Sol = Eşitlik + Özgürlük
01/03/2010
Özgürlüğü insanların kendi hayatları ile ilgili kararları kendi iradeleriyle almaları durumu olarak tanımlıyoruz.
O zaman, bütün bu özgürlüğü kısıtlayan durumları, açlıktan, çalışma hayatındaki eşitsizliklerden, toplum baskısından, kadın-erkek eşitsizliğinin yarattığı sorunlardan, hepsinden bahsetmek zorundayız özgürlükten bahsederken
ÜMİT KURT
Ahmet İnsel geçen hafta Radikal İki’deki “Solun rehberi eşitliktir” başlıklı yazısında solu sağ düşün ve akımlardan ayıran esas kavramın, eşitlik olduğunu; sol/sosyalist düşün ve siyasal hareketler eşitliği salt hukuk alanında değil, iktisadi, siyasal ve toplumsal konularda yönlendirici esas ilke olarak benimsediklerini ve sömürüye karşı çıkmanın esas gerekçesi eşitlik ideali olduğunu vurgulaşmıştı (14/02/2010). Bunlar gerçekten önemli ve üzerinde durulmayı ziyadesiyle hak eden argümanlar. Her şeyden önce sol İnsel’in de altını çizdiği üzere insanların insan olarak evrensel eşitliğini savunagelmiştir. Solu yeniden tanımlarken solu teorik ve pratik olarak yeniden okumak ve solun kurulu düzenin iktidarına karşı alternatif bir iktidarı uğrağı olması adına ciddi ve somut adımlar atmak gerekiyor. Bu girişiminin hem dünya hem de Türkiye ölçeğinde solun geldiği noktayı, solun “şimdi ”sini anlamamız ve solun kendi özeleştirisini yapmasına imkân vermesi açısından önemli ve değerli olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. İnsel sol açısından eşitliğin yalnızca siyasal ve yasal haklarlarla (kanun önünde eşitlik ‘ütopyası’) sınırlı bir alana hapseldimemesi gerektiğini ifade ederken bunun yolunun eşitliği bir “eşit vatandaşlık statüsü”ne almadan olmayacağı bize hatırlattı adeta.
Eğer sol tahayyülün birincil gönderim noktası olan eşitliği bir eşit vatandaşlık statüsüne almadan tanımladığınız zaman, özgürlüğün olmadığı yerde zaten o tür bir eşitliğin de olmadığını görüyoruz.
Yani en azından, totaliter bir rejimde, gelir eşit bile dağıtılmış olsa; siyasi haklar bakımından bir eşitsizlik vardır, yönetenler ve yönetilenler arasında bir eşitsizlik vardır, yani Orwell’in dediği: “Herkes eşittir bazıları daha eşittir” deyişi gibi bir durumla karşı karşıya olduğumuz söylenebilir. Özgürlüğün olmadığı yerde bir anlamda eşitlikten, eşitliğin olmadığı yerde özgürlükten de bahsedemeyiz.
Bugün bir toplumda işçi işveren arasındaki eşitsizlikler, açlığın baskısı, bütün bu güvensizliğin yarattığı-yaşlılığımda ne olacak, hastalanırsam ne olacak- bir ortamda bireyin özgür olması da çok imkân dâhilinde görülmüyor.
Özgürlüğü insanların kendi hayatları ile ilgili kararları kendi iradeleriyle almaları durumu olarak tanımlıyoruz. O zaman bütün bu özgürlüğü kısıtlayan durumları, açlıktan, çalışma hayatındaki eşitsizliklerden, toplum baskısından, kadın-erkek eşitsizliğinin yarattığı sorunlardan, hepsinden bahsetmek zorundayız özgürlükten bahsederken. Dolayısıyla, bunlar birbirlerini tamamlayan kavramlar, özgürlüğün olmadığı yerde zaten eşitlikten bahsetmek çok anlamlı değil. Yine hakların durumunda olduğu gibi sivil-siyasi-sosyal haklar nasıl birbirlerini tamamlayarak, birbirlerinin içeriğin tanımlıyorlarsa; bunun gibi özgürlük, eşitlik ve dayanışma durumunda da benzer bir birbirinin tamamlama durumundan bahsedebiliriz. Yani bunlar birlikte varolabilen ve ulaşılabilen ideallerdir, onun için Fransız İhtilali’nin sloganı eşitlik, özgürlük ve dayanışmadır. Bunların birini çıkarıp ötekini korumak mümkün değildir.
Zira bunlar birbirlerini tamamlayan/bütünleyen kavramlardır.
Sol ufku ve tahayyülü tanımlarken; solun içsel dinamikleri ve ontolojisini doğru saptamak özellikle “yeni” bir sol tasavvuru açısından önemli. Bu kertede, sol tahayyülü, birbirine eklemlenebilen üç şiar etrafında tanımlayabiliriz: kurulu düzene karşı bir duruş/tavır alış olarak sol, kendi kaderini tayin veya daha dikkatli bir terimle, öz belirleme (self-determination ) ilkesi olarak sol ve öz belirleme ilkesinin failleri olarak insanların yaratıcı eylemlerinin denkliğine, yaşam koşullarının eşitliğine ulaşılması prensibi. Bu üç ilkeyi sol tahayyülün asli/birincil siyasal hedefi olarak değerlendirmek mümkün.
Bu bağlamda sol üzerine kafa yorarken bugün ün dünyasında meydana gelen toplumsal dönüşümle ve değişimle birlikte sınıf yapısının (buradaki sınıf kavramının dar anlamda bir ekonomik kategori olmadığını; aynı zamanda sosyal, siyasal ve kültürel parametreler barındırdığını da söyleyelim ) ve toplumsal yapının da değişime uğradığı gerçeğini göz önünde bulundurarak solu sorgulamaya, eleştirel bir mercekle büyüteç altına almaya ve son kertede solu yeniden tanımlamaya girişmek elzem. Burada, insan özgürleşmesini ve insani varoluşun zenginleşmesini bir devrim etiği olarak gören Marx’ın “insani toplum” ve “toplumsal insanlık” etiğini ve bu etiğin günümüz özgürlükçü sosyalizm tasavvuruna da anlamını veren boyutlarını akılda tutmamız ‘yeni’ ve özgürlükçü bir sol tahayyül için büyük önem arz ediyor.
Eğer sol tahayyülün birincil gönderim noktası olan eşitliği bir eşit vatandaşlık statüsüne almadan tanımladığınız zaman, özgürlüğün olmadığı yerde zaten o tür bir eşitliğin de olmadığını görüyoruz.
Yani en azından, totaliter bir rejimde, gelir eşit bile dağıtılmış olsa; siyasi haklar bakımından bir eşitsizlik vardır, yönetenler ve yönetilenler arasında bir eşitsizlik vardır, yani Orwell’in dediği: “Herkes eşittir bazıları daha eşittir” deyişi gibi bir durumla karşı karşıya olduğumuz söylenebilir. Özgürlüğün olmadığı yerde bir anlamda eşitlikten, eşitliğin olmadığı yerde özgürlükten de bahsedemeyiz.
Bugün bir toplumda işçi işveren arasındaki eşitsizlikler, açlığın baskısı, bütün bu güvensizliğin yarattığı-yaşlılığımda ne olacak, hastalanırsam ne olacak- bir ortamda bireyin özgür olması da çok imkân dâhilinde görülmüyor.
Özgürlüğü insanların kendi hayatları ile ilgili kararları kendi iradeleriyle almaları durumu olarak tanımlıyoruz. O zaman bütün bu özgürlüğü kısıtlayan durumları, açlıktan, çalışma hayatındaki eşitsizliklerden, toplum baskısından, kadın-erkek eşitsizliğinin yarattığı sorunlardan, hepsinden bahsetmek zorundayız özgürlükten bahsederken. Dolayısıyla, bunlar birbirlerini tamamlayan kavramlar, özgürlüğün olmadığı yerde zaten eşitlikten bahsetmek çok anlamlı değil. Yine hakların durumunda olduğu gibi sivil-siyasi-sosyal haklar nasıl birbirlerini tamamlayarak, birbirlerinin içeriğin tanımlıyorlarsa; bunun gibi özgürlük, eşitlik ve dayanışma durumunda da benzer bir birbirinin tamamlama durumundan bahsedebiliriz. Yani bunlar birlikte varolabilen ve ulaşılabilen ideallerdir, onun için Fransız İhtilali’nin sloganı eşitlik, özgürlük ve dayanışmadır. Bunların birini çıkarıp ötekini korumak mümkün değildir.
Zira bunlar birbirlerini tamamlayan/bütünleyen kavramlardır.
Sol ufku ve tahayyülü tanımlarken; solun içsel dinamikleri ve ontolojisini doğru saptamak özellikle “yeni” bir sol tasavvuru açısından önemli. Bu kertede, sol tahayyülü, birbirine eklemlenebilen üç şiar etrafında tanımlayabiliriz: kurulu düzene karşı bir duruş/tavır alış olarak sol, kendi kaderini tayin veya daha dikkatli bir terimle, öz belirleme (self-determination ) ilkesi olarak sol ve öz belirleme ilkesinin failleri olarak insanların yaratıcı eylemlerinin denkliğine, yaşam koşullarının eşitliğine ulaşılması prensibi. Bu üç ilkeyi sol tahayyülün asli/birincil siyasal hedefi olarak değerlendirmek mümkün.
Bu bağlamda sol üzerine kafa yorarken bugün ün dünyasında meydana gelen toplumsal dönüşümle ve değişimle birlikte sınıf yapısının (buradaki sınıf kavramının dar anlamda bir ekonomik kategori olmadığını; aynı zamanda sosyal, siyasal ve kültürel parametreler barındırdığını da söyleyelim ) ve toplumsal yapının da değişime uğradığı gerçeğini göz önünde bulundurarak solu sorgulamaya, eleştirel bir mercekle büyüteç altına almaya ve son kertede solu yeniden tanımlamaya girişmek elzem. Burada, insan özgürleşmesini ve insani varoluşun zenginleşmesini bir devrim etiği olarak gören Marx’ın “insani toplum” ve “toplumsal insanlık” etiğini ve bu etiğin günümüz özgürlükçü sosyalizm tasavvuruna da anlamını veren boyutlarını akılda tutmamız ‘yeni’ ve özgürlükçü bir sol tahayyül için büyük önem arz ediyor.
Ümit Kurt: Boğaziçi Üniversitesi, Siyaset Bilimi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder