27 Ağustos 2009

Laikliğin Evrensel Fikri, Devletin Zikrine Uymuyor!

Nev-i Şahsına Münhasır Otoriter Laiklik mi? Yoksa Özgürlükçü ve Evrensel Laiklik mi?

Turan Eser

İlk derste "Laiklik din işlerinin devlet işlerinden ayrılmasıdır" görüşünü, “Cumhuriyetin laik okullarında” ezberledik. Bir sonraki derste ise, din eğitimini zorunlu olarak aldık.
Arasında sadece bir teneffüs mesafesi olan bu çelişkiyi AİHM anladı, fakat Türk hükümetleri anlamadı.
İlköğretimde bunu ezberleyenler, devletin din/dindar üreten ve bunun için propaganda yapan 100 bin din memuru olan Diyanet İşleri Başkanlığı ile tanıştılar. Dolaysıyla okulda "laiklik din işlerinin devlet işlerinden ayrılmasıdır" fikrini öğrenen insanlar, evrensel fikrin, devletin zikrine uymadığının tanığı olmuştur. İşte bu çelişki ve ideolojik bir niyet taşıyan, resmi "laiklik" anlayışına karşı, evrensel ve özgürlükçü laiklik savunmak, Avrupa Birliği üyeliğine aday Türkiye için bugün daha da çok önem kazanıyor. Belli ki bizdeki sorunlu laik tanımı ve uygulaması, toplum yaşamanın tecrübelerinden ve ihtiyaçlarından daha çok, egemenlerin kendi ihtiyaçlarını karşılamak için yukarıdan dikte ettirdiği bir uygulama ile oluşmuştur.

Farklı İnançların Ortak Değerleri Ekseninden Biraradalığı İçin Laiklik

Laik ve demokratik ülkelerde, farklı inançlara mensup ya da bir inanca mensup olmayan bireylerin, biraradalığını ve eşit koşullarda yaşayabilmelerini sağlayacak, “ortak iyiler/değerler” diyebileceğimiz bir hukuksal anlaşmaya ihtiyaç duyulur. Toplumu oluşturan bireylerin, farklılıklarıyla bir arada yaşaması ancak, bu “ortak iyileri” ve “ortak değerleri” kapsayacak bir toplumsal uzlaşmayla (Anayasa) sağlanır. Toplumdaki bireyler “tek tip” değildir. Farklı kimliklere sahiptirler. (dil, din, cinsiyet, mesleki, v.b) Örneğin Türkiye’de “tek tip vatandaş” yaratma özlemi duyan ideolojik çevreler olsa da, Türkiye toplumu tek tip değildir. Farklı kültürel kimliklerden oluşan bir zenginliğe sahiptir. Özel ve kolektif yaşam alanlarında kendi kültürel kimliklerini özgürce yaşama hakkına sahip olmaları gerekir.

Bireyin, diğer bireylerle ilişki içinde olduğu kamusal alanlarda, kutsal değerler ya da kültürel kimlikleri üzerinden toplumsallaşmasına olanak sunan, resmi politik yaklaşımların aksine, kamusal alan, farklı kültürel kimliklere sahip bireylerin, “Anayasal yurttaş” kimliğiyle buluştuğu zeminlerdir. Örneğin ülkemizde olduğu gibi, kamusal alanda Sünnilik/Hanefilik inancı üzerinden hizmet üreten kamu kurumlarının (Diyanet İşleri Başkanlı, Din İşleri Yüksek Kurulu, İHL, Kuran Kursu, İlahiyat Fakülteleri ve Zorunlu Din Dersi, Sünni/Hanefi Din Görevlisi) varlığına müsaade eder ve farklı inançlara (Aleviler, gayri Müslimler, v.b) sahip bireyleri bu hizmetlere zorunlu kılarsanız, toplumsal uzlaşmayı sağlamış olmuyorsunuz.

Toplumun çok kimlikli heterojen yapısından, homojen kimlik, tek tip yaşam, tek tip din ve tek tip etnik kimlik yaratmak ve bu anlayışla toplumsal yaşamı özel ve kamusal alanda inşa etmek doğru olmadığı gibi, hem insan haklarına, hem de toplumsal uzlaşıya dayalı bir devlet anlayışını yok saymış olur. Özellikle toplumsal uzlaşma ve farklı inanç kimliklerin biraradalığı için, devletin laiklik anlayışı ve uygulaması özel bir önem ve ayrıcalık taşır. Bu açıdan ele alınıldığında, laiklik sadece dinin devletle, devletin de dinle olan ilişkisini ayırmak değildir. Laiklik esas olarak, çok inançlı toplumsal hayatta, din, vicdan ve inanç özgürlüğünün sağlanmasını zorunlu kılar. Şöyle ki, laiklik aynı zamanda demokrasiyi, insan haklarını ve temel hak özgürlüklerini, sosyal devleti ve evrensel hukuk değerleriyle iç içe geçmiş ve birbirini bu anlamda etkileyen önemli bir devlet ilkesidir.

Laiklik İlkesi Devletin Tüm İnananlar ve İnanmayanlar Karşısında Tarafsızlığını Emreder.
Laik, demokratik, sosyal ve hukuk devletinin bir dini olamaz. Bu evrensel yaklaşımdan dolayı, devletin bütün din ve inançlara (inanmayanlar dahil) eşit mesafede durması gerekmektedir. Dinler/inançlar hiçbir koşulda devletin siyasi, hukuki, ekonomik ve sosyal hayatında yer alamaz. Devlette, birey özel alanında ve dini hayatta “dini düzenleyici” işlevi olamaz. Laiklik dini bireyin vicdanına taşıdığı için, kamusal alanı, siyaset alanını, hukuk alanını ve ekonomik alanı dinden soyutlanmıştır. Yani gerek devletin örgütlenmesinde, gerek yürütmesinde dinin etkisine yer bırakmıyor. Dini olanı, özel alana ve vicdana teslim ediyor. Böylece laiklik anlayışın evrensel ilkeleri gereği, devlet sadece dinler ve inançlar karşısında tarafsız kalmıyor, aynı zamanda kamusal alandaki tarafsızlığı da sağlamak zorunda kalıyor. Bunun koşulu ise, Türkiye’de olduğu gibi, Diyanetin, Zorunlu Din Derslerinin, İHL, ve din bütçesinin varlığını savunarak, kamusal alanın tarafsızlığı sağlanamaz. Bunun sağlanmasının tek koşulu, tüm farklı inançların eşit haklara sahip olarak, devlet dışı kalmasına ve din-devlet ikilisinin karşılıklı etkileşimine izin vermemekten geçiyor.

Din, Vicdan ve İnanç Özgürlüğü, İnanan ve İnanmayan Bireyi Kapsar.
İnanma ya da inanmama tercihi bireyseldir ve bir insan hakkıdır. Bireye ait olan bu hak, birey tarafından özgürce kullanılabilmelidir. İnanan kişi, ibadet hakkını serbestçe yapabilmelidir. Her birey kendi inancını kendisi belirler, kendisi tanımlar. Bir inancı tanımlama hakkını devlet kullanamaz. Dernek, vakıf, federasyon ve benzerin STK’lar yapamaz. Bu hak sadece bireye ve o inancın ibadet yerindeki cemaatine aittir. Evrensel bir ilke olarak, laiklik, ne devlete, ne de başka bir sivil örgüte bu hakkı tanımaz. Din, vidan ve inanç özgürlüğü, bireyin benimsediği bir dine/inanca inanma ya da inanmama hakkını güvence altına aldığı gibi, inancını değiştirme hakkına da saygı duyulmasını ister. Bu özgürlüğün sağlanması için, devlet vatandaşını, her türden baskılara ve dayatmalara karşı korumakla sorumludur.

Devlet Tüm İnançlara/Dinlere/İnanmayanlara Karşı Eşitlik İlkesini Uygulamak Zorundadır.
Özgürlükçü laiklik ilkesi, bilinen baskıcı, otoriter ve tek tipleştirici laiklik uygulamasının aksine, farklı inançlara mensup bireylere eşitlik sunar. Yani hukuksal eşitliğin evrensel ilkesine önem atfeder. Laiklik ilkesi, Türkiye’de algılananın ve uygulananın aksine, devletin sayıca fazla olan nüfusun inancına/dinine özel bir ayrıcalık tanıyarak, o inancı resmi inanç haline gelmesine itiraz eder. Laik devlet toplumu oluşturan tüm bireyleri dinsel kimliği üzerinden değil, anayasal yurttaşlığı üzerinden kabul eder ve bu temelde inanan ya da inanmayan bireylerin eşitliği ilkesine ayrımsız saygı gösterir. Aynı zamanda bireyin din, vicdan ve inanç özgürlüğünü yaşama eşit koşullarda ve eşit haklarla bir arada yaşamasını bu eşitlik ilkesi üzerinden güvence altına alarak sağlar.

Bu açıdan değerlendirildiğinde, Türkiye’de din ve inanç özgürlüğü eşitlik ilkesi üzerinden sağlayan somut bir veri yoktur. Devlet egemen resmi Sünni/Hanefi inancı dışında kalanlara yönelik doğrudan ya da dolaylı ayrımcılık yapmaktadır. Devlet fiilen kendi kontrolü altında bir “Resmi İslam” anlayışını benimsemiştir. Hem özel alanda, hem de kamusal alanda bunu etkin ve güçlü kılmak için 657 sayılı devlet memurları kanununa dayanarak, 100 bin kişiden oluşan Ruhban sınıfını devlet adına çalıştırmaktadır. Devlet, vicdana ait olan, öğrenmek/bilmek/kabullenmek için gönül ve rızalık isteyen dini “laik okullarda”, AİHM’nin aleyhte kararına rağmen zorla öğretmeye devam etmektedir.

Ayrıca, Osmanlı döneminde “şeyhülislam İslam adına fetva” verirken, cumhuriyet dönemimde devletin kurumu olan “Diyanetin Alo Fetva Hattı”, İslam adına “laik fetvalar” veriyor. Bu sebeple Türkiye’de din ve devlet ilişkilerinin ayrılmadığı, devletin bir inancı doğrudan savunarak, diğer dinler ve inançlara karşı “saygı duysa” bile, inanç özgürlüğü eşitlik ilkesine uygun sağlamış olamaz. Laikliğin evrensel siyasi ve hukuki yorumu, bu kavramın kendisinin çoğulculuktan yana olduğunu gösterir. Bu nedenle, laiklik toplumda varolan farklı inançların birbirlerine karşı ayrımcı ve ötekileştirici sosyal baskı mekanizmasını yaratacak düşünce/uygulamalar yerine, aksine birbirlerini tanımalarını/anlamalarını, karşılıklı saygı temelinde biradalığını sağlar.

Laiklik İstismarın Panzehiridir

Evrensel, özgürlükçü laiklik düşüncesini ve uygulamasının savunulmasını, siyasal İslamcılara yarayacağı görüşü, yanlış ve o kadar da tehlikeli bir yaklaşımdır. Çünkü bu yaklaşım, din ve inancı siyasetin aracı haline getirilmesini, kullanılmasını yok edecek bir yaklaşımdır. Bundan ilk rahatsız olacak kesimin, siyasal İslamcılar olacağının bilinmesi gerekir. Türkiye'de gerçek anlamda bir laiklikten söz etmek için, din, inanç ve vicdan özgürlülüğünün gerçek hayatta karşılığı olması gerekir. Gerek siyasal İslamcılar, gerekse resmi görüş Türkiye'de laiklik uygulaması ve anlayışında bir özgürleşmeyi istememektedirler. Birisi dinsel açıdan, devlet olanakları ile bir dinsel hegemonya kurmak isterken, diğer kesim ise dini kendi denetimi altında şekillendirmek ister. Bu nedenle Türkiye'de laiklik uygulamalarının özgürlükler ekseninde değişimine karşı, örgütlü direnç gösteren iki kesim vardır. Bunlardan, resmi ideoloji olarak Türk-İslam sentezi ile " kutsal devlet" vurgusu ile özgürlükçü laiklik ve karşısında direnç gösterirken, diğer dindar kesimde "kutsal din" ekseninde bir direnç sergiler. Yani her iki kesimde laikliğin baskıcı ve muhafazakar özelliklerinden taviz vermez. Gerçek anlamda bir laiklik ancak özgürlük alanlarının genişletilmesi ve dinin kamusal ve siyasal alandan arındırılması mümkündür. Çünkü "özgürlükçü laiklik" yaklaşımı, bu kesimleri varlık nedenlerini ve beslendiği, istismar ettiği zemini siyasal alandan alıp, insanın vicdanına koyacaktır.

Devletin Kalıbı, İnsan Vicdanı Kadar Geniş Değildir.
Din, inanç ve vicdan özgürlüğünü, eşitlik ilkesine uygun sağlamanın tek bir yolu vardır; Din ve devlet ilişkini ayırmak. Çünkü devletin din dışı kalmadığı ülkelerde olduğu gibi, Türkiye’de de, egemen inanç, diğer din ve inançlara göre, kamusal desteğe sahip, resmileşmiş kimliyle hem özel bir ayrıcalığa sahip, hem de laikliğe aykırıdır. Buna karşılık laikliğin gerçek ve evrensel ilkelere sığınarak uygulandığı ülkelerde hiçbir din ve inanç özel bir imtiyaza ve ayrıcalığa sahip değildir. İnanç özgürlüğünde tam eşitlik ilkesi geçerlidir. Dolaysıyla Türkiye’de, dini kimlik temelindeki süregelen ayrımcılığa karşı, anayasal vatandaşlık temelinde eşitlik talebini, yeni anayasa tartışmalarında ön plana çıkarmak lazım.

Dolaysıyla 21. yüzyıl Türkiye’sinin cevap vermesi gereken soru bellidir; Devletin, dini kendi ideolojisi doğrultusundaki resmi kalıba dökerek şekillendirmesine onay mı vermek, yoksa bu resmi kalıpların yerini, insan vicdanının kendi “kalıplarının” almasını mı sağlamak?



Turan Eser
Ankara

Hiç yorum yok: