5 Ekim 2008

ZENGİN YER, YOKSUL ÖDER

ZENGİN YER, YOKSUL ÖDER
02:16 05 Ekim 2008

Ekonomik kriz dünya genelinde en büyük küresel sorun haline geldi. Büyük şirket kurtarma politikaları kapitalizmin sorunsuz işleyişinin gereği olarak lanse ediliyor. ABD büyük şirketlerini kurtarırken dünyadaki yoksulluk ve global sorunların çözümü için adım atmaktan kaçınıyor…

Dünyanın önemli sorunlarından biri de ülkelerin dış borçları. Türkiye dış borcu çok büyük olan ülkelerden biri. Krizden en çok etkilenmesi beklenen ülkeler arasında olan Türkiye dış borcunu nasıl ödeyecek? Ya da Arjantin örneğinde olduğu gibi ‘ödememe kararlılığı’nı gösterebilecek mi?…

Süleyman Çelebi

DİSK GENEL BAŞKANI

Kriz süreci başlamadan aylar öncesinde, konunun uzmanları ve kendi geleceklerinden kaygılanan insanlar olarak bir takım analizler ortaya çıkarmıştık. Konuyla ilgili dünyada bir kriz sürecinin başlayacağını ve bunun Türkiye’ye yansımaları olacağını ifade ettik. Aslında bu, krizin etkileri için daha işin başlangıç noktasıdır diyebiliriz. Bu ağırlaşacak ve ağırlaşarak da devam edecek. Yaşadığımız süreç sistemin artık iflas ettiğinin bir kanıtı. Yeniden devletleştirme noktasının başlangıcı söz konusu. Malum özel ilişkiler sonucu devlet kurtarma operasyonları yapılır. Sonuçta devlet kaynakları buralara aktarılıyor. Yani burada yapılan sistem de budur. Olan biten şu anda suni teneffüsler sırasında sistemin nasıl iflas ettiğinin en önemli ve en somut göstergesidir. Bu nedenle özellikle bu tip politikalar geliştirmemiş olan ülkelere uygulanması halinde o ülkelerin daha fakirleşeceği, daha zor yaşam koşullarının oluşturulacağı bir sürecin başlangıcıdır. Sonuç, bazı zenginlerin kurtarılma operasyonudur.

Yeniden yapılandırma projeleri ortaya konulduğu vakit oldukça başarılı hamleler yapıldı. Önümüzde Arjantin örneği var ve bu örnek etkilidir. Aslında bugün yapılan yeniden halkın üzerinden, halkın vergileriyle, halkın kaynaklarıyla birilerinin kurtarılmasıdır. Birilerinin yeniden zengin olması ya da el değiştirme pozisyonu yaratan uygulamalara doğru gidiliyor. Sonuçta bu kaynaklar yine devletin, halkın kaynakları haline dönüştürülmüyor; tam tersine yine o zengin kesimlerin daha zenginleşmesini sağlayan bir proje olarak ortaya çıkıyor. Buradan halkın yararına bir projeden elbette ki söz etmek mümkün değil. Bu nedenle Türkiye’nin bu konuda alması gereken tedbirleri başından beri ifade ettik.

Gelişmiş olan ülkeler, gelişmekte olan ülkeleri yeterince sömürdüler. Şimdi gelişmekte olan ülkelerin bugüne kadar ödedikleri faizi de göz önünde bulundurarak sağdıkları ülkeyi kurtarması lazım.

***

Borç halkın borcu değil, üstüne bir çizik atılmalı

Aydemir Güler

TKP GENEL BAŞKANI

Dünyanın yoksul ülkelerini kurtarma projesi herhalde kimsenin aklına gelmeyecek. Burada kapitalizmin ikiyüzlülüğü ile karşı karşıyayız. On yıllarca devletin her şeyden elini çekmesinin gerektiğini, devletçi ekonomilerin büyük zaaflar ürettiğini hatta her tür kamuculuğun bir suç olduğunu anlattılar. Ama kendileri krize düştüğünde kendi devletleri kapılarında sıralanıyorlar. Devletin ve sistemin sınıf karakterini bilmemiz lazım. Yoksul ülkelerin, sömürülen ülkelerin, dünyanın zenginlerinden medet ummaya değil, dünyanın zenginlerini sömürücüler olarak belleyip ve karşılarına almaya, dayanışmalarını kurmaya ihtiyaçları vardır diye düşünüyorum.

Dünya kapitalizmin merkezlerinden, az gelişmiş ülkeleri, yoksul ülkeleri, halkları kurtarmaya dönük bir operasyon akıllarından geçmeyecek. Başka zaman başka yerde olsa belki durum farklı olabilirdi. Dünyanın yoksulları hem yoksul ülkeleri sömürülen halkları, hem de işçi sınıfları, emekçi yığınlar bugün dünyada olduğundan farklı bir güce, dayanışmaya ya da örgütlülüğe sahip olsalardı o zaman başka bir şeyi tartışabilirdik. Ama bugün durum öyle değil. Bugün dünyanın bütün yoksullarının eli zayıf görülüyor. İç dayanışması, örgütlenmesi, mücadelesi toptan zayıf görülüyor. Bu koşullarda zenginlerle yoksullar ilişkisi tersine çevrilemeyecektir. Hep zenginlerin yararına çalışacaktır.

2001’de krizlerde hep gündeme gelmişti bu konu tartışılmıştı. Ama bu tartışmayı fazla büyütmeden kapatmaya ve bir nevi ‘borç yiğidin kamçısıdır’ türü ilişkisiz atasözlerine başvurma yoluna gitmişlerdi. Türkiye halkının bir borcu yoktur. Tam tersine her orta düzeyli, ama biraz dürüst iktisatçı kağıdı kalemi önüne koysun Türkiye’nin bugüne kadar yaptığı borçları ve ödemeleri alt alta koyup toplasa Türkiye’nin alacaklı olacağı görülecektir. Bu ilişki aslında bir borç ilişkisi değil bir bağımlılık ilişkisi. Ve bağımlılığın iplerini elinde tutan diğer tarafın, borçlarını da kendisi yaptı. Çünkü muhasebesini kendisi tutuyor. Evet bir kriz dönemindeyiz ve solun en önemli sloganlarından bir tanesi ‘bu borç halkımızın borcu değildir ve tamamen üstüne bir çizik atılmalıdır’ demek olmalı.

AKP hükümetinin bu kriz bizi böyle etkiler böyle etkilemez türü değerlendirmelerinin her hangi bir mantıkla değil bilimle ilişkisi yok. Türkiye ekonomisinin 2001’de nasıl tartışıldığını biliyoruz. Türkiye’de hiçbir zaman bağımsız ekonomik bir yapı oluşmadı. Kısmen özerk hiçbir yapı kalmadı. Büyük işletmeler, finans, bankacılık sektörleri bunların tümü tasfiye edilmiş ve bugün iflasın eşiğinde krizin göbeğinde duran uluslararası sermayeye teslim edilmiş durumda. Uluslararası sermayenin kriz ortamındaki refleksi de herhalde Türkiye ekonomisinin sağlığını gözetmek olmayacak. Onlar kaynak alıyorlar. Türkiye’nin kaynak arayışına katkıda bulunmak zorunda olmayacak. Bu Türkiye ekonomisinin içe değil dışa doğru çalışacağı bir konjonktürdeyiz. Dolayısıyla burada değil bağımsızlık özerk karar ehliyetinden bahsetmemiz dahi mümkün değil.

***

Özel sektörün dış borçlarına devlet garantisi kalkmalı

Alper Taş

ÖDP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI

ÖDP toplumsal eylemlerde "dış borçları ödemeyeceğiz" talebini her zaman dile getirdi. Türkiye"ye dair üçüncü dünyanın borçlarının iptali talebi kapsamında bu boyunduruktan kurtulmak için "kamunun dış borçları silinmelidir" yaklaşımını programatik düzeyde de ortaya koydu. Neoliberal zihniyet ve teslimiyet kendini solda tanımlayan insanları da etkilediği için ÖDP"nin bu yaklaşımı fazla ütopik bulundu. Ütopik bulunanı 2002"de ise Arjantin gerçekleştirdi. Dış borçlar içinde kamu borçların ağırlığı azalmış, özel sektör borçları artmıştır. En son verilere göre Türkiye"nin 213 milyar dolarlık dış borcunun sadece 87 milyar doları kamu, geri kalanı özel sektör borcudur. Bu özel sektör borçlarını özel sektöre ödettirmeli ve özel sektörün dış borçlarına devlet garantisi kalkmalı.

Dış borçların meşrutiyeti bugün ciddi bir şekilde sorgulanmakta. Borçlanma demokratik olay mekanizmalarından yoksun olarak gerçekleştirilmiştir. Borçla alınan paralar halkın çıkarına kullanamamıştır. O yüzden bu borçların ödenmemesi meşrudur. Özel sektörün borçları halka ödettirilemez.

Devlete ait borç kütükleri ayrıntılı olarak incelenmeli, amaç dışı kullanılan fonların, şişirilen altyapı yatırımlarının borç servislerinden sorumlu olunmadığı açıklanmalıdır. Ekonomisi daralan bir ülke ne pahasına olursa olsun dış borçlarını öderim anlayışı içinde davranmaz. Türkiye dış borç batağında olan ülkelerle dış borçlarının iptali çerçevesinde ortak bir inisiyatif gerçekleştirmelidir.

***

Bütün dünyada yeni liberalizm çatırdıyor

Doğan Tarkan

DEVRİMCİ SOSYALİST İŞÇİ PARTİSİ

Her şeyden önce kurtarma projelerinin niteliğine bakmak gerek. Kurtarma operasyonları için ABD’de 700 milyar dolar ayrılıyor. Yani her Amerikan vatandaşı bu kurtarma operasyonu için 2.000 dolar ödeyecek. Demek ki her ABD vatandaşı için Amerika Birleşik Devletleri 2.000 dolar yardım da bulunabilirdi. Artık bütün Amerikalılar ve bütün insanlık bunu biliyor. Yoksul ülkeler için "kurtarma" planları olabilir ama bunu kapitalist sistemden beklemiyoruz. Avrupa Birliği’nin kendi planı var. Bir dizi Avrupa ülkesi kendi bankalarını ve mali kurumlarını kurtarıyor ve yenileri için planlar hazırlıyor. Aslında bütün dünyada yeni liberalizm çatırdıyor. Oysa bize 1980’lerden beri yeni liberalizmin piyasa ekonomisi anlatılıyor. Her şeyin özelleştirilmesi, her sorunu piyasanın çözeceği... Biz sosyalistler bunun bir palavra olduğunu hep söyledik ama artık tüm insanlar bunu görüyor. Artık yeni liberal fikirlere karşı elimizde daha güçlü bir silah var ve bunu iyi kullanan bir sol önümüzdeki dönemde bütün düzen partilerine karşı ciddi mevziler kazanabilir.

Kaldı ki Türkiye’nin borçlarını ödemesine gerek yok. Arjantin gibi iflas ilan edip borçlarının silinmesini ya da kendisi için de bir “kurtarma planı” hazırlanmasını isteyebilir. Ancak böylesi talepleri kazanabilmek için güçlü bir toplumsal hareket gerekir. Bu ise ancak örgütlenme ile mümkündür ve bu nedenle yığınsal bir sol partiye çok acilen gerek var.

Türkiye’de bütün dünyada olduğu gibi krizin faturası emekçilere yıkılmaya çalışılacaktır ve bundan kurtulmanın yolu mücadeledir. Bu ise ancak güçlü bir sol partinin varlığı ile mümkün. Dünyada hiçbir ülke kendi ekonomik yönelimleri üzerinde söz sahibi olamaz. Kapitalizm dünyaya hâkim olduğu sürece de bunun daha farklı olmasını bekleyemeyiz. Bugün bütün dünyaya yeni liberalizmin ekonomik, politik, kültürel ve ahlaki fikirleri hâkim.

***

Esas borçlu Türkiye hazinesi değil büyük tekeller

Levent Tüzel

EMEP GENEL BAŞKANI

Kriz kapitalist sistemin merkezinde başlayıp giderek dünyaya yayılan bir hal aldı. Finansal alanda olan bir kriz ama sanayi, üretim, tarım alanlarını etkilemesi söz konusu. Tabii sistemin merkezindeki güçler hep daha önceki kapitalist sistemlerin krizlerinde olduğu gibi yine öncelikle kendi büyük finans merkezlerini, bankaların borsa kurumlarının kurtarılması için harekete geçti. Bu süreçte yoksul ülkelere yardım talebi elbette ileri sürülebilir. Ama gerçekliği açısından mümkün değildir. Çünkü burada karar alıcı güçler zaten yoksul ülke diye bir derdi olmayan, krizleri kendi çıkarları doğrultusunda çözmeye çalışan güçler. Bir de esas itibariyle kriz sosyalistler tarafından düşünülmeli. Yani işçi sınıfı, emekçi, ezilen halklar, krizin etkilerini en fazla hissedecek olan yoksul ülkeler olarak öncelikle kriz nedeniyle ülkemiz emekçilerine saldırılar karşısında kendi topraklarımızda bir mücadele verilmesi gerekir. Yoksa bırakın 700 milyar dolarları, kapitalist şirketleri, bankaları kurtarmayı. Şu kadar aç insan var, işsizlikle boğuşan ülkeler var, buralara harcayın demek de provokatif anlamda çözer.

Kapitalist sistemin, zaten çökmekte olduğu hastalıklı bir yapısı olduğu için, sistemin doğrudan bu sorununa parmak basmak ve burada talepleri ileri sürmek gerekir. Bu talep içerisinde ‘şuraya değil de buralara harcansın’ şeklinde bir şey de söylenebilir tabii ama bu sadece sistemi teşhir etmeye yönelik geçici bir çözüm olabilir.

Hem IMF borçları hem dış borçlar açısından bunların esas borçlusu Türkiye hazinesi değil. Asıl borçlusu büyük tekeller, Türkiye"deki büyük aile şirketleri. Dolayısıyla bunların ödenmesinden ziyade, biz kendi ülkemiz açısından bunların ödenmemesi gibi bir planlama yapmalıyız. Yoksa eğitim, sağlık olmak üzere, sağlıklı dönüşüm politikası, emeklilik yaşının yükseltilmesi karşısında, çalışma sürelerinin uzatılması, işten çıkartmalar olağan hale gelecek.

Kriz üzerinden dışarıya aktarılacak büyük sermayenin bu tarafa aktarılmasını savunmalıyız. Borçların ödenmemesi bunların daha yoksul, işsiz, işten atılma tehdidiyle karşı karşıya olan halkımıza, yoksul insanlara sosyal dayanışma olarak, devletin sosyal yardımları olarak ya da sigortası olarak bu türden geri dönüşlerinin savunulması gerekir.

BİRGÜN-05.10.2008

Hiç yorum yok: