6-7 Eylül 1955 YAKMA, YIKMA, YAĞMA, TECAVÜZ, TALAN GÜNLERİ…. UTANÇ TARİHİMİZ… “BİR DAHA ASLA” DEMEK İÇİN 7 Eylül 2010 Saat 13.00’de Taksim Tramvay Durağından, Tünel’e yürüyeceğiz. Çıplak Ayaklar Kumpanyası da bizimle olacak. İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi IRKÇILIK VE AYRIMCILIĞA KARŞI KOMİSYON TARİH: 07 EYLÜL 2010 ( SALI) SAAT: 13.00 YER: TAKSİM TRAMVAY DURAĞI
"6-7 EYLÜL" UNUTMA / UNUTTURMA..!
06.09.2010
Irkçı ve Milliyetçi kışkırtma sonucunda galyana gelen halk kitlelerince; Türk tarihinin hatırlanmasında zorluk çekilen en korkunç olayların yaşandığı; yağma, tecavüz ve ölümlerin yaşandığı 6-7 Eylül Olayları olarak da bilinen o kara gün için ne söylenebilinir sizlerin taktirine sunuyoruz.. Ancak; bir dileğimiz vardır...
Bir daha, ne 6-7 Eylüllerin ve Kanlı Sivas katliamlarının vb. yaşanmaması için ise, sadece dilekte bulunmak yetmez.. Tüm toplumun üzerinden atamayacağı , kendi yaşam hakkının kutsallığı kadar karşıdakinin yaşamınında kutsal olduğu bilincinin ve sorumluluğunun yüklenmesi gerekir .... Hiç kimse bir başkasından ne az, nede daha çok bir hakka sahiptir.. Aslolan ise; İnsan olan insan cana kıymaz ve seyirci kalamaz...
Bu durumda sizde olabilirdiniz..!
UNUTMA / UNUTTURMA..!
Aşağıda verilen yazı 01.09.2005 yılında, Tarih Vakfı sitesinden alınmıştır...
“6-7 Eylül 1955” 50 Yıl Sonra!..
Türk Milliyetçiliği ve
Homojenleştirme Politikası
19. ve 20. yüzyıllarında çokuluslu imparatorlukların dağılmasını, etnik olarak homojen devletlerin kurulması çabası izlemiştir. 1919-1920 Paris Barış ve 1923 Lozan antlaşmalarının sonucunda homojen ulus-devletler değil, içlerindeki etnik gruplardan birinin, kaderini tayin hakkını kendinde gördüğü ve kendini yeni devletin taşıyıcısı olarak tanımlarken diğer etnik gruplara azınlık statüsünü atfettiği devletler oluşmuştur. Ancak, bu yeni devletlerin azınlıkları, genellikle, ulus-devletin homojenleştirilmesi önünde bir engel ve hatta tehdit olarak algılanmışlardır. Devletin yeni meşruiyet zeminini meydana getiren unsur, etnik-kültürel birlik olarak kabul edildiğinden, diğer etnik grupların varlığı, ancak yeni devletin bir zaafı olarak görülebilecektir...
6-7 Olayları’nın Hikayesi
Türk dış politikasında hâlâ önemli bir yer tutan Kıbrıs sorunu, 1955 yılında Türk kamuoyunun gündeminde baş köşeye oturmuştur. Londra’da Kıbrıs konusunda görüşmeleri sürdüren Dışişleri yetkilileri temaslarına devam ederken, Atatürk’ün Selanik’teki evinde bir bomba patlaması ile ilgili haber önce 6 Eylül 1955 günü Türkiye radyolarında yayınlanır. Bunun üzerine, “Ata’mızın Evi Bombalandı” manşeti ile ikinci baskı yapan İstanbul Express gazetesinin nüshaları o dönemde kurulmuş olan “Kıbrıs Türktür Cemiyeti” üyeleri tarafından bütün İstanbul’da satılmaya ve halkı galeyana getirmek üzere kullanılmaya başlanır...
“6-7 Eylül”e
Tanıklıklar...
“Çok, çok fena. O zaman ben evliydim, 2 yaşındaydı Lula. (Sarıyer) Yenimahalle’de yazlıktaydık. İstanbul’dan haber geldi, Beyoğlu yanıyor. Saat sekiz, sekiz buçuk filan. Taş dolu bir kamyon geldi. Kamyonun içinden 10-15 kişi çıktı, ilk evvela gazinoyu kırdılar, bir şey bırakmadılar. Bir araya toplandık, zangoç vardı, karısı ve oğluyla; papaz vardı kızları ve karısıyla beraber. Başladılar dışarıdan camları kırmaya, taş atmaya. Aman n’apalım derken artık karanlık da oldu. Arka taraftan bir Türk ailesi oturuyordu, biliyordu o ne olacağını. Hemen papazın kızlarını aldılar, pencereden. Ben Lula’yı şiltenin altına koydum, çocuğu öldürecekler. Taşlar yağmur gibi geliyor. Evin kapısına geldiler. Onu da tekmeyle kırdılar. Babam hiç zaman kaybetmeden oda kapısını açtı. Türkçe’yi Türk gibi konuşuyordu babam. ‘Kırıyoruz’ dedi, ‘Kıbrıs için. Helal olsun, vatana helal olsun’ dedi, gelenler. ‘Beni, karımı, kızlarımı, öldürün’ dedi babam. ‘Yok, öldürmeye iznimiz yok’ dediler, ‘kırmaya iznimiz var.’ İsmini sordular, ‘Kemal’ dedi babam. ‘Af edersin, Kemal ağabey’ deyip gittiler. Bakkala gittiler, bakkal da diyor ki ‘Hangi Kemal? Bu Koço’dur, Rumdur.’ Tekrar geri geldiler.
Radyo ve buzdolabını pencereden aşağı attılar. Yataklar, elbiseler, gardırobun içinde hiçbir şey kalmadı. Yani biz kaldık. Titriyorduk, ‘kırın’ diyordu babam, ne yapsın, ‘kırın, atın, helal olsun, atın!’ Kırdılar, vurdular, gittiler. Geceyi nasıl geçireceğiz? Papazın kızlarını istediler, ‘Burada yoklar’ dedik. Papazı aldılar, bir motosikletin üstüne bağladılar, yol boyunca çektiler.” Aynı saatlerde, F.S.’nin kocası bir an önce ailesinin yanına gelmek üzere Sirkeci’den yola çıkar. “O akşam kocam işteydi. Saat üçte geldi; Sirkeci’den, Yenimahalle’ye yayan geldi. O da kırıp yırtıp da geliyordu, ne yapsın. Kırmayan, yıkmayan gâvurdur, diye düşünüyorlardı.”...
06.09.2010
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder