Araştırma etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Araştırma etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Kasım 2010

TÜİK : "2010 Yılı Hanehalkı Bilişim Teknolojileri Kullanım Araştırması Sonuçlarını" açıkladı.


Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) "2010 Yılı Hanehalkı Bilişim Teknolojileri Kullanım Araştırması Sonuçlarını" açıkladı
.

B
u yılın Nisan ayı içerisinde gerçekleştirilen araştırmaya göre, hanelerin yüzde 41,6'sı internet erişim imkanına sahip bulunuyor.
Bu oran geçen yılın aynı döneminde yüzde 30 düzeyinde idi.
İnternete erişim imkanı olmayan hanelerin yüzde 26,3'ünün internet kullanımına gerek duymadıklarının belirlendiği araştırmada, Türkiye'de en yaygın internet bağlantı türünün yüzde 73,3 ile ADSL olduğu görüldü.


Bilgisayar ve internet kullanımı artıyor

Araştırma sonuçlarına göre 16-74 yaş grubundaki bireylerde bilgisayar ve internet kullanım oranları sırasıyla;
Erkeklerde yüzde 53,4 ve yüzde 51,8,
kadınlarda yüzde 33,2 ve yüzde 31,7 olarak belirlendi.
Bu oranlar 2009 yılının aynı dönemi için sırasıyla erkeklerde yüzde 50,5 ve yüzde 48,6,
kadınlarda ise yüzde 30 ve yüzde 28 idi.

Son 3
ay içerisinde (Ocak-Şubat-Mart 2010) bireylerin yüzde 39,1'i bilgisayar, yüzde 37,6'sı internet kullandı.
Bilgisayar kullanan bireylerin yüzde 60,8'i bilgisayarı,
internet kullanan bireylerin yüzde 59,3'ü ise interneti hemen hemen her gün kullandı.

Bilgisayar ve internet kullanımında ev ilk sırada
Araştırmaya göre, bilgisayar kullanılan yerler yüzde 70 ile ev, yüzde 31,3 ile işyeri, yüzde 17,5 ile internet kafe,
internet kullanılan yerler ise yüzde 62,8 ile ev, yüzde 31,6 ile işyeri, yüzde 20 ile internet kafe olarak sıralandı. Bilgisayar ve internet kullanım oranlarının en yüksek olduğu yaş grubu 16-24 yaş grubu olarak belirlendi. Bu oranların tüm yaş gruplarında erkeklerde daha yüksek olduğu bildirildi. Eğitim durumuna göre en yüksek bilgisayar ve internet kullanım oranının yüksekokul, fakülte ve üstü mezunlarda görüldüğü kaydedildi. İşgücü durumu dikkate alındığında, işverenlerde bilgisayar ve internet kullanım oranları sırasıyla yüzde 69,2 ve yüzde 67,8 iken, ücretli ve maaşlı çalışanlarda yüzde 62,6 ve yüzde 60,5 oldu. Aynı oranlar işsizlerde sırasıyla yüzde 50 ve yüzde 48,2 olarak belirlendi.

İnternet en çok e-posta için kullanılıyor

Son 3 ay içerisinde internet kullanan bireylerin yüzde 72,8'i e-posta göndermek-almak, yüzde 64,2'si sohbet odalarına, haber gruplarına veya çevrimiçi tartışma forumlarına mesaj göndermek, anlık ileti göndermek, yüzde 58,8'i haber, gazete ya da dergi okumak, haber indirmek, yüzde 55,7'si mal ve hizmetler hakkında bilgi aramak, yüzde 51,2'si oyun, müzik, film görüntü indirmek ya da oynatmak için interneti kullandı.

Giyim ve spor malzemeleri satın alınıyor

Araştırmaya göre, internet kullanan bireylerin kişisel kullanım amacıyla internet üzerinden mal veya hizmet siparişi verme ya da satın alma oranı yüzde 15 oldu. Sipariş verme ya da satın alışın en son yapıldığı zamana göre yüzde 9'ü son 3 ay içerisinde, yüzde 3,6'sı üç ay ile bir yıl arasında, yüzde 2,5'i ise bir yıldan uzun süre önce gerçekleştirdi. İnternet kullanan bireylerin yüzde 85'i ise internet üzerinden hiç mal veya hizmet siparişi vermedi veya satın almadı. Son 12 ayda (Nisan 2009-Mart 2010) internet üzerinden mal veya hizmet siparişi veren ya da satın alan bireyler yüzde 24,3 oranı ile en fazla giyim ve spor malzemeleri satın aldılar. Bunu yüzde 23,8 ile elektronik araçlar, yüzde 19,3 ile ev eşyası, yüzde 15,2 ile seyahat bileti alma, araç kiralama, yüzde 13,3 ile gıda maddeleri ile günlük gereksinimler izledi. Bir önceki yıl aynı dönemde elektronik araçlar yüzde 32,2 ile (cep telefonu, kamera, TV, DVD oynatıcı...vs) ilk sırayı almıştı.

Bilim güvenliği sorunu

Son iki ay içinde kişisel amaçla internet kullanan bireylerin yüzde 46,8'i güvenlik sorunu ile karşılaştı.
Bireylerin karşılaştığı en önemli sorunlar; yüzde 36,4 ile bilgi veya zaman kaybına neden olan virüs ya da diğer bilgisayar sorunları ve yüzde 32 ile istenmeyen e-postaların (spam) gelmesi olarak sıralandı.

İnternet kullanan bireylerin yüzde 58,1'i kişisel amaçla kullandığı bilgisayarını ya da verisini korumak için bir güvenlik yazılımı ya da aracı kullandı.

http://www.cnnturk.com

3 Ekim 2010

KESK-AR'DA EMEKÇİLER VE GERÇEKLER


KESK-AR'DA EMEKÇİLER VE GERÇEKLER


EvcioğluHaber- (KESK-AR) Kamu Emekçileri Konfedarasyonu Araştırma Merkezince Doç.DR. Mustafa DURMUŞ'a yaptırılan bir çalışmada, Emekçiler açısından ülkemizin karşı karşıya olduğu onlarca olumsuz gerçeklerin su yüzüne çıktığı gerçeği ile karşı karşıya olduğumuzu görmekteyiz..
KESK tarafından yaptırılan araştırmanın sonucu bir kitapcık halinde yayımlanmıştır.. Bu araştırmaya göre, bazı başlıkları aşağıda aktarılmaya çalışılan veriler bulacaksınız...

EvcioğluHaber
03.10.2010


Daha fazla kar için daha fazla üretim ve daha fazla büyüme sadece emeği değil, doğayı tahrip ediyor.
İktisadi büyüme kavramı, toplumdaki eşitsizlikleri açıklayamadığı gibi sıklıkla bu tür eşitsizlikleri gizlemek, perdelemek için kullanılmaktadır.
Birkaç banka ya da tekel kar ettiğinde ortalama, kişi başına düşen gelir de büyür, iktisadi büyüme sağlanır.
Bu halkın da gelirinin ve refahının arttığı anlamına gelmez.


*********
Goulet:
"Kalkınmanın üç olmazsa olmazı: Zorunlu ihtiyaçların karşılanması, özgüven-bağımsızlık ve özgürlük. " diyor

-Yurttaşlarının konut-barınma, gıda, eğitim, sağlık gibi zorunlu ihtiyaçlarını bedelsiz olarak karşılayamayan;
-Emperyalistlerce kaynakları sömürülen ve diğer ülkelerle ilişkilerini eşit bir zeminde sürdüremeyen;
-Halklarının, insanlarının kendi geleceklerini özgürce belirleyebilme hak ve özgürlüklerine sahip olmadığı bir ülke, toplum, ekonomi gerçek anlamda kalkınmış sayılamaz"

***********
-TÜİK gelir dağılımı araştırmaları sosyal sınıfların milli gelirden aldığı payları göstermiyor.
-Gelirin yanı sıra asıl olarak Türkiye’de servet eşitsiz dağılmakta, bu da refahın adaletsiz dağılmasına neden olmaktadır.
-Kriz hem dünyada hem de Türkiye’de servet zenginlerinin sayısını artırdı.
-Buna karşılık halk daha da yoksullaştı.

**********

-İktisadi büyüme tek başına ne toplumsal refahın, ne yaşam standardının ölçüsü olabilir, ne de emekçilerin refah düzeylerinin yükselmesini sağlayabilir.
-Azgelişmiş ülkeler için iktisadi büyümeden ziyade kalkınma –sanayileşme olgusu önemlidir.
-Çünkü bu ülkeler kalkınamamakta ya da sanayileşememektedir.

***********
-Daha fazla kar için daha fazla üretim ve daha fazla büyüme sadece emeği değil, doğayı tahrip ediyor.
-İktisadi büyüme kavramı, toplumdaki eşitsizlikleri açıklayamadığı gibi sıklıkla bu tür eşitsizlikleri gizlemek, perdelemek için kullanılmaktadır.
-Birkaç banka ya da tekel kar ettiğinde ortalama, kişi başına düşen gelir de büyür, iktisadi büyüme sağlanır.
-Bu halkın da gelirinin ve refahının arttığı anlamına gelmez.

***********
-TÜİK gelir dağılımı araştırmaları sosyal sınıfların milli gelirden aldığı payları göstermiyor.
-Gelirin yanı sıra asıl olarak Türkiye’de servet eşitsiz dağılmakta, bu da refahın adaletsiz dağılmasına neden olmaktadır.
-Kriz hem dünyada hem de Türkiye’de servet zenginlerinin sayısını artırdı.
-Buna karşılık halk daha da yoksullaştı.

*******

-Kamuya yeni borç vermenin karşılığında finans kapital ağır kemer sıkma politikaları dayatıyor.
-Krizdeki AB’nin geleceği tartışılıyor.
-Kriz uzun süreli olacak; bazen büyüme, istihdam artışları görülürken, bazen de daralmalar, hatta yeni dipler ortaya çıkabilir.
-Kapitalist krizin yeni aşamasında, özel sektöre ait risk ve borçlar kamu borcuna dönüştürülerek toplumsallaştırıldı.

********
-Avrupa’da uygulanan kemer sıkma politikaları seçim sonrasında Türkiye’de görülecek (mali kural).
-Krizin bu yeni aşamasını Türkiye’nin emek örgütleri çok iyi analiz etmeli.
-Kamu emekçileri, işçi sınıfı örgütleri ile birlikte, küçük üreticileri, küçük esnafı, güvencesiz çalışanlar ve işsizleri de yanlarına alabilecek bir birlik ve mücadele stratejisi geliştirmek zorunda.
-Bu durum aynı zamanda emek örgütlerinin örgütlü güçlerini artırabilmeleri için bir fırsattır.
************

KESK-AR tarafından yapılan araştırmanın tamamına ulaşmak için;
http://www.kesk.org.tr/ sitesinden ulaşabilirsiniz..

4 Ağustos 2010

"Aleviler ve Ayrımıcılık" Araştırmasının Sonuçları Açıklandı


EvcioğluHaber-
"Aleviler ve Ayrımıcılık" Araştırmasının Sonuçları Açıklandı. (AHA) Alevi Haber Ajansı.com sitesinde yayımlanan habere göre; Alevi'lerin ayrımcılığa tabi tutulduğu (ODTÜ) Üniversitesi Sosyoloji Bölümü ve Alevi örgütlerinin de katkısıyla; İnsanların ayrımcılığa nasıl tabi tutulduğunun belgelendiği araştırmada, Türkiyede Alevi olmak nasıl birşeydir...

04.08.2010
İşte o araştırma;

"Aleviler ve Ayrımıcılık" Araştırmasının Sonuçları

"Aleviler ve Ayrımıcılık" Araştırmasının Sonuçları Açıklandı

Alevi Kültür Dernekleri Genel Başkanı Selahattin Özel, ''Eşit muamele hakkı, evrensel bir hak ve temel bir değerdir'' dedi.

Alevi Kültür Dernekleri ve Alevilik Araştırma Dokümantasyon ve Uygulama Enstitüsü liderliğinde, ODTÜ Sosyoloji Bölümü işbirliği ile Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı'nın katkılarıyla yürütülen ''Ayrımcılıkla Mücadele ve Eşitlik İçin Hareketlenme'' projesi kapsamında, Türkiye genelinde ''Alevilik ve Ayrımcılık'' araştırması yapıldı.

Proje kapsamında Gür Kent Otel'de düzenlenen basın toplantısında konuşan Alevi Kültür Dernekleri Genel Başkanı Özel, Türkiye'de yaşayan insanların bir kısmının ırk, etnik kökeni, din ve inancı, engelli oluşları, yaşları ve cinsel yönelimleri sebebiyle ayrımcılığa maruz kaldıklarını ileri sürerek, bu ayrımcılık sebebiyle de belli grupların ve bireylerin sosyal ve ekonomik gelişimlerinin engellendiğini savundu.

"Eşit muamele hakkı, evrensel bir hak ve temel bir değerdir'' diyen Özel, şunları söyledi:

"Türkiye, AB'ye aday bir ülke olarak ve kendi mevzuat ve uygulamalarını AB'ye uyum doğrultusunda müzakere sürecindedir. Bu süreçte hükümet, yeni eşitlik politikaları geliştirmek, ayrımcılığın her düzeyde önlenmesi için uygun yasal mevzuat oluşturmak ve bunları etkin bir şekilde uygulamak sorumluluğundadır. Ayrıca hükümet, eşitlik ve ayrımcı olmama ilkesinin etkili ve yeterli düzeyde uygulamasına dönük ırk, etnik köken, din veya inanç, engellik, yaş ve cinsel yönelim temelinde ayrımcılıkla ilgili ulusal bir veri toplama, derleme ve araştırma planı geliştirmelidir.''

Özel, projenin genel amacının, demokrasinin, hukukun üstünlüğünün, insan hakları ve temel özgürlüklere olan saygının gelişmesine ve sağlamlaştırılmasına katkıda bulunmak olduğuna işaret ederek, araştırmadan elde edilen bulgular ve çarpıcı verilerin, ayrımcılık ve çözüm önerileri konusunda merak edilen güncel sorulara yanıt vereceğini bildirdi.

ODTÜ Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyelerinden Yrd. Doç. Dr. Aykan Erdemir de projenin yaklaşık 18 aylık bir çalışmanın ürünü olduğunu söyledi.

Kalabalık ve titiz bir ekiple yapılan ''Aleviler ve Ayrımcılık'' araştırması kapsamında yürütülen çalışmaların sonuçları konusunda bilgi veren Erdemir, 5 alevi yurttaştan 4'ünün, sorunlarının mevcut hükümetin açılımları ile çözülemeyeceğini ifade ettiğini aktararak, alevi yurttaşların Türkiye'de inanç temelli ayrımcılığın çok veya oldukça yaygın olduğunu düşündüğünü belirtti.

Turktime.com - AA - 10 Temmuz 2010 Cumartesi


5 Temmuz 2010

ÖRSELENMEK VE UNUTMAK ÇELİŞKİSİNDE "SİVAS OLAYLARI" - 2 -


ÖRSELENMEK VE UNUTMAK ÇELİŞKİSİNDE "SİVAS OLAYLARI" - 2 -

TELEVİZYONLARDAN ADETA CANLI YAYINDA İZLENEN SALDIRI, İZLEYENLERİ DE ÇARESİZ BIRAKTI

Sivas olaylarına örselenme penceresinden bakış

ÖRSELENMEK VE UNUTMAK ÇELİŞKİSİNDE "SİVAS OLAYLARI"

Ve sonra her şey bitti. Arkadaşlar öldü. Kurtulanlar oldu; kurtulduğuna sevinemedi hiçbiri, hiçbir zaman... Yangından kurtulmanın utancı içindeydiler. Daha ilk dakikalardan başlayan unutturma çabaları, travma ile ilişkili ortaya çıkan süreğen nitelikli ruhsal örselenmenin giderek ağırlaşmasına, kalıcılaşmasına yol açtı. Bu noktada anlamlandırmanın gerçekleşmesi, muhasebenin tamamlanması için sorulacak soruların sayısı giderek arttı.

Ne, neden, ne için, nasıl, ne oluyor, nasıl olabilir, ne olacak, kim, kiminle, kimin için, amaç ne? Dönemin egemen siyasilerinin bazı kesimlere ders vermek için göz yumdukları bir 'Provokasyon' muydu? Kimilerine göre ise bir komplo'ydu, kimin yaptığı bir türlü anlaşılmayan. Bazıları gerici-dinci çevrelerle uzlaşmacı politikaların beklenen bir sonucu olduğunu vurguluyordu. Evet gerçekten olayların iç yüzü neydi? Hangisiydi. Hepsi ya da hiçbiri miydi?

ÖRSELENMEK VE UNUTMAK ÇELİŞKİSİNDE "SİVAS OLAYLARI" Muhasebe yapmanın zorlaştığı ilk nokta bu yaşananların adının ne olduğuydu. Bu bir 'felaket' miydi? Yoksa 'katliam' mıydı? Bir 'facia' olarak adlandırmak mı daha doğru olurdu? Entellektüelize edilmiş bir söylemle bu olsa olsa bir 'toplu öldürüm' olabilirdi. Yoksa sadece bir 'olay' mıydı? Öfkeli ifadelerde yer alan biçimiyle bir 'canavarlık' mıydı, ya da 'cinayet' miydi? Belki de hepsi birdendi. Olayları anlamlandırmadaki güçlük, belirsizlik ya da yanlılık yeni kavramlar üretmeye de zorluyordu tartışanları. Çok şey söylenmeye ve yazılmaya başlandı. En net anlatımıyla bu gerici bir siyasal kalkışma mıydı? Ya da yalnızca bundan mı ibaretti? Bazı çevreler beylik söylemle Cumhuriyetin temellerine yönelik bir saldırı olarak tanımlamayı tercih ettiler. Bazı siyasal muhalefet çevreleri yalnızca mülki amiri hedef göstererek 'iktidarsızlığın, basiretsizliğin sonunda yaşanan bir komplikasyon' olarak tanımladılar. Dönemin egemen siyasilerinin bazı kesimlere ders vermek için göz yumdukları bir 'Provokasyon' muydu yoksa, en klişe biçimiyle karanlık dış güçlere havale edilen? Kimilerine göre ise bir 'komplo'ydu, kimin yaptığı bir türlü anlaşılmayan. Bazıları gerici-dinci çevrelerle sürdürülen, ödün veren, uzlaşmacı politikaların beklenen bir sonucu olduğunu vurguluyorlardı. Yoksa kitle psikolojisinin kontrol edilmesi güç dürtüselliğinin bir biçimi miydi? Evet gerçekten olayların iç yüzü neydi? Hangisiydi. Hepsi ya da hiç biri miydi? Tüm bunlar bu olayların muhasebesini yapılmasında ne denli zor bir yerde durulduğunu ve toplumsal bellekte kilitlenen bu siyasal travmanın işlenerek yerleşmesi gereken yere gitmesinin ne denli güç ve aynı zamanda gerekli olduğunu göstermektedir. Aslında Sivas olaylarının yaşanış biçimi, 8 saati aşkın bir süre devam eden ve 37 insanın ölümüyle sonuçlanan arbedenin atmosferinin bu travmaya ilişkin bilgi işleme sürecindeki tıkanmanın ve güçlüğün en önemli kaynağı olduğunu söylememiz gerekir. Yukarıda sözü edilenler ise ancak bu tıkanıklığı daha da zorlaştırma ve karmaşıklaştırma işlevi yüklenebilirler.

ÖRSELENMEK VE UNUTMAK ÇELİŞKİSİNDE "SİVAS OLAYLARI" Olayların hemen sonrasında ulusal basında ve kamuoyunda tartışmalar başladı. Ne yazık ki gerçekleşen tartışmaların yaşanan bu acı deneyimin nedenselliğini ve mağdurunun-mağdur yakınlarının yangınını söndürecek biçimde sürdürüldüğünü söylemek oldukça güç.

Örseleyici bir deneyimin bireyin ruhsal dünyasındaki etkilerinin en aza indirilmesi için gerekenlerin başında mağdurunun bu deneyime anlam verebilmesi gelir.. Ne olduğunu anlayabilmesi, "neden ben?" sorusunun yanıtını bulabilmesi, daha doğrusu bu güne dek getirdiği ve var kalışının kaynağı olan temel inançlarına asimile edebilmesi ile olanaklıdır. Bunun gerçekleşmesi, yaralarının sarılması, kaybolan adalet duygusunun yeniden kurulması, olayın suçlularının -her aşamada- açığa çıkarılarak gereken cezanın verilmesi, bu örselenmenin ortadan kalkması için uygun bir iyileşme ortamının, yani uygun toplumsal ve siyasal koşulların oluşturulması, temel yaşam gereksinimlerinin ve güvenliklerinin sağlanması ile olanaklıdır. Daha ilk dakikalardan başlayan unutturma çabaları travma ile ilişkili ortaya çıkan süreğen nitelikli ruhsal örselenmenin giderek ağırlaşmasına, kalıcılaşmasına yol açacaktır. Bu noktada anlamlandırmanın gerçekleşmesi, muhasebenin tamamlanması için sorulacak soruların sayısı giderek artıyor. Ne, neden, ne için, nasıl, ne oluyor, nasıl olabilir, ne olacak, Kim, Kiminle, kimin için, amaç ne? ....

Bu sorulara yanıt bulmanın üç yolu var. Önce içerdeki sesleri duymak. Yananlar, yangından kurtulanlar ne diyor. Sonra dışarıdakiler, kapının hemen dışında, Madımak'ı değişik uzaklıklardan izleyenler? Bir de en dışarıdakiler. Ankara'dakiler, İstanbul'dakiler, siyasiler, yöneticiler...

İÇERDEN GELEN SESLER...

Olayların hemen başlangıcında insanlar umutluydular. Dışarıda gelen gürültüye inat sohbet ediyorlardı. Sıkışan zamanlarını iyi geçirmeye çalışıyorlar ve umutla bekliyorlardı. "Nasılsa dağıtırlar, dağıtacaklardır" diyorlardı birbirlerine. "Tokattan, Kayseri'den yardım geliyor, bizi kurtaracaklar" diyorlardı. Umutluydular. "İnönü güvence verdi, bizlerin kılına bile zarar gelmeden kurtulacağız". Saatler ilerledikçe kaygıları artmaya başladı. Tedirginlik yükseldi. İç konuşmaları değişmeye başladı. Kaygı belirsizlik ve sabırsızlık vardı. "Bu azgın güruh can almadan gitmeyecek" diyorlardı artık. Ölüm korkusu, ölümle savaşmak ve ölümle hesaplaşmak akıllara düşüyordu yavaş yavaş. Şairler, üç şair merdivende otururken tedirgindi. Ellerinde sopalarla bekliyorlardı bir yandan.. "Öleceğiz" diyorlardı. Bir yandan ise "korkak ölmek istemiyorlardı.

ÖRSELENMEK VE UNUTMAK ÇELİŞKİSİNDE "SİVAS OLAYLARI" ÖRSELENMEK VE UNUTMAK ÇELİŞKİSİNDE "SİVAS OLAYLARI"

Ve sonra her şey bitti. Arkadaşlar öldü. Kurtulanlar oldu. Kurtulduğuna sevinemedi hiçbiri, hiçbir zaman.. Yangından kurtulmanın utancı içindeydiler. "Sivas'ta kurban bizlerdik. Yarın kim ve nerede bilemem. Bildiğimiz tek şey artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak..." diyorlardı.


Sivas Katliamı konusunda yapılmış ve yurtdışında bilimsel bir dergide yayınlanmış bir psikiyatrik araştırma (1)

Sivas Olayları ve ruhsal sonuçları

2 Temmuz 1993 Sivas katliamının kolaylıkla unutulacağını sanmıyorum. Olayların üzerinden 14 yıl geçmesine rağmen bir çok alandaki izlerinin halen sürmekte olduğunu biliyoruz. Bunun en önemlilerinden birisi olayı yaşayan ve tanık olanların gösterdiği ruhsal tepkiler.

O dönem Ankara Üniversitesi'nde çalışan, şu anda Marmara Üniversitesinde olan Prof. Dr. Mehmet Sungur ile aynı zamanda olayların tanığı olan ve o dönem Cumhuriyet Üniversitesi'nde çalışmakta olan ve şu anda Gazi Üniversitesinde çalışan Doç. Dr. Burhanettin Kaya'nın Sivas olaylarını yaşayan, tanık olan ve yakılan otelden kurtulanlar üzerinde yaptıkları uzunlamasına araştırma bu konuda önemli ipuçları sunuyor. Bu araştırma felaketlere maruz kalan insanlarda görülen ve travma sonrası stres bozukluğu olarak adlandırılan hastalığı inceliyor.

Çalışma Deseni

Bu çalışmada Sivas olaylarına değişik biçimlerde maruz kalan bireylerde TSSB'nun başlangıcı ve uzun dönemdeki seyri araştırılmıştır. Sivas'ta yaşanan olaylara değişik biçimlerde maruz kalan 79 kişi, travmanın şiddetine göre üç ayrı grupta ele alınmıştır.

a) Yanan Madımak Oteli'nde bulunanların oluşturduğu grup: Otelden 39 kişi kurtuldu. Bunların sekizi değişik derecelerde yaralanmışlardı. Kurtulanlardan ulaşılabilen 27 kişi çalışmanın başlangıç aşamasında değerlendirildi. Bu grup tüm olguların yüzde 35'ini oluşturuyordu ve travmaya en yüksek derecede maruz kalan bireylerden oluşuyordu.

b) Kültür Merkezi grubu: Sanatsal etkinliklerin gerçekleştirildiği ve taşlı sopalı saldırıya uğrayan, kültür merkezinde bulunan izleyicilerden oluşuyordu. Ulaşılabilen 34 kişi çalışmaya alındı. Bu grup tüm olguların yüzde 43'ünü oluşturuyordu. Bu olguların bir kısmı hafif derecede yaralanmıştı. Uğradıkları travmanın şiddeti otel grubundan daha düşük, hastane grubundan daha yüksek olarak kabul edildi.

c) Hastane grubu: Bu grup ölülerin ve yaralıların getirildiği Cumhuriyet Üniversitesi Hastanesinde çalışan ve olay günü nöbetçi olan sağlık çalışanlarından oluşmaktaydı. Bu gruptaki olgular cesetlerle karşılaşmışlar ve yaralılara acil tedavi girişimlerinde bulunmuşlardı. Bu grup tüm olguların yüzde 22'sini oluşturuyordu ve travmaya en düşük şiddette maruz kalan gruptu.

ÖRSELENMEK VE UNUTMAK ÇELİŞKİSİNDE "SİVAS OLAYLARI"

Bu araştırma dört aşamada yapılmıştır. Çalışmaya alınan olgular 45.gün - 6.ay -12.ay. -18.ay olmak üzere 4 aşamada değerlendirilmiştir. İlk değerlendirme akut etkileri, 2. değerlendirme kronik ve gecikmiş olguları saptamak amacını taşımaktadır. 12. aydaki değerlendirme yıldönümünün belirtilerde ne tür değişikliklere neden olduğunu, 18. aydaki değerlendirme ise mahkeme sonuçlarının ruhsal tepkileri nasıl etkilediğini saptamayı hedefliyor.

Çalışmada 1. aşamada gruplar arasında oransal olarak bir fark olmakla birlikte istatistiksel yönden bir fark bulunmamıştır. Bu sonuç travmaya verilen ilk tepkinin bir hastalık değil, doğal psikolojik bir tepki olduğunu göstermektedir. 2. aşama ve sonrasında ise otelden kurtulanlardan oluşan grup ile diğer gruplar arasında anlamlı bir fark olduğu saptanmıştır. Araştırmacılar bu sonucun TSSB oluşumunda en önemli faktörün travmanın şiddeti olduğu varsayımını doğruladığını belirtmektedirler. 3.aşamada olayın yıldönümünde olayları yeniden anımsamanın TSSB belirtilerini alevlendirdiği saptanmıştır. Bu dönemde azalma eğilimi gösteren ruhsal tepkiler yeniden artmaya başlamıştır. 4. aşamadaki değerlendirme mahkeme sonuçlandıktan sonra yapılmıştır. Bu değerlendirmede otel grubunda daha fazla olmak üzere tüm gruplarda hastalığı gösteren olguların sayısında bir artış gözlenmiştir. Araştırmacılar bu sonucu mahkeme sonuçlarının travmaya uğrayanlarda yarattığı hayal kırıklığı ve hoşnutsuzlukla açıklamışlardır.

ÖRSELENMEK VE UNUTMAK ÇELİŞKİSİNDE "SİVAS OLAYLARI"

TSSB'nin görülme biçimleri,sıklığı ve oranlarına bakıldığında olguların yüzde 50.5 'inde bozukluğun saptanmadığı, yüzde 20.3'ünde akut TSSB'nin oluştuğu, yüzde 12.7'sinde kronikleştiği, yüzde 16.5'inde gecikmiş tipinin ortaya çıktığı olduğu gözlenmiştir. Olguların yarısı TSSB'nin farklı biçimlerini göstermiştir

ÖRSELENMEK VE UNUTMAK ÇELİŞKİSİNDE "SİVAS OLAYLARI"

TSSB saptanan olgularda da bilinen 3 formun dışında akut tekrarlayıcı, kronik inatçı, kronik iyileşen, gecikmiş inatçı, gecikmiş iyileşen biçiminde tanımlanan alt formlar gözlenmiştir. Bu durumun oluşmasında, travma öncesi ve travma sonrasındaki bazı etkenlerin belirleyici rol oynadığı görülmüştür. Kronikleşmede belirleyici olan olay öncesi ve sonrası etkenler bozukluğun seyrini etkileme noktasında önemli görünmektedir.

ÖRSELENMEK VE UNUTMAK ÇELİŞKİSİNDE "SİVAS OLAYLARI"

03.07.2007

DOÇ.DR. BURHANETTIN KAYA

Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilimdalı

KAYNAK: BİRGÜN GAZETESİ



4 Haziran 2010

DAVRANIŞI YÜZDE 5 BELİRLER, GERİ KALAN BUNA UYAR!

DAVRANIŞI YÜZDE 5 BELİRLER, GERİ KALAN BUNA UYAR!


http://images.travelpod.com/users/orko/1.1246226038.kalabalik-cogaliyor.jpg

Bazen insanlara da "Koyun sürüsü gibi" denilmesine içerleyebiliriz.
Ama bu deyim gerçek çıktı.
Bilim adamları üşenmedi araştırdı.
Sonuç şaşırtıcı çıktı.
Çünkü; kalabalık gruplar halindeki insanlar gerçekten koyun sürüsü gibi davranış gösterdi.
Araştırmacılara göre kalabalık insan grubuyla koyun sürüsü arasında yok denecek kadar az fark var, çünkü her iki durumda da bazı kişiler grubun diğer kısmını yönlendiriyor.

Davranışı yüzde 5 belirler yüzde 95 buna uyar

Kalabalık grupların davranışlarını anlayabilmek için bazı testler yapan Leeds Üniversitesi'nden bilim insanları, kalabalık bir grup halinde olması durumunda insanların koyun ya da göçmen kuş sürüleriyle arasında pek fark olmadığı sonucuna vardı. Buna göre yüzde 5'lik bir azınlık grubu etkileyebilir, yüzde 95 çoğunluk bunun farkına varmadan azınlığı izler.

Bu sonuca varmak için araştırmacılar büyük bir salonda kobay grubunu gelişigüzel yürüttü. Grup içindeki bazı kobaylara yer değiştirme emri verildi. Bir süre sonra aralarında iletişim kurmaları engellenen grubun örgütlendiği ve tamamının bu kobayları izlediği görüldü.

Yönlendirilenler bunun farkında bile değil

Farklı büyüklükte, yönlendirenlerin sayısının farklı olduğu başka testler de aynı sonucu verdi. Gruptakilerin sayısı arttıkça motor unsuruna gereksinim azaldı. Örneğin 200 kişinin bulunduğu bir grup için yüzde 5''lik yönlendiren azınlık yeterli oldu, üstelik bu kişilerin çoğu yönlendirildiklerinin farkına varmadı.

"Animal Behaviour" dergisinde yer alan araştırmanın sonuçlarının kalabalık grupların davranışları ve felaket durumunda olay yerinin boşaltılması stratejilerine ışık tutmaya yarayabileceği belirtildi.

Kaynak : www.vatanim.com.tr

8 Nisan 2010

Tomografi Hiroşima gibi!

Tomografi Hiroşima gibi!
Vücüdun maruz kaldığı radyasoyn Hiroşima’da atom bombasından kurtulan kişilerdeki kadar

Normal röntgenden onlarca kat fazla radyasyon verilmesine neden olan tomografi çekimlerine İngiliz Sağlık Bakanlığı’ndan yasak geldi. Sağlıklı kişilerin vücut tomografisi çektirmesi yasaklandı. Bakanlığa göre, vücüdun maruz kaldığı radyasoyn Hiroşima’da atom bombasından kurtulan kişilerdeki kadar

İNGİLİZ Sağlık Bakanlığı önceki akşam çok kritik bir karara imza atarak sağlıklı

1 tomografi 442 röntgene bedel

Yayınlanan raporda sık tomografi çektirenlerin vücutlarındaki birikmiş radyasyon seviyesinin II. Dünya Savaşı’nda Hiroşima ve Nagasaki’ye atılan atom bombalarından kurtulanlarla eş seviyede olduğu belirtildi. Sıradan bir röntgen vücudu görüntülemek için tek bir ışın gönderirken tomografide daha detaylı bir görüntü elde etmek için art arda birçok ışın gönderiliyor. 2009 sonunda California Üniversitesi’nde görevli Prof. Rebecca Smith-Bindman’ın 1.119 kişiyi inceleyerek yürüttüğü araştırmada tek bir tomografinin 442 göğüs röntgenine ve 74 mamografiye (meme röntgeni) eş oranda radyasyon yaydığı ortaya çıkmıştı. Uzmanlar tomografideki bu riske karşın MR’ın hiçbir yan etkisi olmadığı konusunda görüş birliğine vardı. MR çekimleri sırasında sadece radyo dalgaları kullanılıyor. Bunlar da insan sağlığına zararsız.

Etkileri 30 yıl sonra ortaya çıkar

* Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta

“Türkiye’de bir çok insan tomografi çektiriyor. Hastaya x ışınlarının yani radyasyonun verilmesi kansere sebep olan şeydir. Bunlar vücutta kalıcı olduğu için yok edilemez. Hiç şikayeti olmayan bir kişiyi teşhis edelim diyerek tomografiye sokulmaz. İnsan tomografi çektirdiği anda kanser olmuyor. 30 ya da 40 yıl sonra ortaya çıkıyor.”

* Prof. Dr. Murat Kınıkoğlu

“Diğer tetkiklere göre üstün yönleri var ama kanser riskini artırması büyük bir dezavantaj. Baş ağrısı nedeniyle tomografiye giren 10 bin hastadan birinde beyin tümörü çıkıyor. Zararlı madde X ışınıdır. Tomografilerde, basit röntgen tetkiklerinden 50-200 kez daha fazla X ışını alınır. Küçük yaştakilerde ve hamile kadınlarda radyasyona bağlı kanserojen etki daha çoktur.” kişilerin vücut tomografisi çektirmesine yasak getirdi. Bu yasağa gidilmesine gerekçe olarak tomografi sırasında yayılan ve vücuda nüfuz eden radyasyon oranının çok yüksek olması gösterildi. Tomografi çektirmek geçen yıllarda osteoropoz, kalp rahatsızlığı, damar tıkanıklığı ve diyabet gibi hastalıkları önceden tespit edebildiği için sağlık uzmanları tarafından sıklıkla tavsiye ediliyordu. Sağlıklı bireylerin her 5 yılda bir tomografi çektirmesini öneren doktorların bu tavsiyesi üzerine harekete geçen bakanlık tüm vücudu tarayan tomografinin normal bir röntgenden 400 kat daha fazla radyasyon yaydığını tespit edince yasak kararı aldı. Tomografiye sağlıklı giren her 50 hastadan birinin maruz kalınan radyasyon nedeniyle çekim sonrasında kansere yakalandığı belirtildi.

VATAN DIŞ HABERLER
07.04.2010 Çarşamba

1 Nisan 2010

Kola severlere kötü haber


Kola severlere kötü haber

Bu araştırma kola severlerin iştahını kaçıracak.

01 Nisan 2010 Perşembe, 14:23:54

Yapılan bir araştırmada kolanın erkeklerin sperm kalitesini düşürdüğü iddia edildi.

Danimarkalı bilim adamları tarafından yapılan bir araştırma aşırı kola tüketiminin erkeklerdeki sperm kalitesini düşürdüğünü ortaya çıkardı. Kola severlerin iştahını kaçıran bu araştırma başta Danimarka kamuoyu olmak üzere dünyanın pek çok ülkesinde şaşkınlık meydana getirdi.

Araştırma Güney Danimarka Üniversitesinden Profesör Tina Kold Jensen tarafından yapıldı. Doğal ilaç uzmanı olan Prof Jensen, 2 bin 500 civarında Danimarkalı genç erkekten alınan sperm örnekleri üzerinde yaptığı araştırmalar neticesinde; aşırı kola tüketiminin sperm kalitesini ciddi oranda düşürdüğünü ortaya çıkardı.

Konuyla ilgili bir açıklama yapan Prof. Tina Kold Jensen, günde bir litreden fazla kola içen gençlerin çok düşük sperm değerlerine sahip olduğunu belirtti.

Danimarka'da büyük ses getiren araştırma ABD'de de ilgiyle takip ediliyor. Ülkenin önde gelen tıp dergilerinden biri olan Amerika Epidemoloji Günlüğü araştırma sonuçlarını aktaran bir yazı yayınladı.

http://www.haberturk.com/

11 Mart 2010

İNTERNET TÜRKİYE’YE ÖZGÜRLÜK GETİRMEDİ!

İNTERNET TÜRKİYE’YE ÖZGÜRLÜK GETİRMEDİ!
15:47 11 Mart 2010

Dünyada yaklaşık her beş yetişkinden dördünün, internete erişimi kendileri için temel bir hak olarak gördüğü belirlendi. Araştırmaya 26 ülkeden katılanların yüzde 79’u internet için temel hak vurgusu yaparken, yüzde 78’i ise internetin kendilerine daha fazla özgürlük getirdiğini kaydetti. Türkiye’de ise internetin özgürlük getirdiğini vurgulayanların oranı yüzde 55’in altında kalırken, internetin özel hayatın gizliliğini zedelemesini en büyük tehdit gören tek Avrupa ülkesi Türkiye olarak belirlendi.

Türkiye’deki kullanıcıların yalnızca yüzde 46’sı interneti görüşlerini dile getirmek için güvenilir bir ortam olarak görüyor.

‘HERKES İÇİN TEMEL HAK’
GlobeScan şirketince 20 Kasım 2009-7 Şubat 2010 tarihleri arasında yapılan kamuoyu araştırmasına, yarısından çoğu internet kullanıcısı yaklaşık 28 bin yetişkin katıldı. Araştırmada görüşleri alınanların yüzde 87’si, internete erişimin, “herkes için temel bir hak olması gerektiği” yönünde görüş bildirdi. Kullanıcı olmayanların yüzde 71’i de internete erişim hakları olması gerektiğini söyledi. İnternete erişimin temel bir hak olarak görüldüğü ülkelerin başında Güney Kore geliyor. Güney Korelilerin yüzde 96’sı bu yönde görüş bildirdi. Türkiye’de ise söz konusu oran yüzde 91 oldu.

‘HAYATI OLUMLU DEĞİŞTİRDİ’
BBC Dünya Servisi için yapılan araştırmaya katılan kullanıcıların çoğu, internetin hayatlarına getirdiği değişime olumlu bakıyor. Araştırmaya katılanların yüzde 78’i, internetin kendilerine daha fazla özgürlük getirdiği hissine kapıldıklarını söyledi. İnterneti, bir şeyler öğrenmek için iyi bir alan olarak görenlerin oranı yüzde 90. Görüşleri alınanların yüzde 51’i de, Facebook ya da MySpace gibi sosyal iletişim sitelerinde zaman geçirmekten keyif aldıklarını belirtti.

İLGİ KADAR KAYGI DA VAR
İnternete yönelik bu büyük ilgiye karşın, araştırma ayrıca çok sayıda kullanıcının bazı kaygılarını da gözler önüne serdi. “İnternet, görüşlerimi dile getirmek için güvenilir bir ortam değil” diyenlerin oranı yüzde 48. Bu oran Almanya’da yüzde 72, Güney Kore’de yüzde 70, Fransa’da yüzde 69, Japonya’da yüzde 65.
BBC Dünya Servisi için GlobeScan şirketince yapılan araştırma, Türkiye’de internet kullanımına yönelik veriler de içeriyor.
Araştırma kapsamında 4-27 Aralık 2009 tarihleri arasında 11 şehirde, 15 yaş üstü 1.000 kişiyle yüz yüze görüşüldü. Bu şehirler; Adana, Ankara, Bursa, Diyarbakır, Erzurum, İstanbul, İzmir, Konya, Samsun, Zonguldak. Araştırmaya göre, Türkiye’deki web kullanıcılarının internetin en çok değer verdikleri yönü, diğer insanlarla iletişimi sürdürmelerini sağlaması.

TÜRKİYE’DE ‘TEHDİT’ ALGISI
Araştırmaya göre, Türkiye’de, Facebook ya da MySpace gibi sosyal iletişim sitelerinde zaman geçirmekten zevk aldıklarını söyleyenlerin oranı da, ortalamanın üzerinde.
Türkiye’de, internet erişimi kendileri için temel bir hak olarak görenlerin oran yüzde 91 ve bu oran Avrupa’da sadece Portekiz’de daha yüksek. Öte yandan Türkiye’de internetin özgürlüklerini artırdığını söyleyenlerin oranı yüzde 55 ve bu büyük oranda, Avrupa ülkelerinde gözlenenlerin altında bir rakam.
Türkiye’de kullanıcıların sadece yüzde 46’sı interneti, görüşlerini dile getirmek için güvenilir bir ortam olarak görüyor.
Ayrıca Avrupa’da, internetle ilgili en büyük tehdidin, özel hayatın gizliliğine son vermesi olduğunun düşünüldüğü tek ülke, Türkiye oldu. Türkiye’de, BBC Dünya Servisi için yapılan araştırmaya katılanların yüzde 31’i, bu yönde görüş bildirdi.

http://www.birgun.net/

6 Haziran 2008

Türkiyede 10.Milyon Alevi Var

"Türkiye'de 10 Milyon Alevi Var"

Bu arada bazı kaynaklara 5 ila 25 milyon kişi olduğu söylenen Aleviler'in nüfusu ise araştırmaya göre 8 milyon 750 bin civarında bulunuyor. Avrupa'daki 1 milyon Alevi ile araştırmanın tamamlanmadığı 8 il de dahil edildiğinde Türkiye'de 10 milyon civarında Alevi bulunuyor.


Türkiye'de yaşayan etnik gruplar araştırıldı. Sonuçlara göre Türkiye'de bakın kaç Türk, kaç Kürt, gürcü, arap vs. yaşıyor?

Malatya'da 14 ay önce Hristiyanlıkla ilgili kitaplar yayınlayan Zirve Kitabevi'nde biri Alman üç kişi boğazları kesilerek öldürüldü. Bunun üzerine Milli Güvenlik Kurulu 'Türkiye'deki Etnik Grupların Dağılım Raporu' hazırlanması için bir talimat verdi. Bugün Gazetesi'nin haberine göre, Erciyes, Elazığ Fırat ve Malatya İnönü Üniversitesi'ndeki öğretim görevlileri tarafından hazırlanan rapor su anda dava dosyasında duruyor ve ilginç istatistikler içeriyor.

9 MİLYONA YAKIN ALEVİ (iddia ediliyor)
Bu arada bazı kaynaklara 5 ila 25 milyon kişi olduğu söylenen Aleviler'in nüfusu ise araştırmaya göre 8 milyon 750 bin civarında bulunuyor. Avrupa'daki 1 milyon Alevi ile araştırmanın tamamlanmadığı 8 il de dahil edildiğinde Türkiye'de 10 milyon civarında Alevi bulunuyor. Araştırmanın 8 yıl önce yapıldığı göz önüne alındığında bugünkü Alevi nüfusunun 11 milyon civarında olduğu tahmin ediliyor. Buna göre Türkiye nüfusunun yüzde 85'i Sünni olarak göze çarpıyor.
Prof. Şaban Kuzgun başkanlığında yürütülen proje kapsamında Türkiye'deki 68 il, ilçe, köy, mahalle ve sokaklar tek tek dolaşıldı. Yapılan çalışmada insanların hangi kökenden, mezhepten ya da tarikattan olduklarının profili çıkarıldı.

İşte o rapora göre Türkiye'deki etnik grupların nüfuslarının dağılımı:

TÜRKLER: Türkmen, Yörük, Tatar, Tahtacı, Terekeme, Karaçay, Azeri gibi Türk soyundan gelen gruplar, Türkler'i oluşturuyor. Kökenleriyle ilgileri kalmayan bu grup 50 milyon civarında ve diğer Türkleşme sürecinde olanlar da dâhil edildiğinde bu sayı 55 milyona çıkıyor.

KÜRTLER: Raporda ikinci grup olarak Kürtler gösteriliyor. Sayıları 3 milyon civarında olan bu gruba Zazalar da dâhil edildiğinde Kürt nüfusu 12 milyon 600 bini aşıyor. Ancak bu sayının 2.5 milyonu ciddi derecede Türkleşme sürecinde ve bazı yerlerde Kürtlüğünü kabul etmeyen bile çıkıyor.

GÜRCÜLER: Ağırlıklı olarak Ordu, Artvin, Samsun ve Marmara bölgesinde yaşıyorlar. 1 milyona yaklaşan nüfusuyla Gürcüler, Karadeniz'deki birkaç ilde yaşayanların dışında Gürcüce'yi unutmuş durumda. Ancak son yıllarda Gürcistan'ın kurulmasıyla Gürcülüğe yönelik bir artış olduğu dikkat çekiyor.

BOŞNAKLAR: Adapazarı, İzmir ve Manisa'da toplu halde yaşayan Boşnaklar'ın nüfusu da 2 milyonu buluyor.

ÇERKEZLER: Değişik şehirlerde yaşayan Çerkezler de 2.5 milyon civarında ve Çerkezler'in yüzde 80'i Çerkezce'yi unutmuş görünüyor.

ARAPLAR: Başta Siirt, Şırnak, Mardin, Diyarbakır, Şanlıurfa, Hatay, Adana ve İstanbul'da yaşıyorlar. Türkiye'deki nüfusları 870 bin olarak gösteriliyor.

ARNAVUTLAR: Türkiye'deki nüfusları 1 milyon 300 bini aşmış durumda. Arnavut nüfusunun yarıdan çoğunun, Türkleşme süreci sonunda Arnavutluk'la hiçbir ilgisi kalmadı. 500 bin Arnavut da ise çok canlı bir şekilde 'Arnavutluk şuuru' var.

LAZLAR: Bütün Doğu Karadenizliler'in Laz sanılması yanlışından dolayı kalabalık sanılan Lazlar'ın gerçek sayısı 80 bin civarında. Çünkü bir Kafkas halkı olan ve Lazca konuşan gerçek Lazlar, Rize ve Artvin'in birkaç köyünde ve göç ettikleri birkaç Marmara şehrinde yaşıyorlar.

HEMŞİNLER: Lazlar gibi Rize ve Artvin'in bazı ilçelerinde yaşıyorlar ve sayıları 13 bin civarında.

POMAKLAR: Bazılarına göre Türk, bazılarına göre Slav ırkından olan Pomaklar da 600 bin civarındalar ve tamamıyla Türkleşmiş durumdalar.

DİĞER ETNİK GRUPLAR:
Türkiye'de yaşayan diğer etnik grupların sayısı da 1 milyonu aşıyor. Bunların arasında çingeneler 700 binlik nüfusuyla başı çekiyor. Türkiye'de ayrıca 60 bin Ermeni, 20 bin Yahudi ve 15 bin Rum kökenli vatandaşın yanı sıra çok az sayıda Süryani de hayatını sürdürüyor.

TÜRK NÜFUSU ARTIYOR

Raporun en çarpıcı başlıklarından biri ise Türkler'in nüfus artış hızında yatıyor. Buna göre Türk nüfusu son 15 yıldır az oranda artış gösteriyor. Buna karşılık Kürtler her yıl yüzde 2,5 oranında artış gösteriyor. Araştırmaya göre Boşnaklar her yıl binde 12, Türkler binde 8, Arnavutlar binde 5 oranında azalıyorlar. Buna karşılık Türkleşme oranının en fazla Kürtler'de olduğu, onları Boşnaklar'ın, Çerkezler'in ve Arnavutların takip ettiği görülüyor.
Güneydoğudan göç eden Araplar'da da yoğun bir Türkleşme hızı olduğu belirtiliyor.


Alevionline

06.06.2008