SİVAS OLAYLARI 1978 1. Tarihsel Giriş Sivas, Yozgat, Çorum, Amasya, Tokat, Erzincan ve Tunceli’nin oluşturduğu coğrafi kuşakta (Yerleşik birimde) yerleşik halkın siyasal ve inançsal yapısı çeşitlilik gösterir. Bu coğrafi bölgede, Alevi (Kızılbaş), Sünni, Ermeni, Kürt, Türkmen, Zaza gibi etnik ya da inançsal topluluklar iç içe yaşamaktadırlar. Bu topluluklar, kimi zaman birbirlerine karşı üstünlük elde etme kavgalarına girişmiş, kimi zaman da Selçuklu ve Osmanlıların baskısına, sömürü ve asimilasyon uygulamalarına karşı ortaklaşa (Nurali 1517, Şeyh Celâl 1518, Zünnû 1525, Kalender Çelebi 1526) başkaldırmışlardır. Başkaldıranlar, egemen otoritenin düzenli ordusu karşısında her zaman yenilgiye uğramış ve onbinlerce canı kurban vermişlerdir. Pir Sultan Abdal da halkı Osmanlı’nın zulmüne ve soygununa karşı örgütlediği için Hızır Paşa tarafından Sivas’ta asılmıştır. Anadolu’nun diğer bölgelerinde Osmanlı yönetimine başkaldırıp yenilenler de bu bölgeye ve Sivas’a sığınarak canlarını kurtarmaya çalışmışlardır. Timur, 1400’de Sivas’ı kuşattır. Uzun süre kuşatma altında kalan Sivas Kalesi’nin Komutanı Mustafa Bey, kaleyi teslim etmek için, Sivas halkına ve askerlerine dokunulmama koşulu ile Timur’la bir sözleşme imzalalar. Bu sözleşmede Timur, “Hiç kan dökmeyeceği” sözünü vermiştir. Kale teslim edildikten sonra Timur, verdiği sözün gereği olarak kılıçla kimseyi öldürtmez ve kan da akıtmaz. Ama Sivas kalesini savunan 4 bin asker ile binlerce sivili el ve ayaklarından bağlayarak kazılan çukurlara diri diri doldurur, üstünü toprakla örter. Böylece kan akıtmadan 7-8 bin kişiyi yoketmiş, şehri tamamen yağmalamıştır, evleri yaktırmıştır. Sivas’ın siyasi tarihi, bu tür katliamlarla doludur. Karayazıcı Abdülhalim Bey 1598’de Sivas ve çevresinde Osmanlı’ya başkaldırır; Sivas’ın ve bölgenin yoksul halkı da Karayazıcı’ya destek verirler. Ancak, başkaldırının disiplini zamanla bozulur. Sivas bölgesinde yerleşik halkın ekinleri, bağ ve bahçeleri, evleri ve işyerleri yağmalanır, yakılır ve insanlar öldürülür. Her şeyi elinden alınan halk, yoksullaşır, kırlarda otlamaya çıkar. Emperyalist ülkeler, Anadolu’yu işgal ederek aralarında bölüşmeye kalkışırlar. Anadolu halkı, emperyalist işgale karşı, bölgesel direnişe geçer. Direniş güçlerinin birleşmesini sağlamak amacıyla Mustafa Kemal Samsun’a çıkar, oradan Sivas’a gelir. Mustafa Kemal, Anadolu’nun etkin kişilerinin katılımıyla Sivas Kongresini organize eder (04.09.1919). Böylece Anadolu’nun Kurtuluş Savaşının temeli Sivas’ta atılmış olur. Bu sırada Sivas’ta etkin olan tarikat şeyhi Recep (1919), siyasal İslâmi amaçlı bir ayaklanma başlatır. Ayaklanma sırasında Sivas’ta birçok ev ve işyeri yağmalanır ve yakılır. Ayaklanma amacına ulaşmadan bastırılır. 1921‘de “Koçgiri” ayaklanması başlatıldı. Yazılı kaynaklara göre, Koçgiri ayaklanması “Kürt ulusal” amaçlıdır. Ayaklanmayı bastırmak üzere Nurettin Paşa görevlendirilmiştir. Ayrıca bir çete reisi olan Laz Osman (Topal Osman) da çetesiyle birlikte Sivas’a gönderilir. Topal Osman’ın hem Alevi, hem Kürt düşmanı olduğu halkın sözlü öykülerinden aktarılmaktadır. Koçgiri Aşireti’ne bağlı onlarca köy yağmalanarak yakılır, binlerce insan öldürülür. Kadın ve kızlara tecavüz edilir. Koçgiri köylerine ve halkına yapılan bu zulüm Millet Meclisi’nde sert eleştiri ve tartışmalara neden olmuştur. Sivas’ın merkezinde yerleşik halkın büyük çoğunluğu Sünni, kırsal kesimde (köylerde) yerleşik olanların çoğunluğu da Alevi inançlıdır. 1950’ye kadar komşuluk ilişkilerine özen gösterilmiş, her iki topluluk arasında mezhep çatışması yaşanmamıştır. 1950’den sonra Sivas kent merkezinde ticaretle uğraşanların çoğunluğu İzmir, İstanbul, Adana, Mersin, Ankara gibi kentlere göçtü. Sivas’ın kırsal kesiminde de büyük bir göç başlamıştır. Göçün büyük bölümü, İzmir, İstanbul, Ankara, Adana, Mersin’e; bir bölümü de Sivas merkezinedir. Siyasal İslâmcılar ve tarikatlar devreye girerek köylerden Sivas’a göçen insanları ideolojik etki altına almaya ve yönlendirmeye çalıştılar. Böylece Sivas İl merkezinde Alevi-Sünni ayrışımı körüklendi. Alevi-Sünni ayrışımı siyasal alanda da yaşandı.
Sivas’ta 4 Eylül 1978’de meydana gelen saldırı ve katliam bu ayrışımın ürünüdür. 2 Temmuz 1993’deki katliam ise, devletin desteğiyle kurulan ve güçlendirilen ırkçı-şeriatçı örgütlerin güç denemesi niteliğindedir. Bu saldırıların temelinde elbette sınıfsal ayrım ve çelişkiler yatmaktadır. Bu tür saldırılar ve katliamlarla ilgili olarak, Zeki COŞKUN’un İbrahim ASLANOĞLU’ndan yaptığı bir aktarma oldukça açıklayıcıdır: Sivas’ta yaşanan saldırı ve katliamlarda da din, iman, komşuluk, insanlık düşünülmemiş, öncülük edenlerin kimliğinin ve amacının ne olduğuna bakılmamıştır. 2. 4 Eylül 1978 Sivas Olayı 4 Eylül 1978 Sivas olayı ve katliamıyla ilgili olarak, Sivas’ta kurulu bulunan 14 Demokratik Kitle Örgütü ortaklaşa hazırladıkları bir raporu Cumhurbaşkanına, Başbakana, İçişleri Bakanına, Sivas Valiliğine sunmuşlardır. Söz konusu raporun birer örneği basın organlarına da gönderilmiştir. Demokratik Kitle Örgütlerinin hazırladığı rapor, oldukça ayrıntılı ve belgelidir. Biz, bu raporu olduğu gibi sunacağız. Sonra basının haberlerini ekleyeceğiz. Başlıkları biz koyduk. a) Kitle Örgütlerinin Raporu TÖB-DER Sivas Şb. - Genel-İş Sivas Şb. - Dev Maden-Sen Sivas Şb. TÜTED Sivas Şb. - TMMOB - TÜM-DER - Tek-Ges-İş Sivas Şb. SYÖD - Sivas DEV-GENÇ - Köy Koop - Alibaba Der - Halk-Der – Yüceyurt-Der - Si-Der. 1 (İlke Dergisi, Sayı:58, Ekim 1978)
Olayların perde arkası Sivas olaylarının gerçek yönü neydi? Kamuya ne yansıtıldı? Bugüne değin yapılan açıklamalar tek yönlü olmuştur. Bir halk deyiminde "Kimi yapar, kimi çeker" denir. Sivas olayları da öyle oldu. Evleri, işyerleri yakılan, yıkılan, talan edilen, saldırıya uğrayanlar aniden suçlu oldular, gözaltına alınarak günlerce işkence gördüler ve arkasından da tutuklandılar. Bunlar yetmiyormuş gibi, kamuya, ters ve yanlış bilgiler verildi. Öylesine oyunlar dönüyordu ki iktidar dahil herkes, "Allah belalarını versin" diyerek tezgahlanan oyun ve oyuncular karşısındaki güçsüzlüklerini belirtiyorlardı. Demek ki bu olayların yönlendiricileri öylesine güçlüydüler ki boyutları iktidarı aşıyordu. Bu nedenle gerçek suçlular yerine mağdur olanlar ve suçsuzlar suçlu gösterildi. Bizzat olayları yaşayan, görenler olarak; olup bitenler karşısında utanç duyarak bu açıklamayı yapıyoruz: Sivas olaylarının kökeni elbette ki birkaç günlük veya aylık bir çatışmanın kışkırtmanın sonucuna dayanmamaktadır. Bu olay yıllardan beri ülkemizin her ilinde meydana gelen saldırılardan ve katliamlardan soyutlanamaz. 1961 Anayasası, bazı demokratik hak ve özgürlükler getirmişti. Bu özgürlüklerden yararlanan işçiler, köylüler ve tüm emekçiler uyanmaya, insanca yaşama koşullarını öğrenmeye ve aramaya başladılar. Kendi sömürü ve egemenliklerini sürdürmeye çalışan güçler de uyanan emekçi sınıf ve tabakaları sindirmek, baskı altında tutmak için yeni yöntemlere başvurdular. Sömürü ve baskıda engin deneyleri olan ABD'den Barış Gönüllüleri adı altında uzmanlar getirildi ve ülkemiz adım adım gezdirildi. Bu uzmanlar, ülkedeki etnik grupları, mezhepleri ve ayrıcalıklarını saptayarak raporlar düzenlediler. Ülkemizdeki egemen güçler, sömürücü kesimler, bu raporlar doğrultusunda çalışmalarla çelişkileri körüklemeye başladılar. Yine aynı doğrultuda siyasi partiler kurdular. Bu partilerin denetiminde çeşitli örgüt ve dernekler kurdurarak bölücü ve tahrik edici çalışmalarını hızlandırdılar. İşte Sivas olayları bu zincirin bir halkasıdır. Bugüne değin yapılan bölücü kışkırtmaların sonucu olarak doğmuştur. Olayların birkaç ay öncesine bakıldığında yöneticilerinin ve oyuncularının kimler olduğu ve nasıl hazırlandığı anlaşılacaktır. a) Sivas'ın Divriği İlçesi'nde Aleviler çoğunluktadır. Burada Türkiye Demir-Çelik İşletlemeleri Genel Müdürlüğü'ne bağlı Çürek, Divpalet Maden Tesisleri bulunmaktadır. MC döneminde bu işyerlerine çok sayıda faşist militan, işçi adıyla alındı. Görevleri sadece yörede Alevi-Sünni çelişkileri yaratmaktı. Halka saldırıyorlar, cami bahçelerine patlayıcı maddeler atarak halkı tahrike çalışıyorlardı. Halk, Divriği'de bu oyunlara gelmedi. İmranlı İlçesi'nde de aynı oyunları sergilediler, evler ve işyerleri tahrip edildi, insanlar yaralandı. b) İlçelerdeki bu oyunları fiyaskoyla sonuçlanınca, bu kez oyunlarını Sivas İl Merkezi'ne kaydırmaya çalıştılar. Bu çalışmaları bazı örneklerle açıklayalım: 1) 11 Ağustos 1978 tarihli Hakikat Gazetesi'nde "Bize Göre" sütununda "İhtilal Başladıktan Sonra" başlığı altında şöyle deniliyor: "Gidiş budur; Türkiye şartları içinde ekonomik, sosyal, kültürel ve ideolojik oluşumlarla bir bolşevik ihtilaline süratle ve başarı içinde gidilmektedir. Bülent Bey de bir kalkan ve alet olarak kullanılmak istenmekte ve kullanılmaktadır." 2) 25 Ağustos 1978 tarihli Hakikat Gazetesi "Yarınlar Kimin" sütununda "Masumlarmış" başlıklı yazı: ".... Müslüman hemşerilerimiz camiide namaz kılarken Allaha küfretmek gafletini gösterenler, Müslümanlar camilerden çıkarken üzerlerine kurşun yağdıranlar..... Dükkanları basıp haraç istercesine bilmem ne DER'e para topluyorlar." 3) 1. 9. 1978 tarihli Yeniden Doğuş Dergisinin 7. sayfasında "Kurtuluş Yakındır" başlığı altında şunlar yazılmıştır: "Fertler olarak kendimizi İslama uydurmak ve Müslüman olmak zorundayız. Yanlışlara mahal olmasın, kendimizi yeni baştan sıraya çekip eksikliklerimizi tamamlamak, düzenin bize yamadığı İslamdan olmayan taraflarımızı müsamahasız ve tavizsiz kesip atmak zorundayız... Kurtuluşumuz yakındır." 4) Sivas Eğitim Enstitüsü, MC döneminde komandoların "eğitim" ve saldırı karargahı olmuştu. Nasıl ki Amerikan üslerine Türk kumandanları giremiyorlarsa, bu eğitim enstitülerine de hiçbir güvenlik kuvveti veya devlet yetkilisi giremiyordu. Girenler ise önceden haber verilerek ve onların izni alınarak giriyorlardı. İktidar değişikliği ile okul yönetimi demokratlaştırıldığından dolayıdır ki bu faşistler, mevzilerini kaybettiklerini bilerek saldırılarını daha da arttırdılar. Her gün sokaklarda olaylar çıkartıyorlar ve adam yaralıyorlardı. 5) Eğitim Enstitüsü'nde okuyan bir komandonun arkadaşına yazdığı mektup: "Metin kardeşim; bu mektubu Sivas'taki olaylardan önce yazdım sonra atıyorum. Bizden beş yaralı var. Biz TÖB-DER'e Allah Allah diye saldırırken POL-DER'li polisler üzerimize ateş açtı, komünistleri hiç kovalamadılar. Ama biz onları yine de TÖB-DER'e soktuk. CHP binasını, Muslular Kitabevi'ni çeşitli solcu kuruluşları tahrip ettik. Şimdilik bu kadar. Sabahleyin postahanede bu notu yazdım. Kardeşin Remzi İbicek." 6) Öğretmen Erol Arabacı, okuldan evine yeni dönmüştür, evinin zili çalınır, kapıyı açtığında üç kişinin silahlı saldırısına uğrar, kafasından ve vücudunun çeşitli yerlerinden ağır yaralanır. Saldırganlardan birini tanır ve o lütfen yakalanır. Diğer ikisi daha ortalarda yoktur, bulunamaktadır. 7) Eğitim Enstitüsü öğretmeni Yunus Yıldırım okuldan evine oğlu Osman'la birlikte dönerken yolda beş kişinin silahlı saldırısına uğrar. Ondört tane kurşun sıkılır, baba ve oğlu ağır yaralanır. Saldırganlardan ikisini tanırlar, bunlar da lütfen yakalanırlar. Diğer üç suç ortağı ortalarda halen yoklar. Kimbilir hangi saldırının içindedirler? 8) Öğretmen Seydullah İnangür'ün evine iki defa patlayıcı madde atılarak tahrip edildi. 9) Altıntabak Mahallesi'ndeki Kartal Kıraathanesi'ni kurşunladılar. 10) Alibaba Mahallesi'ne gitmekte olan bir grubun üzerine yaylım ateşi açılıyor. Biri işçi olmak üzere 4 yurttaş yaralanıyor. Bu kışkırtmalar ve saldırıların kimlerce, niçin yapıldığını iyi bilen Sivas'lılar bu oyunlara gelmediler. Ama kışkırtmalar ve saldırılar durmuyordu. Çünkü emniyet görevlileri ve üst düzeydeki yöneticiler saldırganları koruyor ve destekliyorlardı. Her an doğması muhtemel olan olayların önlenmesi için Sivas milletvekilleri çağrılarak ildeki gerginlik onlara anlatıldı ve durumun ilgili sorumlulara iletilmesi ve uyarılması istenildi. Ayrıca sorun il sorumlularına da iletiliyordu. Önlem alınamadı veya alınmak istenilmedi. Nihayet Ramazan ayı geldi, bu ay istismarın en çok olabileceği bir aydı. Ramazan ayı içerisinde öylesine yalanlar uyduruluyordu ki, "Aleviler-Komünistler camileri bombalayacaklar, cami vaizini dövdüler. Oruç tutan yurttaşlara saldırdılar.." gibi aslı ve astarı olmayan yalanlar uydurularak her tarafa yayıyorlardı. Öyle bir noktaya gelindi ki halk, bu saldırganların olmayan sabotajlarına karşı kendi camilerini beklemek zorunda kaldılar. Nihayet ramazanın sonuna gelinmişti ki saldırgan faşistler bir bildiri ile halkı adeta savaşa çağırdılar. Bildiride şöyle denilmektedir: "Aziz hemşerilerimiz, eceli gelen köpek cami duvarına pisler atasözü tecelli etmektedir. En son çare olarak camiilerimize saldırmayı, mübarek ramazan ayında yüzümüze sigara üflemeye kadar cüret etmişlerdir. Fakat ülkücü Türk gençliğinden daima hak ettikleri cevabı almışlardır. Ülkücü gençlik olayları yakından takip etmekte ve her an uyanık bulunmaktadır. Ancak Vatan müdafaası sadece gençlere terk edilemez. 'Ben de bu vatanın evladıyım' diyen herkes vazifesini yerine getirmeli ve mücadeleye destek olmalıdır..."
Olaylar Başlıyor 1- 4. 9. 1978 günü, saat 10.00 sıralarında Alibaba Mahallesi'nde halk, pazar yerinde bayram alışverişi yapmaktadır. Bu sıralarda mahallenin üst kesiminde bulunan Çukurtarla Semti'nde patlayıcı bir madde atılıyor ve yoldan geçen yurttaşlara saldırılıyor. Önceden hazırlanan plan gereğince aynı anda faşist bir grup da Alibaba pazar yerindeki halka silahla saldırarak "Ey Müslümanlar ne duruyorsunuz, Aleviler, komünistler namazdan çıkan Müslümanlara saldırdı, Müslümanlar katledildi" diyerek saldırılarını ve tahriklerini sürdürürler. Bu sırada yaşlı bir kadın saldırganın açtığı ateş sonucu öldürüldü. Birçok kişi yaralandı. Pazar yerindeki tüm eşyalar, araçlar talan ve tahrip edildi. Kalabalık giderek büyüyor, mahalle aralarına dalarak evleri yakma, yıkma girişimlerini yoğunlaştırıyorlardı. Olay giderek büyüyor ve tüm bölgeye yayılıyordu. Kadınlar, çocuklar ve yaşlılar panik içerisinde sıkılan kurşunlar altında nereye sığınacaklarını şaşırmış, var güçleri ile bağırarak imdat istiyorlardı. Mahalle bir savaş alanına dönmüştü. 2- Aynı anda İnönü ve Yiğitler Mahallesi'nde de önceden hazırlanan ve oralarda görevlendirilen faşistler aynı sloganlarla bir yandan halkı tahrik ediyorlar, diğer yandan evleri yakma, yıkma ve talan etmeyi sürdürüyorlardı. Habersiz bir baskına uğrayan mahalle halkı, ne yapacaklarını şaşırmış bir durumda sadece imdat istiyorlardı. Yüzlerce ev, işyeri yakılmış yıkılmış ve çok sayıda insan yaralanmıştı. 3- Diğer mahallelerde de taksilerle ellerinde megafonla dolaşarak "Ey Müslümanlar camiyi Aleviler bombaladı. 300 dindaşımız katledildi, ne duruyorsunuz. Gün cihat günüdür" şeklinde duyurularla halkı ayaklanmaya çağırıyorlardı. Faşist hazır güçlerin denetimindeki saldırı ve talan kısa sürede tüm mahallelere ve şehir içine yayıldı. 4- Bir kol şehir içerisine yayılmıştı. Önceden listelenen ev ve işyerleri tahrikçilerce gözü dönmüş gruba gösteriliyor, orası talancılar tarafından hemen yıkılıp yakılıyordu. İlk tespitlere göre bu şekilde bine yakın işyeri tahrip ve talana uğramıştır. Bu sırada Belediyenin tanzim satış mağazası da tamamen talan edilmiştir. Saldırganlar, istasyonda da saldırılarına devam etmişlerdir. CHP'ye ait bir bina, belediye binası ve Vali Konağı da saldırıya uğramış ve büyük hasar görmüşlerdir. Vali, kendinin ve çocuklarının canını kurtarmayı askeri birliklere sığınmakta buldu. Ama halkın malı ve canı faşist saldırganların insafına bırakıldı. 5- Saldırganların bir kolu Yüceyurt Mahallasi'ne doğru yönelerek önüne gelen her evi ve işyerini yakıp yıkıyor ve talan ediyordu. Kaçmayı başaramayan yaşlı kadın ve çocuklar yerlerde sürükleniyor, saldırıya uğruyorlardı. Bu sırada saldırganlardan bir grup da mahallenin camiisine ve caminin bitişiğindeki Cami Onarma ve Güzelleştirme Derneği'ne saldırarak tahrip ettiler. Cami bahçesinde de halkın üzerine yaylım ateşi açtılar. Bu saldırı olaylarını yaşayan Cami Derneği Başkanı ve Yönetim Kurulu üyeleri basına şu açıklamayı yaptılar: "4. 9. 1978 Pazar günü, saat: 16.30 sıralarında bir grup faşist saldırgan mahallemize gelerek birçok ev ve işyerlerinin yanı sıra Yüceyurt Mahallesi Cami Onarma ve Güzelleştirme Derneği'ni de tahrip ederek yağmalamışlardır..." Keza olay esnasında saldırganlardan birkaçı bakkalda bulunan küçük bir kızın elbisesini yırtarak ona tecavüz etmek istemişler, ancak bir yaşlının müdahalesi ile amaçlarına ulaşamamışlardır. Olayın birinci günü, 6 ölü, yüzlerce yaralı ve 1000'e yakın işyerinin tahribi, talanı ve çok sayıda evin de yakılıp yıkılmasıyla sonuçlanır. Birinci gün olaylarının nasıl tezgahlandığını Sivas'ta çıkmakta olan ve sağcıların yayın organı Hakikat Gazetesi, 7 Eylül 1978 tarihli nüshasında; "Alibaba'daki olayda hızlarını alamayanlar, şehir merkezine inmişler ve sloganlar atarak Müslümanları dini kurtarmaya çağırmışlardır. Bir anda tahrikler nedeniyle çocuk yaştakiler ve ihtiyarların da katıldığı grup tarafından Kepenek ve Atatürk Caddesi'nde Kepçeli mevkiindeki bazı işyerleri yakılmaya ve tahrip edilmeye başlanıldı... Alibaba Mahallesi'ndeki bir camide ikindi namazı kılan 300 kişinin bir sol grup ve Aleviler tarafından toptan öldürüldükleri ve caminin havaya uçurulduğu söylentileri üzerine bu semtte kontrol altına alınan olaylar bir anda yeniden başlamıştır." Bu sağcı gazetenin haberinde bile halkın nasıl tahrik edildiği açıkça görülmektedir.
Olayın İkinci Günü Olayın birinci günü sona ererken faşist güçlerin görevlileri, yaptıkları anonslarla, "Her mahallenin kendi kitaplığında toplanarak olayların değerlendirmesi"nin yapılmasını istiyorlardı. Bu kitaplıklar, Ülkücü Gençlik ve Ülkü Ocakları'nın mahallelerdeki üsleridir. Akşam buralarda toplanılır, ertesi günkü saldırı planı ve yerleri katılanlara duyurulur, dağılmamaları sağlanılmaya çalışılır. Bayram namazında okunmak üzere hazırladıkları bildiriyi, "Tahrik ve isyanı amaç güttüğü nedeniyle okumayacağını" belirten müftü saldırıya uğrar. Bayram sabahı (4. 9. 1978) faşist militanlar cami önlerine giderek namazdan çıkan halkı olaylara katmak için tahrik ediyor ve baskı yapıyorlardı. Çayyurt Mahallesine Saldırı Hazırlanan faşist grup Çayyurt Mahallesi'ne saldırarak oradaki tüm ilericilerin evlerine girmek suretiyle ev eşyalarını dışarı çıkarıyor ve yakıyorlardı. Kadınları, çocukları, yaşlıları dövüyorlardı. Bayram Yemeklerine Pisleniyor Yörenin törelerine göre bayram günleri konuklarına ikram edilmek üzere çeşitli yemekler hazırlanır. Saldırganlar bayram hazırlığı için yapılan yemeklerin içine pislerler ve "Buyrun birbirinize ikram edin" diyerek bu marifetlerini kalabalığa duyururlar. Hayvanlara Saldırıyorlar Bu mahallede saldırdıkları evlerin eşyaları yanı sıra hayvanlara da saldırıyorlardı. Halil Butul'un evindeki ineğin kuyruğu kesiliyor ve havada sallandırılarak Hitlervari gösteri yapıyordu. Ve aynı adamın at arabası tahrip ediliyor ve atların kıçına kazık çakılarak öldürülüyor. Aynı mahallede 60 yaşlarındaki Arzu Erciyes linç edilmeye çalışılır. Arzu Ana, feryatlar içerisinde yalvarır. Tekmeler, coplar sırtına inip kalkar. Annesini kurtarmaya çalışan kızı Fadime de bağırıp çağırmaktadır. Bu kez kızın üzerine saldırarak tüm elbiselerini yırtıyorlar ve el parmaklarını kırıyorlar. Şimdi eli alçıda. Ambargo Faşistler, bu mahalledeki ilericilere ekmek ve yiyecek verilmemesi için karar alıyorlar ve uyguluyorlardı. Bu mahallede saldırıya uğrayan sol görüşlüler zorunlu ihtiyaçlarını iki kilometre uzaktan zorluk ve perişanlık içerisinde sağlanmaktadır. Dedebalı ve Gülyurt Mahalleleri Aynı gün saldırganlardan bir grup bu mahallelere giderek saldırılarını sürdürürler, evleri yıkar ve yakarlar. Halkı yaylım ateşine tutarlar. Olaylar, bir kişinin ölümü ve çoğunun yaralanması ile sonuçlanır. İkinci günün olayları da yüzlerce kişinin yaralanması, birçok evin yakılması ile sonuçlanır. Demokratik Kitle Örgütleri Kapatıldı Saldırıya uğrayan dernekler (TÖB-DER, TÜTED, TÜM-DER, Sivas Dev-Genç, SYÖÖ ve diğer kuruluşlar) güvenlik gerekçesiyle kapatılırlar. Buna karşın saldırıların asıl kaynağı olduğu tüm Sivaslılarca bilinen faşist örgütlerin yan kuruluş ve lokalleri şu veya bu gerekçe ile açık tutulmaktadır. Örneğin Ülkü Ocakları lokali pastahane olarak açık tutulmaktadır. Burada yeni saldırı hazırlıkları yapılmaktadır. Güvenlik Kuvvetlerinin Tutumu Güvenlik kuvvetlerinin bir kısmı o gün sivil elbiseleri ile saldırganların içinde idi. Bir kısmı da saldırganlara bir şey olmasın diye onları koruma görevi yapıyorlardı. Her ne hikmetse saldırı anlarında yörenin üst düzeydeki yetkilileri ya izinli, ya da başka yerlerde oluyorlar. İşte Sivas olaylarında da öyle olmuştur. O gün ilde hiçbir sorumlu bulunamıyordu. Yurttaşlar öldürülüyor, yaralanıyor, saldırıya uğruyor, işyerleri ve evleri yıkılıyor, yakılıyor, talan ediliyor buna karşın engelleyici hiçbir önlem alınmıyordu. Olayın başlamasından 5-6 saat sonra güvenlik kuvvetleri, enkazları güvence altına almak üzere duruma hakim oluyorlardı. Suçlular ortalarda yoktu, her yerde olduğu gibi evi, işyerleri yıkılan yakılan talan edilen ve saldırıya uğrayan yurttaşlar gözaltına alınıyorlardı. Küfürler, tehditler, işkenceler ve tutuklamalar birbirini izledi. Suçlu arama bahanesiyle tüm ilerici ve demokratların evleri didik didik aranır. Örneğin, Onkardeşler Apartmanı. Bu apartman üç bloktan oluşmakta ve içinde 20 kadar daire bulunmaktadır. Bu dairelerde sol görüşlü yurttaşlar oturmaktadır. Bu evler didik didik aranır. Eşyalar dağıtılır, evde ne kadar kitap, gazete, dergi varsa alınıp götürülür. Aynı apartman çevresinde yüzlerce ev bulunmaktadır. Bunların hiçbiri aranılmadığı gibi aranılan evlerde sanki suç unsuru olabilecek bir şey bulunmuş süsü verilerek evi aranmayan kişiler tahrik edilmeye çalışıldı. Alibaba mahallesinde ve diğer mahallelerde evi yakılan, yıkılan, talan edilenlerin evleri öylesine aranıldı ki, eşyalar sokaklara atılıyor, parçalanıyor ve kırılıyordu. Sanki orası bir savaş alanı ve oranın sakinleri esir insanlardı. Ayrıca olayları kamuoyuna ve basına da çarpıtarak veriyorlardı. Deniliyordu ki; "Aleviler ve solcular Alibaba Camiinden çıkanlara saldırdıkları için olaylar başladı". Oysa saldırı saat 10.00 sıralarında Çukurtarla Semti ve pazar yerinde başlatılmıştır. Bu saat namaz saati değildir ve keza camiye de çok uzaktır. Yine deniliyordu ki; "Çatışma çocuk kavgası yüzünden çıktı." Bunlar hangi çocuklarmış? Sonra bir mahallenin çocuk kavgası ne diye tüm ilin mahalle ve sokaklarına yayılsın? Eğer çocuk kavgası yüzünden ve aniden çıkan bir saldırı ise A mahallesindeki adamlar B mahallesindeki solcuların ev ve işyerlerini nereden ve nasıl biliyorlardı ve sadece oraya saldırarak yakıyor, yıkıyor ve talan ediyorlardı?... Gerçekte saldırı çok öncelerden planlı olarak hazırlanmış, hedef ev ve işyerlerinin listeleri tutulmuş ve bu listeler faşist militanların ellerine verilmiştir. Sivas'taki bu olay, 4 ana amaca yönelliktir:
1- Alevi-Sünni çelişkisi doğurarak tüm emekçileri birbirine karşı getirmek. 2- Mevcut iktidarı yıpratarak düşürmek. 3- CHP'nin Türkiye'deki olayların tertipçisi olduğunu kanıtlamak. 4- Olaylardan yararlanılarak tüm devrimcileri suçlu gösterip cezalandırmak. Egemen güçler siyasi iktidarın hoşgörüsünden ve göz yummasından yararlanarak bu amaçlarına kısmen ulaşmışlardır. 1- Alevi-Sünni çelişkisi yaratma amacına ulaşmada belki fazla başarı elde edememişlerdir. Çünkü olayları iyi değerlendiren Alevi ve Sünni yurttaşlar bu oyunun farkına varmışlar ve oyuna gelmemişlerdir. 2- İkinci amaçları olan mevcut iktidarı yıpratmakta ise hayli başarı sağlamışlardır. Çünkü dünyada büyük yankılar yaratan Kıbrıs Çıkartması'nı iki saat içerisinde gerçekleştiren Türk Silahlı Kuvvetleri'nin ve 12 Mart'ta zihinlerdeki en gizli örgütleri ortaya çıkardığını kıvançla söyleyen Emniyet Güçleri'nin gözleri önünde meydana gelen bu yağma, yıkma, yakma ve adam öldürmeler saatlerce sürmüştür. Olaylar nasılsa ancak 5-6 saat sonra kontrol altına alınabilmiştir. Hem de saldırganlar korunup mağdurlar suçlu gösterilerek. Nitekim bazı emniyet görevlilerinin, "Umudunuz Ecevit gelsin de sizi kurtarsın" sözleri hayli etkili olmuş ve yüzlerce kişi özenle camlatıp odasına astığı Ecevit resimlerini evlerinden indirerek yırtıp sokaklara atmıştır. Halkın bu davranışı göstermiş olması, olayları tezgahlayanların hükümeti yıpratmak amacında başarılı olduklarının somut kanıtıdır. Keza 12 Mart dönemindeki o faşist baskılar sırasında evler aranırken, yüzeysel de olsa bir mahkeme kararı ile birlikte mahallenin muhtarı ve ev sahibi de bulunurdu. Arama sırasında suç sayılacak eşya ve yayınları alıp götürüyorlardı. Bir de tutanak tutuluyordu. Oysa bu olayda hiçbir mahkeme kararı alınmaksızın, yanlarına muhtar ve ev sahibini de almadan evlerin kapıları kırılarak içeri giriliyor, ev eşyaları dağıtılıyor, parçalanıyor, kırıyordu. Gazete, kitap, dergi, teyp, radyo gibi eşyaları alıp götürüyorlardı. Evi de açık bırakarak gidiyorlardı. Bunu birkaç örnekle açıklayalım: İstasyon Caddesi'nde bir apartmanda oturan Yüksek Mimar Mühendis Ayşe Nevin Kırteke, bayramdan önce Ankara'daki yakınlarının yanına gider. Olaydan sonra evinin kapısı kırılır, içeri girilir. Yanlarında hiç kimse bulunmaz. Evdeki eşyalar dağıtılır, yırtılır, bir kısmı alınıp götürülür. Bu arada fiyatı oldukça yüksek olan bir altın bilezik de kaybolur. Nelerin götürüldüğüne dair hiçbir tutanak da tutulmaz ve evin kapısı açık bırakılır. Ev sahibi geldiğinde kapının açık olduğunu ve kapıda "Bu eve emniyete haber vermeden kimse girmeyecek" yazılı bir kağıdın asılı olduğunu görür. Oysa günlerce önce kırılan kapı o günden beri açıktır. Hırsızların bu emre uyup uymadığını bilemiyoruz. Avukat Hacı Akyol ve Murat Genç'in müşterek oturduğu eve de aynı şekilde kapısı kırılarak girilir. Radyo, teyp ve karyolaları kırılır. Bir teyple bir fotoğraf makinesi ve Murat Genç'e ait 17.500 TL de kayıplara karışır. Evdeki mahkeme dosyaları, dergi, gazete, kitap, özel mektup ve resimler alınıp götürülür. Bir tutanak dahi tutulmaz.
Üç oto dolusu cephane ve 4 Filistinli gerilla Bilindiği gibi bir olayın suçlusunu emniyet kuvvetleri yakalar. Yakalananların kimler olduklarını, ne suç işlediklerini, üzerlerinden, evlerinden ve işyerlerinden nelerin çıktığını ancak emniyet bilir. Demek ki, önceden tezgahlanıp hazırlanarak sahneye konulan bu oyunun sahte belge ve bilgileri olaylardan önce bu kişilere ve yayın organlarına iletiliyordu. Olaylar gerçekten anlatıldığı gibi miydi? Yoksa kamuoyunu yanıltmak için çarpıtılmış mıydı? Olayın gerçek yanı şöyle idi: Avukat Murat Genç'in yeğeni Sivas'ın Alibaba Mahellesi'nde oturmaktadır. O da bayramı köydeki dedesinin yanında geçirmek üzere köye gider. Saldırı olaylarını radyodan duyar. "Acaba evimiz, babam, anam ve çocuklarım ne oldu" diye Sivas'a gelmek üzere köyden arkadaşları ile birlikte yola çıkar, Kangal'da jandarmalarca alıkonur. Bu haber Murat Genç'e iletilir. Murat Genç Malatya'dan dönerken arabasına Kazım Kırteke adında bir tanıdığı da alır. Beraberce Kangal'a dönerler. Jandarma, "Murat Genç siz misiniz?" diye sorar. Ondan evet yanıtını alınca, "Vilayetten emir geldi, seni de gözaltına alacağız" der ve onu da alırlar, arabada arama yapılır. Kazım Kırtepe'ye ait bir tabanca ve bir miktar mermi bulunur. Böylece Murat Genç, Kazım Kırteke, Hasan Genç ve Cuma Türk gözaltına alınırlar. Aynı şekilde Sivas'taki akrabalarının durumunu öğrenmek üzere gelen başka kimseler de yolda çevrilerek gözaltına alınırlar. Hani üç oto dolusu silah, dinamit, tahrip kalıbı, bomba... acaba bunca cephane nerede ve ne oldu? Neden adalete teslim edilmemiş ve sadece Kazım Kırtepe'nin tabancası ile mermileri teslim edilmiştir. Hele o 4 Filistinli gerilla ne oldular?... Neredeler? Yoksa öldürüldüler mi? Öldürüldülerse cesetleri nerede? Öldürülmemişlerse neden adalete teslim edilmemişlerdir? 4 Filistinli gerilla gerçekten yok idiyse; kamuya böyle yalan ve uyduruk haberler neden verilmiştir?... Av. Murat Genç ve diğerleri gözleri bağlanarak Sivas'a getirilir. Dev Maden-Sen Şube Başkanı Mirza Arabacı, Sivas Tıp Fakültesi memurlarından Abdullah Küçükterzi ve İbrahim Kaygusuz da gece evlerinden alınırlar. Gözleri bağlanarak bilinmeyen yerlere götürülürler. Falakaya yatırılır, vücutlarına elektrik cereyanı verilir. Atılan dayaktan Av. Murat Genç'in üç kaburgası kırılır, diğerleri de sedyelik olurlar...
Cumhuriyet Savcı Yardımcısı da işkenceciler arasındadır İşkence sırasında Av. Murat Genç'e yöneltilen soruların bazıları şunlardır: "Sen niye İmranlı olaylarının davasını aldın? Divriği'deki olaylarda Yusuf Koçkaya'nın davasını niye aldın? İşçilerin davalarını niye takip ediyorsun? TÖB-DER ve solcuların davalarına niye hep sen bakıyorsun? 1976'da Ecevit'in Sivas'a gelişinde gece çıkan olaylarda Cumhuriyet Halk Partisi Milletvekilleri bile ilgilenmedikleri halde sen niye yakalananların davalarına baktın? Milletvekili seçimlerinde neden sol görüşlü adayların kazanması için çalıştın? Ülkeyi komünistlere mi teslim etmek istiyorsun?" Yine işkence sırasında Av. Murat Genç'e, "Bak kendi elyazınla şöyle bir yazı yazacaksın: 'Ben Filistinli gerillalarla işbirliği halindeyim. Düzene karşı halkı ayaklandırmak için cephane ve mühimmat hazırlıkları yapıyoruz. İlk partide üç oto dolusu cephane getiriyordum ki yakalandım. Gizli örgütümüz geniş çalışmalar içerisindedir, yardımları hep dışarıdan alıyoruz...' Bunları genişçe yaz ve imzala. Yoksa buradan diri çıkamazsın. Güvendiğin Ecevit de seni kurtaramaz, belki yakında o da senin yanına gelir ve dertleşirsiniz" gibi laflar edilerek alaylı, tehditli, küfürlü ve işkenceli bir ifade alma yöntemi uygulanmıştır. İşkenceler sürerken Av. Murat Genç tanıdık bir ses duyar. O tanıdık ses, "Bak yavrum, bu ifadeleri imzala, bana da güven" demektedir. Bu ses Cumhuriyet Savcı Yardımcılarından Ömer Erdoğdu'nun sesidir. Murat Genç sesi tanıyıp "Savcı Bey olayları siz daha iyi biliyorsunuz" dediğinde; "Ulan ne savcısı" denilerek verilen açık kapatılmaya çalışılır. Murat Genç yeniden falakaya yatırılır. O ses, yani savcı yardımcısının sesi bir daha duyulmaz olur. Dev. Maden-Sen Şube Başkanı Mirza Arabacı, içinde 24 dairenin bulunduğu bir apartmanda oturur. Gece evine baskın yapılır, didik didik aranır. Tüm kitapları ayırt edilmeksizin alınıp götürülür. Evde bir şey bulunmaz. Ancak yirmi dört dairenin müşterek kullandıkları bahçede bir tabancanın bulunduğu bir polis memurunca söylenir. Mirza Arabacı'yı da Murat Genç'le ilişkilendirerek güya gizli örgüt oluşturma suçunu kabullendirme denemesine girişirler. Ve "Sen DİSK'in ne olduğunu biliyor musun ki, oraya üye oldun?” gibi yüzlerce soru sorulur. "DİSK burada örgütlenecek ve ileride komünist darbe yapacak" denilerek örgüt işleri üzerinde durulur. Nihayet günlerce süren işkence ve sorgular sonunda Sivas adliyesinde savcılık huzuruna çıkarılırlar. "Acaba hangi savcı huzuruna çıkarıldılar?" şeklinde aklınıza gelen ilk soruyu hemen yanıtlayalım: Evet maalesef işkenceler sırasında sesi Av. Murat Genç tarafından tanınan Cumhuriyet Savcı Yardımcısı Ömer Erdoğdu'nun huzuruna çıkarıldılar. Suçlu gösterilen bu kişiler henüz savcının huzuruna çıkarılmadan görevli savcı yardımcısı Ömer Erdoğdu basına şöyle bir açıklama yapar: "Sanıklar, duruşmada işkence gördüklerini, kendilerinin muayeneye gönderilmelerini istemişlerdir. Sanıkların hastaneye sevk istekleri kabul edilmemiştir... Sanıkların belli bir örgüt üyesi olduklarına dair henüz bir kanıt bulunamamıştır. Sanıklar, suçlarını polis ve jandarmaya itiraf etmişler, ancak duruşmada kabul etmemişlerdir..." (Milliyet, 10.9. 1978) Bu açıklamaya göre savcı diyor ki: Hastaneye sevk isteği duruşmada reddedildi. Halbuki mahkeme isteği yerinde görerek sanıkları doktora sevk etmiş ve sanıklar işkence gördüklerine dair rapor almışlardır. Yine savcı Erdoğdu, "Hepsi tutuklandılar" diyor. Oysa İbrahim Kaygusuz, Nihat Gürbüz duruşmada; Mirza Arabacı, Hasan Genç ve Cuma Türk de bir üst mahkemeye yapılan itiraz sonucu tahliye olmuşlardır. Görülüyor ki, savcı yardımcısı, bu bilgileri önceden ve daha savcılıkça hazırlık tahkikatı yapılmadan hazırlamış ve basına vermiş. Önceden basına verilen o gizli örgütler, silahlar, bombalar, tahrip kalıpları, dinamitler ve 4 Filistinli gerilla komploları fiyaskoyla sonuçlanınca; bu yalancılıklarını örtbas etme telaşı içinde, suçlu gösterilenlere işkence zoruyla belge imzalatılmaya uğraşılmış, aynı şekilde basın da yanlış bilgilerle aldatılmaya çalışılmıştır. Bir de Sivas Emniyet Müdürlüğü görevini yapan zatın suçlu gösterilen ve işkenceden geçirilenlere öğüt olarak söylediklerine bakalım: "Ne olacak, beni de 27 Mayıs'ta böyle yaptılar ve Yassıada'ya gönderdiler. Bu hep komünistlerin işidir. Size, onlara uymayın, dediğimizde inanmıyordunuz..." Artık bu kişilerden tarafsızlık beklenir miydi?... Onlar Sivas olaylarında bal gibi taraflıydılar ve arzuladıklarını başardılar da? Çünkü suçlular suçsuz, suçsuzlar suçlu görüldü, kamuoyuna böyle yansıtıldı. İlkokullarımızda öğrencilerimize her gün "Türküm, doğruyum" andı söyletilir. MHP Genel Başkanı kendisini Türklerin savunucusu koruyucusu, saymaktadır. Bu anda göre onun önce kendi doğruluğunu ispatlaması gerekir. Hani, "Dış mihraklar, 4 Filistinli gerilla, cephaneler", onlara ne oldu, şimdi neredeler? Alpaslan Türkeş, bunları ispatlamazsa, biz de onun başkalarına söylediği, "şerefsizlik, yalancılık, iftiracılık" sözlerini kendisine iade hakkını kendimizde bulacağız.
Üzücü başka bir olay daha Sağcı teröristler, bir yanda olayları yaratırlarken diğer yanda yapılanların sorumluluğunu ilericilere ve özellikle de CHP'lilere yüklemeye çalışmaktadır. Buna karşın CHP'li yöneticiler bunların her saldırısında oyuna gelip bir adım geriye çekilerek; onların suçladıkları kişileri CHP'den ihraç etmeye, derneklerini kapatmaya yönelmektedirler. Hatta aynı asılsız suçlamalara katılarak adeta onları doğrulamaya çalışmaktadır. CHP bunu yapacağına olayların gerçek kökenine inerek nereden kaynaklandığını, kimlerin gücü ve desteği ile yapıldığını ortaya çıkarmalıdır. En akılcı yol bu olması gerekir kanımızca... Sonuç 1- Sivas olayları ne bir mezhep, ne de çocuk çatışmasından çıkmıştır. Bu doğrudan doğruya tüm emekçilere karşı düzenlenen ve planlı bir şekilde sahneye konulan bir oyundur. Bu oyunun amacı emekçi halkı sindirmek, baskı altında tutmak ve örgütlenmelerini engellemektir. 2- Sivas olayları tamamen faşist güçlerce çıkarılmıştır. Belirtildiği gibi, katliam önceden planlanmış ve çevre illerden, ilçelerden faşist militanlar Sivas'a getirilmiştir. Ülkücü Gençlik Derneği Genel Başkanı M. Yazıcıoğlu'nun olaylardan bir gün önce ve olaylar sırasında Sivas'ta bulunması tesadüfi değildir. 3- Tahrip edilen evler ve işyerleri seçimi tesadüf değildir. Saldırılacak yerler, önceden listelenmiş ve militanlara verilmiştir. 4- Güvenlik kuvvetleri, gerçek suçlular yerine evleri, işyerleri tahrip edilenleri ve olaylarla hiç ilgisi olmayan dernek ve sendika yöneticilerini gözaltına almıştır. Gözaltındakilere işkence yoluyla belgeler imzalatılarak onlar, suçlu gösterilmeye çalışılmıştır. 5- Sivas olayları, basına, radyo ve televizyona çarpıtılarak verilmiş, böylece kamuoyu yanıltılmıştır. 6- Saldırıya uğrayanların ve saldırı hedefinin salt bir mezhep mensupları olduğu ve tahrip edilen evlerin, işyerlerinin salt Alevilere ait olduğu şeklindeki iddia doğru değildir. Sivas'ta saldırıya salt Aleviler değil, tüm ilericiler, yurtseverler ve demokratlar uğramıştır. 7- Alevi yurttaşlar Sivas'ı terk etmiş değiller, çünkü Sivas'ta bir Alevi ve Sünni çatışması mevcut değildir. Tüm demokratlar ve ilericiler halen güçbirliği halindedirler ve inançlı olarak dimdik duruyorlar.” 2
b) Basından Haberler Tercüman (8. 9. 1978):“Sivas’ ta CHP’li bir avukat 4 Filistinli gerilla ile Eğitim Enstitüsü öğrencisi Kangal İlçesi’ne 3 otomobil dolusu patlayıcı madde götürürken yakalanmışlardır. Dün gece şüphe üzerine çevrilen üç otomobilde yapılan aramada çok sayıda bomba, tahrip kalıbı ve dinamit bulunmuştur. Murat Genç adlı avukat ile isimleri açıklanmayan 4 Filistinli gerilla ve 5 öğrenci yakalanmış, olayla ilgili soruşturma başlatılmıştır...” Tercüman (8. 9. 1978):“Sivas olayları bu hale gelinceye kadar görevliler nerede? Saatlerce gsüren yaylım ateşi hangi silahla yapılmıştır? Bu silahlar ne zaman nereden gelmiştir? Bu gerginliğin hükümet tarafından bilinmemesi mümkün değildir. Buna rağmen niçin bir tedbir alınmamış, bunca vatandaşın kanı dökülünceye kadar beklenmiştir. Ne pahasına olursa olsun, devleti eline geçirmeye kalkanların, ne pahasına olursa olsun, hükümette kalmak istemeleri ve liyakatsızlıkları memleket idaresinden bihaber oluşları olup bitenlere şaşkın, seyirci kalmalarını sağlamıştır. “Bu hükümetten bir çare beklenemez. Vatandaşı birbirine düşürmüşlerdir....” Tercüman (9. 9. 1978): “Türkeş düzenlediği basın toplantısında; ‘Sivas’ taki olayların her yönü ile içine ideolojik faaliyetlerin girdiği bir Sünni - Alevi çatışması olduğunu... Töb-Der’li öğretmenlerin olayları körüklediğini, Pol-der’li polislerin ise vatandaşın üzerine ateş ettiğini... Saldırıda ölen 9 kişinin Sünni ve bir kişinin Alevi olduğunu... CHP üyesinin 4 Filistinli gerillayla beraber uzun ve kısa menzilli silahlarla yakalandığını belirten haber, bu kanatımızı doğrular mahiyettedir... Sivas’ta olaylar öncesi Eğitim Enstitüsüne aşırı komünist militanların getirilip yerleştirildiklerini... Alevi mahallelerin kışkırtıcı elemanler tarafından bir üs olarak kullanıldığını ve Sünni vatandaşların üstünde saldırıldığını’ belirtmiştir.” Ortadoğu (7. 9. 1978): “Sivas’ ta bayram kanlı geçti. “Bayram arefesinde Sivas’ın Alibaba semtinde çocuk meselesinden çıkan bir kavga, solcu provokatörlerin halkın içerisine katılarak kışkırtması ile bir anda mezhep kavgasına dönmüştür. Taş, sopa, bıçak, demir çubuk ve tabancaların kullanıldığı çatışmayı ilk anda emniyet kuvvetleri önleyememiştir... Olay kısa zamanda bütün Sivas’ta yayılmış ve bu arada çatışan gruplar birçok işyerini tahrip ederek ateşe vermişlerdir.”
Cumhuriyet (4. 9. 1978): “Sivas Valisi Fikret Kozak, olaylarla ilgili olarak basına şu bilgileri verdi: “Olaylar, Sünni ve Alevi yurttaşların oturdukları Alibaba Mahallesinde çocuk kavgasından çıkmıştır. Yaşlı bir kişi çocukları ayırmaya gitmiş. Ancak henüz bilinmeyen bir nedenle sağ eğilimli kişiler bu yaşlı adamı ve bir olması nedeniyle kısa bir sürede sağcılarla solcular arasında silahlı çatışma şeklini almıştır. Buradaki çatışmada iki kişi ölünce olaylar bu kez tüm kentte yayılmıştır... “Olaylar sırasında sağcıların şehirde terör yarattıkları ve Alibaba Mahallesi’nde bazı evlere benzin dökerek ateşe verdikleri görülmüştür. ‘Kanımız aksa da zafer İslamın’ diye bağıran ve yüzlerine mendiller bağlayan sağcı gruplar, demir çubuk ve sopalarla çarşı içinde ve bazı ana caddelerde bulunan dükkanların tümünü, Bankalar Caddesi, Posta ve Kepenek Caddesi’ndeki dükkanların büyük bir bölümü tahrip etmiştir. Olaylar sırasında polisin yeterli kışkırtmalarda bulunduklarını belirtmiştir... ... AA’nın haberine göre emniyet yetkilileri bazı sağ çevreleri bir süreden tahriklemre hazırnlandıklarını dünkü olaylarda Aleviler camilere saldırıyor şeklinde bir söylentinin rol oynadığını söylemişlerdir. Bu arada bazı kişiler de bu söylentiyi yaymak için mahalle mahalle dolaşarak halkı tahrik etmişlerdir.”
c) Cinayetlerin Bilançosu 1974-1980 Yılları arasında Sivas’ta işlenen siyasi cinayetler: ·Hüseyin ESEN (Öğretmen) 15.05.1974 Sol ·Abdullah CAHUD (Savcı) 06.12.1975 ·Sinan SAVAŞ (Öğrenci) 11.01.1976 Sağ ·Hasan ULUBAŞ (Öğrenci) 11.09.1977 Sağ ·Fikret ÇAĞAN (Bakkal) 07.06.1978 Sol ·Gülsüm KEKLİK (Ev Hanımı) 04.09.1978 Sivas Olayları ·Vedat KANIT (Çocuk) 04.09.1978 Sivas Olayları ·Bektaş GÖKDEMİR 04.09.1978 Sivas Olayları ·Gülizar BORA (Ev Hanımı) 04.09.1978 Sivas Olayları ·Musa OĞUZ 04.09.1978 Sağ Sivas Olayları ·Bünyamin YILMAZ 04.09.1978 Sağ Sivas Olayları ·Musa KALE 04.09.1978 Sağ Sivas Olayları ·Muhittin AKBAY 04.09.1978 Sağ Sivas Olayları ·Ahmet GÖNENÇ (Öğrenci) 04.09.1978 Sağ Sivas Olayları ·Ömer AKSAK 04.09.1978 Sağ Sivas Olayları ·Ruhi ÖZVAR (Öğrenci) 04.09.1978 Sol Sivas Olayları ·Ali İLERİ (Öğrenci) 04.09.1978 Sol Sivas Olayları
KAYNAKLAR 1) Zeki COŞKUN, Aleviler-Sünniler ve Öteki Sivas, s. 27 2) İlke Dergisi, Sayı: 58 (Ekim 1978) 3) PSAKD Arşivi 4) Sivas Kitabı, Edebiyatçılar Derneği Yayını, s. 319 5) A.g.e., s. 323 6) A.g.e., s. 335 7) A.g.e., s. 330 ve Lütfi KALELİ, Sivas Katliamı, s. 41 8) Gerekçeli Karar (Ankara 1 nolu DGM: 1993/106, Karar: 1994/190) 9) Sivas Dosyası (TBMM Araştırma Komisyonu Dosyası) 10) A.g.e. 11) Kayseri DGM Savcılığı (16. 07. 1993-KL -4) 12) Gerekçeli Karar (Ankara 1.no DGM: 1993/106, Karar:1994/190),s.95,96,111, 112 13) A.g.e. 14) A.g.e.
Bu bölümle ilgili geniş bilgi için şu kaynaklardan yararlanılabilir A- Kitaplar: 1) Muzaffer İlhan ERDOST, Üç Sivas 2) Zeki COŞKUN, Aleviler-Sünniler ve Öteki Sivas 3) Sivas Kitabı, Edebiyatçılar Derneği Yayını 4) Çetin YİĞENOĞLU, Ölü Ozanlar Kenti Sivas 5) Ali YILDIRIM, Ateşe Semaha Durmak 6) Ali BALKIZ, Sivas’tan Sydney’e Pir Sultan 7) Bilinmeyen Yönleriyle Sivas Katliamı, Ayyıldız Yayınları 8) Lütfi KALELİ, Sivas Katliamı 9) Serdar DOĞAN, Yaşamak 10) Öner YAĞCI, Sivas’ı Unutmadık
B-Dergiler: 1) Pir Sultan Abdal / Kültür ve Sanat Dergisi, Sayı 8, Ağustos 1993 2) A.g.e., Sayı 9, Ekim 1993 3) A.g.e., Sayı 10, Aralık 1993 4) A.g.e., Sayı 12, Haziran 1994 5) A.g.e., Sayı 13, Ocak 1995 6) A.g.e., Sayı 15, Haziran 1995 7) A.g.e., Sayı 16, Temmuz 1995 8) A.g.e., Sayı 20, Eylül 1996 9) A.g.e., Sayı 23, Temmuz 1997 10) A.g.e., Sayı 24, Ekim 1997
C-Gazeteler: 1) Cumhuriyet, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10,11 Temmuz 1993 2) Miliyet, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10 Temmuz 1993 3) Hürriyet, 3, 4, 5, 6, 7, 8, ,9 10 Temmuz 1993 4) Aydınlık, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10, 11 Temmuz 1993 5) Sonhavadis, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9 Temmuz 1993 6) Tercüman, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9 Temmuz 1993 7) Akşam, 3, 4, 5, 6, 7, 8 Temmuz 1993 8) Akit, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9 Temmuz 1993 9) Zaman, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9 Temmuz 1993 10) Sabah, 3, 4, 5, 6, 7, 8 Temmuz 1993 11) Türkiye, 3, 4, 5, 6, 7, 8 Temmuz 1993 01.11.2004 tarihinde "hasat.org sitesinde yayımlanmıştır.. http://hasat.org/forum Devletin_Suclari_ve_Katliamlar-k1940.html |
5 Temmuz 2010
SİVAS OLAYLARI 1978
Etiketler:
1978 Tokat,
Amasya,
Çorum,
Erzincan,
Sivas,
SİVAS OLAYLARI,
Tunceli,
yozgat
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder