23 Ocak 2014

İnsan Hakları Raporu; 2013




İHD ve TİHV'den İnsan Hakları Raporu"

"Hiçbir problem; söz konusu probleme neden olan, bilinç düzeyi ile çözülemez...!"



**************************************************************

  • Çrş, 11 Aralık 2013
     İHD ve TİHV'den  Aralık 2013 de yayımlanan "İnsan Hakları Raporu"
    İnsan Hakları Evrensel Bildirge’sinin kabul edilişinin 65. yıl dönümünde insan hakları değerleri için halklar ve toplumlar tarafından direnme hakkının kullanılarak etkili mücadeleler yürütülmeye devam ettiğini görüyoruz. Devletler tarafından uygulanan politikaların insan hakları değerlerinde yarattığı aşınmaya karşı insanlığın onur mücadelesi devam ediyor. 26 Haziran 1945 tarihli Birleşmiş Milletler Anlaşmasının başlıca amacının uluslar arası barış ve güvenliği korumak ve barışın devamı için tedbirler almak, halkların hak eşitliği ve kendi geleceklerini kendilerinin belirlemesi ilkesine saygı üzerine kurulmuş uluslararasında dostça ilişkiler geliştirmek olduğu belirtilmiştir. 10 Aralık 1948 tarihinde kabul edilen BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin başlangıç bölümünde insanlık ailesinin bütün üyelerinde bulunan onurun ve bunların eşit ve devredilmez haklarının tanınmasının, dünyada özgürlüğün, adaletin ve barışın temeli olduğuna, insanın zulüm ve baskıya karşı son çare olarak hakları korunmuyor ise direnme hakkına başvurmak zorunda kalabileceğini belirtmiştir. 2013 yılında gerek Türkiye’de gerekse de Ortadoğu’da barış için mücadele edildiğine, zulüm ve baskıya karşı ise aktif direnme hakkının kullanıldığına tanıklık ediyoruz.
    Dünyada ve Türkiye’de tüm baskılara karşın sokaklara çıkan, örgütlenen, yaşam alanlarını korumaya çalışan insanlar direnmeye, başka bir yaşam mümkün demeye çalışırken, otoriter rejimler polis şiddetiyle dünyanın her yanında bu direnci kontrol etmeye ve bastırmaya çalışıyorlar.
    Yıl boyunca dünyanın pek çok yerinde Mısır dahil yine askeri darbeler, iç çatışmalar, savaşlar ve işgaller nedeniyle başta yaşam hakkı ve işkence olmak üzere çok ağır insan hakları ihlalleri yaşanmıştır.  Bu hak ihlallerinin yoğunluğu ve yaygınlığı bakımında bölgemiz Ortadoğu, bilhassa da komşumuz Suriye öne çıkmaktadır. 
    Maalesef 2013, ülkemizde de ağır insan hakları ihlallerinin yaşandığı bir yıl olmuştur.
    Elbette, Türkiye'nin insan hakları ve demokrasi genel sorununun en önemli halkası olan Kürt Sorunu’nun barışçı yollardan çözümüne yönelik çabaların artması ve buna bağlı olarak savaş/çatışma nedeniyle kimsenin ölmemesi yıllardır özlemi çekilen çok önemli bir gelişmedir. İnsan hakları savunucuları olarak bizler de bu durumdan mutluluk duymakta ve kalıcılaşması için yoğun çaba harcamaktayız.
    Bununla birlikte Taksim Gezi Parkı Protestoları süreci başta olmak üzere tüm toplumun maruz kaldığı polis şiddeti sonucu 2013 yılında ülkemizde başta işkence olmak üzere toplanma ve gösteri hakları ihlallerinde adeta bir patlama yaşanmıştır. Emniyet yetkililerinin açıklamalarına göre Türkiye’nin 80 ilinde 112 gün boyunca yaklaşık 3 milyon 600 bin kişinin sokağa çıkmasıyla gerçekleşen, belki de Cumhuriyet tarihinin en büyük toplumsal hareketliliklerinden biri olan Gezi Parkı Protestoları sürecinde polisin aşırı/ölçüsüz/orantısız şiddeti sonucu başta yaşam hakkı ve işkence yasağı ihlali olmak üzere çok ağır insan hakları ihlalleri yaşanmıştır.
    Bu yılın insan hakları açısından öne çıkan bir başka sorunu ise Suriye’de yaşanan iç savaşın tüm olumsuzluklarının Türkiye’yi de etkisi altına almasıdır.
    2013 yılında yaşanan ihlallere belli kategoriler altında bakarsak:
    YAŞAM HAKKI
    2013 yılında yaşanan yaşam hakkı ihlallerinin başlıca nedeni, özellikle 2005 yılında Türk Ceza Kanunu (TCK) ve Ceza Muhakemeleri Kanunu’nda (CMK), 2006 yılında Terörle Mücadele Kanunu’nda (TMK) ve 2007 yılında Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu’ (PVSK) yapılan düzenlemelerle silah ve güç kullanmasına ilişkin kolluk kuvvetlerine verilen geniş ve sınırları net olarak çizilmemiş yetkinin kötüye kullanılması olmuştur. Yıllardır yükselen bir seyir izleyen bu durum, Gezi Parkı olayları sırasında doruğa çıkmıştır.
    İHD ve TİHV Dokümantasyon Merkezleri’nin verilerine göre 1 Ocak – 30 Kasım 2013 tarihleri arasında:
    ü  Kolluk güçlerinin yargısız infazı, dur ihtarına uyulmadığı gerekçesiyle veya rastgele ateş açması sonucu 25 kişi yaşamını yitirmiş, 26 kişi yaralanmıştır.
    ü  Kolluk güçlerine ait araçlarını meskûn mahalde hızlı ya da göstericilerin üzerine sürmesi sonucu ezilerek 6 kişi yaşamını yitirirken 4 kişi yaralanmıştır. 
    ü  Kolluk kuvvetlerinin toplantı ve gösterilere müdahalesi sonucu doğrudan ya da dolaylı olarak 9 kişi yaşamını yitirmiştir.
    ü  Faili meçhul cinayet sonucu 7 kişi yaşamını yitirmiştir.
    ü  Cezaevlerinde çeşitli nedenlerle yaşamını yitiren kişi sayısı en az 25 dir.
    Ayrıca Hükümetin hatalı politikaları nedeniyle Suriye’de sürmekte olan iç savaşın Türkiye’ye yansımaları sonucunda da yaşam hakkı ihlalleri yaşanmıştır. Bu çerçevede patlayan bomba, çatışmalardan seken kurşun, sınırı geçenlere açılan ateş vb nedenlerle 71 kişi yaşamını yitirmiş 219 kişi yaralanmıştır.  
    Milli Savunma Bakanlığı’nın açıklamasına göre 1 Ocak - 30 Ekim 2013 tarihleri arasında zorunlu askerlik hizmetini yapan 52 kişi intihar ederek ya da şüpheli bir biçimde yaşamını yitirmiştir.
     İŞKENCE ve KÖTÜ MUAMELE
    İşkence, hala ülkemizdeki insan hakları ihlalleri arasında önemli bir yer tutmaktadır. Güvenlik güçlerinin gözetim ve denetimi altındaki yerlerde, gözaltı merkezlerinde, cezaevlerinde, askeri kışlalarda işkence halen devam etmektedir. Ayrıca, en uç örneğini Taksim Gezi Parkı Protestoları sürecinde gördüğümüz toplantı ve gösterilere yönelik kolluk güçlerinin aşırı/ölçüsüz/orantısız müdahalesiyle işkence ve diğer kötü muamele fiilleri sokakta,  açık alanda da yapılır hale gelmiştir.
    ·      Türkiye İnsan Hakları Vakfı'na (TİHV) 2013 yılının ilk 11 ayında işkence ve kötü muameleye maruz kaldığı iddiasıyla toplam 884 kişi başvurmuştur. Başvuranların 477’si aynı yıl içinde işkence ve kötü muamele gördüklerini belirtmişlerdir. 
    ·      İnsan Hakları Derneği’ne (İHD) ise 2013 yılının ilk 10 ayında işkence gördüğünü belirten 338 kişi başvurmuştur. Bu sayı Gezi Parkı Protestoları sürecinde gerçekleşen işkence vakalarını kapsamamaktadır.
    ·      Askeri ceza ve disiplin evleri de yoğun işkence ve kötü muamele iddialarına karşın hala her türlü denetimden uzak kapalı bir kutu durumundadır. Cezaevlerinin izlenmesi ve denetimi için 4681 sayılı kanunla kurulmuş olan ceza infaz kurumları ve tutukevleri izleme kurulları genel olarak etkin izleme işlevini yerine getirmemekle birlikte, yasal kısıtlılık nedeniyle askeri ceza ve tutukevlerinde izleme ve denetim de yapamamaktadırlar. Buralarda yaşanan işkence ve kötü muamele olayları hakkında ancak bir ölüm gerçekleştiğinde kamuoyunun bilgisi olabiliyor.
    ·      Cezasızlık hala işkence ile mücadelede en önemli engeldir. Faillere hiç soruşturma açılmaması, açılan soruşturmaların kovuşturmaya dönüşmemesi, dava açılan vakalarda işkence yerine daha az cezayı gerektiren suçlardan iddianame düzenlenmesi, sanıklara hiç ceza verilmemesi ya da işkence dışında cezalar verilmesi ve cezaların ertelenmesi gibi nedenlerle cezasızlık olgusu işkence yapılmasını mümkün kılan en temel unsurlardan birisi olarak hala karşımızda durmaktadır. Nitekim, Gezi Parkı Protestoları sürecinde kolluk güçleri tarafından yapılan ve fotoğraf, kamera kayıtları ve adli raporlarla belgelenen, uluslararası insan hakları örgütlerinin raporlarında da yer alan işkence ve kötü muamele uygulamaları hakkında yapılan pek çok şikâyete rağmen etkin soruşturma yürütülmemiş işkence yapan kolluk görevlileri, emir veren ve/veya göz yuman, teşvik eden amirler yargı önüne çıkarılmamıştır. Öldürülen Ethem Sarısülük, Mehmet Ayvalıtaş ve Ali İsmail Korkmaz davalarındaki göstermelik yargılamalar cezasızlığa karşı yargının olumsuz tutumunu bir kez daha göstermiştir. Dahası siyasal iktidarın “polisi yedirtmem” söylemi Türkiye’deki cezasızlık politikasını dışa vurumu olarak kayıtlara geçmiştir.
    ·      Faili meçhul cinayetler ve gözaltında kaybetme vakaları ile ilgili olarak zamanaşımı süresinin dolmasına birkaç gün kala açılan davalar göstermelik olmaktan çıkamamıştır. Bu davaların nakil yoluyla mağdur yakınlarının takip edemeyecekleri yerlere nakledilmeleri ve mahkemelerde sanıkların açıkça kollanması Türkiye’deki cezasızlığın devam ettirildiğinin bir başka göstergesi oldu.
    KÜRT SORUNU
    Yukarıda da belirttiğimiz gibi 2013, Kürt Sorunu’nun barışçıl ve demokratik yollardan çözümü için ciddi adımların atıldığı bir yıl oldu. KCK Lideri Abdullah Öcalan ile devlet görevlileri arasında başlayan diyalog üzerine KCK’nin 8. ateşkesi ilan etmesi Türkiye’de Şubat ayından beri silahlı çatışmaların durmasını ve bir çatışmasızlık halinin oluşmasını sağladı. Barış ve çözüm süreci olarak adlandırdığımız bu yeni süreçte oluşturulan akil insanlar heyeti ülke genelinde halkın sorunu tartışmasına katkı sağladı ve beklentilerini raporları ile hükümete sundu. İHD bu süreçte Halkların Hakları Çalıştayını gerçekleştirerek Türkiye’nin demokrasi ve insan hakları sorununun en önemli halkası olan Kürt sorununun çözümüne dair öneriler geliştirdi. Bu süreçte merkezi ve yerel izleme komisyonu oluşturarak süreçte yaşanan olumsuzlukları raporlaştırarak kamuoyu ile paylaştı. Barış ve çözüm sürecinin ilerleyebilmesi açısından hükümet tarafından açıklanan demokrasi paketinin beklentilerin altında kalması süreci tıkanma ile yüz yüze bıraktı. TBMM’de oluşturulan Çözüm Komisyonunun tarafların diyalogla sorunu çözme önerisi dışında köklü çözümler önermemesi siyasal iktidarın çözüm sürecini tek taraflı olarak kontrol altında tutma isteğinde olduğunu bir kez daha gösterdi. Barış ve Çözüm Sürecinin toplumsal barışı sağlayabilmesi ve adaletli bir barış inşa edebilmesi için mutlaka Hakikat ve Adalet Komisyonu kurulması gerektiğini bir kez daha belirtmek isteriz. Bu sürecin hukuksal bir zemine oturtulması ve diyalogdan müzakereye geçmesi sorunun çözümüne önemli katkılar sunacaktır. İnişli çıkışlı bir seyir izleyen diyalog ve çözüm sürecinde gelinen aşamada yaşanan tıkanıklıklara karşın 18 Ocak 2013 tarihinden bu yana doğrudan çatışma/savaş nedeniyle hiç kimsenin ölmemesi toplumun barış umudunu güçlendirmektedir.
    Bununla birlikte;
    ·      Özellikle 6 Aralık 2013 tarihinde Hakkari Yüksekova’da 2 kişinin güvenlik görevlileri tarafından infaz olarak nitelendirebileceğimiz şekilde öldürülmesi, güvenlik görevlilerinin hastane ortamı dahil yaygın şiddet uygulamaları son derece kaygı verici olup, mutlaka etkin bir şekilde soruşturulması gereken bir olaylardır.
    ·      İHD ve TİHV Dokümantasyon Merkezleri’nin verilerine göre; 
    ü2013 yılında çatışmalar nedeniyle 34 kişi yaşamını yitirmiş, 8 kişide yaralanmıştır.
    üKara mayınlarının patlaması sonucu 7 kişi yaşamını yitirirken 18 kişi de yaralanmıştır.
    üSon birkaç aydır KCK adıyla anılan soruşturmalar kapsamında yeniden tutuklamalara başvurulması sürecin her an kopabileceği endişesi yaratmaktadır.
    ·      Anadil hakkının kullanımını, Kürt dilinin kullanımını yasal güvenceye alan yaşamsal değişiklikler yapılmamıştır, konu hala siyasetin malzemesi olarak kullanılmaktadır.
    ·      Kürt sorununun farklı boyutlarını siyasetin ve kamuoyunun gündemine taşıyanlar üzerinde bir baskı aracı niteliğindeki KCK yargılamalarında kayda değer bir ilerleme sağlanmazken uzun tutukluluk süreleri adeta bir cezalandırmaya dönüşmüştür.
    ·      Olağanüstü hal kaldırılmış olmasına rağmen koruculuk sisteminin fiilen sürmektedir. İçişleri Bakanlığının açıklamalarına göre Eylül 2013 itibariyle yeni alımlarla birlikte korucu sayısı 48 bin 130’a ulaşmıştır. Bu durum çatışmalı dönemde topraklarını terk etmek zorunda kalanların, köylerine geri dönüşleri, çalışma ve barınmaları için uygun koşullar hala yaratılamamıştır.
    DÜŞÜNCE , İFADE ve İNANÇ  ÖZGÜRLÜGÜ
    2013 yılı düşünce ve ifade özgürlüğü alanında meydana gelen ihlaller, özellikle Gezi Parkı Protestoları sürecinde yaşananlar, düşünce ve ifade özgürlüğünün basın, örgütlenme, toplantı ve gösteri yapma özgürlükleri ile yakından ilişkili olduğunu ve birlikte değerlendirilmesi gerektiğini açıkça ortaya koymaktadır. 
    Gezi Parkı Protestoları sürecinde siyasal iktidar tarafından medyanın oto sansür yapması istenmiş, halkın haber alma hakkı adına alanda görev yapan gazetecilere/muhabirlere baskı uygulanmış ve polis şiddetini tüm çıplaklığı ile yansıtmaları engellenmiştir. Bu çerçevede pek çok gazeteci polisinaşırı/ölçüsüz/orantısızşiddetine maruz kalarak yaralanmış, tartaklanmış, dövülmüş, gözaltına alınmış ve görev yapmaları engellenmiştir. Türkiye Gazeteciler Cemiyetinin açıklamalarına göre bu tür uygulamalara maruz kalan basın çalışanı sayısı 100’e yakındır.
    Bu yıl içinde de gazeteci, yazar, insan hakları savunucusu vb. çok sayıda kişiye davalar açılmış, dergi ve kitaplar toplatılmış, gazeteler kapatılmıştır. Hapisteki gazeteci sayısında önceki yıllara göre 2013 yılında bir azalma olmamıştır. Ancak bu konuda yapılan spekülatif tartışmalar nedeniyle kesin bir rakam verebilmek zordur. Bununla beraber Türkiye’nin dünya çapında cezaevinde en çok gazetecinin olduğu ülkelerden biri olduğunu söyleyebiliriz.
    2013 yılında da Alevilerin eşit yurttaşlık hakkı talepleri yerine getirilmemiştir. Bunun yanı sıra başörtüsü yasağının resmi olarak kaldırılması önemli bir gelişme olarak kaydedilebilir.
    AİHM Büyük Dairenin vicdani Ret ile ilgili kararına rağmen Türkiye’nin bu hakkı hala tanımamsı önemli bir insan hakkı ihlali olarak varlığını sürdürmektedir.
    ·      TCK 301. Madde her ne kadar 2008 yılında değiştirilmiş olsa da mevcut hukuk mevzuatında özgürlükler önünde tehdit yaratan ve birbiri yerine kullanılabilecek en az 13 madde daha (TCK 84, 125, 132, 134, 215, 216, 218, 285, 286, 288, 299, 305, 318. maddeler) bulunmaktadır. Bunlar dışında birçok yasada da ifade özgürlüğünü kısıtlayıcı nitelikte hükümler vardır. Ancak, Terörle Mücadele Yasası üzerinde ayrıca durmak gerekir. Bu yasa sadece düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğü açısından değil, aynı zamanda çocuk hakları, sanık hakları vb. birçok yönden de ciddi ihlallere kaynaklık etmektedir.
    ·      TİHV Dokümantasyon Merkezinin verilerine göre 2013 yılında ilk 11 ayında yukarıda belirtilen yasa maddelerine dayanılarak
    üGözaltına alınan 21 kişiden 8’i tutuklanmış,
    ü115 kişi hakkında toplam 200 yıl 6 ay 17 gün hapis cezası verilmiş,
    ü 50 kişi hakkında toplam 145 bin 374 lira para cezası verilmiş,
    ü153 kişi beraat ederken, 329 kişinin yargılanması 2014 yılına sarkmış,
    ü31 kişi için 3. veya 4. Yargı paketi uygulanmış;
    ·      Aynı dönem içerisinde 3’ü gazete/dergi olmak üzere 13 yayın toplatılmıştır. 
    ·      Erişime engellenen internet sayısı ise 35 001’dir.
     ÖRGÜTLENME ÖZGÜRLÜĞÜ
    • 2013 yılında örgütlenme faaliyetleri nedeniyle (389’u Kürt siyasetine yönelik soruşturmalar olmak üzere) 1280 kişi gözaltına alınırken bunların 445’i tutuklanmıştır. Yılın ilk 9 ayında bu Kürt siyasetine yönelik operasyonlarda 164 kişi gözaltına alınırken sonraki iki ayda 225 kişinin gözaltına alınması son dönemde dikkat çeken bir durum olmuştur.
    ·      Yine önemli bir kısmı KCK davalarından olmak üzere 1288 kişiye  toplam 2502 yıl 11 ay 15 gün hapis cezası almıştır.
    ·      İHD Eski Genel Başkan Yardımcısı ve Diyarbakır Şube Başkanı Muharrem Erbey halen  (Bugün itibarıyla 1447 gün) tutukludur.  Muharrem Erbey’ in hakkında sürmekte olan dava beşinci yılına girmesine karşın henüz mütalaa aşamasına dahi gelememiştir. Yaşanan uzun tutukluluk hali cezaya dönüşmüştür.  
    ·      KESK’in 12’si kadın, 35’i erkek olmak üzere toplam 47 yönetici ve üyesi tutukludur.  
    ·      ÇHD’nin  genel başkanı Avukat Selçuk Kozağaçlı ve  avukat olan diğer 8 yönetici ve üyesi  tutukludur.
    ·      Tutuklu milletvekilleri ile ilgili Anayasa Mahkemesi’nin Mustafa Balbay kararı ile gazeteci Mustafa Balbay 9 Aralık günü tahliye edilmiştir. Diğer milletvekilleri de bir an önce tahliye edilmelidir.
    TOPLANTI ve GÖSTERİ ÖZGÜRLÜĞÜ
    2013 yılı, toplantı ve gösteri özgürlüğü açısından da ihlallerin ve kısıtlamaların olağan üstü bir şekilde yaşandığı bir dönem olmuştur. Kolluk güçlerinin, barışçıl gösterilerde basınçlı su plastik mermi, kimyasal silah/gösteri kontrol ajanları kullanarak aşırı/ölçüsüz/orantısız güç ve şiddete başvurması önceki yıllara oranla büyük bir artış göstermiştir. İstanbul’da 1 Mayıs gösterilerine müdahaleyle ivme kazanan bu artış, Taksim Gezi Parkı Protestoları sırasında doruk noktasına varmıştır. 
    ·      30 Kasım 2013 tarihi itibariyle kolluk güçlerinin toplantı ve gösterilere yönelik müdahaleler sonucu doğrudan veya dolaylı olarak 9 kişi yaşamını yitirmiş,
    ·      Türk Tabipleri Birliğinin (TTB) tespitlerine sadece Gezi Parkı Protestoları sürecinde 1 Ağustos 2013 tarihi itibariyle 8163 kişi yaralanarak veya kimyasal gazdan etkilenerek hastanelere/gönüllü revirlere başvurmuştur.
    ·      TTB’nin web sayfası üzerinden düzenlediği ankete katılan 11 bin 155 kişi Gezi Parkı Protestoları sürecinde kimyasal silah/gösteri kontrol ajanlarına maruz kaldığını belirtmiştir. Söz konusu ankete katılarak zarar gördüğünü, sağlık sorunu yaşadığını ifade eden insanların hastaneye başvurma ya da götürülme oranının %5 düzeyinde olması ise toplam yaralı sayısının tespit edilen rakamların çok üstünde olduğunun bir göstergesidir.  
    ·      Yine aynı dönemde TİHV ve İHDDokümantasyon Merkezlerinin verilerine göre toplantı ve gösterilere müdahaleler sonucu 6447 kişi gözaltına alınmış, 217 kişi tutuklanmıştır. Bunlardan gözaltın alınan 4070, tutuklanan 182 Gezi Parkı Protestoları süreci ile ilgilidir. Tutuklamalara “yasadışı örgüt yöneticisi veya üyesi olmak”, “halkı isyana teşvik etmek”, “kamu malına zarar vermek”, “silah ve mermi bulundurmak” veya “cami basmak” gerekçe olarak gösterilmiştir. Eylemlerin ardından başlatılan soruşturmalar sonunda iddianameler hazırlanmaya başlandı. Ağır/ciddi insan hakları ihlallerine yol açan güvenlik güçlerinin ve asıl sorumlularının esas olarak korunduğu bir ortamda, şu ana kadar hazırlanan toplam 30 iddianamede 1204 kişinin “2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası’na muhalefet ettikleri” ve “görevini yaptırmamak için görevli polis memuruna direndikleri” gerekçesiyle yargılanması talep edilmiştir.
    ·      52 kişi 184 yıl 6 ay 12 gün hapis cezası alırken, 28 kişi de 85 bin 318 TL adli veya idari para cezası almıştır.
    ·      Toplam 53 etkinlik ise yasaklanmıştır.
    CEZAEVLERİ
    2013 yılında da cezaevleri, insan hakları ihlallerinin yoğun yaşandığı yerler olma özelliğini sürdürmüştür.
    ·      4 Kasım 2013 itibariyle cezaevlerinde bulunan mahpus sayısı 141 bin 161 kişidir. Bilindiği gibi, 2013 yılı başındaki kimi düzenlemeler sonucu 15 Nisan 2013 tarihinde 129.506 olan mahpus sayısının sadece yedi ay içinde yaklaşık 12 bin artması son derece dikkate çekicidir. Bu rakam AKP iktidara geldiğinde 59 bin 429 idi.
    ·      Cezaevlerindeki çocuk mahpusların sayısı ise 1878’dir.
    ·      İHD ve TİHV Dokümantasyon Merkezi, 2013 yılının ilk 11 ayında cezaevlerinde biri annesinin yanında kalan 51 günlük bebek olmak üzere toplam 26 tutuklu ya da hükümlünün intihar, işkence ve kötü muamele, kaza, ihmal, hastalık, mahkûmlar arası kavga vb nedenlerle yaşamını yitirdiğini tespit edebilmiştir. Adalet Bakanlığı ise bu sayıyı 2013’ün ilk üç ayı için 64 kişi olarak vermektedir. 
    ·      Cezaevlerinde sağlık hakkı alanında ciddi sorunlar bulunmaktadır. Tutuklu ve hükümlülerin tıbbî yardıma ulaşma konusunda önemli engellerle karşılaştığı ve gerekli tıbbî personelle, araç-gerecin cezaevlerinde bulunmadığı gözlemlenmektedir. İHD verilerine göre 2013 yılında 162’si ölüm sınırında olmak üzere ağır hastalıkları olan 544 mahpus cezaevlerinde tedavi edilmeyi beklemektedir. 05 Mart 2013 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Gülay Çetin/ Türkiye kararı ile ağır hastalığı olan tutukluların korunmasına yönelik mevcut düzenlemeleri yeterli bulmayarak Türkiye’yi işkence yasağını ihlal ettiği için mahkum etmesine karşın cezaevlerindeki ağır hastaların infazlarının ertelenmemesini anlamak mümkün değildirDahası, 24 Ocak 2013 tarihinde kabul edilen 6411 Sayılı Kanun ile hasta hükümlülerin infazının geri bırakılma koşullarının “toplum güvenliği bakımından tehlike oluşturmayacağının değerlendirilmesi” koşuluna bağlanması ve bunun sonucu maruz kaldığı ağır hastalık veya sakatlık nedeniyle hayatını yalnız idame ettiremeyeceği Adli Tıp Kurumu raporlarıyla dahi tespit edilen pek çok hasta tutuklu ve hükümlü dosyalarının Savcılıklar önünde bekletilmesi ve dahası reddedilmesi vicdanen de hukuken de kabul edilebilir değildir.
    ·      2000 yılından bu yana uygulanmakta olan tecrit ve tretmana dayalı ceza infaz sistemi, tutuklu ve hükümlülerin fiziksel-sosyal-ruhsal bütünlüğünü tehdit etmeye devam etmektedir. Bir ve üç kişilik oda sisteminde tutukluların ve hükümlülerin birbirleriyle sosyal ilişki kurması engellenmektedir. Bu durum onların ruh sağlığı üzerinde ağır hasarlara yol açmaktadır. Bu ağır izolasyon koşullarını yumuşatmak için Adalet Bakanlığı‘nın 10 tutuklu ve hükümlünün haftada 10 saat bir araya gelerek sosyalleşmesini öngören 22 Ocak 2007 tarihli genelgesi (45/1) yürürlükte olmakla birlikte halen etkin ve sorunsuz biçimde uygulanmamaktadır.
    ·      Yine 2000 yılında Adalet Bakanlığı tarafından vaat edilen, cezaevlerinin şeffaflaşmasını sağlayacak olan cezaevlerinin bağımsız, demokratik ve mesleki kurum temsilcilerinden oluşan kurullarca sivil denetime açılması yönünde bir gelişme de yoktur.
    ·      İnsan Hakları Derneği Genel Merkezi Cezaevi komisyonunun sadece 23.09.2013 -13.11.2013 tarihleri arasında (1,5 ay içerisinde) tespit ettiği, kendi istekleri dışında Kürt illerinde ki cezaevlerinden çeşitli illere 134 mahpus sevk edilmiştir. Bu sevklerde dayatılan onur kırıcı ve aşağılayıcı çıplak arama dayatması yeni işkence yöntemi olarak değerlendirilmektedir. İHD verilerine göre 2013 yılının ilk dokuz ayında, çıplak arama ve bu arama esnasında yaşatılan onur kırıcı muamele ve şiddet, tükürük örneği alma, odalara yapılan baskınlarda yaşatılan darp ve kötü muameleler başta olmak üzere toplam 544 kişinin işkence ve kötü muamele ile karşılaştığı görülmektedir.
    ·      Cezaevlerinde bulunan çocukların, cezaevi psikolojisini kaldıramadıkları, ciddi tıkanmalar yaşadıkları için kendilerine zarar vermek suretiyle, intihar girişiminde bulundukları,  İHD şubelerine kendilerinin, ailelerinin ve diğer mahpusların yaptıkları başvurulardan anlaşılmaktadır.
    EKONOMİ ve ÇALIŞMA YAŞAMI
    Küresel sermaye ile girilen ilişkiler ve dünya çapında yaşanan mali/ekonomik kriz 2013 yılında da çalışma hayatında emekçilerin haklarını ortadan kaldıran saldırılarla devam etmiştir. Krizin faturası emekçilere kesilirken emek maliyetlerini daha da aşağı çekmek için esnek ve güvencesiz çalışma, temel çalışma biçimi haline getirilmektedir. Neoliberal politikalar sonucu emekçilere esnek üretim ve performans gibi uygulamalarla acımasız çalışma koşulları dayatılmaktadır. Esnek çalışma modeli ile birlikte getirilen “bireysel sözleşme” modeli de modern köleliğin aldığı son biçimdir.
    ·      Çalışma Bakanlığı’nın 2013 Temmuz ayında açıkladığı verilere göre Türkiye’de toplam işçi sayısı 11 milyon 628 bin 806 kişiyken sendikalı işçi sayısı ise 1 milyon 32 bin 166 kişidir.
    ·      İşyerlerinde sağlık ve iş güvenliği açısından etkin denetim mekanizmalarının işletilememesi nedeniyle her geçen gün artan iş kazaları ve meslek hastalıkları sonucunda işçilerin sağlıklı yaşam hakları ellerinden alınmaktadır.
    ·      Türkiye ölümlü iş kazalarında dünya sıralamalarında ön sıralarda yer almaktadır. 2013 yılının ilk 11 ayında tüm iş alanlarında iş kazaları/cinayetleri sonucu en az 1145işçi yaşamını yitirmiştir.
    ·      Türkiye’de çalışma yaşamında yaşanan en önemli sorunlardan birisi de taşeron işçiliğidir. Haklarını aradıkları ve sendikalaştıkları gerekçesiyle taşeron işçiler sık sık işten atılmaktadırlar.
    ·      28 Ağustos 2013’ta   Tüm başvurularına rağmen yetkililerin konut sorunlarını çözmediğini belirten depremzedeler, başlattıkları açlık grevinin sesleri duyulana kadar  sürdüreceklerini vurguladı. Van'da yaşanan depremlerin üzeriden 2 yıl geçmesine rağmen konteynır kentlere yerleştirilen depremzedelere verilen sözler yerine getirilmediği gibi, afet sonrası yerleştirildikleri konteynırlardan valilik kararıyla elektrikleri kesilerek, zorla çıkarılmak isteniyor.  Açlık grevleri halen devam ediyor.
    ÇEVRE HAKKI
    ·      Pek çok uluslararası sözleşme ve ulusal hukuk metinlerinde ve Anayasamızda sağlıklı çevrede yaşama hakkı kabul edilmiş olmasına karşın maalesef ülkemizde insanlar; özgürlük, eşitlik ve yeterli yaşam koşullarını sağlayan onurlu ve refah içinde bir çevrede yaşayamıyor. Türkiye, küresel iklim değişikliğinin artmasına yol açan karbon gazı salınımında dünya ülkeleri arasında 23. sırada yer almaktadır.
    ·      Ekonomik büyüme, kâr ve rant hırsıyla siyanür liçi ile altın arama, doğanın kılcal damarları işlevi gören derelere HES’lerin yapımı, kültürel, tarihsel ve doğal mirası yok eden büyük baraj inşaatları, uluslar arası tekellere parsellenen su kaynakları, şehrimizi de tehdit eden termik santraller ve nükleer santral sevdası ile yaşam alanlarımıza saldırılmakta ve yaşam hakkımız ihlal edilmektedir.
    CİNSİYET VE CİNSEL YÖNELİM AYRIMCILIĞI
    Türkiye kadına yönelik ayrımcılık ve şiddetin çok yoğun olduğu bir ülkedir. Hukuk sisteminin halen cinsiyetçi öğelerden arındırılamamış olması, yargı ve kolluk güçlerinin uygulamalarında kadına, erkek egemen kimliğin ötekileştirici bakışı ülkemizi kadınlar için yaşanması zor bir ülke haline getirmektedir. Bir yandan kadınların toplumsal ve aile içindeki konumunda hızlı bir dönüşüm yaşanırken diğer yandan kadınların daha etkin, daha özgür bir kimlik edinme yönündeki çabaları şiddetle, ölümle bastırılmaktadır.
                       İHD verilerine göre 2013 yılının ilk dokuz ayında 199 kadın öldürülmüş 182 kadın yaralı olarak kurtulmuştur. 176 kadın eşi ya da başka erkekler tarafından şiddet ve kaba muameleye maruz kalmıştır. Böylelikle 9 ay içerisinde 557 kadın, erkek şiddetine maruz kalmıştır.
    ·      Ayrıca ülkede cinsel kimlikleri, kadın ve erkek olarak mutlaklaştıran erkek egemen zihniyet karşısında LGBT bireyler, cinsiyet kimliği ve cinsel yönelimleri nedeniyle toplumsal boyutta olduğu kadar herhangi bir sorun nedeniyle kamu otoriteleri ile karşı karşıya kaldıklarında da ayrımcılığa uğramaktadır. Uygulanan şiddet, aşağılama ve dışlamanın yanı sıra kişilerin bedensel bütünlüklerine yönelik olmakta ve pek çok kez yaşam hakkı ihlalleriyle de sonuçlanmaktır. Nefret söylemlerinin hedefi olmaktan kurtulamayan LGBT bireylere karşı sergilenen şiddet içinde güvenlik görevlileri tarafından uygulanan işkence, kötü ve küçük düşürücü muameleler ciddi bir yer tutmaktadır.  
    $1·      2013 yılın ilk 11 ayında nefret saldırıları sonucu en az 4 trans birey yaşamını yitirmiş, 9 trans birey de yaralanmıştır. 
    MÜLTECİ VE SIĞINMACILAR
    Devletler sadece kendi ülkesinin vatandaşlarının yaşam haklarını korumakla yükümlü değillerdir. Ülkemiz, önemli bir mülteci ve sığınmacı nüfus hareketi için “geçiş ülkesi” durumundadır. Ağır hak ihlallerine uğradıkları için ülkelerini terk eden bu insanlar, yolculukları sırasında insan kaçakçılarının aldatma ve istismarına maruz kalmakta, hatta yaşamlarından olabilmektedirler.
    ·      Ülkelerine geri gönderilmek üzere özgürlüklerinden mahrum bırakılan göçmenlerin tutulduğu alıkonma merkezlerinde de ciddi sorunlar yaşanmaktadır. Kötü fiziki koşullara sahip bu merkezlerde sığınmacıların zorunlu ve insani ihtiyaçları karşılanamamaktadır. Geri gönderme merkezlerinin hukuki statüsünü düzenleyen bir yasa henüz çıkarılmamıştır.
    ·      Türkiye mülteci ve göçmenler için gerekli yasal düzenlemeleri yapmaktan, temel ve insanî ihtiyaçlarının karşılanmasını sağlayacak koşulları iyileştirmekten uzak tutumunu 2013 yılında da devam ettirmiştir.
    ·      Suriye’deki iç savaştan kaçarak Türkiye’ye sığınanların sayısı yaklaşık 800bini geçmiştir. Bu kişilerden yaklaşık 200 bini sınıra yakın yerlerde kurulmuş olan “mülteci kampları” nda barınmaktadırlar. Bu kamplar insan hakları örgütlerinin ve bağımsız gözlemcilerin denetimine hala kapalıdır.
    Yanısıra;
    Türkiye’de barış ve çözüm süreci ilerletilmeye çalışılırken, Suriye Kürdistanı olarak bilinen Rojava’da oluşturulan özerk yönetimleri tanımadığını ve bunlara karşı çeteci köktendinci grupları destekleyen Türkiye’nin bu tutumu tam bir çelişki oluşturmaktadır. Bu tutum Türkiye’de devam eden barış sürecini de zora koşmaktadır. Öte yandan Rojava'da devam eden çatışmalı ortamda sivil halk ciddi bir insani trajedisi ile karşı karşıyadır. Rojava bölgesinin insani yardım alabileceği en önemli yer Türkiye ile olan sınır kapılarıdır. Başta Rojava ile Dayanışma Komitesi olmak üzere İHD gibi sivil toplum örgütlerinin sınır kapılarının açılmasıyla ilgili yapmış oldukları başvurular karşısında Hükümetin duyarsızlığını anlamak mümkün değildir. İHD’nin 5-6-7 Ekim 2013 tarihlerinde sınır bölgesinde yaptığı araştırma ve tespit raporuna göre, Türkiye-Suriye sınır hattında Özgür Suriye Ordusu’nun denetiminde bulunan sınır kapıları ile sınır geçiş noktalarına Türkiye’nin yaklaşımının pozitif olduğu, buna karşılık PYD’nin kontrolünde olan sınır kapıları ve sınır geçiş noktalarına yaklaşımın negatif olduğu ve bariz bir politik tutum alınarak ayrımcılık yapıldığı anlaşılmıştır. İHD raporunda belirtilen öneriler doğrultusunda Türkiye’nin Suriye ve Rojava politikasını değiştirmesi ve bir an önce barış için harekete geçmesi gerekmektedir.
    ASGARİ TALEPLER
    Sergilemeye çalıştığımız bu tablonun kader olmaktan çıkması ve değişmesi için yıllardır dile getirdiğimiz asgari talepleri bir kez daha yinelemek istiyoruz:
    ·      Temel hak ve özgürlüklerin geliştirilmesi yönündeki çalışmalar, uyum süreçlerinin gereği sonucu ve bir “ev ödevi”nin yerine getirilmesi anlayışı ile değil, aksine hak ve özgürlüklerin bu ülke insanının istemi, ihtiyacı ve demokrasinin içselleştirilmesinin gereği olduğu için yapılmalıdır.
    ·      Bu bakımdan temel hak ve özgürlüklerin geliştirilmesi esas olmalı; özgürlük-güvenlik ikilemi yaratılarak bu gelişim engellenmemeli; var olan hak ve özgürlüklerden geri adım atılmamalıdır.
    ·      TBMM Anayasa Uzlaşma Komisyonunun siyasal iktidardan kaynaklı olarak dağılması vahim bir gelişmedir. Türkiye yeni ve demokratik bir anayasa yapamadığı sürece Türkiye’nin demokrasi ve insan hakları sorunlarını çözemez. Bunun için yeni anayasa yapılıncaya kadar tüm süreçler zorlanmalıdır.
    ·      Kürt sorununun çözümü için yasal süreç hazırlanmalı, diyalogdan müzakereye geçilmeli ve beklentileri karşılayacak gerçek bir yol temizliği yapacak demokratikleşme süreci yaşanmalıdır.
    ·      Adil yargılanma hakkı ve savunma hakkı önündeki engeller kaldırılmalı, savunma dokunulmazlığı etkin olarak uygulanmalı, avukat müvekkil arasındaki meslek sırrı ilişkisine saygı gösterilmeli, uzun tutukluluk süreleri düşürülerek, hızlı ve adil bir yargılamanın koşulları oluşturulmalıdır. Adil yargılanma, masumiyet ve lekelenmeme hakkını ortadan kaldıran her türlü uygulama, birey ve dava gözetmeksizin terkedilmelidir.  Bu çerçevede, öncelikle Terörle Mücadele Yasası yürürlükten kaldırılmalıdır.
    ·      İşkence iddiaları hakkında derhal ve koşulsuz olarak soruşturma açılmalı; işkence gördüğünü belirten kişinin tetkik ve incelemeleri İstanbul Protokolü çerçevesinde gerçekleşmelidir. Soruşturmalar bizzat C.Savcıları tarafından yürütülmelidir.
    ·      İşkence ve kötü muamele suçu işleyenlerin cezasız kalmasına neden olan yönetsel, yasal, yargısal ya da öteki tüm engeller kaldırılmalı, suçluların derhal ve adil biçimde yargılanması ve cezalandırılmasının mekanizmaları etkinleştirilmelidir.
    ·      Gezi Parkı Olayları sırasında kolluk güçlerinin gerçekleştirdiği işkence ve kötü muamelenin her düzeyden sorumluları hakkında soruşturmalar daha etkin biçimde yürütülmeli ve bu kişiler ivedilikle yargı önüne çıkarılıp cezalandırılmalıdır.
    ·      Haklarında işkence ve kötü muamele yapmak nedeniyle soruşturma açılan kamu görevlilerine, soruşturma sonuçlanıncaya dek hemen görevden el çektirilmelidir.
    ·      Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu değiştirilmeli, kolluğun üst arama, kimlik sorma, silah ve zor kullanma yetkileri daraltılarak yasa, bir bütün olarak kişi özgürlüğünü esas alan bir niteliğe büründürülmelidir.
    ·      Gözaltı birimleri ve cezaevleri “Bağımsız İzleme Kurulları”nın denetimine açılmalıdır.
    ·      Yeni kurulan Türkiye İnsan Hakları Kurumu etkin bir şekilde işletilmeli, ayrıca işkencenin önlenmesine odaklanmış Birleşmiş Milletler İşkenceyle Mücadele Seçmeli Protokolü’ne (OPCAT) ve Paris İlkeleri’ne uygun bir ulusal mekanizma derhal oluşturulmalıdır. 
    ·      Irkçı, ayrımcı ve cinsiyetçi beyanların ve nefret söyleminin yanı sıra kişi ya da grupların taşıdıkları kimlik, değer, politik görüş, cinsiyetleri ya da cinsel yönelimleri nedeniyle maruz kaldıkları saldırı ve şiddet, insanlık onuruna yönelik suç fiilleri kapsamına alınmalı, ayrımcılık hukukunun uluslararası standartlarını esas alan yasal düzenlemeler yapılmalıdır.
    $1·      Türkiye, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin yargı yetkisini tanımalı, bu amaçla Roma Sözleşmesi’ni imzalamalıdır.
    $1·      Türkiye, BM Kayıplar Sözleşmesi’ne hiçbir çekince koymadan taraf olmalıdır. İHD verilerine göre tespit edilen 250 toplu mezar ve tespit edilmeyi bekleyen toplu mezarlar Minnesota Otopsi Protokolüne ve Kızılhaç’ın bu hususla ilgili rehber ilkelerine göre açılmalıdır.
    ·      Örgütlenme ve düşünceyi açıklama özgürlüğünü engelleyen uygulamalara son verilmeli, buna yol açan tüm yasalar sonuçlarıyla birlikte yürürlükten kaldırılmalıdır.
    ·      İnsan hakları ile ilgili çalışma yapan kişi ve kurumların karşılaştıkları yasal ve idari engeller, kısıtlamalar kaldırılmalıdır.
    ·       İnsan haklarına saygının güçlenmesi için Türkiye’nin, her türlü ayrımcılığı yasaklayan, yurttaşların temel hak ve özgürlüklerini, çalışanların ekonomik ve sosyal haklarını, doğal ve kültürel çevre ve varlıkların korunmasını güvence altına alan yeni bir anayasaya ihtiyacı vardır.  Yeni anayasa çalışmalarına hiç koşulda son verilmemelidir.    
    ·      Olağanüstü hal uygulamasının fiilen devam eden sonuçları ve kurumları tamamen ortadan kaldırılmalıdır. Kürt sorununun şiddetsiz ve demokratik yollardan çözümü ve ülkede kalıcı bir barış ikliminin tesisi için herkes sorumluluklarını yerine getirmeli, ekonomik, sosyal, politik her türlü önlem bir an önce alınmalıdır.
    ·      Roboski’da 19’u çocuk yaşta olan 34 yurttaşımızın savaş uçaklarından atılan bombalar ile katledilmesi olayı üzerinden iki yıl geçmesine karşın hala sorumluları ortaya çıkarılamadığı ve adalet tesis edilemediği gözönüne alındığında bu konuda etkin, bağımsız bir soruşturmanın derhal başlatılıp, süratle sonlandırılmalıdır.
    ·      F Tipi Cezaevi ile genelde tecrit uygulamasından vazgeçilmelidir. Hasta mahpuslar derhal serbest bırakılmalı ya da cezalarının infazları yeniden sağlıklarına kavuşasıya kadar ertelenmelidir. 
    ·      Çocuk ve engellilerin haklarının korunmasına, onların daha güvenli, sağlıklı ve onurlu bir sosyal ortamda gelişmelerine ve yaşam sürdürebilmelerine yönelik idari ve pratik önlemler alınmalı gerekli yasal değişiklikler gerçekleştirilmelidir.
    ·      Çevre ve doğaya zarar verme riski olan yatırımlar için, yöre insanının onayı alınmalı; çevre ve doğa koruma ile ilgili idare mahkemesi kararları uygulanmalı; hiçbir çevresel kaygı taşımayan, yaşam alanlarının kirlenmesine ve yok olmasına yol açan 5177 Sayılı yasa ile değişik Maden Yasası değiştirilmelidir.
    ·      Türkiye, Kyoto Sözleşmesi gereği küresel ısınmaya karşı üzerine düşenleri yapmalıdır.
    ·      Çevre kirlenmesine yol açmayacak, ekolojik dengeyi bozmayacak yeni bir yöntem geliştirilip uygulanıncaya kadar siyanür liçi yöntemiyle yapılan altın madenciliğinden vazgeçilmeli, Bergama-Ovacık, Uşak-Eşme Kışladağ altın madeni işletmeleri kapatılmalıdır. Efemçukuru ve Kaz Dağları'ndaki diğer projeler ise iptal edilmelidir. Aliağa Termik Santrali projesi iptal edilmelidir. Bu faaliyetler nedeniyle şu ana kadar çevrede oluşan kirlenmenin temizlenmesi ve bozulan doğanın düzeltilmesi işi, madenci şirketlere yaptırılmalıdır.
    ·      HES’lerin yapımları durdurulmalı, nükleer santral projelerinden vazgeçilmelidir.  
    İşçilerin ve diğer çalışanların grevli-toplu sözleşmeli sendikal haklarının önündeki engeller ortadan kaldırılmalı, tüm çalışanlar için iş güvencesi, istihdam olanakları, sosyal güvenlik hakkı ve örgütlenme haklarıyla güvence altına alınmalıdır. Kamu Personel Rejimi kaldırılmalıdır.
    Dünyanın en çağdaş insan hakları belgesi 65 yılı geride bırakıp 66. Yılına girerken, ne Dünyada ne de Türkiye’de evrensel insan hakları değerlerini tümüyle yerleştirebilmek olanaklı değilmiş gibi görünse de, kişisel, siyasal, ekonomik, sosyal, kültürel, dayanışma ve topluluk hakları için mücadele eden halkların, işçi ve emekçi sınıfının, ezilen, sömürülen ve ötekileştirilen kesimlerin ve bireylerin mücadelesi sürdükçe umutlarımız da sürecektir.
    -İNSAN HAKLARI DERNEĞİ
    -TÜRKİYE İNSAN HAKLARI VAKFI
  • Kaynak; BES Genel Merkez İnt.Sitesi

EvcioğluHaber-

Hiç yorum yok: