16 Eylül 2008

"BİZİM KABEMİZ ABD" DİYENİN, "KABESİ İNSAN" ALEVİYE SÖZÜ GEÇMEZ.

Turan Eser

Siyasal İslamcı, dinci Milli Gazete'deki köşesinde, Aleviler hakkında iftira ve hakaret dolu bir yazı kaleme almış. Kendi zalimliğini örtmeye çalışan Mehmet Şevket Eygi'nin, 13.09.2008 tarihli yazısının içeriği, fikirsel ve düşünsel zenginlik içerseydi, saygı duyup, arşive konulurdu.

"BİZİM KABEMİZ ABD" DİYENİN, "KABESİ İNSAN"

ALEVİYE SÖZÜ GEÇMEZ.

Turan Eser

Siyasal İslamcı, dinci Milli Gazete'deki köşesinde, Aleviler hakkında iftira ve hakaret dolu bir yazı kaleme almış. Kendi zalimliğini örtmeye çalışan Mehmet Şevket Eygi'nin, 13.09.2008 tarihli yazısının içeriği, fikirsel ve düşünsel zenginlik içerseydi, saygı duyup, arşive konulurdu. Fakat yazı iftira, hakaret, yalan ve çirkinlik kokuyor. Örneğin yazıda şu sözler var; "Derin devlet ve Ergenekon gibi çeteler, Sünnîleri ezmek, baskı altında tutmak için Alevîleri kullanıyorlar. Devletin çok önemli, çok hayatî, çok yüksek kurumlarında Alevî kadrolaşma yapıldı." "Alevi derneklerine devlet gizlice yardım yapıyor." "İki yüzlü kriptolar... Casuslar... Ajanlar... Provokatörler."

Bu nedenle yazının üzerine sifonu çekmeden, zırvalığını boşa çıkarmak ve bu zatın akıl ve ruhunu besleyen referanslarını kamuoyuna aktarmak ve orta yere koymak sanırım farz olmuştur.

Kendisini bir "Ehli Sünnet, Müslüman" olarak tanıtan Mehmet Şevket Eygi'yi biz Aleviler iyi tanıyoruz. Ne kadar "Müslüman", ne kadar "Amerikancı" olduğunu iyi biliyoruz. Tarih bilgimiz zannettiği kadar zayıf değildir. Alevilere yönelik mesnetsiz görüşler belirten bu zatın, çatışmadan beslendiğini hafızamızdadır. "Bizim Kabemiz ABD, cihada hazır olun" diyerek, 16 Şubat 1969'da İstanbul Beyazıt'ta 6. Filo'yu protesto eden 30 bini aşkın emekçiye ve öğrenciye karşı saldırını ideolojik talimatını köşesindeki yazılarında nasıl verdiğini, tarihsel belleğimizden hiç mi hiç silmedik. ABD uğruna "şehadet" yemini yaptıranların, "Bizim Kabemiz ABD, cihada hazır olun" teraneleriyle, o günlerde savaş çığırtkanlığı yapan kişinin, bugün Alevilere, yani kabesi insan olanlara saldırması ve mesnetsiz iddialarda bulunması tesadüf değildir.

İçinde Alevilere karşı ne kadar kin ve nefret varsa, bunu kusacak kılıf aramış. Yaşamı boyuncu bu ülkedeki tüm farklı kimliklere, fikirlere, cumhuriyet projesine, laiklik ilkesine, çağdaş hukuka ve sosyal devlet düşüncesine karşı şiddet ve çatışma üreterek pozisyon tutmuş klinik vaka bir fikirle karşı karşıyayız. Şimdi fikri ile zikri bütünleşmiş bu şahsın, mesnetsiz iddialarını ve zırvalıkları birlikte irdeleyelim;

BU DİL SÜNNİ ARKADAŞIMIN, KARDEŞİMİN DİLİNE HİÇ BENZEMİYOR!

Mehmet Şevket Eygi iddiaları şöyle. "en fazla Sünnî Müslümanlara zulm edilmiştir, bütün medreseleri kapatılmıştır. Çoğu cami olmak üzere on bine yakın Sünnî vakıf binası yok edilmiş" Sünnîlerin Ezan okuması yasak edilmiştir." diye sıraladıktan sonra, bize soruyor. "Bunca zulüm yapılmışken birtakım adamlar hâlâ devlet Sünnîdir, Alevîlere baskı yapılıyor diyor. Bunlarda hiç akıl ve insaf yok mudur?"

Daha da ileri giderek, "Derin devlet ve Ergenekon gibi çeteler, Sünnîleri ezmek, baskı altında tutmak için Alevîleri kullanıyorlar. Devletin çok önemli, çok hayatî, çok yüksek kurumlarında Alevî kadrolaşma yapıldı." "Alevi derneklerine devlet gizlice yardım yapıyor." "Sivas hadiseleri söz konusu olunca korkunç gürültü kopartıyor, konu Başbağlar katliamına gelince tek laf etmiyor"

İddiaları bu. Yani "kargalar bile güler" türünden. Dolaysıyla ruhsal ve zihinsel özürlülüğün yarattığı bir ideolojik ürün olan bu iddialarla, aslında neyi gizlediğini ya da örtülmeye çalışıldığını açıklamak gerekir. Bu zatın görevi ortalığa yalana ve iftiraya dayalı bilgi aktararak ve çatışma üretmektedir. Yazısını zahmet edip, okuyan herkes görecek ki, yazının dili dostça değil, kibar değil, akademik hiç değil. Tarihsel bilgi fakiri bir dille kaleme alınmış. Kin, kibir ve ukalalık kokan bir dil. Çatışma dili.. farklı kültürlerin ve inançların kardeşliğine kin ve nefret tohumu eken bir dil. Yazarın dili tekçi, asimilasyoncu ve diktatör dili … Nezaketten uzak bir dil.. bu dil Sünni kardeşimin dili de değil..Daha çok "kabesi ABD" olanın diline benziyor. Bize ise bu dilin ne kadar zararlı olduğunu anlatmak ve iddiaların mesnetsin ve iftira olduğunu belgelemek kalıyor.

HERKES BİLGİSİZ OLABİLİR, İFTİRA ATABİLİR AMA TARIHSEL BELLEK, RESMİ VERİLER VE GÜNDELİK YAŞAMIN GERÇEĞİ ORTADAYKEN BUNLAR FASA FİSO OLARAK ORTADA ÇIPLAK KALIR.

Bu ülkenin tarihi konusunda sınırlı bir bilgiye sahip olan kişi bile, Osmanlıdan bugüne kadar süregelen sistemin ve devlet yapılanmasının Türk İslam sentezi (Sünni-Türk) ekseninde olduğu bilir. Bunu gizli değil, resmi ve açıktan, yani alenen yapıldığını ilköğretim öğrencisi bile bilir. Hem de ilköğretim 4. sınıftan itibaren zorunlu olarak öğretilen Sünni din dersinden bilir. Şimdi bu zatın yukarıda aktardığımız yalan ve iftiralarını kelime kelime çürütecek cevaplarımızı sunalım.

"SÜNNİLER İNANÇSAL BASKI GÖRÜYOR"

İddia yalan kadar büyük. Osmanlıdan bugüne kadar süren gelen katliamlar ve imha politikalarının adresinde ikamet etmişleri tanımayan bir iddia bu. Bu iddia, Yavuzdan beri Alevilere ve Gayri Müslimlere mezar olmuş bu topraklarda, hangi resmi inancın iktidarı döneminde, bu dinsel ve inançsal ayrımcılığı gerçekleştiğini bilmeyecek bir cehaletle yazılmamış ise, o zaman tarihsel çarpıtmalar tercih edilmiş. Asırlardır Anadolu'da Alevilere yönelik katliam ve yok etme üzerine kurulu Sünni egemen tarihi gizlemenin boş bir çaba olduğunu herkes bilir. Çünkü 16. yüzyıl katliamı, öncesi ve sonrası tarihsel süreçte, toplumsal hafızalarımıza nakşedilmiş yaraların Aleviler ve Gayri Müslimler vicdanında olduğunu herkes bilir. 6-7 Eylül, Çorum, Maraş, Sivas, Malatya, Gazi, Tokat ve Dersim gibi Alevilerin yoğunlukla yaşadığı yerlerde kitlesel katliamların adresinde Aleviler yaşıyordu.

Yazarın gericiliğe ve şeriata dayalı dinsel ve ideolojik despotluğunu masum göstermek içinde, savunduğu tarih anlayışı, ters yüz edilmiş, çarpıtma üzerine kurulmuş uyduruk bir tarih bilgisidir. Yazar yalan ve iftira üzerine kurulu yazısında, Osmanlıdan günümüze kadar, inancından dolayı Sünnilere yönelik tek bir imha ve katliam örneği sunamaz. Zalimlerin sık sık başvurduğu yollardan birisi, zalimliğini örtmek için "mağdur edebiyatı" yaratmaktır. Rolleri değiştirmeye kalkmaktadır. Türkiye'de siyasal İslamcıların her ortamda ve sıkıştığında başvurdu yollardan birisi olduğunu Türkiye çok iyi biliyor. Eğitim adı altında, cihad için mücahit yetiştirenlerin, iktidar olunca nasıl mütahit olduğunu herkes iyi biliyor. "Yardıma muhtaç" adı altında insanların dini duygularını istismar eden siyasal İslamın küresel soyguncularını Türkiye tanıyor. Yazar, Deniz Feneri soygunu yazmıyor. Kuran kursu aldı altındaki soygun ve çocukların ölümüne sebep olan yasadışçılığa dokunmuyor.

CAMİLER VE MEDRESELER YOK EDİLMİŞ YALANI

Mesele bu ülkede yaşayan her Türkiye Cumhuriyet vatandaşı, bilir ki, ödediği verginin önemli bir kısmı sadece ve sadece Sünni inancın yaşatılması, tanıtılması, kabul ettirilmesi, güçlenmesine ayrılır. İslamcı yazar Mehmet Şevket Eygi iddiaları arasında yer alan, "bütün medreseleri kapatılmıştır. Çoğu cami olmak üzere on bine yakın Sünnî vakıf binası yok edilmiş" cümlesinin her bir kelimesini, Türkiye'de Sünniliği resmi olarak yayma ve dayatma kurumu olan Diyanet İşleri Başkanlığının resmi verilerinden aktararak çürütebiliriz. Osmanlı döneminde cami ve medreselerin sayısı 10 bini bulmuyordu. Ama "laik" cumhuriyet Türkiye'sinde Sünnilerin ibadet yeri olan cami ve mescitlerin sayısı 1971 yılında 42.744 iken bu sayı 2008 yılında 90 bini aşmıştır. Sadece 2007 yılı içinde 1855 cami yapılmıştır. Bu da yetmemiş, Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığı`nın (TOKİ), cami sayısının eksikliğine kanaat getirmiş olacak ki, o da ayrıca 400 civarında cami yaptırdı. Başbakanı İmam hatip kökenli olan bir ülkede, başbakanlığa bağlı bir kurumunda, imam telkini ile dinsel yatırım yapması kadar doğal bir şey olamaz diye düşünebilirsiniz. Ama bunun "laiklik" adına ve "cumhuriyet" adına yapılması ise, bu kavramlarının içeriğinin ne kadar boşaltıldığını bize gösteriyor.

Ayrıca 1970 yılında 24 bin İmam devletin memuru olarak görev yaparken, 2008 yılında bu sayı 112 bine çıkmıştır. İmamlarda Sünni olduğuna göre devletin maaş verdiği ve desteklediği tek din görevlisi, Sünnilerindir. Yani yazarın iddia ettiği gibi "Sünnîlerin Ezan okuması yasak edilmiştir" ifade doğru değildir. 90 bin camide ezan okuyan imam devletin maaşlı memurudur ve hepsi Sünni'dir. Hatta ezan okumaların, megafonla Alevi mahallerine kadar ulaştığını kulağımızda hissediyoruz. Hatta Sünni imamın, Alevi köylerine asimilasyondan sorumlu, misyonerler olarak atandığını da bilen ve yaşayan tanığı durumundayız.

KADROLAŞMANIN PATENTİ SİYASAL İSLAMCILARDA

Bu zatın bildiği, ama söz konusu olunca sesinin kısıldığını bildiğimiz diğer bir mesele ise, devlet bütçesinde en önemli payın Sünni inancı koruyan ve besleyen Diyanet İşleri Başkanlığı'na ayrılmasıdır. Yazar istediği kadar inkar etsin, Sünni ulemanın ve anlayışının egemenliği Osmanlıdan günümüze kadar süregelmiştir. Yazarın aksine, Osmanlıdan günümüze kadar Sünnilik dışında hiçbir inanç grubu merkezin eşitlik muamelesine maruz kalmamıştır. Bu ülkede devlet desteğiyle resmileşen Kuran kursları sayısı 12 Eylül 1980 darbesinde 2610 iken, Alevilere, solculara ve aydınlara karşı din adamı yetiştirmek için, kuran kursu sayısı tırmanarak, 2008 yılında 7036'ya ulaştı.

1950'li yıllardan itibaren İmam Hatip okullarından, İlahiyat Fakültelerinden Sünnilik eğitimi alarak mezun olan 2 milyon eğitimli din kadrosu oluştu. Bugün halen 456 İmam Hatip Lisesinde yaygın eğitim sürmekte ve her yıl yeni mezunlar vermektedir. Milli görüşün arka bahçesi olan bu 2 milyon üzerindeki mezunların yaklaşık 500 bini başta Diyanet İşleri Başkanlığı, Din dersi Öğretmenliği olmak üzere, devletin farklı kamu birimlerinde görev yapmaktadır. Durum böyleyken, yazarın "devletin çok önemli, çok hayati, çok yüksek kurumlarında Alevi kadrolaşma yapıldı" iddiası tamamıyla bir yalan ve çarpıtmadır. Yani devlet bürokrasindeki Sünni siyasal İslamcı kadrolaşmayı örtmek ve gizlemek amacı taşımaktadır. 1950 yıllardan başlayarak, devletteki Sünni kadrolaşma, AKP hükümeti döneminde en tepe noktasına ulaşmıştır. Artık Türban, Sünnilik, Milli görüşçülük, kadrolaşmanın pin kodu halini almıştır. Kamudaki en derin ve yaygın kadrolaşmanın dinci eksen üzerinde gerçekleştiğini ve hatta bunu daha da ileri giderek, özerk kurumlar olması gereken, YÖK, TÜBİTAK, BDDK, SPK, RTÜK ve Rekabet Kurulu gibi kurumlarında yasalarını değiştirip tek tipleştiren ve kadrolarıyla AKP'leştiren dinci kadrolaşma yaşanırken, kamuda, okulda, işyerinde, sokakta Alevi olduğu için dövülen, ayrımcılığa maruz kalan Alevileri, "devletin en önemli kurumlarında kadrolaştılar" görüşü palavra olduğu kadar, iftira ve dinci kadrolaşmayı örmeye çalışan sinsi bir yaklaşımdır.

Tarihin ve rakamların dilinden gerçekleri okumaktan aciz olanların, başka bir gezegenden görüş bildiriyormuş gibi, köşesinde gerçekle yüzleşme yerine onu çarpıtmayı tercih etmesi asla kabul edilemez ve cevapsız bırakılamazdı.

DEVLETTEN EKONOMİK DESTEĞİ VE DİNSEL HİZMETİ ALAN SÜNNLİKTİR.

Her Türkiye cumhuriyeti vatandaşı vergi ödemesine rağmen, Cami dışında kalan, Cemevi, Kilise, Sinagog ve Havra gibi ibadet yerlerinde hizmet veren dedeler, papazlar, rahipler devletten maaş almaz ve laiklik ilkesi açısından maaş talep etmez. Alevilerin yazardan farklı düşündüğü hassas konu, laiklik karşısındaki tutumudur. Yani Aleviler devlet eliyle din ve dindar üretmeyi, vicdana müdahale ve laikliğe karşı bir girişim olarak görürken, yazar devlet eliyle beslenmiş ve buna tek bir itirazı olmamış ve bundan nemalanmış bir inancın üyesidir. Aleviler devletten destek almamaktadır. Alevilerin alın terinden ve emeğinden artırdığı çocuğunu süt hakkına bile, değişik kalemler altında vergi diye zorla alınıp, dinsel tekçiliğin Sünni-Hanefilik ekseninde beslendiği gerçeği ortadayken, yazarın hayal ürünü ve fantezisi karşısında pes etmemek mümkün değil.

DERİN İLİŞKİMİ ARIYORSUNUZ ? O ZAMAN AYNAYA BAKIN, GÖRDÜĞÜNÜZ SİZE FİKİR VEREBİLİR.

Yazar Alevilere öyle bir iftira atıyor ki, bu ülkede tek talebi ve özlemi, eşitlik, barış, çağdaşlık, demokrasi, hukuk, laiklik ve cumhuriyet olan Alevileri, hatta bu taleplerinden dolayı derin devletin mağduru olan Alevileri, "Derin devlet ve Ergenekon gibi çeteler, Sünnîleri ezmek, baskı altında tutmak için Alevîleri kullanıyor" diyerek aynı karede görmesi ideolojik yaklaşımdır. Alevileri potansiyel "derin devlet" ve "çeteler" işbirliği içinde göstererek, ittihatçı ve tarikatçı çatışmanın içine çekme amacı taşıyan bu tuzağı Aleviler iyi tanır. O nedenle Aleviler tarikatçı ve ittihatçı bir çatışmanın yanında değil, hukukun evrensel değerlerine, laikliğe, insan haklarına ve demokrasi mücadelesine katkı sunan bir zeminde yer alırlar. Alevileri tanıyan herkes bilir ki, Aleviler derin devletin her rengine de karşıdır. Derinin ve karanlığın dincisine de, sağcısında, ulusalcısında karşıdır. Madımak'ta dinci derin devletin, Gazi'de ulusalcı derin devletinin mağduru olan Alevileri, yasa dışı çetelerle bir arada gösterenlerin kendileri, ABD'nin derin çeteleridir. 1969 yılında . "Bizim Kabemiz ABD, cihada hazır olun" diyerek ABD için "Şehadet" yemini yapanların, önce ABD'yi neden "Kabe" ilan ettiğini, ABD için neden "şahadet" yemini yaptıklarını ve bunlar karşısında hangi gizli ve derin ilişkilerin içinde bulunduklarını açıklamalıdır. Alevilere iftira atanların, önce aynada kendilerine bakması gerekir.

Mehmet Şevki Eygi, Kanlı Pazar öncesi Bugün gazetesindeki yazısında ABD için cihad çağrısını şöyle yapıyordu: "Büyük fırtına patlamak üzeredir. Müslümanlar ile kızıl kafirler arasında topyekün bir savaş kaçınılmaz hale gelmiştir... Müslüman kardeşim, sen bu savaşta bitaraf kalamazsın. Ben namazımı kılar, tesbihimi çekerim, etliye sütlüye karışmam deyip de zulüm edenlerden olma, gözünü aç bak... "Komünizm küfrüne karşı derhal silahlan. İslam'da askerlik ve cihad ihtiyâri değil, mecburidir… Cihad eden zelil olmaz. Sağ kalırsa gazi olur. Canını veren şehitlik şerefini kazanır... Ezanlar susturulmasın, Müslümanlar komünizmle çarpışan devlet kuvvetlerine yardımcı olsunlar" diyen zat bu ülkeyi çatışma ve kutuplaştırma ortamına çeviren, asıl baş provokatörün ta kendisidir. Bu zihniyet sonraki yıllarda kendisini Maraş katliamında, Çorum katliamında, Madımak ve gazi katliamında göstermiştir.

SEN 1969 KANLI PAZAR'INDA KİMİN "DERİN"İYDİN?

Mister Mehmet Şevket Eygi, Nurcu cemaatinin üyesi ve Zaman gazetesinin kurucuları arasında yer alan aynı zamanda 16 Şubat 1969 yılında, ABD'nin 6. filosuna "defol" diye bağımsızlık mücadelesi veren solcu gençlere yönelik saldırılarının baş tahrikçisi ve provokatörü siz değil miydiniz? Fettulhah Gülen'le birlikte, o dönem Amerika'nın maddi ve ideolojik desteğiyle kurulan Komünizmle Mücadele Derneği'nin üyesi siz değil miydiniz?. "Tam Bağımsız Türkiye" ve "İstanbul Amerikan genelevi, Türk kızları Amerikan cariyesi olamaz" diyerek ABD karşıtı mücadeleyi başlatan, Deniz Gezmiş'lere karşı, "ABD'yi kabe" ilan edip, ABD için "şehadet" çağrısı yapan ve kardeş kanı döktüren sizin savunduğunuz zihniyet değil miydi? Mükafat olarak, 8.3.1969 tarihinde, 350.000 US-Doların, CommerzBank A.G. Jurnalist M.Şevket Eygi, adına olan 86473/4936 hesabına yatırıldığını gazeteler yazmadı mı? Bu bilgiler orta yerde dururken, Alevileri "derin ilişkilerin" tarafı göstermek, ancak sizin gibi baş provokatörlere daha uygun değil mi?

MADIMAK VE BAŞBAĞLAR KATLİAMIN SADECE İMHACI FİZİKSEL SORUMLULARI DEĞİL, İNKARCI İDEOLOJİK SORUMLULARIDA AÇIĞA ÇIKARILSIN

"Alevi derneklerine devlet gizlice yardım yapıyor." "Sivas hadiseleri söz konusu olunca korkunç gürültü kopartıyor, konu Başbağlar katliamına gelince tek laf etmiyor"

Mehmet Şevket Eygi'nin iftira, yalan ve uydurma fikirleri, günümüzün şeriatçı basın ve medyası için nasıl "farz ve sünnet" olarak kabul ediliyorsa, bu zat içinde durum aynıdır. Alevi derneklerine devletin gizli desteği olmamıştır. Aleviler şeffaf olmayan, demokratik olmayan, hukukla bağdaşmayan ilişkilerin içinde olmaz. Alevilerin ne misyoner eğiten ve kaynağı belli olmayan eğitim kurumları yoktur. Alevilerin halkı soyan deniz fenerleri yoktur. En önemlisi Alevilerin, siyasal İslamcılar gibi "AŞAĞIDAKİNE DİN İMAN, YUKARDAKİNE HAN HAMAM" hedefi yoktur.

Mehmet Şevket Eygi belli ki Alevi toplumun ve aydınlarının Başbağlar konusundaki açıklamalarını okumamış ve dinlememiş. Aleviler şiddetin her türlüsüne, canlı ve cansız tüm varlıklara karşı kıyımın karşındadır. İnanç farklılığını bir ayrım olarak görmez. Madımak katliamında katledilende bizim canımızdır, Başbağlar'da katledilende.. Her ikisi için acı duyarız. Mehmet Şevket Eygi'nin kafasının araksında duran "sizin ve bizim" hesabı yapmayız. Hepsinin bu ülkenin kaybı olarak görür ve öyle biliriz. Biz Madımak, Başbağlar, Gazi, Maraş, Çorum, 6-7 Eylül ve 1969 Kanlı Pazarın üzerine gidilmesini, tür suçluların açığa çıkarılmasını talep ediyoruz. Başbağlar vahşetini, Madımak vahşetini de kınıyoruz. Burada çağırıyoruz, her iki katliamın üzerine gidin, aydınlığa kavuşturun diyoruz. Katliamların sadece fiziki kısmını değil, fikri kısmını organize edenlerde ortaya çıkarılsın!

Onca yazıda tek bir doğru söz etmiş bu zat "Alevîlerle Sünnîleri birbirine düşman etmek isteyenlerin hepsi de bilerek veya bilmeyerek vatan hainidir."

Kendisine önerim aynaya bak ne göreceksin…




Turan Eser

Alevionline
15.09.2008 23:57:02

Hiç yorum yok: