10 Ekim 2008

YENİ DÜNYA DÜZENİNİN SONU GELDİ

YENİ DÜNYA DÜZENİNİN SONU GELDİ
16:33 10 Ekim 2008

Mali kriz nedeniyle “devletleştirilen” şirketlerin, kurtarıldıktan sonra tekrar özel sermayenin hizmetine sunulacağını belirten ekonomist Sönmez’e göre, bu operasyonların yükü yoksulların sırtına yüklenecek…

Dünya mali krizi her geçen gün yeni boyutlara ulaşarak büyüyor. Ekonomist Mustafa Sönmez ile mali krizden, dünyadaki yeni güç dengelerine kadar dünyanın durumunu; AKP"yi ve Türkiye"yi konuştuk.

»Son dönemde art arda yaşanan mali krizler nedeniyle, neo-liberalizmin sonu ve yeni devletçilik tartışmaları da yapılıyor. Böylesi bir yönelimden söz etmek mümkün mü?

Yaşananlarla neoliberalizmin önemli zeminler kaybettiği söylenebilir. Krize yapılan devlet müdahaleleri, kapitalist devletin tanımlanmış işlevleri arasında zaten var. Her devletleştirmeyi, “sosyalizan” bir girişim olarak görme basitliğinden uzak durmak gerekir. Uzağa değil, 2001 krizinde ülkemizde yaşananları hatırlayın. 20’ye yakın hortumlanmış banka devletleştirildi. Peki ne oldu? 30-40 milyar dolarlık bir borçlanma ile sistem ayağa kaldırılrıken bu miktarda borç bütçeye yazıldı ve çoğu halkın ödediği vergiler yıllarca bu borçları çevirmeye ve eritmeye kullanıldı. Eğitimden, sağlıktan kesilen kaynak bu “devletleştirilmiş kuruluşlara” yapıldı. Akabinde de bunlar tek tek özelleştirildi, yerli yabancı sermayedarlara satıldı. Bu krizde de aynı şey Batıda yaşanacak, sistemi ayakta tutmak için zarar toplumsallaştırılacak ve halka yüklenecektir.

»Çevre merkezi üstleniyor mu? ABD"deki krizle birlikte bu daha çok tartışılmaya başlandı...

ABD’nin başta Çin olmak üzere Asya ülkelerinin çoğu ‘çevre’ tanımına giren ülkelerin cari fazlaları ile finanse edilmesi, çevrenin merkeze üstün geçmesi olarak yorumlanıyor. Kaynak akımına bakılarak yapılan bu değerlendirme çok doğru değildir. Merkez-çevre ilişkisinde tarihsel akış şöyledir: Sistemin metropolü, çevredeki ekonomileri borçlandırır; doğrudan yatırım yapar; zaman zaman çevrenin dış ticaret (ve cari işlem) açıklarının finansmanını üstlenir. Kaynak aktarımı da metropolden çevreye doğru gerçekleşir.

Kaynak akımları belli bir doyum noktasına ulaştıktan sonra, çevre ekonomisinde gerçekleştirilen artık öğelerinin (faiz, kâr, çeşitli "rantlar"ın) metropole aktarılan boyutu, aksi yöndeki kaynak girişlerini aşar; bazen artık aktarımının finansmanı için cari işlem fazlaları gerekebilir. Bu dönemlerde de net kaynak aktarımı çevreden metropollere yönelir.

Kaynak aktarımı sömürü ile eşanlamlı değildir. Sömürü, ülkelerden önce sınıflar-arası bir olgudur. Emperyalist sistemin çevresinde yer alan bir ekonomide, metropol sermayesi kâr ve faiz elde ediyor ve bu "artık" dışarıya aktarılmıyorsa, sömürünün ortadan kalktığı anlamına gelmez.

Yalnız!... Merkezden çevreye kaynak aktarımı olgusu tek bir ekonomi için, süper-emperyalist konumdaki ABD için geçersizdir. Amerika"nın ayrıcalıklı konumu, dünya ekonomisinin çeşitli bloklarından bu ülkeye sürekli ve tek yönlü net kaynak aktarımına imkân vermiştir. 2000"li yıllarda dünya sisteminin ana blokları içinde sadece Amerika"ya net kaynak pompalanmaktadır. Merkezde veya çevrede, tüm diğer ülke gruplarının tek işlevi Amerikan ekonomisinin ürettiğinden fazla tüketmesini, kaynak kullanmasını sağlamak olmuştur. Japonya"nın, diğer metropol ülkelerin ve giderek artan boyutlarda Çin ve petrol ihracatçılarının aktarımları, 2006-2007"de ABD milli gelirinin yüzde 6"sına ulaşmıştır.

Bunu, ABD"nin azgın emperyalist saldırganlığı mümkün kılmaktadır. Tasarruf etme alışkanlıklarını unutmuş Amerikalılar israfçı, tahripkâr tüketim tutkularını bu sayede sürdürebilmekte; dünyanın bu en zengin ülkesinin tasarruf oranı en yoksul Üçüncü Dünya ülkeleri düzeyine düşmüş bulunmaktadır.

Bu çarpık durumun sürdürülmesi giderek güçleşmiştir. Nitekim, yaşanmakta olan finansal kriz bu nedenle çevre ekonomilerinde, Avrupa"da, Japonya"da değil Amerika"da patlak vermiştir.

DÜNYAYI İKİ KUTUPLULUK AÇIKLAYAMAZ

»Rusya"nın Ankara Büyükelçisi Vladimir Ivanovskiy, ""ABD"de yaşanan kriz açıkça gösteriyor ki, dünyanın tek bir lideri olmayacaktır. Bir sürü düşünelim, onların önderi var. O uçuruma gidiyorsa tüm sürünün onu takip etmesi gerekmiyor. Kriz herkesi etkilemiştir. Ünlü yazar Hemingway, "Çan çalındığında, kimin için çaldığını sormayın, belki sizin için çalıyordur" demiştir. ABD"nin güçlü, büyük bir ekonomisi var ve bu kriz ister istemez hepimizi etkiliyor. Ancak, dünyanın daha çok kutuplu, farklı bir hale gelmesini, bu tür şeylerden etkilenmemek için istiyoruz” diyor, Kafkasya"da yaşanan gelişmeleri de göz önüne aldığımızda önümüzdeki dönemde dünya dengeleri nasıl değişebilir?

Rusya-Gürcistan savaşı dünya açısından önemli bir kilometretaşı oldu. Yaygın görüş; dünya bir yanında ABD ve AB’nin diğer yanında ise Rusya, Çin ve İran’ın yer aldığı yeni bir “iki kutuplu dünya düzeni” ile karşı karşıya .. Ne kadar doğru? Önümüzdeki fotoğrafı “iki kutupluluk” açıklamıyor.

Rusya-Gürcistan gerilimi, ABD’ye dünyaya hükmetme kapasitesinin sınırlı ve zayıflamakta olduğunu ve dünyanın tek ve mutlak belirleyici gücü olmadığını hatırlattı. Yeni olan şu; Rusya sahneye çıktı ve küresel müdahaleci bir güç olduğunu ilan etti.

Diyebiliriz ki, bugün AB-Rusya çelişkisinin ve AB-ABD işbirliğinin karakteri değişmiştir. AB, ABD ve Rusya, artık çeşitli düzeylerde “hem hasım, hem hısım” ilişkisi olan emperyal güçlerdir.

SSCB döneminde, Batı Avrupa kapitalist devletlerinin varlık koşullarını tehdit eden Rusya, AB açısından bugün önemli bir enerji tedarikçisi ve pazar. Bunun yanında Rusya, Kafkasya, Doğu Avrupa ve Orta Asya’daki periferi ülkeleri ve Kuzey Kutbu gibi tartışmalı alanlarda ve enerji kaynaklarında hâkimiyet kurma mücadelesiyle, James Petras’ın deyişiyle, “gelişmekte olan emperyalist bir güç”.

AB-ABD İLİŞKİLERİNİN KARAKTERİ DEĞİŞİYOR

»AB"nin buradaki konum alışı, dünya dengeleri açısından pozisyonunu nasıl değerlediriyorsunuz?

Avrupa Birliği (AB), Rusya’nın egemenlik sahası BDT’ye enerji bağımlısı ve bu büyüyen pazarı önemsiyor. Biraz da bu yüzden bu savaş süresince ve daha önce Gürcistan ve Ukrayna’nın NATO’ya katılmalarına ilişkin görüşmeler sırasında ABD ile tam da örtüşmeyen, kaypak bir tavır sergiledi. AB’nin Gürcistan meselesinde Rusya’yer fırsatta başını okşatan bir tutum geliştirdiği gözlerden kaçmıyor.

Yeni dönemde AB-ABD ilişkilerinin kimyası da değişime uğruyor. Hatırlayalım; II. Dünya (Paylaşım) Savaşı’nın ardından Batı Avrupa devletleri tahrip olmuş ekonomileri ve askeri aygıtlarıyla, SSCB’nin tehdidi altındaydılar. Yıkık ekonomilerini ayağa kaldırmak ve “komünizm tehdidi” karşısında koruma sağlamak için ABD’ye evet dediler. Bu evet, ile gelen, SSCB’yi sınırlandırırken, öte yanda Batı Avrupa’yı ABD’ye tabi kılıyordu.

Bugünün Avrupası ise kendi askeri mekanizmalarını güçlendirme ve uluslararası müdahalelere uygun hale getirme yolunda. Hızla genişleyen AB ekonomik güç açısından da 1970’lerden bu yana bir yükseliş içinde ve pek çok sektörel yarışta ABD’den daha iyi durumda.

Bugün AB’yi rahatsız eden şey şu: Doğu Avrupa’ya ABD üsleri, füze kalkanları kurulmasından AB çok da hoşnut değil. Bunların görünür hedefi Rusya olsa da AB biliyor ki, bu tezgah, Avrupa’yı kontrol altında tutmaya da hizmet edecek. Avrupa’nın askeri kapasitesini sınırlayacak. Bu durum NATO içinde çatlaklara da yol açmış durumda.

AB-ABD ilişkisinde karakter değişikliği başka durumlarda da gözleniyor. Mesela;

•AB, Irak işgalinde ABD ile görüş ayrılığına düştü.

•NATO’nun genişletilmesi ile ilgili e ABD önerilerine atlamadı.

•ABD’nin İran’a saldırı-tecrit siyaseti yerine, AB, yaptırım-diplomasi-işbirliği siyasetini izledi.

•ABD’nin Africom’u (ABD Afrika Gücü) kurmasına yol açan gelişme karşısında AB, yeni bir hakimiyet yarışına girmiş durumda.

Özetle, AB, ABD çizgisinin peşine takılmak yerine Rusya ile geliştirilebilecek işbirliğinin önemine daha çok kulak kabartır durumda. Rusya da ekonomisini çeşitlendirmek açısından Avrupa sermayesinin yatırımlarına ihtiyaç duyuyor ve özellikle AB’yi, ABD’den uzaklaştırma peşinde.

ÇİN ARTIK YENİ EMPERYAL GÜÇ

Burada Çin de devreye giriyor, Rusya-Çin yeni bir güç dengesi olarak tartışılıyor. Neo-liberalizmi, sosyalizm kalıntısı yapı içinde doludizgin uygulayarak, yüksek verimlilik ve birikim imkânları ile olağanüstü güçlenen Çin’i, artık yeni bir emperyal güç olarak dünya sahnesinde görüyoruz.

Çin, Şangay İşbirliği Örgütü çerçevesinde Rusya ile işbirliğine gidince Rusya ile bir kutup olma yakıştırması yapıldı. Gerçek böyle mi? Bu yakıştırmaya Birleşmiş Milletlerde uluslararası konularda Rusya ile paralel tutumlar alması ve ABD’nin şikayet etmesine yol açacak şekilde askeri harcamalarını tırmandırması neden oldu.

Sovyetler Birliği ile Kamboçya-Vietnam sorunu, Orta Asya meseleleri gibi sebeplerle defalarca karşı karşıya gelen Çin’le Rusya arasındaki ilişkiler hem Çin’in liberalleşmesi hem de Rusya’daki rejim değişikliği sebebiyle oldukça yumuşadı. Özellikle Gorbaçov’un 1989’da Pekin ziyareti ve 1996’da Dışişleri Bakanı Primakov’un ABD’ye karşı bir kutup oluşturma çabası, ilişkileri artırdı, iki ülke de kendilerini Amerika’nın tek kutup olduğu bir dünyada göremeyerek ortak çalışmalara önem verdi.

2006 yılında Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Çin’e bir boru hattı ile petrol ve doğal gaz ihracı projelerini açıklaması enerji konusunda da işbirliği olduğunu gösteriyor. 2006 yılında iki ülke arasındaki ticaret hacmi 33,4 milyar dolara ulaştı ve bu rakamın 2010’a kadar 80 milyar dolara ulaşması bekleniyor.

2001 yılında Rusya, Çin, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan tarafından Şangay Beşlisi olarak kurulan, daha sonra Özbekistan’ın da katılımıyla adı değişen Şangay İşbirliği Örgütü de Rus-Çin işbirligine bir örnek... Şangay Örgütü hem ortak savunma hem de ekonomik açıdan işbirligi amaçlıyor. Örgüt, ilk ortak savunma harekâtını 2003 yılında gerçekleştirdi ve ortak bir savunma bloku olmayı planlıyor.

»Çin-ABD denklemi birliktelik mi çelişki mi?

Çin ve Amerika arasında da hem hasımlık, hem hısımlık var. İhracatının yüzde 21’ini ABD’ye yapan Çin, ucuz üretimi sayesinde Amerikalı tüketicilerin tercihi . Ucuz Çin mallarına alışan Amerikan ekonomisinde Çin’den ithalatı kesme sonucu artacak fiyatlar ve doğacak enflasyon ekonomik durgunluğu tehlikeye sokar korkusu hâkim. Amerika’ya ihracatı kesilen Çin ise en büyük alıcısını kaybetme, üretim fazlasından zarara uğrama endişesinde.

ABD’nin Çin’e yönelik en önemli taleplerden biri de Yuan’ın değerinin Amerikan dolarına sabitlenmesi. 2001 yılındaki DTÖ üyeliğini takiben düşük maliyetinin sağladığı avantajla Çin’in dünya pazarlarında ihraç ürünleriyle hâkimiyet sağlaması, ABD gibi pek çok ekonomiyi rahatsız etti. Nüfusu ve rejimi sayesinde üretimi zaten düşük maliyetlere sahip Çin’in bir de sabit değerli Yuan sayesinde ihracatını daha da ucuzlatması, hem ülkelerin yerel pazarlarında hem de dış pazarlarda Çin ürünleriyle rekabeti zorlaştırdı. Bu durum, yüksek katma değerli ürünler dışında Çin pazarına girmeyi de oldukça zorlaştırdı. ABD, işsizlik artısı, iç piyasadaki firmaların güç kaybı ve 2006 yılı itibariyle ABD’nin yayınladığı rakamlara 232,5, Çin’in yayınladığı rakamlar ile 144,3 milyar dolar civarında bir ticaret açığından mustarip.

Çin’in ABD ile gerilim noktalarını ise Çin periferisindeki ABD askeri faaliyetleri ve Çin’in ihtiyaç duyduğu enerji ve hammadde kaynaklarının ABD tarafından kontrol altına alınmak istenmesi oluşturuyor. Africom’un kurulmasının bir nedeni de Çin’in Afrika’ya uzanan etkisini sınırlama isteğidir. Dikkat çekici bir gelişme Çin’in küresel doğrudan yatırımlarda adından giderek daha fazla söz ettirmesi. 2005 yılında 11,3 milyar dolar, 2006 yılında ise 17,8 milyar dolar değerinde Çin sermayesi çeşitli ülkelerde yerleşik faaliyete geçti. Özellikle Afrika ve Latin Amerika’da Çin yatırımları iyice yoğun. Günümüzde 49 Afrika ülkesinde 800’den fazla Çin firması is yapıyor ve Çin’in Afrika’yla olan ticareti 2002’de 18,5 milyar dolarken 2006’da 55 milyar dolara çıktı. Benzer şekilde Çin’in Güney Amerika’da yalnızca Arjantin’e yaptığı yatırımların toplamı 20 milyar doları buldu.

ABD karşıtlığı ve Rusya ile ortaklaşa yürüttüğü nükleer programı nedeniyle Rusya ve Çin’le birlikte bir eksen oluşturacağı söylenen bir başka emperyal güç ise İran. İran, kendine özgü üretim ilişkileri ve sınıfsal yapılanmasına rağmen, ABD, AB, Rusya ve Çin’in dahil olduğu emperyalist-kapitalist sistemin bir parçası. Politik gücünü, ABD-İsrail karşıtı Pan-İslamist siyasetinden alan İran, Irak ve Afganistan bataklarına takılan ABD karşısında, Ortadoğu’daki diğer hedef güçler üzerinde etki kuran bir bölgesel güç olma çabasında önemli mesafe kaydetmiş durumda. İran, hedefleri karşısında en önemli engel olan Irak’taki BAAS yönetiminin ABD tarafından ortadan kaldırılmasıyla yakaladığı avantajı da tepe tepe kullanıyor.

İran’ın Rusya ve Çin ile ilişkisi silahlanma ve nükleer enerji alanında olmakla beraber, önemli sınırlılıklar içermiyor. Her iki alanda da tek ülkeye bağımlı olmaktan kaçınan ve silahlanma faaliyetini mümkün olduğunca kendi çabalarıyla geliştiren İran, nükleer programını birlikte yürüttüğü Rusya’nın kısıtlamalarından da mustarip... Rusya, Buşehr Santrali’nin yapımında olduğu gibi bazı taahhütlerini geciktirmekte, Birleşmiş Milletler’de ABD’nin yaptırım önerilerine karşı çıksa da kimi yaptırımlara da imza atarak nötr bir konum alıyor. Rusya bu biçimde İran’la ilişkisini bir uluslararası pazarlık konusu yapma çabasında... Rusya, bunun yanında İran üzerinde kontrol kurarak burnunun dibinde yeni bir nükleer güç oluşumuna seyirci kalmak istemiyor. İran da Rusya’ya bağımlı kalmak istemiyor. Ekonomik anlamda AB ile ilişkilerini geliştiriyor. Türkmen ve İran gazını Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşıyacak Nabucco projesindeki hevesi, İran lideri Mahmud Ahmedinejad’ın son İstanbul ziyaretinde de gözlendi.

ABD"nin güç yitirmesi ve yeni emperyal güç merkezlerinin ortaya çıkması sonucunda gelecek bunlar arasındaki çelişki ve çatışmalara da sahne olarak şekillenecek demek mümkün.

Gürcistan gerilimi ile birlikte emperyal güç matriksi sisler arasından biraz daha yüzeye vurmuş bulunuyor. ABD hâkimiyetinin zayıflaması karşısında, muhalif emperyal güçler rahatlıkla ABD’ye kafa tutabiliyor, ABD’nin müttefikleri ABD’den görece bağımsız hareket etmeye başlıyor, ABD liderliğindeki uluslar arası kurumlarda çatlaklar çoğalıyor, bölgesel emperyal güçlerin varlığı daha çok hissediliyor.

Üretken gücü gerileyen ve mali krizle sarsılan ABD’nin hâkimiyet savaşında kolay kolay havlu atmayacağı, güç toplamaya çalışacağı kesin. Yükselme halindeki yeni emperyal güç Rusya’nın dahil olduğu bu küresel gerilim atmosferinde su, enerji ve gıda kaynakları üzerinde yeni bir hâkimiyet yarışına girmiş görünüyor dünya... Bu yarışın önümüzdeki dönemde şiddetlenmesi çok muhtemel.

TÜRKİYE BAĞIMSIZ POLİTİKA GELİŞTİRMELİ

»Bu denklemin içinde Türkiye"nin durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye, kum fırtınaları sonrası oluşan bu yeni çöl haritasında, zaman zaman kendisinin ya da birilerinin vehmettiği üzere, bir bölgesel güç olmanın çok dışındadır. Yeni emperyal güç denkleminde AB’cilik, ABD’cilik, Rusyacılık “senaryoları” şimdiden tedavüle girmiş görünüyor.

Son 30 yılın küreselleşme sürecinde, toplumuna çektirdiği onca acıya rağmen, ne demokrasisisini ne de ekonomisini güçlendirmeyi beceren, dikkate alınır bir güç haline gelemeyen Türkiye’ye, ülke politikalarına yön verenlerin tavsiyesi, işbirlikçi bir taşeronluktan öteye gidemiyor.

Kimileri için yaşanılan yer, zor bir coğrafyadır ama filler savaşından bir pay çıkarma fırsatı hâlâ vardır. Kendi ayaklarının üstünde ve kendi bağımsız politikasını belirleme gücüne kavuşamayan Türkiye’nin egemenleri için geriye sadece “işbirlikçilik senaryoları ve alternatifleri geliştirip birine yamanma” kalmaktadır. Oysa farkında olunması gereken gerçek şudur: Tek kutupluluktan çok kutupluluğa doğru seyreden dünya siyaseti, diplomasisi ister istemez her tür ekonomik ve politik kurumu da etkileyecek, bu kurumların “değişmez” sanılan kurallarını, politikalarını da çatırdatacak, bu kurumlarda güç dengesini yeniden kurgulatacaktır. IMF’den Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü’ne, NATO’sundan AB’sine kadar tüm kurumlarda yeni emperyal güç denkleminin ağırlığı hissedilecektir.

Böylesi bir konjonktürde eski ezberler işe yaramayacak ya da eski çıpaların çıpa olmadığı anlaşılacaktır. Şimdi bunun farkında olarak, tüm dünyada daha adil, daha insani, daha barışçıl bir düzenin tesisi için dümen tutmak, ortaya çıkan rüzgârdan bu yelken için yararlanmayı düşünmek, bunun zihni açılımlarına teşebbüs etmek, ufuklar yaratmak zamanıdır.

ÖNDER İŞLEYEN

Birgün-10.10.2008

Hiç yorum yok: