8 Mayıs 2013

Ebussuud Efendi’nin fetvaları




Ebussuud Efendi’nin fetvaları

HaberEvci: 
Anadolu tarihinin her döneminde Selçuklu ve osmanlı iktidarlarınca Alevi toplumuna karşı her türden hakaret eden ve halkları kışkırtacak ve galyana getirecek fetbalar  "Alevilerin mal ve namusları; mümün ve müslümanlara helaldır" diye yayınlanırdı..  

Bu türden fetbaların (özellikle Ebu Suud Efedi diye adlandırılan Şeyhülislamın" 

Alevilere yönelik alçakca fetbalarının bir çoğu Osmanlı arşivinde mevcuttur.


Evrensel Gazetesinde yayınlanan Şair ve Yazar Şennur SEZER'İN KALEMİNDEN Ebussuud Efendi; Anadolu’da Kızılbaş olarak nitelendirilen Türkmen Alevileri için verdiği acımasız fetvalarıyla (“Kızılbaşların canları, malları helâldir, onlarla savaşırken ölmek şehitliğin en yücesidir”) hatırlanır. Ebussuud böyle bir alimdir.



Şeyhülislâm Ebussuud Efendi’nin fetvaları


Sennur SEZER


Kanuni adıyla anılan I. Sultan Süleyman’ın 46 yıllık saltanatında (1520- 1566), Osmanlı ülkesinin en ünlü din adamları ona Şeyhüslamlık etmiştir: Zenbilli Ali Efendi (1520–1526), İbn-i Kemal (1526–1534), Sadullah Sadi Efendi (1534–1539), Çivizade Muhittin Mehmet Efendi (1539–1542), Hamidi Abdülkadir Efendi (1542–1543), Fenerizade Muhittin Efendi (1543–1545), 
Ebussuud Efendi (1545–1566). Şeyhülislam dini konularda en yüksek yetkiye sahip devlet görevlisiydi. Gerektiği zaman dini sorunlarla ilgili görüşlerini fetva yayınlayarak açıklardı. Bu fetvalar kanun niteliği taşırlardı. 
Bu şeyhülislamlardan en ünlüsü ve hem Kanuni döneminde, hem Osmanlı tarihinde en uzun süre görev yapanı Ebusuud Efendidir.


Kanunî’nin son seferi olan Zigetvar’dan yazdığı mektuptaki “hâlde haldaşım, sînde (mezarda) sindaşım, âhiret karındaşım, tarîk-i hakda (Hak yolunda) yoldaşım...” sözü, Ebusuud Efendinin itibarını göstermeye yeter. Ebusuud Efendi,  kapitülasyonlarda yer alan, yabancıların mahkemelerde şahitliğinin kabul edilmesi hükmüne itiraz etmiş, “yasal olmayan bir şeyde sultanın hükmü geçersizdir” biçiminde anlaşılacak “nameşru nesneye emr-i sultani olmaz” yorumunu yapmıştır.
Ebusuud’un her zaman böyle adil olduğu söylenemez. Osmanlı yasalarına yaptığı katkılara rağmen Ebussuud Efendi, Anadolu’da Kızılbaş olarak nitelendirilen Türkmen Alevileri için verdiği acımasız fetvalarıyla (“Kızılbaşların canları, malları helâldir, onlarla savaşırken ölmek şehitliğin en yücesidir”) hatırlanır. Şeyhülislam Ebussuud Efendi, bu kesimle ilgili diğer fetvalarında da, İbn-i Kemal ve benzeri Osmanlı alimlerinin suçlamalarını yineler.
Ebusuud, kurallara uyulması konusunda selamlaşmanın bile Müslümanlıkta alışıldığı gibi yapılmazsa dinden çıkılacağını (kâfir olunacağını) söyleyecek kadar katıdır:
MES’ELE : Zeyd, Amra selâm vericek “aşk olsun” deyip Amr dahi mukabelesinde “yâ hû” dese, Zeyde ve Amra ne lâzım gelir?
ELCEVAP ; Hak hazretinin ta’yîn buyurduğu tahiyyet-i beğenmeyip öyle ederse, kâfir olur. (Bu tür selamlaşmanın Bektaşilikte olduğu açıktır.)
Alevilerin Şıi olduklarını söyleyerek kendilerini savunduklarını söyleyen birine de, Peygamberin yalnızca Sünnilerin cehennemden kurtulacaklarını söylediği yanıtını verir:
Soru- Adı geçen topluluk Şii olduğunu ileri sürer, lâilâheillâllah derken bu aşamayı gerektiren davranışlar nedir, açık-seçik, geniş bilgi verile!
Cevap- Peygamber,’ehl-i sünnet topluluğunun da içinde bulunduğu yetmiş üç topluluktan yalnız ehl-i sünnet kurtulacak, ötekiler ateşe atılacaktır’ buyurmuştur. Bu Kızılbaş topluluğu o yetmiş üç topluluktan bile değildir. Her birinden biraz kötülük, biraz suç, biraz ortalığı karıştırıcılık almış, kendi inançlarına göre benimsedikleri küfre, sapkınlığa katıp karıştırmış, yeni bir küfür yolu yaratmışlardır. Gün geçtikçe de çoğalmaktadırlar. Şimdiye kadar sürdürdükleri bilinen kötülükleri, suçları konusunda şeriat kuralları gereğince geniş anlamlı yargı şudur: O acımasız kişiler yüce Kur’an’ı, yüce şeriatı, İslam dinini küçümsemekle, şeriat kitaplarını yermekle, ocağa atıp yakmakla, din bilginlerini kendi bilimleri uğruna acımasızca suçlamakla, liderleri (şeyhleri) olan arabozucu kötü kişiyi Tanrı yerine koyup önünde eğilmekle,haram olduğu kesinlikle ortaya konan, dince yasaklanan içkileri üretip içmekle, Ebubekir ve Ömer’e sövmekle kâfir olduklarından başka; Peygamber’e bile kötü sözler söyledikleri ortaya çıktığından, çağlar boyunca gelen bilginlerin ortak konuda birleşen yargıları gereğince katledilmeleri uygun görülmüştür. Suçlulukları konusunda kuşkuya kapılanlar da suçludur.“ (M. Ertuğrul Düzdağ: Şeyhülislam Ebussuud Efendi Fetvaları Işığında 16. Asır Türk Hayatı, İst. 1972,s. 110- 111)
Aleviler konusundaki fetvasında suçlamaları sürdürerek  “bu topluluğun öldürülmesi, diğer kâfirlerin öldürülmesinden daha önemlidir”  der. 


Şeyhülislam Ebussuud Efendi, Hallac-ı Mansur, Şeyh Bedreddin gibi Batıni düşünce önderleriyle Yunus Emre gibi Sufi ozanları da, aradan yüzyıllar geçmesine rağmen yeniden yargılar, şeriata göre mahkûm eder. “Mansur, şeriata göre kâfir olduysa, ona hak veren ve onun yolunda gidenlere şer’an ne lâzım gelir?” sorusuna şu fetvayı verir: “Mansur’a lâzım olan lâzımdır. ” Yani, onları da çarmıha gererek katletmek gerekir.

Ebusuud fetvalarını sorulduğu dilde ve biçimde verirdi.Kanuni Sultan Süleyman, bir beyitle Topkapı sarayının bahçesindeki meyve ağaçlarına zarar veren karıncaların yok edilmesinin dinen suç olup olmadığını sormuş: Dırahta ger ziyan etse karınca Günah var mıdır ânı kırınca?
Ebusuud Efendi, soruya beyitle cevap vermiş: Yarın Hakkın divanına varınca, Süleyman’dan hakkın alır karınca.
Din adamı olan Ebusuud’un insanlara karınca kadar değer vermemesi sizin de yüreğinizi burkmuyor mu?

HaberEvci-08.05.2013

Hiç yorum yok: