14.05.2010 08:38
En önemli ihtiyaçlardan biri de kendini ifade edebilmek. Bu ihtiyacı karşılayabilmek için çeşitli araçlar ve yöntemler kullanmış tarihin başından beridir insanoğlu. Konuşmak ve yazmaktan da önce, ses ve ritim eşliğinde beden hareketlerini kullanarak kendisini anlatmaya başlamış.
Bu esas çerçevesinde, sözlü veya sözsüz melodiler eşliğinde belli bir plana bağlı veya tamamen doğaçlama beden hareketlerinin görsel sunumudur diyebiliriz “dans”. Tarih kadar eski olan bu iletişim yöntemi, çağlar boyudur devam eden serüveni boyunca hiç yalnız bırakmamış insanoğlunu.
Bağbozumu, ekim veya hasat dönemi şenliklerinde çeşitli çalgılar eşliğinde tanrılar için yapılan törenlerde ortaya çıkmış kimi zaman tabiatla iç içe.
Kimi zaman ilahi olana ulaşmak için katedilen zorlu yolda birlik inancı içinde göğe yükselen kollarda veya kırklar meclisindeki dönüşlerde görünmüş en kutsal haliyle.
Salonlarda tango olmuş, sahnelerde bale.
Yeşerdiği toplumların hayata bakış açılarını, inanışlarını ve daha pek çok özelliğini yansıttığı için dans kültürel bir olgudur. Estetik bir kaygı taşıdığı, hem icra edende, hem de izleyende bir beğeni ve keyif alma hissi yaratabildiği için sanattır. Ayrıca, zihin ve beden arasında bir koordinasyon gerektirdiği, beş duyunun ve kollar bacaklar dahil bedenin tamamının bir uyum içinde hareketine bağlı olduğu için de kesinlikle sportif bir tarafı vardır.
Fiziki ortamın tüm kısıtlamalarına, bedenin ve zihnin tüm sınırlarına karşı ruhun en zarif başkaldırısıdır dans, bu yüzden de dans etmek insan ruhunun bedeni üzerindeki en büyük zaferidir bence.
İLK DANS TOPLULUĞU
Devinimler ve Yaşama Sevinci Dans Topluluğu’nun, Ankara Müzik Festivali kapsamında M.E.B Şura Salonunda sahnelenen “Zincir-2” adlı gösterisi düşündürüyor tüm bunları bana. Grup, Türkiye’nin engelli ve engelli olmayan dansçılardan oluşan ilk dans topluluğu. Dansçılardan 4’ü yürüme, 2’i zihinsel engelli, 4’ünün de engeli yok.
5 seneye yakın bir süredir faaliyetlerini sürdüren topluluk gösterinin konusunu: “Bedenler geçici, ruhlar ölümsüzdür. Evren birbirini gerektiren zincir tamamlamasıdır. Hayat, sonsuz bir zaman diliminde karşılaştığımız andır. Birimiz olmasaydı, diğerimiz olabilir miydi? Yaşam herkese adil davrandı mı?” Cümleleri ile özetliyorlar.
8 BUÇUK MİLYON İNSANIMIZ ENGELLİ
2002 yılında Devlet İstatistik Enstitüsünün yaptığı bir araştırmaya göre, ülkemizde sekiz buçuk milyona yakın insanımız engelli. Bunların % 9,7’si süreğen hastalığı, %1,25’i ortopedik, %0,48’i zihinsel, %0,38’i dile ve konuşma, %0,37’si işitme, %0,6’sı görme engeli olan bireylerden oluşuyor. Aynı araştırmada, bu bireylerin en önemli sorununun istihdam olduğundan bahsediliyor. Aslında bundan daha önemlisi: Engelli insanlarımızın yeteri kadar hayatın içinde yer almamaları veya alamamaları.
İş bulmak ya da sosyal güvenlik imkânlarından yararlanılmasını sağlamak tek başına yeterli değil bunun için. Hayatı yaşanır kılmak, çevreyi buna göre düzenlemek ve paylaşmak gerek her şeyden önce.
İşte bu sebeple; tekerlekli sandalyeler ve koltuk değneklerini ustalıkla kullanarak hem müzikle hem de birbirleriyle bütünleşen engelli ve engelli olmayan dansçıları sahnede izlerken, engelli insanlarımızın bulunmadığı her alanda aslında bizlerin eksik kaldığına kanaat getiriyorum.
Gösterinin sonunda ise onlar bizi selâmlarken ve biz de onları alkışlarken, “dansın büyüsü bizi birleştiriyor” diye düşünmeden edemiyorum.
O büyü, eve kadar takip ediyor beni…
Özlem Pekcan
Odatv.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder