EvcioğluHaber- Köy Enstitülerinde, "Ekmek ve Kitap" aynı anlama gelirdi.. Ekmek olmadığında beslenme olanağı olmayıp; nasıl yaşama olanağı ortadan kalkıyor ise, Kitap olmadığında da bilgiden yoksun bir toplum özgür bireylerin yetişmesinden mahrum kalır ve "sürü"ye döner. Köy Enstilerini teftişe çıkan dönemin Cumhur Başkanı İsmet İnönü, öğrencilerle konuşurken, "Çantanda ne var, görebilirmiyim.? İçinde ne var?" der.. Kız öğrenci; "tabii paşam" der çantasından "bir çeyrek ekmek ve bir kitap" çıkartır.. Bu durumu gören İnönü; "Bu memlekette, kitap ve ekmek aynı önemde tutulursa, ülkenin geleceği çok parlak olacaktır." der. **** Cumhur Başkanının teftişi sırasında; Enstitü Müdürü İnönü için, tabildotun dışında ayrı yemek yaptırır.. Bu duruma öğrenciler oldukça sert tepki gösterirler.. Okulun her cumartesi günü itiraz ve eleştiriler için yapılan, öğrencilerle okul yönetiminin birlikte sorunların tartışıldığı ve öğrencilerin rahatsızlık duyduğu uygulamaların ortak bir kararla düzeltildiği toplantı oturumunda yemek konusu da görüşülür.. Okul müdürünün, Cumhur Başkanı için ayrıcalık yapmasını ve bunu nasıl yapar diye çok sert tartışmaların ardından, bir daha kimseye ayrıcalık yapılmayacapı konusunda karar alınır.. ******* Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel tarafında, Köy Enstitülerinin işleyişi hakkında bir genelge yayımlanır. Genelge de bir madde de şöyle yazıyordu; "... bir öğrenciye öğretmen tarafından, her ne sebeple olursa olsun bir tokat atılırsa; öğrencinin de aynı mukavametle karşılık verme hakkı vardır.." der Enstitünün birinde yeni gelen genç bir öğretmen öğrencinin birisine bir tokat atar.. Öğrenci de öğretmene tokat atar.. Bunun üzerine öğretmen öğrenciyi disiplin kuruluna şikayet eder.. "Ya ben gideceğim bu okuldan ya bu der" Bu durumda genelge incelenir.. Öğretmene "yapılacak bir şeyin olmadığı ve genelge çok açık" derler. Genç öğretmen ikna olmaz.. Çok kızmış ve gururludur.. Milli Eğitim Genel Müdürlüğüne şikayetini götürür.. Oradanda umduğunu bulamaz.. Aldığı cevap: "Buyursun..! İstiyorsa kendisi gidebilir.. Hiç bir öğrenciye dayakla terbiye verilemez.." denir Bu gün okullar yaşananla kıyaslanırsa.! Ne bulursunuz? İşte eğitime bakış açısı bu nokta da ortaya çıkıyor..! Eğitimle; Özgür birey mi? yoksa; itaat eden insan topluluğu mu? yaratılmak istemiyle ilgilidir.. Köy Enstitüleri Eğitim alanında kırsal kesimde yaşayan halk ile kentliler arasındaki bozuk dengeyi eşitlemek ve köy halkına pratik bilgi vermek amacıyla 1936'ta Saffet Arıkan'ın Vekilliği döneminde Köy Eğitmeni projesi uygulamasına başlanır.Askerliğini onbaşı veya çavuş olarak yapan gençler, Ziraat Bakanlığı'nın işbirliğiyle, modern tarım tekniklerini uygulayan Mahmudiye Devlet Üretme Çiftliği'nde yetiştirilerek köylere gönderilir. Amaç, köye hem bir öğretmen hem de modern üretim araçları ve tarım yöntemleri sağlamak ve eğitimin mali yükünü hafifletmektir. İsmail Hakkı Tonguç yönetiminde başlanan bu projenin başarılı olması üzerine 1937 ve 1939 yıllarında çıkarılan yasalarla köy eğitmeni yetiştirme deneyimi yaygınlaştırılır. Kırsal kesime yönelik bu eğitim uygulaması hiç şüphesiz daha sonra kurulan Köy Enstitüleri için uygun koşullar yaratmış ve Köy Enstitüleri'ne geçişi kolaylaştırmıştır. Yücel, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde yaptığı konuşmasında Enstitülerin özelliğini ve daha önceki kuruluşlardan farklılığını vurgular: "Biz bu müesseselere köy öğretmen okulu demedik. Çünkü evvelce bu isimde müesseseler vardı. Bunları ona bağlamak istemedik. Bunlar yepyeni şeylerdir." "Enstitü kelimesini biz frenklerin telaffuz ettiği tarzda aldık ve buna alıştık. [...] Biz köy enstitüsünü sadece içerisinde nazarî tedrisat yapılan bir müessese olarak almadık. İçerisinde ziraat sanatları, demircilik, basit marangozluk gibi amelî bir takım faaliyetler de bulunduğu için okul adı ile anmadık, enstitü diye isimlendirmeyi muvafık gördük." Köy Enstitüleri Kanunu'yla ilgili tartışmalar sırasında Yücel, bu hareketin toplumda kentten uzak kalmış yeni bir sınıf yaratacağı iddialarını şiddetle reddeder. Karşıt görüşte olanlar, bundan başka, Köy Enstitüleri'nin gerek kuruluş ve gerekse öğretim yöntemini eleştirmişlerdir. Bu bağlamda ifade edilen kaygı ve düşünceler, köylülerin parasız çalıştırılarak acımasızca istismar edileceği, kız-erkek bir arada eğitim görmelerinin ahlak anlayışına aykırı olduğu, Köy Enstitüleri'nin keyfi olarak geliştirilmiş bir model olduğu ve sonuçta da "yarım münevver" yetişeceğidir. Yoğun bir çaba göstererek bu projeyi gerçekleştirmeye çalışan Yücel ise, tutarlı bir eğitim uygulamasıyla Türkiye'deki öğretmen açığının 15 yıl gibi kısa bir zaman içersinde kapatılabileceğini vurgular. 17 Nisan 1940'ta Köy Enstitüleri Yasası çıkarılarak köy okullarında görev alacak olan öğretmenleri yetiştirmek üzere kent ve kasabalardan uzak, geniş arazisi bulunan uygun yerlerde Köy Enstitüleri kurulmaya başlanır. "Köy Enstitülerinde devletin az bir yardımı ile, öğretmen adayları, iş içinde çalışarak hem kendi barınaklarını, dersliklerini ve diğer gereksinimlerini, çalışma yerlerini yapmışlar; hem de gereken genel kültür ile meslekî bilgileri ve tarım çalışmaları yaparak köy için gerekli olan beceriyi kazanmışlardır. Bunlar, işi bilen öğretmen ve usta öğreticilerin rehberliği altında gerçekleşmiştir." 1942-43 öğretim yılında, Köy Enstitüleri'ne öğretmen, bölge okullarına yönetici, gezici başöğretmen, ilköğretim müfettişi ve kesim müfettişi yetiştirmek amacıyla Hasanoğlan Köy Enstitüsü bünyesinde Yüksek Köy Enstitüsü açılır. Enstitülerin ilk resmî öğretim programı 1943 yılında yayımlanmıştır. Programa göre, ilkokulu bitiren çocuklar sınavla Köy Enstitülerine alınır ve karma eğitim uygulanır. Toplam beş yıl süren öğretim zamanının yarısı kültür derslerine, dörtte biri tarım dersleri ve çalışmalarına, dörtte biri de sanat ya da teknik derslere ve çalışmalara ayrılmıştır. Bütün derslerde ve çalışmalardaki temel yöntemin 'yaparak öğrenme' ilkesi olduğu söylenebilir. "Gerek öğretimin eğitsel bir biçimde yapılmasında, okuldaki toplumsal ortamın yaratılmasında ve gerekse toprakların işlenip uygar bir eğitim kurumunun oluşmasında öğrenci - öğretmen ilişkilerinin bir aile yuvasındaki gibi içten oluşunun büyük rolü olmuştur." Zamanla sayıları 21'i bulan Köy Enstitüleri 1944'ten itibaren yılda ortalama 2000 öğretmen mezun etmeye başlar. Köylere gönderilen öğretmenlere tarım araç ve gereçleri ile üretimde bulunmak ve gelirinden yararlanmak üzere tarla ve irat hayvanları verilir. Öğretmenlerin ödevleri 1942 yılında çıkan 'Köy Okulları ve Enstitüleri Teşkilat Kanunu'nda belirlenmiş ve 'okul ve kurslarla ilgili işler' ve 'köy halkını yetiştirmekle ilgili işler' diye ikiye bölünmüştür. Ulaşılmak istenen hedef, Atatürk'ün halkçılık ilkelerine uygun olarak, geniş halk kitlelerinin eğitim düzeyini yükseltmek, böylece reformların yerleşmesi için gerekli koşulları yaratmak, halkın politik, ekonomik ve kültürel yaşama aktif olarak katılmasını sağlamak ve aynı zamanda kendi hakları konusunda bilinçlendirmektir. Enstitüler, geniş bir halk kütlesine ulaşan bir eğitim ve kalkınma etkinliği olması dolayısıyla ülkenin gelişmesinde en büyük katalizör olarak görülebilir. Nitekim daha başlangıç noktasında kalan bu eğitim modelinin başarısı, 1946'ya kadar köylerdeki öğretmen açığını kapatan 16.400 kadın ve erkek öğretmen ile 7300 sağlık memuru ve 8756 eğitmen yetiştirmiş olmasıdır. Mezunlar arasında; Mehmet Başaran (doğ. 1926), Talip Apaydın (doğ. 1926), Fakir Baykurt (doğ. 1929) ve Mahmut Makal (doğ. 1933) gibi yazarlar da bulunmaktadır. Şiir, hikaye ve romanlarında köy sorunlarını işleyen bu yazarlar, sosyal, kültürel ve siyasal etkinlikler de göstererek köy insanının dünyası için bilinç yaratmışlardır. "Köy Enstitüleri sisteminin eğitimimize en büyük katkısı, o güne kadar yalnızca eğitim kitaplarında görülen, fakat geleneksel eğitimin etkisiyle, okula ve sınıflara giremeyen eğitim ilke ve yöntemlerini, doğanın içinde hayata geçirmek olmuştur. Bunların somut birer örneğini vermiştir. Buralarda binlerce öğretmen adayı, bunları bizzat yaşayarak öğrenmişler ve gittikleri okullara da bunları taşımışlardır." Yücel'in başarısı, bu projeyi Büyük Millet Meclisi'ndeki şiddetli eleştirilere karşın gerçekleştirmiş olmasıdır. 1946'da bu girişim durdurulur ve sonraki yıllarda hiç karşı dayanışma olmaksızın ortadan kaldırılır. "Köy Enstitüleri 'bütün' ünün içinde İnönü'nün büyük ağırlığı olmuştur. İnönü'nün bu desteği savaş bitene, memleketimizde ve dünyada yeni bir güçler dengesi kurulana kadar sürmüştür. Çok partili döneme girilince İnönü artık eski gücünü bulamamış ve bu desteği enstitülere verememiştir. Köy Enstitüleri de, Türkiye'nin öteki reform girişimleri gibi yukarıdan geldiği, tabanda itici bir kuvvete dayanmadığı için, İnönü desteğinin ortadan kalkması enstitülerin oturduğu temellerden en önemlisinin yıkılması olmuştur." Bundan başka, kırsal kesim halkı böyle bir kuruluşun gerekliliğine yeterince hazırlanmamıştır. Böylece proje dinamizm geliştirememiş ve kendi kendisini yürüten bir sürece dönüşememiştir. EvcioğluHaber-31.01.2011-Pazartesi |
1 yorum:
Merhaba;
Çantasından "bir çeyrek ekmek ve bir kitap" çıkan yokluk yıllarında var olmaya ve ülke insanının, köylü- şehirli herkesin aklı ve yüreği ekmeği olmaya çalışın Köy Enstitüleri (Köylü çocukları) ögrencileri; vebalı kovalar gibi kovalandı ve yaşamları onlara zindan edildi. Onlar bir ışıktı; söndürüldüler. Bu gün hala onların yaktığından kalan ışıklar aydınlatıyor. Kalsa da biriki kırıntı.
Saygıyla anıyorum.
H.A.
Yorum Gönder