geçen gerici güruh tarafından yakılarak katledildi. Otuz üç insanımız ise Erzincan’nın Başbağlar köyünde, camiden çıkarılıp, köy meydanında eşlerinin ve çocuklarının gözleri önünde hunharca kurşuna dizildi. Madımak’ta ve Başbağlar’da yaşanan acı, kor bir ateş gibi toplumun yüreğine düştü. Halkın vicdanında isyan örgütlenirken, siyasilerin nasırlanmış vicdanı on altı yıldır vurdumduymazlığa sığındı. Türkiye bu utançlardan dün kurtulamadı, bugün de kurtulmaya niyetli görünmüyor.

‘Unutulur’ diye umuyorlar

Kerbela’yı unutmayanlardan, yetmiş iki milleti bir görenlerden, Madımak, Başbağlar, 6-7 Eylül, Dersim, Çorum, Maraş, Malatya, Gazi katliamlarını, Mart’ları, Mayıs’ları, Eylül’leri, siyasi cinayetleri, ‘failli meçhulleri”’ unutmaları isteniyor. Unutmanın, kanayan yaralara iyi gelmediğini, unutulunca, acıların tekrar yaşatıldığını ezberlemiş toplum haline geldik. Toplumun çok kültürlü ve çok kimlikli yapısını, katliamlar, siyasi cinayetler ve darbelerle homojenleştirmek isteyenlerin amaçlarını iyi tanıyoruz. Alevi-Sünni, Türk-Kürt kavgasının olmadığını ve bunu derinden kaşıyanların varlığını daha net görüyoruz. Buna fırsat vermemek içinde, geçmişten ders alıyoruz. Unutmamak gerektiğini biliyoruz.

Birileri “unutsa” bile, Asım Bezirci unutturmamak için " halkı savunma, adalet, özgürlük, kardeşlik, sadece Türkiye toplumunun değil insanlığın ortak özlemidir. Bir insan olarak her türlü güzelliği koruma sorumluluğunu taşıyorum. Herkeste öyle davranmalı” diyerek, Gülsüm Karababa, "Ah bir çoğalsa sevgiler... Çoğalsa da üstümüzdeki o kısır bulutlar, içimizdeki yalanlar, katılıklar, kinler, öfkeler, bencillikler sıyrılıp gitse... Ne olur o zaman?” diye sorarak, Başbağlar Köyü Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği Başkanı Mehmet Ali Dikkaya’nın ise "Devlet evleri tamir etti ama gönülleri tamir edemedi" feryadı unutturmaz. Madımak ile Başbağlar katliamını ‘misilleme’ palavrasıyla karşı karşıya getirmek isteyenlerin tuzağına düşmemek için de, unutmamak gerekir.

Alın yazısı değil

“İnsanı yakmak, hangi kitapta yazar?” sorusunun cevabını, bu katliamda yakılarak öldürülen Asım Bezirci’nin kitaplarında ya da Behçet Aysan’ın, Metin Altıok’un şiirlerinde, Ozanların deyişlerinde, semaha duranların yüreklerinde bulamazsınız. Bu bir alın yazısı da değildir. Kim katliam yapar? Kim 35 insanı yakar? Kim 33 insanı kurşuna dizer? Bunun cevabı ancak aklını ve kişiliğini dinci gericiliğe, yobazlığa, etnik milliyetçiliğe teslim etmiş androitlerden ve bu androit sürülerini katil haline getiren derin devletin senaryolarında bulabilirsiniz. Hukuk dışında devlet inşasına girişen karanlık güçlerin ajandalarında gizlidir. Madımak ve Başbağlar’ın maskelenmiş katliamların altında gizlenmiş yüzler aynı adrese ait. Çünkü her ikisinde de ‘aynı parmak izi’ duruyor.

Sanki yaşamamışız

Sanki Madımak’ta yakılmamışız gibi, ölümlerimizi hazırlayanların "Allah adına yak ula yak!" çığlığını duymamışız gibi, 35 canımız öldürülmemiş gibi, devlet bu katliamı seyretmemiş gibi, Başbağlar’da kurşunlanmamışız, çocuklarımız yetim kalmamış gibi, Çorum’da kurşunlanmamışız gibi, Maraş’ta, Gazi’de katliamlara maruz kalmamış, yüzlercesi ölmemiş gibi, annesiz, babası, evlatsız ve kardeşsiz kalmamışız gibi davranamayız… Hiçbir şey olmamış gibi davranamayız. Seyredemeyiz... Aksine karanlıkla yüzleşmeyiz

Türkiye’nin Auschwitz'leri...

Önceki katliamlarda olduğu gibi, devlet “geliyorum” diyen Madımak ve Başbağlar katliamını önlemedi, tedbir almadı ve vahşetleri ‘seyretti’. Türkiye’nin Auschwitz’lerini yarattılar. Siyasi iktidarlar susarak, katliamlarla yüzleşmeden vicdanlarını aklama hakkına sahip olmayacak. Vicdanlarını aklamak yerine “unutun” diyenler, Madımak otelinde savunmasız, on iki yaşındaki Koray Kaya’nın diri diri yakılışını sekiz saat canlı canlı izlemedi mi? Telli Kuran’larıyla birlikte Akarsu’yu, Suları’yi vahşice yakanların tekbir seslerini duymadı mı?

Madımak’ta otuz beş, Başbağlar’da otuz üç insanın vahşice öldürülmesini seyreden o dönemin ve bu dönemin devlet erkanı on altı yıldır nasıl rahat uyuyor. İdeolojik duruşlarıyla yüzleşmiyorlar. Peki, vicdanları da mı yüzleşmeyecek kadar nasırlaşmış? İki Temmuz’da Madımak oteli önünde, beş Temmuz’da Başbağlar köyünde bu katliamları lanetlemenin sembolü haline gelmiş karanfili bırakmakta mı zor geliyor?

Mağdurlarının barış ve sevgi dilini anlamak

Madımak’ta ve Başbağlar’da şehit aileleri “biz öldürmedik, yakılarak, kurşunlanarak öldürüldük”, “hiçbir anayı, kardeşi ağlatmadık, biz ağladık”, “biz kimseye acı çektirmedik, biz acı çekiyoruz” diye barışın ve sevginin dilini sürekli korudular. Şiddetti besleyen makro politik söyleme karşı, şiddetten arındırılmış barış ve sevgi diliyle, toplumsal barışa katkı olsun diye, Başbağlar’a da bir resmi anıt yapılsın. Türkiye tarihsel ayıplarıyla yüzleşme fırsatı bulması için “Madımak Müze Olsun.” Türkiye’nin aydınları, yazarları, sivil toplum kuruluşları, sendikaları, meslek odaları ve Türkiye bu talebi savundu. Bir TBMM çatısı altında kalanlar sahiplenemedi. Bir de ülkeyi derinden yönetenler.

Biraradalık için toplumsal yüzleşme sağlanmalı

Madımak otelin müze olması ve Başbağlar’da bir Anıt’ın yapılması, toplumsal birlik ve beraberliği pekiştirecektir. Çünkü buna dair çokça örnek var. Çağdaş ve demokratik kültür sahibi toplumlarda nasıl bir tutum alındığına bakarsak bunu görebiliriz. Örneğin, 6 milyon Yahudi vatandaşının katliamı karşısında, Almanya’da bir tarihsel yüzleşme 1960’lı yıllardan beri sürüyor. Her yıl, Yahudi katliamında ölenler anılıyor. Okullarda toplama kampları, katliamlar eleştiriliyor, insan haklarını savunma bilinci veriliyor.

1993 yılında, Almanya’nın Solingen kasabasında da beş Türk vatandaşımız kundaklama sonucu vahşice öldürülmesi karşısında, Alman hükümeti kundaklanan bu mekânı ANIT EV toplumsal duyarlılığı artırmaktır. “Birlik ve beraberliği” teşvik etmektir. Tarihsel yüzleşmenin asıl amacı, karanlığın ve aydınlığın arasındaki farkın ortaya konulmasıdır.

Türkiye’yi zarar görmüş insanlığından kurtarmak

Madımak ve Başbağlar katliamı insanlık dışı kıyımdı. Toplumsal belleğimizde derin bir yaralar açmıştır. Türkiye’nin vicdanında temizlenmesi zorunlu bir utançlardır. Bu katliamların açtığı bu yarayı, ancak demokrasiye, insan hak ve özgürlüklerine, eşitliğe, çok kültürlülüğe inanan ve sahip olan kesimlerle sarabileceğiz. 2 ve 5 Temmuz’u unutmamak, aynı zamanda, gelecekte her bireyin ve toplumsal kesimlerin can ve mal güvenliğine yönelik tehditleri de engellemek açısından önemlidir.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, insanların farklı düşünce, inanç ve kültürlerinden dolayı yakılması, ötekileştirilmesi, ayrımcılığa maruz bırakılmasının insanlık ayıbı olduğunu kabul edip, bunu önlemek zorundadır. Türkiye’nin bu utançtan ve suçtan biran önce kurtulması için, Madımak Oteli’nin derhal müze yapılması gerekir. Devlet “oteli kamulaştıracak param yok” diyemez. Yangında otel maddi zarar görmüştür, ama Türkiye’nin insanlığı zarar görmüştür. Başbağlar köyünde birkaç evi tamir etmekle, devlet kendisini aklayamaz. Katliamların 16. yılında Madımak otelinin müze, Başbağlar köyüne Anıt ev yapılması talebi toplumsallaşmıştır. AKP hükümetin ve TBMM üyelerinin bu talepleri “ret” etme mazereti kalmamıştır. Bu tarihsel fırsatı AKP hükümetinin ve TBMM’deki partilerin ıskalama lüksü yoktur. Çünkü demokratikleşmek ve vicdanları aklamak için bu şart…

Hüsne ana Koray’ın, Turgut babasını yolunu bekliyor

Yaralı yüreklerin sahibi Başbağlarlıların “33 canımız hunharca kurşunlandı, köyümüzde 30 kadın dul, yüzlerce çocuk yetim kaldı” feryadı hepimizin vicdanıyla buluşmalıdır. Madımak otelinde katledilen 12 yaşındaki Koray’ın, annesi Hüsniye ve babası İsmail’in acısını, Başbağlar’da 1 yaşında babasız kalan Turgut Özdemir’de yaşıyor. Şimdi 17 yaşındaki Turgut babasının resmine bakarak “babamı kimler öldürdü” diye soruyor. 16 yıldır Turgut’a ne cevap veren var, nede özür dileyen devlet. Hüsniye ana’da Koray'ının yolunu gözlüyordu; "Gelir de bitirir okullarını, büyük adam olur, askere gider, evlenir yaştaşları gibi, o da karışır kuzularına" diye. On altı yıldır Koray’ın yolunu gözlüyor Hüsniye ana. Ne Koray geliyor, ne de devlet. 16 yıl geçmesine rağmen, gerçek katillerin yakalanmaması Turgut’un yüreğindeki acıyla, Koray’ın annesinin ve babası İsmail’in acısını artırarak ortaklaştırıyor.

16 yıldır katliam yerlerine gelen ve hatırlayan devlet yok. Madımak halen yanıyor. Tıpkı Başbağlar köyü gibi.
İşte bu nedenle “kaşımaya ne hacet var” diyenlere; saygınlık unutturmak isteyenlere değil, hatırlatanlaradır.


Kaynak:turnusol.biz
Yazar:Turan Eser

Hiç yorum yok: