29 Ekim 2008

Kültür Yozlaşmasıdır, Bu!

Kültür Yozlaşmasıdır, Bu!

Yaşam, kültürlü olmalı,

Kültür ise, yaşamsal olmalıdır!”

Bir toplumda kültür, bireylerden başlar. Kültürün, ekonomik sosyal ve siyasal yanları vardır. Bireyleri kültürlü olmayan toplumun, kültüründen, ahlakından ve bilgi birikiminden nasıl söz edilebilinir ki.?

Gelin, bu konu üzerine birlikte çalışalım!

Toplumsal yaşamda neler oluyor ve nasıl olması gerektiği konusunda, örnekleriyle masaya yatıralım!

-Çalışma yaşamından bir örnekle başlayalım.

İnsanlar, açlık sınırının altında bu gün: 450-ytl. olan asgari ücret uygulamasıyla, sadece ekmek düzeyinde yaşamaya mecbur edilmekte.

Ne zararı var diyebilirsiniz!

Ne zararı var biliyor musunuz?

Ekmekten başka bir düşüncesi olmayan insanların ve ekmeğini, yani ölmemek için yemek zorunda olduğu sadece ekmeği kazanabilmek içinde, günde 10-12 saat çalışması gerekmektedir. Bu şekilde çalıştırılması ise hem etik, hemde ahlaki ve de toplumsal bir sorundur aynı zamanda. İnsanları böyle köle mantığı ile çalıştıranların ahlakına ve insana verdiği değere bir bakın..

Yoksulluk altında kıvranan insanın; kitap okuması, çocuklarına iyi bir eğitim verebilmesi ve hatta birazcık da olsa yaşamında kaliteden bahsedilebilmesi ise mümkün değildir.

Bu insan(a/lara), ekmek mi, demokrasi mi? derseniz! Ekmek, demokrasi benim karnımı mı? doyuruyor diyecektir. Peki; ekmek mi? Kitap mı? Derseniz! Bana ne kitaptan kardeşim bana ekmek lazım der.

Evet...

Ekmekten başka Bir şey düşünemez hale getirilen insanların oluşturduğu toplum yaşamının ne kadar kültürlü olmasını beklersiniz?

Elbette birçok değişim söz konusu.!

Bu toplumda, ahlak erozyona uğrar. Eğitimli bilgili, ve kariyer sahibi insan sayısı parmakla gösterilir duruma gelir. iki yüzlü ve riyakarlık nedeniyle insan ilişkilerinde samimiyet rafa kaldırılır. Tv. kanallarında, genç kız ve erkeklerin çeşitli yarışmalarda her türden hüneri sergilerken takla atışları ve sonuç hüsranı. Çeşitli inançların yok sayılarak asilime edilen ve kimliksizleştirilen çocuklar.. Kardeşiz biz deyip, düşmanlıkla beslenen birbirinin boğazını sıkan insanlar..

Böyle bir dünyada; yaşanası bir kültürden bahsedilliirmi?

Normal olan şeyler anormal hale, anormal olan şeyler normal hal alır.

Hırsızlık, kadın ticareti, fuhuş, üst kademe yönetimlerde yolsuzluk, rüşvet, hat safhada yaşanmaya başlar. Adamı olan işini yürütür, olmayan ise kendine dayatılan bu hayatı kaderi sayar ve öyle yaşamaya razı olur..

Peki; burada kaybolan nedir.?

Toplumsal dayanışma, düşküne yardım, paylaşma duygusu ve birlikte üretme, hoşgörüsü ortadan kalkar. Yani insanların birbirine saygısı, toplumsal değerler, farkında olmadan ortadan kalkar.

Bu toplumda, yaşamlar arası dengesizlik hat safhaya çıkar, çok büyük uçurumlar oluşur. Zengin çok zengin, fakir çok fakir olur. Ve böyle yaşamaya da razı edilirler.

İşte kapitalist sistem, insanları; açlık ve sefalete mahkum eder ve kendi küçük dünyasında yaşamayada razı eder. Böylece, sömüren vede sömürülen hayatından memnundur..

Aç insan bile Allah'ına şükür eder.!

Ya, daha kötüsü olsaydı, ben ne yapardım diye!

Şükreder ona dayatılan (köleliğe) kaderi sanar.!

Bu dayatılan sefalet yaşama karşı direnmez, kabul eder. Allahın kendini denediğini zanneder.. Allah, hiçbir insanı açlıkla terbiye etmez...

Oysa; kendini açlığa ve yoksulluğa mahkum edenin kim olduğunu bir kere sorgulamaz..

Peki; bu yaşanmak zorunda kalınan, yaşanan kültür (denilebilirse adına) ne biçim bir kültürdür.?

Dört-beş nüfusuna, bir asgari ücret ile geçinmek zorunda bırakılan;

Çocukları yeterli beslenme olanağından yoksun, eğitim hakları ellerinden alınmış, kitap okuma, tiyatroya ve sinemaya gitmekmi? Böyle bir ihtiyaçları yoktur zaten.!

Tv, haberlerinde her gün ekonomik krizden ve herşeye zamdan, aile faciasından haber verilmediği gün yok.

-Erkekler tarafından sudan bahane ile şiddete uğrayan kadın haberleri....

-Çocuklara yönelik taciz ve şiddet görüntüleri, hemde babaları veya abileri yaşlarında adamlar tarafından..

-Gün geçmiyor ki, sokak ortasında polis kurşunu ile infaz edilen gençler...

-Ceza evlerinde işkence ve ölüm...

Bu dayatılan yaşam nedir. Allah aşkına.?

******

İşsizlik diz boyu...

Çalışabilir nüfusun içinde, işsiz sayısı çok yüksek, bir de işsizler içinde genç nüfusun işsizlik oranı %29 olunca, düşünün siz manzarayı!

Her türden gayrimeşru işler normal hale gelir.! Açlık yoksulluk bir yandan, diğer tarafta zevki-sefa lüks içinde yaşam.! Bir yanda yemeğini koyacak tabak bulamayan, diğer tarafta, sevgilisine jest olsun diye birbir porselen tabakları kıran ve ceket yakan insanlar.!

Ne, bekliyorsunuz.!

Okul yerine cezaevleri yapın.!

İnsanlarınız, suç işlemeye devam ediyor.!

Tetikçiler heryerde...

Kurulan düzen suçlu üretmeye devam ediyor...

Katiller, bir kahraman gibi karşılanıp, davul zurna ile uğurlanıyor. “Vatan sizinle gurur duyuyor” sloganlarıyla...

Sizce bu insanların oluşturduğu topluma, kültürlü bir toplum denilebilir mi?

Veya; sizce bu toplumda hangi kültür egemendir.

*****

Alaturka bir yaşam!

Onlarca ailenin yaşadığı apartan içinde, hem de koridorlarda, düğün yapıyorum diye, gecenin geç saatinde davul-zurna çalan insanlar. Başkalarının rahatsız olduğunu hiçte aklına getirmiyorsa..

Elektronik sazı apartmanın bahçesine kurup 3000 watt haporlörlerle günlerce gecenin saat:12 lerine kadar komşularına işkence edercesine, hasta, çocuk demeden bangır bangır bağırtan. Yapılan barbarlığı eğleniyoruz, sevinniyoruz sanıp; sevinç gösterisini bile doğru dürüst beceremiyorsak. Sevinç gösterisi diye, hatta gündüz bile yüzlerce havai fişek patlatılıyorsa.!

Futbol maçlarından sonra insanların dışarı çıkmaya korktuğu ve sabahlara kadar silahların susmadığı, sevincimizin bir gereği sandığımız ve buna da şehiri yönetenlerin ses etmiyor olmasını, siz neye bağlıyorsunuz?

İnsanlarında, buna ne yapalım böyle oluyor bu bir yaşam biçimidir diyor da, yapılan haksızlıklara ses çıkartmıyorsa? Burada varsa; bir kültürden bahsetmek mümkün mü? Lütfen bir düşünün!

Buraya kadar anlatmaya çalıştığımız, mevcut yaşamdan alınan kesit içinde yetişen çocuklarımızın, nasıl etkileneceğini ve geleceğimiz olan bu taze fidanları, nasıl bir yarının beklediğini bir kere daha düşünün..! Toplumun bütün kesimlerine sirayet etmiş olan bencillik ve şiddet duygusu, malisef engellenemez boyutlara dayanmıştır..

Kafalarında hayali düşman korkusu yaratılarak, toplumda "linç kültürü" yaşama geçirilmektedir. Hakim sınıfların düşüncesine ve yaşam anlayışına uymayan inanç ve kültürler yok sayılmakta ve varım diyenleri de ortadan kaldırılmak için her türden maniplasyon uygulanmaktadır..


Buna; vahşice yaşanmış bir örnek; 2 Temmuz Sivas katliamı. 10 binlerce gözü dönmüş guruhun bir binaya sıkıştırdıkları insanları hiç acımadan canice yaktılar.. O güzelim 37 yedi canı yakanlar ise şu an aramızda, sokakta, mahallede ve otobüste. Nezaman kışkırtılacaklarını ve saldırtılacaklarını nereden bilebilirizki.! İşte insanların çaresize bile, acıma ve merhamet duygularını yok ettiler, din adına inanç adına. Kendinden başka herkese saldırabilirler.

Bu insanları vahşileştiren hangi kültür sahi, biliyormusunuz.?

Ne yediği belirsiz, bir meçhule sürüklendiğimiz dünyada; İnsanlık tarihi binlerce karanlık olaylarla doludur. Vahşetler vardır utançla hatıranlır.! Nasıl ders alınır bunlardan bilmemki? Olması gerekenler vardır ama, malisef olanlara bir bakın.!

Kültür adına, insanlık adına söylermisiniz..?

Bir haksızlık yaşanıyorken, bakarak boynunu eğip geçenlerin çoğaldığı bu dünyada. Yaşanan haksızlıkların aslında kendisiyle ilgili olduğunu, diğerinden bir farkının olmadığını anladığı gün geç olacağını bilmeden yaşamak hangi kültürde vardır bilmemki?

Bir gerçek hikaye ile bağlamak istiyorum;

" Gemiye yolcular binmiş, okyanusun ortasında yol alırken gemi, fırtınadan dolayı alabora olmaya başlamış. İnsanlar o yana kaçışıyor, bu yana kaçışıyorlar... Ama birisi varki; koltukta oturuyor, ayak ayak üstünde açmış gazetesini okuyor..

-Bunu gören birisi geliyor ve;

- Ne oturuyorsun kardeşim birazdan gemi batacak- diyor.

- Batarsa batsın kardeşim, bana ne, gemi benim değil ya.-diyor."

Geminin içinde beraber batacak ama onun kemikleşmiş bencilliği, kendi bilincini yok etmiştir. İçinde yaşadığı koşulları anlayacak durumda değil.

İşte; toplumun her kesiminde ve yaşamın her alanında çürüme bu noktada başlar..

Çürüme ile birlikte koku heryerden yükselir.. Hatta; zamanla bizler alışırız yavaş, yavaş çürümüşlüğede kokuşmayada...!

******

Bu yaşananları bir bölümde anlatabilmemizin olanağı yok değerli dostlar..

Yaşam kültürlü olmalı, kültür ise, yaşamsal olmalıdır”

Yoksa! Ne insanca bir yaşamdan, ne de kültürden söz edemezsiniz!

Duyarlı, tepkili ve İnsanca, Kültürlü kalın.!


Haydar ATA

28.10.2008

Hiç yorum yok: