25 Mayıs 2010

CHP önce sözünü tutsun!


CHP önce sözünü tutsun!

CHP önce sözünü tutsun!

Mehmet Sevigen (sağdan ikinci) Engin Çeber’in ölümünden sonra serbest bırakılan arkadaşlarıyla birlikte basın toplantısı yaptı. Bu olumlu girişim yeterli mi?



Evcioğlu haber:
09/11/2008 tarihinde radikal gazetesinde
: Dersim, Hozat Belediye Başkanı sn: CEVDET KONAK'ın kaleminden yayımlanan ve o günden bu güne güncelliğini koruyan, önemli tesbitlerin yapıldığı aşağıdaki yazı tamda toplumun her kesimince Sn; Kemal KILIÇTAROĞLU'nun CHP Genel Başkanlığına seçilmesiyle birlikte; yeniden umutların bağlandığı, CHP'nin Açlığa, yoksulluğa, yolsuzluğa, teröre, işsizliğe ve kültürel haklardan insan hakları ihlallerine kadar birden çok soruna çözüm olacağı umuduyla gündeme geldiği şu gülerde; siz değerli dostların dikkatine ve değerlendirilmesine sunuyoruz..

25.05.2010

CEVDET KONAK

*****************************

Engin Çeber olayıyla gündeme gelen hak ihlallerini ve insanlık dışı uygulamaları, AKP’ye karşı bir zayıflatma kozu olarak kullanan CHP’nin samimiyetine, geçmiş deneyimlerini de gözönünde bulundurarak temkinli yaklaşmak gerekir

Basından sıklıkla takip edildiği gibi, Türkiye’de işkence ve sonucunda meydana gelen ölümlerle işgal edilmiş bir ara dönemden geçiyoruz. Son olarak, tutuklandığı cezaevinde işkence sonucu öldürülen Engin Çeber’le gündeme gelen bir süreç yaşandı. Hemen sonrasında ise, Adalet Bakanı M. Ali Şahin tarafından dile getirilen “özür dileme”, Türkiye’de bir kesim tarafından “iyiye gidiyoruz” anlayışının dillendirilmesine yol açtı. Kuşku yoktur ki, bu satırların yazarı dahil birçok kişi, böyle bir süreci bizatihi AKP hükümetinin kendisi tarafından verilen bir öldürme komutuyla değil de, AKP politikalarının doğrudan sonucu olarak değerlendiriyor. Ne yazık ki, AKP hükümetinin iktidar olduğu ilk günden günümüze değin uygulamaya soktuğu politikalar, özellikle güvenlik güçleri ve cezaevi kurumları içerisindeki görevlilerin elini güçlendirerek böyle bir şiddet anlayışını doğurdu.

Her şeyden önce yaşananlar bir kez daha gösterdi ki, Türkiye’de bir sözde demokrasi ve insan hakları sistemi mevcuttur.
Bu durumu, tek başına AKP hükümetinin üzerine yığmak nasıl büyük bir yanılgıysa aynı şekilde, onu yapılanlardan sorumlu tutmamak da büyük bir safdillik olur.
Türkiye’de siyasetin tek bir anlayış üzerinden gelişmesi dile getirmiş olduğumuz bu olumsuzluğun belli başlı nedenlerindendir. İktidar partisine karşı, muhalefet partilerince yapılan siyaset sürekli bir kuru muhaliflik ekseninde gelişiyor ve sözün gizemli büyüsü yalanlar üzerinden kendisini besliyor. Kısacası, siyaset çizgisi, pratik alternatiflerden ziyade sözde muhalefetler üzerinden yürütülüyor ve böylece de “gerçek anlamdaki iktidarın çirkin yüzü, sürekli örtülerek sözcüğün amiyane tabiriyle piyonlar savaşı yapılıyor”.
Meclis partilerinden olan CHP özellikle son günlerde AKP’ye karşı her fırsatı değerlendirerek bir muhalefete soyunmudu. CHP Genel Sekreter Yardımcısı Mehmet Sevigen’in, Engin Çeber’le birlikte tutuklanan ve Çeber’in öldürülmesiyle birlikte tutukluluk hallerine son verilen üç kişiyle birlikte Meclis’te yaptığı basın toplantısı, dile getirmiş bulunduğumuz bu duruma iyi bir örnektir. Her şeyden önce, başlangıç olarak CHP’nin böyle bir girişimcilikle mağdur olanları sahiplenmesi sevindiricidir. Fakat CHP çizgisine mesafeli bakan herkes gibi bizler de, bu durumun yalın bir AKP muhalifliği üzerinden yürütüldüğü konusunda hemfikiriz. Çünkü demokrasi ve insan hakları ihlaline dair bir muhalefeti, sadece iktidar partisine karşı olmaktan kaynaklanan bir haleti ruhiye ile değil, gerçek anlamda ilkesel bir zorunlulukla yapmak gerekir. Aksi takdirde muhalefet olarak dile getirilen durumun laf-u güzaftan öte bir anlamı kalmayacaktır. Unutulmamalı ki Türkiye’deki demokrasi savunuculuğu, sadece AKP politikalarına karşı yapılacak bir mücadeleyle sınırlandırılmaması gereken bir anlayışı gerekli kılar.

Unutulan iki olay
Burada dile getirdiğimiz eleştirileri, spesifik bir geçmiş hatırlatmasına tabi tutarak, takdir hakkını okuyucuya bırakan bir olayla anlatımımızı zenginleştirmeyi daha uygun buluyoruz.
Unutulmamışsa şayet, 2007 yılının Eylül ayı içerisinde, ulusal basının da sıklıkla haber yaptığı gibi, Doğu’da karanlıkta kalan iki olay yaşandı. Bunlardan ilki, Şırnak Beytüşşebab’ta bir otobüsün taranması ve sonrasında 12 kişinin ölümüyle sonuçlanırken, diğeri ise ilçe merkezimizde yaşayan Bülent Karataş ve Rıza Çiçek isimli vatandaşlarımızın, kışlık odunlarını toplama maksadıyla gitmiş oldukları ormanlık bir alanda kendilerini güvenlik görevlisi olarak tanıtan askeri personellerce kurşunlanmasıdır. Hemen sonrasında, CHP her iki olayın araştırılması maksadıyla buralara bir heyet gönderdi. CHP’nin, Beytüşşebab’taki karanlık olayı, kamuoyundan saklı tutmasını bir yana bırakırsak, ilçemizde yaşananları şu şekilde anlatmamız mümkündür.
Adını zikrettiğimiz Bülent Karataş olay sırasında yaşamını yitirmiş, Rıza Çiçek ise olaydan ağır yaralı olarak kurtulmuştu. Ertesi gün, bizatihi Genelkurmay’ın resmi internet sitesinde yapılan açıklamalarda, bu iki vatandaş terörist olarak ilan edilmiş ve olayın gerçek boyutu kamuoyuna bu şekilde sunularak maniple edilmişti. Bütün bu çarpıtma furyası, meydana gelen vahşetten ağır yaralı olarak kurtulan Rıza Çiçek’in, yattığı hastaneden tüyleri diken diken eden açıklamalarda bulunmasına kadar devam etti. Zira kendisinin verdiği bilgilere göre, ‘kendilerini ormanlık arazide durduran yedi kişilik bir askeri tim, kimlik tespiti yaptıktan sonra onlardan elbiselerini çıkarmasını emretmiş ve sonrasında ise onlara ateş açmıştı.’ 31 yaşındaki iki çocuk babası Bülent Karataş olay yerinde yaşamını yitirmiş, Rıza Çiçek ise ağır yaralı olarak kurtulduğu olaydan sonra, taburcu olduğu hastaneden tutuklanarak cezaevine gönderilmişti. Şimdiyse tutuksuz yargılanmak üzere serbest.
Bu olayların meydana getirdiği yankıdan dolayı ilçemizi ziyaret eden beş CHP milletvekili (Kemal Kılıçdaroğlu ve Yılmaz Ateş gibi üst düzey yöneticiler de aralarında olmak üzere) terörist olarak nitelendirilen Bülent Karataş’ın ailesini ziyaret etmiş ve başsağlığı dileklerini bildirmişlerdi.
Böyle bir girişimden dolayı, “kendilerinin parti olarak, bu kişilere sanıldığı gibi terörist olarak bakmadıklarını, durumun tamamen bir insan hakkı ihlali olduğunu ve bu olayın faillerinin cezalandırılması için bir hukuk mücadelesi vereceklerini” dile getirmeleri bölgemiz insanı açısından fevkalade sevinçle karşılanmıştı. Fakat bugün yaşananlara (daha doğrusu yaşanmayanlar) baktığımızda,

CHP’nin sanıldığı gibi gerçek bir hukuksal mücadele vermediği, tam tersine bu iki olayı pragmatist çıkarları doğrultusunda kullanmayı yeğleyerek, genel seçimlerde Doğu bölgesinde uğramış olduğu hüsrandan dolayı bir gözboyama siyasetine giriştiği görüldü.
Aynı şekilde, bu her iki olayda da direkt AKP’ye yüklenilecek bir durumun bulunulamamış olması, bu suskunluğu açıklamakta ilk akla gelen ihtimallerdendir.
Gelinen nokta itibarıyla, Engin Çeber olayı ile gündeme gelen hak ihlallerini ve insanlık dışı uygulamaları, AKP’ye karşı bir zayıflatma kozu olarak kullanan CHP’nin samimiyetine, geçmiş deneyimlerini de gözönünde bulundurarak temkinli yaklaşmak gerekir.
Yazımızın başında da dile getirdiğimiz gibi, “bugün yaşananların faturasını tek başına AKP hükümetine çıkaramadığımız gibi, onu yaşananlardan da ayrı tutamayız”. Her iki durum da, birbirini besleyerek var olan ve sonrasında ise meydana gelecek olaylara davetiye çıkaracak bir seyir izliyor. Son olarak bizler, ciddi anlamda bir demokrasi ve insan hakları mücadelesi veriyorsak eğer, bunu bütünsel bir tarihsel süreç ışığında değerlendirmeyi de önemsemek durumunda olmalıyız.
Bunu da ancak, ülkemizde yıllardır var olan siyasi kargaşada takınmış olduğu riyakârlığı göstermelik birkaç hak ihlaline karşı almış olduğu tavırla örtmeye çalışan anlayışların sinsi gözyaşlarına kanmadan başarabiliriz.


CEVDET KONAK: Tunceli/Hozat Belediye Başkanı

Hiç yorum yok: