ÖRSELENMEK VE UNUTMAK ÇELİŞKİSİNDE "SİVAS OLAYLARI" - 2 - TELEVİZYONLARDAN ADETA CANLI YAYINDA İZLENEN SALDIRI, İZLEYENLERİ DE ÇARESİZ BIRAKTI Sivas olaylarına örselenme penceresinden bakış
Ve sonra her şey bitti. Arkadaşlar öldü. Kurtulanlar oldu; kurtulduğuna sevinemedi hiçbiri, hiçbir zaman... Yangından kurtulmanın utancı içindeydiler. Daha ilk dakikalardan başlayan unutturma çabaları, travma ile ilişkili ortaya çıkan süreğen nitelikli ruhsal örselenmenin giderek ağırlaşmasına, kalıcılaşmasına yol açtı. Bu noktada anlamlandırmanın gerçekleşmesi, muhasebenin tamamlanması için sorulacak soruların sayısı giderek arttı. Ne, neden, ne için, nasıl, ne oluyor, nasıl olabilir, ne olacak, kim, kiminle, kimin için, amaç ne? Dönemin egemen siyasilerinin bazı kesimlere ders vermek için göz yumdukları bir 'Provokasyon' muydu? Kimilerine göre ise bir komplo'ydu, kimin yaptığı bir türlü anlaşılmayan. Bazıları gerici-dinci çevrelerle uzlaşmacı politikaların beklenen bir sonucu olduğunu vurguluyordu. Evet gerçekten olayların iç yüzü neydi? Hangisiydi. Hepsi ya da hiçbiri miydi? Muhasebe yapmanın zorlaştığı ilk nokta bu yaşananların adının ne olduğuydu. Bu bir 'felaket' miydi? Yoksa 'katliam' mıydı? Bir 'facia' olarak adlandırmak mı daha doğru olurdu? Entellektüelize edilmiş bir söylemle bu olsa olsa bir 'toplu öldürüm' olabilirdi. Yoksa sadece bir 'olay' mıydı? Öfkeli ifadelerde yer alan biçimiyle bir 'canavarlık' mıydı, ya da 'cinayet' miydi? Belki de hepsi birdendi. Olayları anlamlandırmadaki güçlük, belirsizlik ya da yanlılık yeni kavramlar üretmeye de zorluyordu tartışanları. Çok şey söylenmeye ve yazılmaya başlandı. En net anlatımıyla bu gerici bir siyasal kalkışma mıydı? Ya da yalnızca bundan mı ibaretti? Bazı çevreler beylik söylemle Cumhuriyetin temellerine yönelik bir saldırı olarak tanımlamayı tercih ettiler. Bazı siyasal muhalefet çevreleri yalnızca mülki amiri hedef göstererek 'iktidarsızlığın, basiretsizliğin sonunda yaşanan bir komplikasyon' olarak tanımladılar. Dönemin egemen siyasilerinin bazı kesimlere ders vermek için göz yumdukları bir 'Provokasyon' muydu yoksa, en klişe biçimiyle karanlık dış güçlere havale edilen? Kimilerine göre ise bir 'komplo'ydu, kimin yaptığı bir türlü anlaşılmayan. Bazıları gerici-dinci çevrelerle sürdürülen, ödün veren, uzlaşmacı politikaların beklenen bir sonucu olduğunu vurguluyorlardı. Yoksa kitle psikolojisinin kontrol edilmesi güç dürtüselliğinin bir biçimi miydi? Evet gerçekten olayların iç yüzü neydi? Hangisiydi. Hepsi ya da hiç biri miydi? Tüm bunlar bu olayların muhasebesini yapılmasında ne denli zor bir yerde durulduğunu ve toplumsal bellekte kilitlenen bu siyasal travmanın işlenerek yerleşmesi gereken yere gitmesinin ne denli güç ve aynı zamanda gerekli olduğunu göstermektedir. Aslında Sivas olaylarının yaşanış biçimi, 8 saati aşkın bir süre devam eden ve 37 insanın ölümüyle sonuçlanan arbedenin atmosferinin bu travmaya ilişkin bilgi işleme sürecindeki tıkanmanın ve güçlüğün en önemli kaynağı olduğunu söylememiz gerekir. Yukarıda sözü edilenler ise ancak bu tıkanıklığı daha da zorlaştırma ve karmaşıklaştırma işlevi yüklenebilirler. Olayların hemen sonrasında ulusal basında ve kamuoyunda tartışmalar başladı. Ne yazık ki gerçekleşen tartışmaların yaşanan bu acı deneyimin nedenselliğini ve mağdurunun-mağdur yakınlarının yangınını söndürecek biçimde sürdürüldüğünü söylemek oldukça güç. Örseleyici bir deneyimin bireyin ruhsal dünyasındaki etkilerinin en aza indirilmesi için gerekenlerin başında mağdurunun bu deneyime anlam verebilmesi gelir.. Ne olduğunu anlayabilmesi, "neden ben?" sorusunun yanıtını bulabilmesi, daha doğrusu bu güne dek getirdiği ve var kalışının kaynağı olan temel inançlarına asimile edebilmesi ile olanaklıdır. Bunun gerçekleşmesi, yaralarının sarılması, kaybolan adalet duygusunun yeniden kurulması, olayın suçlularının -her aşamada- açığa çıkarılarak gereken cezanın verilmesi, bu örselenmenin ortadan kalkması için uygun bir iyileşme ortamının, yani uygun toplumsal ve siyasal koşulların oluşturulması, temel yaşam gereksinimlerinin ve güvenliklerinin sağlanması ile olanaklıdır. Daha ilk dakikalardan başlayan unutturma çabaları travma ile ilişkili ortaya çıkan süreğen nitelikli ruhsal örselenmenin giderek ağırlaşmasına, kalıcılaşmasına yol açacaktır. Bu noktada anlamlandırmanın gerçekleşmesi, muhasebenin tamamlanması için sorulacak soruların sayısı giderek artıyor. Ne, neden, ne için, nasıl, ne oluyor, nasıl olabilir, ne olacak, Kim, Kiminle, kimin için, amaç ne? .... Bu sorulara yanıt bulmanın üç yolu var. Önce içerdeki sesleri duymak. Yananlar, yangından kurtulanlar ne diyor. Sonra dışarıdakiler, kapının hemen dışında, Madımak'ı değişik uzaklıklardan izleyenler? Bir de en dışarıdakiler. Ankara'dakiler, İstanbul'dakiler, siyasiler, yöneticiler... İÇERDEN GELEN SESLER... Olayların hemen başlangıcında insanlar umutluydular. Dışarıda gelen gürültüye inat sohbet ediyorlardı. Sıkışan zamanlarını iyi geçirmeye çalışıyorlar ve umutla bekliyorlardı. "Nasılsa dağıtırlar, dağıtacaklardır" diyorlardı birbirlerine. "Tokattan, Kayseri'den yardım geliyor, bizi kurtaracaklar" diyorlardı. Umutluydular. "İnönü güvence verdi, bizlerin kılına bile zarar gelmeden kurtulacağız". Saatler ilerledikçe kaygıları artmaya başladı. Tedirginlik yükseldi. İç konuşmaları değişmeye başladı. Kaygı belirsizlik ve sabırsızlık vardı. "Bu azgın güruh can almadan gitmeyecek" diyorlardı artık. Ölüm korkusu, ölümle savaşmak ve ölümle hesaplaşmak akıllara düşüyordu yavaş yavaş. Şairler, üç şair merdivende otururken tedirgindi. Ellerinde sopalarla bekliyorlardı bir yandan.. "Öleceğiz" diyorlardı. Bir yandan ise "korkak ölmek istemiyorlardı. Ve sonra her şey bitti. Arkadaşlar öldü. Kurtulanlar oldu. Kurtulduğuna sevinemedi hiçbiri, hiçbir zaman.. Yangından kurtulmanın utancı içindeydiler. "Sivas'ta kurban bizlerdik. Yarın kim ve nerede bilemem. Bildiğimiz tek şey artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak..." diyorlardı. Sivas Katliamı konusunda yapılmış ve yurtdışında bilimsel bir dergide yayınlanmış bir psikiyatrik araştırma (1) Sivas Olayları ve ruhsal sonuçları 2 Temmuz 1993 Sivas katliamının kolaylıkla unutulacağını sanmıyorum. Olayların üzerinden 14 yıl geçmesine rağmen bir çok alandaki izlerinin halen sürmekte olduğunu biliyoruz. Bunun en önemlilerinden birisi olayı yaşayan ve tanık olanların gösterdiği ruhsal tepkiler. O dönem Ankara Üniversitesi'nde çalışan, şu anda Marmara Üniversitesinde olan Prof. Dr. Mehmet Sungur ile aynı zamanda olayların tanığı olan ve o dönem Cumhuriyet Üniversitesi'nde çalışmakta olan ve şu anda Gazi Üniversitesinde çalışan Doç. Dr. Burhanettin Kaya'nın Sivas olaylarını yaşayan, tanık olan ve yakılan otelden kurtulanlar üzerinde yaptıkları uzunlamasına araştırma bu konuda önemli ipuçları sunuyor. Bu araştırma felaketlere maruz kalan insanlarda görülen ve travma sonrası stres bozukluğu olarak adlandırılan hastalığı inceliyor. Çalışma Deseni Bu çalışmada Sivas olaylarına değişik biçimlerde maruz kalan bireylerde TSSB'nun başlangıcı ve uzun dönemdeki seyri araştırılmıştır. Sivas'ta yaşanan olaylara değişik biçimlerde maruz kalan 79 kişi, travmanın şiddetine göre üç ayrı grupta ele alınmıştır. a) Yanan Madımak Oteli'nde bulunanların oluşturduğu grup: Otelden 39 kişi kurtuldu. Bunların sekizi değişik derecelerde yaralanmışlardı. Kurtulanlardan ulaşılabilen 27 kişi çalışmanın başlangıç aşamasında değerlendirildi. Bu grup tüm olguların yüzde 35'ini oluşturuyordu ve travmaya en yüksek derecede maruz kalan bireylerden oluşuyordu. b) Kültür Merkezi grubu: Sanatsal etkinliklerin gerçekleştirildiği ve taşlı sopalı saldırıya uğrayan, kültür merkezinde bulunan izleyicilerden oluşuyordu. Ulaşılabilen 34 kişi çalışmaya alındı. Bu grup tüm olguların yüzde 43'ünü oluşturuyordu. Bu olguların bir kısmı hafif derecede yaralanmıştı. Uğradıkları travmanın şiddeti otel grubundan daha düşük, hastane grubundan daha yüksek olarak kabul edildi. c) Hastane grubu: Bu grup ölülerin ve yaralıların getirildiği Cumhuriyet Üniversitesi Hastanesinde çalışan ve olay günü nöbetçi olan sağlık çalışanlarından oluşmaktaydı. Bu gruptaki olgular cesetlerle karşılaşmışlar ve yaralılara acil tedavi girişimlerinde bulunmuşlardı. Bu grup tüm olguların yüzde 22'sini oluşturuyordu ve travmaya en düşük şiddette maruz kalan gruptu. Bu araştırma dört aşamada yapılmıştır. Çalışmaya alınan olgular 45.gün - 6.ay -12.ay. -18.ay olmak üzere 4 aşamada değerlendirilmiştir. İlk değerlendirme akut etkileri, 2. değerlendirme kronik ve gecikmiş olguları saptamak amacını taşımaktadır. 12. aydaki değerlendirme yıldönümünün belirtilerde ne tür değişikliklere neden olduğunu, 18. aydaki değerlendirme ise mahkeme sonuçlarının ruhsal tepkileri nasıl etkilediğini saptamayı hedefliyor. Çalışmada 1. aşamada gruplar arasında oransal olarak bir fark olmakla birlikte istatistiksel yönden bir fark bulunmamıştır. Bu sonuç travmaya verilen ilk tepkinin bir hastalık değil, doğal psikolojik bir tepki olduğunu göstermektedir. 2. aşama ve sonrasında ise otelden kurtulanlardan oluşan grup ile diğer gruplar arasında anlamlı bir fark olduğu saptanmıştır. Araştırmacılar bu sonucun TSSB oluşumunda en önemli faktörün travmanın şiddeti olduğu varsayımını doğruladığını belirtmektedirler. 3.aşamada olayın yıldönümünde olayları yeniden anımsamanın TSSB belirtilerini alevlendirdiği saptanmıştır. Bu dönemde azalma eğilimi gösteren ruhsal tepkiler yeniden artmaya başlamıştır. 4. aşamadaki değerlendirme mahkeme sonuçlandıktan sonra yapılmıştır. Bu değerlendirmede otel grubunda daha fazla olmak üzere tüm gruplarda hastalığı gösteren olguların sayısında bir artış gözlenmiştir. Araştırmacılar bu sonucu mahkeme sonuçlarının travmaya uğrayanlarda yarattığı hayal kırıklığı ve hoşnutsuzlukla açıklamışlardır. TSSB'nin görülme biçimleri,sıklığı ve oranlarına bakıldığında olguların yüzde 50.5 'inde bozukluğun saptanmadığı, yüzde 20.3'ünde akut TSSB'nin oluştuğu, yüzde 12.7'sinde kronikleştiği, yüzde 16.5'inde gecikmiş tipinin ortaya çıktığı olduğu gözlenmiştir. Olguların yarısı TSSB'nin farklı biçimlerini göstermiştir TSSB saptanan olgularda da bilinen 3 formun dışında akut tekrarlayıcı, kronik inatçı, kronik iyileşen, gecikmiş inatçı, gecikmiş iyileşen biçiminde tanımlanan alt formlar gözlenmiştir. Bu durumun oluşmasında, travma öncesi ve travma sonrasındaki bazı etkenlerin belirleyici rol oynadığı görülmüştür. Kronikleşmede belirleyici olan olay öncesi ve sonrası etkenler bozukluğun seyrini etkileme noktasında önemli görünmektedir. 03.07.2007 DOÇ.DR. BURHANETTIN KAYA Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilimdalı KAYNAK: BİRGÜN GAZETESİ |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder