GELECEĞİMİZ TEHLİKEDE 06.05.2010 Amerikalı bilim adamı Jeremy Rifkin, ‘Biyoteknoloji Yüzyılı’ adlı kitabında, genetik devrimin oluşturacağı yeni dünyanın ürkütücü boyutlarına dikkat çekerken, dünyanın dev ilaç şirketlerinin yakın gelecekte tüm canlı yaşamı patentleme eğiliminde olduğunun altını çiziyor: Rifkin’in dikkat çektiği sürecin tam da ortasında yaşıyoruz. Türkiye’den Ekvator’a, Filipinler’den Peru’ya dünyanın bir çok ülkesinde; insanlık tarihinde benzeri görülmemiş bir yağma yaşanıyor. Jeremy Rifkin, benzer konuyu işlediği bir başka kitabına, dramatik bir biçimde “İşin Sonu” adını vermişti… 35 BİN KİŞİ BOLİVYA’DA BULUŞTU İşte tam da bu nedenle, dünya halkları, atmosferden okyanus diplerine kadar yeryüzünün bütün değerlerini ticari birer mal haline getiren küresel vahşete karşı Bolivya’da bir araya geldiler. 20-22 Nisan 2010 tarihlerinde Bolivya- Cochabamba’da gerçekleştirilen “İklim Değişikliği ve Doğa Ana Hakları Dünya Konferansı”, Türk basınında yeterince gündeme alınmadı. Türkiye’den Doğa Derneği’nin çağrıcıları arasında yer aldığı konferansa 35 bin kişi katıldı ve ardından doğanın haklarını tanıyan ilk evrensel bildirge oy birliği ile kabul edildi. DÜNYA İÇİN UMUT KAYNAĞI MI? Doğa Derneği Başkanı Dr. Güven Eken konuyla ilgili yaptığı açıklamada, yeryüzündeki tüm haksızlıkların odağının doğaya yapılan haksızlık olduğunu belirterek, “İnsanoğlu, doğa ananın uğradığı haksızlıkları gözden kaçırdığı sürece hiçbir sorununu çözemeyecek. Kadınlar, çocuklar, azınlıklar, güçsüz ve fakirler ezilmeye devam edecek. Savaşlar son bulmayacak. Çünkü hak parçalanmaz, bütündür. Bu nedenle Bolivya’daki toplantı insanlık için dönüm noktası niteliğinde. Burada, insanlığın doğanın haklarını tanıması için ilk uluslararası girişim gerçekleştirildi ve tüm dünya için bir umut kaynağı oluştu” dedi. Türkiye Su Meclisi Sekreteryasından Serhat Demirkol, 35 bin ‘dünyalı’nın imzaladığı ve küreselleşme karşısından atılan en kapsamlı adım diyebileceğimiz “Halkların Anlaşması”nı Türkçe’ye çevirdi. Yusuf Yavuz İŞTE O ANLAŞMANIN TAM METNİ… BUGÜN, DOĞA ANAMIZ YARALI VE İNSANLIĞIN GELECEĞİ TEHLİKEDE Eğer küresel ısınma "Kopenhag Anlaşmasının" yol açabileceği gibi 2 santigrat dereceden daha fazla artarsa, Doğa Anamıza verilen hasar yüzde 50 olasılıkla tümüyle geri dönüşsüz olacak. Türlerin yüzde 20 ile yüzde 30'u yok olma tehlikesi altında. Geniş yayılıma sahip orman alanları etkilenecek, kuraklık ve seller gezegenin farklı bölgelerini etkisi altına alacak, çöller genişleyecek, kutup buzulları, And ve Himalaya buzullarındaki erime kötüleşecek. Pek çok ada ülkesi yok olacak. Afrika 3 santigrat dereceden daha yüksek bir sıcaklık artışına maruz kalacak. Aynı şekilde, gıda üretimi azalacak ve dünyada açlık çeken insan sayısında dramatik bir artış olacak. Hali hazırda açlık çeken insan sayısı 1.02 milyarı geçmiş durumda. Sözde "gelişmiş" ülkelerin hükümetleri ve şirketleri, bir kesim bilim insanın suç ortaklığıyla, iklim değişikliğinin nedeni olan kapitalist sistemi sorgulamadan sıcaklık artışıyla sınırlandırılmış bir sorunu tartışmamıza neden oldu. Sanayi devriminden bu yana hızlanarak insanın ve doğanın boyun eğdirilmesini ve yok edilmesini temel alan ataerkil bir uygarlık modelinin nihai kriziyle karşı karşıyayız. İNSANLIĞIN BÜYÜK İKİLEMİ Kapitalizm, Doğa Anayı bir hammadde kaynağına, insanları tüketicilere ve üretim araçlarına Kapitalizm, halk direnişlerini bastırarak bölgeler üzerinde kontrolün dayatılması için güçlü bir askeri sanayiye gerek duyar. Gezegeni sömürgeleştiren emperyalist bir sistemdir. İnsanlık büyük bir ikilemle karşı karşıya: ya kapitalizmin, yağma ve ölümün yoluna devam edilecek ya da doğa ile uyum ve yaşama saygı yolu seçilecek. İnsanlar arasında ve doğa ile uyumu yeniden sağlayan yeni bir sistem oluşturmamız gerekiyor. Bu sistemin doğa ile dengeli olması için öncelikle insanlar arsında eşitlik olmalı. Dünya halklarından "İyi Yaşam" düşünce ve pratikleriyle kabul görmüş Yerli İnsanların bilgi, bilgelik ve kâdim pratiklerinin iyileştirilmesi, yeniden değerlendirilmesi ve güçlendirilmesini öneriyoruz. Doğa Anayı bölünemez, birbirimize bağımlı, birbirimizi tamamlayıcı ve ruhsal bir ilişkiye sahip olduğumuz canlı bir varlık olarak tanımlıyoruz. İklim değişikliğiyle yüzleşmek için, Doğa Anayı yaşam kaynağı olarak tanımalı ve aşağıdaki prensipleri temel alan yeni bir sistem oluşturmalıyız: *her şey ile ve her şey arasında uyum ve denge; Sınırsız ve yıkıcı bir kalkınma modelini desteklemiyoruz. Bütün ülkelerin sahip oldukları nüfusun temel ihtiyaçlarını karşılaması için hizmet ve maddeler üretmesi gerekir. Ancak hiçbir şekilde zengin ülkelerin gezegenin destekleyebileceğinden beş kat daha büyük bir ekolojik ayak izine sahip olmasına yol açan bir kalkınma modelini sürdürmemeliler. Günümüzde, gezegenimizin yenilenme kapasitesi yüzde 30'dan daha fazla aşılmış durumda. Doğa Anamızın bu şekilde aşırı sömürüsü devam ederse, 2030 yılında iki gezegene ihtiyacımız olacak. İnsanların yalnızca bileşeni oldukları bağımsız bir sistem içerisinde, bütün bir sistemde dengesizliğe yol açmadan sadece insanlara hak tanımak mümkün değil. *Yaşama ve var olma hakkı; "Ortak vizyon", "atmosferdeki sera gazı birikimlerini, iklim sistemi üzerindeki tehlikeli insan kaynaklı etkiyi önleyecek bir düzeyde durdurmayı" belirten Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi'nin 2. Maddesini gerçekleştirmek için sera gazı birikimlerini sabitlemeye uğraşır. Bizim vizyonumuz, gelişmiş ülkelerin sera gazı birikimlerini 300 ppm miktarına düşürecek şekilde salınımlarını azaltmayı taahhüt etmeleri prensibine dayanır. Böylece dünyanın ortalama sıcaklığında en fazla bir santigrat derecelik bir artışı talep etmek için ortak ancak farklı sorumluluklar alınır. Bu vizyonun başarılması için acil eylem ihtiyacı önem arz eder. Halkların, hareketlerin ve ülkelerin desteğiyle, gelişmiş ülkeler sera gazı salınımlarını düşürme konusunda kısa dönem hedeflerin başarılmasına imkan sağlayan iddialı hedefler taahhüt etmeli. Dünya'nın iklim sisteminden yana vizyonumuzu sürdürürken, Sözleşmenin nihai amacına mutabık kalmalıyız. İklim değişikliği müzakerelerinde "uzun dönemli ortak eylem için ortak vizyon" atmosferdeki sera gazı birikimine ve sıcaklık artışında sınırlama getirilmesine indirgenmemeli. Kapasite gelişimi, üretim-tüketim modelleri ve doğa ile uyum için Doğa Ana Haklarının kabul edilmesi gibi diğer önemli faktörlere ilişkin dengeli ve bütünleyici önlemler içermeli. İklim değişikliğinin ana nedeni olan gelişmiş ülkeler, tarihsel sorumluluklarını dikkate alarak tüm boyutlarıyla iklim borçlarını kabul etmeli ve ödemeliler. Bu, iklim değişikliğine karşı etkili ve bilimsel bir çözümün temelini oluşturur. Bu bağlamda, gelişmiş ülkelerden şunları talep ediyoruz: *Sera gazı salınımlarıyla ele geçirdikleri atmosferik alanın eski haline getirilmesi. Salınımın KOPENHAG ANLAŞMASINI REDDEDİYORUZ Sadece finansal tazminata odaklanılmamalı, aynı zamanda Doğa Anamız ve tüm varlıklarıyla 2010 yılının sonunda Meksika'da gerçekleştirilecek olan bir sonraki İklim Değişimi Konferansı, gelişmiş ülkelerin 1990 seviyelerini temel alan salınımın en az yüzde 50 oranında azaltılmasını kabul etmek zorunda oldukları 2013 - 2017 yılları arasındaki ikinci mutabakat dönemi için Kyoto Protokolünde bir değişikliği onaylamalı. Sera gazı salınımı azaltılmasındaki başarısızlıkları gizleyen karbon pazarı ya da diğer mekanizmalar bu değişikliğe dahil edilmemeli. Her şeyden önce , gelişmiş ülkeler arasındaki birbirini tamamlayan çabalar çerçevesinde her bir gelişmiş ülke için bireysel sorumlulukların belirlenebilmesi için gelişmiş ülkeler grubunun bir hedef belirlemesine ihtiyacımız var. Salınımı azaltmak için bir yol olarak Kyoto Protokolünü bu şekilde devam ettirmeliler. Kyoto Protokolünü imzalamayan dünyadaki tek Ek Protokol 1 (Annex 1) ülkesi olan Birleşik Devletler, dünya halkları karşısında ekonomisine uygun ölçekte salınımını azaltma ve bu belgeyi onaylama sorumluluğuna sahip. Biz halklar olarak, iklim değişikliğinin kötü etkilerinden korunmak için eşit haklara sahibiz. Gelişmiş ülkelerin salınımlarının neden olduğu etkilere boyun eğmek olarak anlaşılan iklim değişikliğine uyum kavramını reddediyoruz. Gelişmiş ülkeler bu küresel tehlikeyi dikkate alarak hayat ve tüketim tarzlarını değiştirmeli. İklim değişikliğinin kötü etkilerine karşı koymak için bunu zaruri görüyoruz. Uyumun bir Birkaç devlet tarafından gelişmekte olan ülkelere dayatılan "Kopenhag Anlaşması", yetersiz kaynak sunmanın ötesinde, halkları bölmeye, uyum ve hafifletme kaynaklarına erişim için belirli koşullar belirleyerek gelişmekte olan ülkelerden kaynak gasp etmeye çalışır. Ayrıca gelişmekte olan ülkeler arasında anlaşmazlıklar, eşitsizlikler ve ayrımlar oluşturarak iklim değişikliği hassasiyetlerine göre onları sınıflandıran uluslararası müzakere sürecinin kabul edilemez olduğunu söylüyoruz. İnsanlığın küresel ısınmayı durdurmak ve gezegeni soğutmak için verdiği büyük mücadele, tarım ve gıda bağımsızlığı sorununun çözümüne katkı sağlayan kâdim model ve pratikler kadar, yerli ve kırsal halkların kullandığı sürdürülebilir üretim modeline doğru tarımsal pratiklerde gerçekleştirilecek derin bir değişimle kazanılabilir. Bu, halkların kendi tohumlarına, toprağına, suyuna ve gıda üretimine sahip olma hakkı olarak anlaşılmalı. Dolayısıyla Doğa Ana ile uyum içinde ve yerel kültürlere uygun olan üretim biçimleriyle, Doğa Ana ile bütünlük içerisinde yeterli, çeşitli ve besleyici gıdalara erişimi garanti SERBEST TİCARET ANLAŞMALARINI REDDEDİYORUZ Endüstriyel tarım, küresel kapitalizmin sosyal, ekonomik ve kültürel üretim modeliyle ve yeterli gıda sağlamadan sadece pazar için gıda üreten mantığıyla, iklim değişikliğinin ana nedenlerinden biri. Teknolojik, ticari ve politik yaklaşımı yalnızca iklim değişikliği krizinin derinleşmesine ve dünyadaki açlığın artmasına hizmet ediyor. Bu nedenle, Serbest Ticaret Anlaşmalarını, Ortaklık Anlaşmalarını ve yaşama uygulanan her türlü Fikri Mülkiyet Haklarını, mevcut teknolojik paketleri (kimyasal tarım ürünleri, genetik değişiklikler) ve mevcut krizi sadece kötüleştiren yanlış çözümleri (biyoyakıtlar, genetik mühendislik, nanoteknoloji, vs.) reddediyoruz. Benzer şekilde, kapitalist modelin, yerli insanları topraklarından kovarak, gıda bağımsızlığını Birleşmiş Milletler Yerli Halklar Hakları Bildirisi tümüyle kabul edilmeli, iklim değişikliği müzakerelerine dâhil edilmeli ve uygulanmalı. Ormansızlaştırmayı önlemek, yaşlı ve balta girmemiş ormanları korumak için en iyi strateji ve eylem, özellikle çoğu ormanın yerli halkların, ulusların ve diğer geleneksel toplulukların içerisinde yaşadığı bölgelerde yer aldıklarını hesaba katarak bu bölgelere kolektif haklar tanımak ve bu hakları garanti altına almak. Ulus Devletlerin bağımsızlıkları, halkların gelenekleri ve Doğanın Haklarıyla birlikte halkların bağımsızlığını, öncelikli, özgür ve bilgilendirilmiş onay haklarını çiğneyen Ormanların Tahrip Edilmesi ve Yok Edilmesi Sonucu Oluşan Emisyonu Azaltma Çalışmaları (REDD) ve benzerleri gibi Pazar mekanizmalarını kınıyoruz. Kirletici ülkeler, halklar ve yerli ataların organik yapıları lehine olacak şekilde ormanların iyileştirilmesi ve bakım masrafları için gerekli ekonomik ve teknolojik kaynakların sağlanmasından sorumlu. Tazminat doğrudan olmalı. Bütçe kaynaklarına ek olarak karbon pazarının dışında olmalı ve asla karbon dengesi görevi görmeden gelişmiş ülkeler tarafından taahhüt edilmeli. Ülkelerin yerel ormanlar üzerindeki pazar mekanizmalarını temel alan, var olmayan ve koşullu sonuçlar öneren eylemlerine son vermelerini talep ediyoruz. Hükümetleri, yaşlı ve balta girmemiş ormanları iyileştirecek, meyve ağaçları e yerli florayı koruyan, yerli halklar tarafından yönetilen bir küresel program yaratmaya çağırıyoruz. Hükümetler orman imtiyazlarını tasfiye etmeli, yeraltındaki petrol yataklarının korunmasını Devletleri, iklim değişikliğinin ortaya çıkardığı sorunları düzeltmek için yürütülen müzakere, politika ve önlemlerdeki konuyla ilgili diğer belgeler arasında, 169 sayılı UÇÖ Sözleşmesi altındaki Birleşmiş Milletler Yerli Halklar Hakları Bildirisi'ni de kapsayan uluslararası insan haklarını ve yerli halkların haklarını tanımaya, saygı göstermeye ve etkin bir şekilde uygulamaya çağırıyoruz. Özellikle, geleneksel yaşam tarzımızı güçlendirmek ve iklim değişikliğinin çözümüne etkili bir şekilde katkı sağlamak için bölgeler, toprak ve doğal kaynaklar üzerindeki hak taleplerine yasal onaylar verilmesi çağrısında bulunuyoruz. Tüm müzakere süreçlerinde ve iklim değişikliğiyle ilişkili önlemlerin tasarım ve uygulanmasında yerli halkların müzakere, katılım ve öncelikli, özgür ve bilgilendirilmiş onay haklarının tam olarak ve etkin bir şekilde uygulanmasını talep ediyoruz. Çevresel bozulma ve iklim değişikliği kritik seviyelere ulaşıyor. Bunun ana sonuçlarından biri ulus içi ve uluslararası göç. Tahminlere göre, 1995 yılında hali hazırda 25 milyon iklim mültecisi vardı. Şu anki tahminler 50 milyon civarında ve 2050 yılında 200 milyon ile 1 milyar arasında insanın iklim değişikliğinden kaynaklı olarak göç etmek zorunda kalacağını öngörüyor. Gelişmiş ülkeler iklim mültecileri için sorumluluk almalı. İklim mültecisi tanımını yapan ve tüm devletlerin kararlılıkla hareket etmesini gerektiren uluslararası sözleşmelerin imzalanmasıyla, iklim mültecilerinin temel hakları tanınmalı ve göç etmek zorunda kaldıkları bölgelere kabul edilmeliler. Devletlerin, şirketlerin ve diğer kurumların sorumluluklarını açıkça tanımlayan, göç alan ve geçiş güzergâhındaki ülkelerdeki göçmen, mülteci ve yerinden edilmiş insanların hak ihlallerini ilan etmek, ortaya çıkarmak, belgelemek, yargılamak ve cezalandırmak için Uluslararası Vicdan Mahkemesi kurulmalı. İklim değişikliği için gelişmekte olan ülkelere verilen mevcut fonlar ve Kopenhag Anlaşmasının önerileri anlamsız. Resmi Kalkınma Yardımları ve kamu kaynaklarına göre, gelişmekte olan ülkelerdeki iklim değişikliğinin üstesinden gelebilmek için gelişmiş ülkelerin gayrisafi milli hasılalarının en az yüzde 6'sını ayırmaları gerekmekte. Küresel öncelikler ve politik irade hakkında ciddi sorgulara neden olacak şekilde aynı miktarın milli savunmaya harcandığını ve beş katı fazlasının batan bankaları ve spekülatörleri kurtarmak için kullanıldığını düşündüğümüzde, yüzde 6 oldukça makul. Fonlama doğrudan ve şartsız olmalı. En çok etkilenen topluluklar ve grupların ulusal bağımsızlığı ya da kendi kaderlerini tayin etme haklarına müdahale etmemeli. Mevcut mekanizmanın etkisizliği karşısında Ek Protokol 1 ülkelerinin fonlama taahhütlerine uymalarını sağlamak için, 2010 İklim Değişikliği Konferansı'nda, gelişmekte olan ülkelerin anlamlı şekilde temsil edildiği, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi altında Taraflar Konferansı (COP) otoritesiyle işleyen ve sorumluluğu altında yeni bir fonlama mekanizması oluşturulmalı. Salınımın azaltılmasının esasen pazar mekanizmalarıyla destekleneceği ifade edilmiş olmasına karşın, gelişmiş ülkelerin 1990 ile 2007 yılları arasında salınımlarını önemli ölçüde arttırdıkları görüldü. KARBON PAZARI DOĞAYI METALAŞTIRIYOR Karbon pazarı, Doğa Anamızı metalaştıran kârlı bir iş olmuş durumda. Suyu ve hatta yaşamın Bu nedenle, insanlığın ve Doğa Anamızın korunmasını onların ellerine bırakmak tamamen sorumsuz bir davranış. Var olan mekanizmalar ne iklim değişikliği sorununu çözdü ne de sera gazı salınımını azaltan gerçek ve doğrudan eylemlerin önünü açtı. Bu nedenle, mevcut müzakerelerin karbon pazarını genişleten ve destekleyen yeni mekanizmaların yaratılmasını teklif etmesi kabul edilemez. Kalkınma ve teknoloji transferi hakkında Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi altında gelişmiş ülkelerin üzerlerine aldıkları taahhütlerin yerine getirilmesini talep etmek ve gelişmiş ülkeler tarafından teklif edilen sadece teknolojinin satışının yapıldığı "teknoloji vitrinini" reddetmek gerekiyor. Teknoloji değişiminin katılımcı kontrolü, yönetimi ve değerlendirilmesi için multidisipliner bir mekanizma yaratacak tüzüklerin oluşturulması gerekiyor. Bu teknolojiler faydalı, temiz ve toplumun yararına olmalı. Aynı şekilde, uygun ve fikri mülkiyet haklarından muaf teknolojilerin fonlanması ve envanteri için bir bütçenin oluşturulması önemli. Patentler, özellikle erişilebilirlik ve düşük maliyetlerin sağlanması için özel tekellerin ellerinden alınarak kamu yararına sunulmalı. Bilgi evrenseldir. Teknoloji uygulamaları da dâhil hiçbir şekilde özel mülkiyete ya da özel kullanıma konu edilemez. Gelişmiş ülkeler, gelişmekte olan ülkeler ile teknolojilerini paylaşma sorumluluğuna sahip. Teknoloji ve yenilik yaratılması için gelişmekte olan ülkelerde araştırma merkezleri kurmalı ve "iyi yaşam" için geliştirilmelerini ve uygulanmalarını sağlamalılar. Dünya, gezegenin yok oluşunu durdurmak için yerli halkların kâdim prensiplerini ve yaklaşımlarını geri kazanmak ve yeniden öğrenmek zorunda. Doğa Ana ile uyum içinde "iyi yaşam" kapasitesini tekrar kazanmak için kâdim pratikleri, bilgiyi ve ruhsallığı desteklemek zorunda. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi ve Kyoto Protokolü altında verilen taahhütler ve yükümlülüklere etkin bir şekilde uyma konusunda gelişmiş ülkelerin politik irade eksikliği, insanlığın ve Doğa Ananın Haklarını ihlal eden iklim ve çevre suçlarının belirlenmesi ve bunlara karşı önceden tedbir alınması için yasal bir uluslararası oluşumun eksikliği göz önünde bulundurulduğunda, eylemleriyle iklim değişikliğine neden olan devletler, endüstriler ve insanları önlemek, yargılamak ve cezalandırmak için yasal bir güce sahip Uluslararası İklim ve Çevre Adaleti Mahkemesinin oluşturulmasını talep ediyoruz. Başta sera gazı salınımını azaltma taahhütü olmak üzere Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi ve Kyoto Protokolü altındaki taahhütlere uymayan gelişmiş ülkelere karşı Uluslar arası İklim ve Çevre Adaleti Mahkemesi'nde dava açan devletler desteklenmeli. Halkların, Birleşmiş Milletler bünyesinde derinlemesine bir reformu önermelerinde ve bu reformu desteklemelerinde ısrar ediyoruz ki tüm üye ülkeler Uluslararası İklim ve Çevre Adaleti Mahkemesi'nin kararlarına uysun. İnsanlığın geleceği tehlikede. Bir grup gelişmiş ülke liderinin Kopenhag'daki Taraflar Konferansı'nda başarısız bir şekilde yapmaya çalıştıkları gibi tüm ülkeler adına karar almalarına izin veremeyiz. Bu karar hepimizi ilgilendiriyor. Nitekim, iklim değişikliği üzerine aşağıdaki konuları ele alacağımız küresel bir referandum ya da bir halk müzakeresi gerçekleştirmemiz önemli: gelişmiş ülkeler ve çokuluslu şirketlerin salınımlarının düşürüleceği seviye, gelişmiş ülkeler tarafından verilecek finansman, Uluslararası İklim Adaleti Mahkemesi'nin oluşturulması, Doğa Ana Hakları Evrensel Beyannamesi ihtiyacı ve mevcut kapitalist sistemin değiştirilmesi gerekliliği. Küresel referendum ya da halk müzakere sürecinin başarıyla gerçekleşmesi, hazırlık sürecine bağlı olacak. HALKLARIN KÜRESEL DOĞA ANA HAREKETİNE ÇAĞRI Uluslararası eylemlerimizin koordinasyonu ve bu "Halkların Anlaşması" sonuçlarının uygulanması için dünya genelinde gerçekleştirilecek eylemlerin koordinasyonu ve birlikteliği için geniş ve demokratik bir alan meydana getirmeliyiz. Bunun için, üyeleri arasındaki kök ve vizyon çeşitliliğine saygıyı ve tamamlayıcı yasaları temel alması gereken bir Halkların Küresel Doğa Ana Hareketi'nin oluşturulması çağrısında bulunuyoruz. Bu maksatla, Ek Protokol 1 listesinde yer alan gelişmiş ülkelerin var olan yasal çerçeveye saygı göstermesi, sera gazı salınımlarını yüzde 50 oranında azaltması ve bu Anlaşmada yer alan farklı önerilerin kabul edilmesi için ilgili küresel eylem planını benimsiyoruz.Son olarak, Halkların Küresel Doğa Ana Hareketinin oluşum ve bu yılın sonunda Cancun, Meksika'da yapılacak olan İklim Değişikliği Konferansı'nın çıktılarına tepki sürecinin bir parçası olarak, 2011 yılında İklim Değişikliği ve Doğa Ana Hakları Dünya Halkları Konferansı'nın ikincisini gerçekleştirmeyi kabul ediyoruz. http://www.odatv.com/ |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder