12 Temmuz 2010

Kapıcılıktan bakanlığa geçiş kabullenilemiyor...

|

Kapıcılıktan bakanlığa geçiş kabullenilemiyor...Kapıcılıktan Bakanlığa geçiş kabullenilemiyor...

Necdet SARAÇ

Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner ile 3. Ordu Komutanı Orgeneral Saldıray Berk’e karşı açılan Ergenekon iddianemesinde “Alevi köylerine yapılan yardımların” da suçmuş gibi gösterilmesinden sonra “bu, Alevilere karşı psikolojik bir harekâttır” diyen AKP milletvekili Reha Çamuroğlu, aynı iddiasını eski Adalet Bakanı Seyfi Oktay’ın gözaltına alınmasından sonra da “Alevilere karşı psikolojik harekat yürütülüyor. Bu şartlarda Hükümet’in ‘Alevi Açılımı’nın hiçbir anlamı olamaz” diyerek yeniledi.

Farklı boyutta bir tepki de Çamuroğlu ile “selamı bile olmayan” bir başka AKP milletvekili İbrahim Yiğit’ten geldi. İbrahim Yiğit, Başbakan Erdoğan’a doğrudan “acaba birileri açılımı sabote mi ediyor” diye sordu.

2008’deki “Alevi iftar daveti” başarısız olan AKP milletvekili Reha Çamuroğlu’nun o tarihten bu yana AKP ile yıldızının barışmadığı ve “Alevi Çalıştayları”ndan da dışlandığı bilindiği için, Çamuroğlu’nun ve ısrarla “Alevi damarını” korumaya çalışan İbrahim Yiğit’in tepkilerini ve Alevi kuruluşlarının tepkilerini “duygusallık” olarak değerlendirip, üzerinden atlayabilir ve tipik bir Alevi’nin savunma psikolojisi içinde Sevilay Yükselir’in yaptığı gibi “adamalar bizi zaten ulusalcı ve postal yalayıcısı olarak görüyor, hele bir durun bekleyin” diyebiliriz.

Oysa, Türkiye’de özellikle Aleviler ne çektiyse biraz da bu “hele bir durun bekleyin” yaklaşımından çekmişlerdir. Aslında bu bütün “azınlıkların” çoğunluk karşısındaki ortak zaafıdır. Sistem azınlığı hep çoğunluğa karşı temkinli olmaya, sürekli olarak kendini izah etmeye ve savunma psikolojisi içinde davranmaya iter. Azınlıkta olan hep kendini anlatmaya çalışır. “Vallahi billahi öyle değil, şöyle… Aleviler sandığın gibi hiç değil…”

Derin devletle iç içe olmuş, Kontr-Gerilla veya Ergenekon’la çalışmış Alevilerin olduğu kesin. Hüseyin Kocadağ bunun en tipik örneklerinden biridir. Dün de, bugün de, gönlümüz istese de istemese de bazı Aleviler, hatta belki de bazı kurumlar, bu tür demokrasi karşıtı organizasyonlar içinde yer almışlardır, yarın da alacaklardır. Ancak durum bu diye topyekun Alevi imajına ve Alevilere, Alevilerin yarattığı değerlere yönelik saldırılara da “sessiz” kalamayız, “hele bir dava başlasın, ona göre karar veririz” diyemeyiz. Bazı kişilerde “yanılsak bile” bu böyle olmamalıdır. Gerekiyorsa risk de alıp tavır koymak gerekir…

Yargı ve ordu içindeki Alevileri hedef göstererek, siyasal İslamcıların doğrudan yada Emre Aköz gibi isimler aracılığıyla dolaylı olarak empoze etmeye çalıştıkları ve “psikolojik bir hareket” ile yarattıkları psikolojik baskı mahkum edilemezse yükselişe geçen Alevi hareketi başarısız olur ve yeniden “kapalı devre” yaşama itilir...

Odacılıktan bakanlığa geçiş…

Türkiye’de Sünni çoğunluk, Cumhuriyet tarihi de dahil son iki yüz yıldır yok saydığı Alevileri hiçbir dirençle karşılaşmadan “maraba” ilişkisi içinde rahatça yönetmiş... 1950’lerde kentle tanışan Aleviler, bütün engellemelere rağmen okumaya, ekonomik güç olmaya, toplumsal ilişkilerde pozisyon almaya başlayınca bunun “devlet katında” ciddi rahatsızlıklar yarattığı, arkasından da bu “rahatsızlığın” Maraş, Çorum, Sivas, Malatya örneklerinde olduğu gibi katliamlarla “giderilmeye çalışıldığı” bugün hem de belgeleriyle birlikte açıkça biliniyor.

Mevcut bütün veriler göstermiştir ki; ister siyasal İslamcı olsun, isterse elitist laik, Sünni çoğunluk, uzun süre “yok saydığı” Alevileri, son 20-25 yılda kentte fiili bir durum yaratan, görünürlüğü ve bilinirliği artan Alevileri “kapıcı, odacı ve meyhaneci” kategorisinde kerhen kabullenmek zorunda kalmıştır. Ancak bu kabulleniş, her açıdan iktidarı elinde bulunduran Sünniler için bir sınırı da gerektiriyordu. Bu sınır Alevilerin yönetici olmaya başlamalarıyla biten bir sınırdı. Yazılı olmayan bu kriter, yalnızca devlet mekanizması için geçerli değildi, işyerinde, fabrikada, siyasi partide, her yerde böyleydi. “Hem avam, hem de Alevi olacaksın sonra da karar mekanizmalarında yer alacaksın, kimliğini saklasan hadi neyse, üstelik bir de Alevi olduğunu deklere edeceksin”, olacak iş mi?

Alevileri karar mekanizmalarında görmek istemeyen bu yaklaşım ilk kez 1985’te Halkçı Parti ve SODEP’in birleşmesiyle kurulan SHP’de ters yüz oldu. Ön seçimlerin yapıldığı için SHP’nin bir çok yöneticisi Alevi kökenli oldu. Aleviler, Birlik Partisi deneyinden sonra ilk kez kendi kimliklerini inkar etmeden, saklamadan siyaset sahnesinde ve karar mekanizmalarında yer aldılar. Aleviler ilk kez açıkça Seyfi Oktay, Mehmet Moğultay, Ziya Halis, Şahin Ulusoy gibi isimler aracılığıyla bakanlıkla tanıştılar… Bu kısa süreli yer alış, bir çok bakanlık kadrosunu da doğal olarak Alevilerle tanıştırdı. Alevi ve solcu kökenli bir çok kişi açılan yarıktan içeri girmeye, devlet kadroları, kapıcılar ve odacılar dışında Alevi kadrolarla tanışmaya başlamıştı. Sünni İslamın yüzlerce yıldır yarattığı kadrolaşmaya karşı birkaç yıllık bir aranın yarattığı “boşluk”tan yararlanarak devlet kademelerinde yer alan Alevilere yönelik tahammülsüzlük bugün de devam ediyor. Bugünkü “yargıda Alevi kadrolar işbaşında, bunlarda kim oluyor, üstelik bizi yönetmeye kalkıyorlar” tahammülsüzlüğünün asıl nedenlerinden biri hiç kuşkunuz olmasın budur. Seyfi Oktay ve Mehmet Moğultay’a saldırının arka planında bu var. Seyfi Oktay’ın evindeki bulgurların içinde bile siyasal İslamcı iktidarın “yargıdaki Alevi savcı ve hakimlerin” listesini aramasına biraz da bu gözle bakmak gerekir.

Yuvaya dönme hamleleri yapsa da gemileri hem de birkaç kez yaktığı için dönmeye mecali kalmayan Reha Çamuroğlu’nun gelişmeleri “Alevilere karşı psikolojik bir hareket” olarak yorumlamasına da bu gözle değerlendirmek bizi yanıltmaz. Birbirleriyle barışık olmayan iki AKP milletvekili Çamuroğlu ve Yiğit’in değerlendirmelerini “Alevi damarlarından” ve duygusallıklarından daha çok, mutfağı ve doğal olarak arka planı bilen insanların çıplak gözlemi olarak değerlendirmek daha gerçekçi değil mi?

Son 20-25 yılda örgütlenmeleriyle öne çıkan, alanlara yüzbinleri dolduran, özgüvenleri artan Alevilerin bu oyunu bozması gerekir. Siyasal İslamın ve elitist laiklerin Alevilere biçtikleri maraba rolü geride kalmıştır. Artık dönem rol değiştirmeyi zorunlu kılıyor. Alevileri ve solcuları kadro olarak işe aldığı için gözaltına alınan Seyfi Oktay’ın durumu rol değişikliği sürecini durdurmaz, tersine hızlandırır… Alevi dünyası artık aşağılık kompleksinden kurtulmuştur. “Bizden hakim de, parti başkanı da, başbakan da olur” diyebilmektedir. Bu yaklaşımla bütünleşen eşit yurttaşlık talebi, fincancı katırlarını ürkütse de yapacak bir şey yoktur. Çünkü Aleviler başta kendileri olmak üzere herkes için adalet ve eşitlik istiyorlar…

Necdet Saraç
nejdetsarac@gmail.comBu mail adresi spam botlara karşı korumalıdır, görebilmek için Javascript açık olmalıdır

KAYNAK : Alevihaberajansi.com - 5 Haziran 2010, Ankara



Hiç yorum yok: