18 Kasım 2012

Başyapıt değil, başkaldırı filmi: Bulut Atlası

         Başyapıt değil, başkaldırı filmi: Bulut Atlası         
 
HaberEvci- Eski dünya sular altında.. Sistemi sert bir dille “hırsızlıkla” suçlayan filmde, gasp edilen haklara karşı her dönem bir direniş olduğunu görüyoruz. Aslında yaşadığımız hayat bize izletiliyor ama onun kendi hayatımız olduğunu bile fark edemiyoruz. Filmde en çok kullanılan sloganda söylendiği gibi "zayıflar et olur, güçlülere yem olur."
 "Uyan artık uykudan uyan
Uyan esirler dünyası
Zulme karşı hıncımız volkan
Kavgamız ölüm-dirim kavgası

Bu kavga en sonuncu kavgamızdır artık!"
 
Ancak, bu direnişlere rağmen dünyanın geçen her zaman diliminde daha fazla tükenişine tanık oluyoruz.
 
 Cankut Özkazanç'ın kaleme aldığı ve Turnusol.biz internet sitesinde yer alan bir filme ilişkin makale de böyle diyordu.
 
Bu makaleyi ve filmin anlatımına ilişkin açıklamayı sizlerle paylaşmak istiyorum.
 
Bulut Atlası (Cloud Atlas), 2012'nin en çok beklenen filmleri arasındaydı. 
Matrix üçlemesi ile çıkış yapan, V for Vendetta ile anarşist bir manifestoya imza atan Andy ve Lana Wachowski kardeşlerin, Koş Lola Koş’un yönetmeni Tom Tykwer ile birlikte David Mitchell’in aynı adlı romanından uyarladıkları film, belki sinema tekniği açısından değil ama ayrımcılığa ve sömürüye karşı aldığı net duruşla unutulmazlarımız arasında yerini alacak.
Tom Hanks, Halle Berry, Hugh Grant, Jim Sturgess ve Hugo Weaving gibi güçlü isimler, filmde canlandırdıkları 3 - 4 farklı karakterle dikkat çekiyor.

Altı farklı öyküden oluşan filmde, iç içe geçen zaman çizgisi şöyle: Daha eski (1840'lar), Eski (1930'lar), Yakın geçmiş (1970'ler), Bugün (2012), Yarın (tahminen 100-200 yıl sonrası) ve Gelecek (uzay kolonileri çağı)

Altı öykünün birbirini takip etmemesine ve hiç kesişmemesine rağmen birbirlerine açtıkları “kapılar” dikkat çekiyor. Her dönemde yaşananlar birbirinin benzeridir.
Yapılan her iyiliğin veya kötülüğün gelecekte yaşanacakların şekillenmesinde olan etkisi, ezen-ezilen ilişkisi, farkına varma ve buna başkaldırma şeklinde gelişen olaylar...

Eski dünya sular altında...

Sistemi sert bir dille “hırsızlıkla” suçlayan filmde, gasp edilen haklara karşı her dönem bir direniş olduğunu görüyoruz. Ancak, bu direnişlere rağmen dünyanın geçen her zaman diliminde daha fazla tükenişine tanık oluyoruz.
Siyah bir köle ile ona yardım eden beyaz avukat, eşcinsel bir besteci ile fizikçinin aşkı, petrol zenginlerinin nükleer santrallerle ilgili çevirdikleri kirli oyunlar, yaşlıların kapatıldıkları huzurevinde yaşadıkları, uzay çağında insanlığın "büyük dibe vuruşla" birlikte ilkel yaşam formuna dönen hayatlarını zulme karşı birer direniş öyküsü olarak izliyoruz.

Filmde propagandası en bol öykü ise geleceğin Koresi’nde geçiyor.

Tesadüfen Asya kıtasından bir ülke seçildiğini düşünmüyorum. Emeğin, laboratuarlarda klonlanan canlılarla sömürüldüğü, despot bir ülkede robotlaşmış bir canlının 'gerçeğe' ulaşmasını ve bir 'devrimci'ye nasıl dönüştüğünü görüyoruz.
Klonlanmış bir köle olan Sonmi-450'nin en çaresiz, en tükenmiş anda kendisini sorgulayan kişiye "Şu an söylediklerime inanan birisi oldu bile" demesi, bugün sesi duyulmayanların ve yok sayılanların verdikleri mücadelenin yarına bırakacağı ses için bir umut oluyor.
Filmde “yasal hakların” tamamen zulüm edenlerin lehine olmasına karşı, ezilenlerin uyguladığı şiddetin meşruluğu dikkat çeken bir ayrıntı olarak işleniyor.
Film, klişe sayılabilecek cümlelerle, açık açık, doğrudan ve son derece düz bir şekilde "anlatılan senin hikayendir" diye bağırıyor. Buna rağmen, sinema salonundan çıkanların "fantastik bir film" diye yaptıkları yorumlar, yaşadığımız hayata ne kadar yabancılaştığımızı gösteriyor.

Aslında yaşadığımız hayat bize izletiliyor ama onun kendi hayatımız olduğunu bile fark edemiyoruz.
Filmde en çok kullanılan sloganda söylendiği gibi "zayıflar et olur, güçlülere yem olur."
Bugün Türkiye’de en temel hak arama mücadelesi için bile sokağa çıkanlar “terörist” diye fişlenirken, HES’ler, nükleer santraller ve ormanların ortasına kondurulan beton sitelerle doğa yağmalanırken, hemen yanı başımızda Kürtler en doğal hakları için bedenlerini açlığa yatırıyorken, emekçilerin tüm hakları sermaye sahipleri lehine tırpanlanırken, çıkarılan tüm sesleri duymamak, görmemek belki de egemenlerin en büyük zaferidir.

Bulut Atlası, tükettikçe üreten, ürettikçe yaşamı tüketen sisteme karşı bir başkaldırı filmidir.
Belki bu yüzden, sinemadan çıkarken zihnimin arka planında film müziği olarak süreki o bildik marş çalıyordu:

"Uyan artık uykudan uyan
Uyan esirler dünyası
Zulme karşı hıncımız volkan
Kavgamız ölüm-dirim kavgası

Bu kavga en sonuncu kavgamızdır artık!"

Yazar:Cankut Özkazanç
18 Kasım 2012

EvcioğluHaber

Hiç yorum yok: