17 Ocak 2011

ALEVİLİK “TEVHİT” DİNLERİNDEN FARKLIDIR!

ALEVİLİK “TEVHİT” DİNLERİNDEN FARKLIDIR!

EvcioğluHaber- PSAKD internet sitesinde yayınlanan "Alevilik 'tevhit' Dinlerinden Farklıdır" başlıklı makalede; Sn: Kemal BÜLBÜL, 'Alevilik diğer dinler gibi bir tebliğ dini (kitaplı din) değildir.. Alevilik yaşanır ve yol erkan gidilerek ögrenilir.'. diyerek, aşağıda verilen yazısın

resim

Tevhit dinleri (Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslamiyet) “Allahın peygamberleri aracılığı ile kullarına isteklerini vahiy olarak bildirdiği” dinlerdir. “Allah, peygamberlerine kullarının uymasını istediği günah ve sevapları bildiren kitap gönderir. Peygamberler ise Allahın kitabını kullara tebliğ eder, kulları kendine bildirilen dine davet eder. Peygamber Allahın elçisidir.”

Alevilik kitaplı bir din değildir. Dolayısıyla monist (tekçi) bir din de değildir.
Alevilik okullu bir inançtır. Aleviliğin okulları dergahlar ve ocaklardır. Alevilikteki dedelik kurumu ne kadar soydan gelse de Alevi dedeleri ocaklarda, dergahlarda, cemlerde Yol yürünürken ve yürütülürken mürşidinin, pirinin yanında yetişir.

Alevi dedelerinin eğitim ortamları dergah, ocak ve cemlerin yanında dede talip ilişkisi içinde yaşamdan öğrenerek de olur.
Aleviliğe göre evrenin kendisi bir öğrenme ortamıdır. Can evrende mikrodan, makroya “her şeyle” ilişki içindedir. Ve bu “Her şey” canlıdır. “Her şeyin” dili vardır. Ama “Her şeyin” dilini herkes bilemez. Bilmek bir anlamda sırları anlamak, “Sırra vakıf olmaktır.”
Sırları bilen, yaşayan ve yaşatan kişiye mürşit, pir, rehber, dede… giderek “Kamil insan, Veli, Eren, Evliya” denir. Öyle sanıldığı gibi “Dede sadece cem yürüten” kişi değildir. Dede yaşama vakıf bir bilgedir.
Ama ne yazı ki günümüzde Alevi kurumları yaşam olanağı bulamadığı, Alevi ocakları işlevsiz ve sahipsiz kaldığı, dergahların türbe, müze vb. işlevler gördüğü, mürşit, pir, rehber, dede ilişkisi ve bunların ocağı oluşturan taliplerle yeterli ve gereli ilişkisi olmadığı için dedelik şöyle anlaşılıyor; “Cemi yürütecek duazimam ve gülbangları bilen, taliplerinden hakullah (çıralık) alan dini önder!” Bu çok basit ve sıradan bir yaklaşımdır.

Şunu belirtmeden edemeyeceğim; Aleviler çaresizlikten “Cem yürütecek duazimam ve gülbang bilen taliplerden hakullah (çıralık) alan öndere” razı olmak zorunda kalıyorlar. Zira Yol kesintiye uğramış. Yolu, Yol yapan temel süreçler tahrip edilmiş. Bu durum dedelerin değil Alevi katliamları yapan, ocak ve dergahları yağmalayan sistemin suçudur. Alevilik bu güne kadar yaşayabilmiş ise bu dedelerin onurlu ve direngen tavrı ile olmuştur.

Tevhit dinlerinin “Kutsal kitapları” (Zebur, Tevrat, İncil, Kuran) vardır. Alevilikte “Kutsal kitap” işlevini deyişler, nefesler, duvazlar, gülbanglar görür.

Tevhit dinlerinde bireysel ve toplu ibadetler vardır. Hıristiyanlar Kilisede ayin yapar, Müslümanlar camide namaz kılar, Aleviler ise meydanda cem olurlar. (Şimdi adına cemevi dediğimiz mekanın asıl adı meydan veya meydan evidir.) Cemde mürşit, pir veya dede on iki hizmet yürütür. Bu on iki hizmet tamamen Aleviliğe özgüdür. Herhangi bir dinden kopya edilmemiştir. Ve on iki hizmetten semah dönmek (yürümek), dem almak kendine özgülüğün en çarpıcı örneğidir.

Alevilikte insan “aciz, eksik ve günahkar, günah işlemeye meyilli” diye değerlendirilmez. “Kader ve alın yazısı” inancı Alevilikte yoktur. İnsan “Eşrefi mahlukat” da değildir. Alevilikte insan, kadın erkek ayırmaksızın Yol’da olan, olgunlaşan, yaşamın gereklerini Yol’da gören ve öğrenen “Eksiği, kusuru” var ise Yol’a girerek bunları Yol’un gereklerince gideren “Kainatın aynasıdır.” Alevilikte insan içinde yaşadığı topluma karşı sorumlulukları, toplumsal ve bireysel hakları olan ve bunları yaşamda gerçekleştirmekle sorumlu bir Can’dır. Can eksik ve yanlış yapar ise bunun karşılığı “Cehennemde ceza çekmek, yanmak” değil Yol’un gereğince “Dara durmaktır.” Yine Alevilikte “Yapılan iyilik ve sevapların karşılığı cennette sefa sürmek” değildir. Pir Sultan Abdal bir deyişinde “Cümlenin muradı dünyada cennet” der.

Çeşitli İslam tarikatlarında da (Nakşibendilik, Kadirilik vb.) “Tasavvufi yorum” vardır. Ama Alevilikteki tasavvuf da farklıdır. İslam Tarikatlarındaki zikir, takva ve istiğfar yerine Alevilikte vecd, cezbe ve istiğrak vardır. Alevilik insandaki beş duyuya “Sezme, anlama, bilme, yorumlamayı” eklemiştir. Alevilik bir dogma değil, ortak aklın düşünen, tartışan ve yorumlayan ürünüdür. Alevilikte de insanlık tarihinde ve tüm inançlarda olduğu gibi “Mitoloji, metafizik” vardır. Ama Alevilikte “Mutlak, eşsiz, benzersiz ve tek” diye tanımlanan soyut veya somut hiçbir şey yoktur.

Bu anlamda, Milli eğitim Bakanı’nın “Alevilik ders kitaplarında Tasavvufi bir akım olarak öğretilecek” demesi ile “Alevilik diye bir inanç yoktur.” demesi arasında bir fark yoktur. AKP “Tasavvuf” kavramına sığınarak Aleviliğin içini boşaltmaya, Nakşibendiliğe benzetmeye çalışıyor.

Alevilik, tevhit dinlerinde olduğu gibi bir peygamberin ve ona “indirilmiş kitabın” dini değil; kendine özgü bir iç dinamizmi ve yürütme biçimi olan Yol’dur.

Alevilik “Türklerin İslam yorumu, Anadolu İslam’ı” değildir. Aleviliği böyle yorumlamak Türk/İslamcı anlayışı, Alevi/Türk/İslamcı yapmaktır. Örneğin CEM (Cumhuriyet Eğitim Merkezi) Vakfı’nın “Alevi İslam Din Hizmetleri” birimi Alevi/Türk/İslamcıdır.

“Anadolu Aleviliği” kavramı ise Misakı Millici, Kemalist bir anlayıştır. “Anadolu Aleviliği” kavramını savunanlara göre “Alevilerin tümü Türk’tür. Kürt’ten Alevi olmaz.” Bu düşünceyi savunanların akıl sağlığı sorgulanmalıdır. Günümüzde İran, Irak, Azerbaycan, Kürdistan, Türkiye, Kıbrıs, Bulgaristan, Yunanistan, Arnavutluk’ta Aleviler yaşamaktadır. Aleviler bu coğrafyalarda yerleşik topluluklardandır. Aleviler kendi içinde etnik olarak çok kimliklidirler. Ve Alevilik farklı coğrafyalarda Alevilikteki “Yol bir, sürek bin bir!” esasına göre yaşanmaktadır.
Kimi “Uzmanlar(!)” İran, Irak ve Azerbaycan’da Alevilik yaşanıyor dendiğinde Şiilik’ten söz edildiğini iddia ediyorlar. Bu bilinçli bir çarpıtmadır. İran, Irk, Azerbaycan’da Şiilik vardır ama mürşidi, piri, dedesi olan Yol, yani Alevilik de vardır.

Aleviler “Tevhit dinleri” ve bu dinlerin peygamberlerine büyük bir saygı duyarlar ve hiçbir inancı veya etnik kimliğe sövgüde veya övgüde bulunmazlar. “Herkesin inancı kendine!” derler. Yahudilik ve Hıristiyanlığa da en az İslamiyet kadar saygı duyarlar. Hak Aşıkları’nın deyiş ve nefeslerinde “Hz. Muhammed kadar, Hz. İsa, Hz. Musa ve diğer peygamberler” de geçer.

Şu sorunun sorulacağını biliyorum. “Peki, öyle ise Aleviliğin İslam ile ilişkisi nedir?”

“Aleviliğin İslam ile ilişkisinin ne olduğunu?” Hz. Muhammed’in “Miraç’tan” döndükten sonra “Gittiği Kırklar Ceminde” aramak gerekir. (Ki Aleviler Hz. Muhammed demezler. Hadem-ül Fukara derler) “Kırklar Cemi” başlı başına bir yazı, hatta kitap konusudur. Aleviliğin, İslam ile ilişkisinde başka tarihi, kültürel, inançsal, sosyal nedenleri de (Ali, Ehlibeyt, Muaviye, Yezit, Dört Halife dönemi, Kerbela Katliamı gibi) vardır. Ancak yazı uzayacağından bu konulara yer veremiyorum. (Bu kapsamda “Vahdet-i Vücut/ Vahdet-i Mevcut”. “Teoloji/ Teozofi” kavramlarını da tartışmak gerekir)

Bu yazıyı yazmamın asıl nedeni “Alevi sorunu”na bakıştaki yanlış ve maksatlı yönleri vurgulamaktır. Aleviliğe bu şekilde bakılmaz ise Türkiye’deki Alevi sorunu çözülemez. “Zorunlu Din Dersi” devam eder. “Alevi dergahları” açılmaz. “Cemevleri ibadethane olarak” kabul edilmez. “Diyanet İşleri Başkanlığı” kaldırılmadığı gibi “Alevilik DİB içine dahil” edilir. Alevi köylerine cami yapma uygulaması devam eder. Ve “Hepimiz Müslüman’ız, camide bizim, cemevi de, farklılığımız zenginliğimizdir!” denir ama Alevi asimilasyonu sür git devam eder.

KEMAL BÜLBÜL/ 12.01.2011/ ANKARA


EOH -17.01.2011- Pazartesi

Hiç yorum yok: