Mektup etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Mektup etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Temmuz 2010

CANIM ACIYOR ANNE

CANIM ACIYOR ANNE


Tüm uyarılara rağmen 9 aydır tek kişilik koğuşta tutulan 15 yaşındaki Berivan S.’nin ruh sağlığı bozuldu. Berivan’ın annesine yazdığı mektup ise yürekleri dağlıyor.
Batman’da gösteriye katıldığı gerekçesiyle tutuklanan ve 9 aydır Diyarbakır E Tipi Cezaev’nde tek kişilik koğuşta kalan 15 yaşındaki Berivan S. tüm uyarılara rağmen başka koğuşa verilmeyince travma geçirdi. Berivan, artık ilaçla uyutuluyor, ilaç verilmeyince de kendine zarar veriyor. Berivan, annesine yazdığı mektupta; “Anne bir daha seni öpüp yanında kalamayacak mıyım? Canım çok acıyor, yapamıyorum, buraya alışamıyorum. Ben devlete ne yaptım. Burada sanki ölüyorum” dedi. 9 Ekim 2009’da polise taş attığı gerekçesiyle gözaltına alınan Berivan S. 13 yıl altı ay hapis cezasına çarptırılmış ve cezası yaşı küçük olduğu için 7 yıl 9 aya indirilmişti. Berivan o günden bu yana cezaevinde.

BERİVAN ARTIK İLAÇLA UYUTULUYOR

Tek başına kaldığı koğuşta korktuğu için sürekli ağlayan Berivan’ın feryat ve ağlayışının yan koğuşlarda kalan tutuklu ve hükümlüler üzerinde de büyük etki bıraktığı belirtiliyor. Ailesi ve avukatlar, Berivan’ın travma geçireceği uyarısında bulunmuş ancak bu dikkate alınmamıştı. Ve olan oldu. Berivan, her gün ağlıyor, ilaçla uyutuluyor, ilaç verilmediği zamanda ise kendine zarar veriyor. Yaşadığı psikolojik sorunlardan dolayı Elazığ Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’ne belirli sürelerde götürülerek tedavi ediliyor. Berivan’ın, insan hakları savunucularına gönderdiği mektupta, “Bana yardım. Ailemi çok özlüyorum. Onları düşünüp ağlıyorum. Canım çok acıyor. Ben devlete ne yaptım, bana bu kadar ceza verdiler” şeklindeki feryadı dört duvarı aştı ancak yetkililer Berivan’ı duymuyor.

‘BURADA SANKİ ÖLÜYORUM’
Berivan son mektubunda şöyle diyor: “Bana yardım edin bir an önce aileme kavuşmak istiyorum. Gözyaşlarım ne zaman dinecek, ne zaman aileme kavuşacağım? Psikolojim çok bozuluyor. Çok korkuyorum burada, bir an önce beni buradan çıkarın. Daha 15 yaşındayım okuman gerektiği yerde hapishanedeyim hem de 7 yıl 9 ay. Benim ne günahım var. Artık ağlamak istemiyorum. Benim mutlu olmaya hiç mi hakkım yok. Neden hep ağlıyorum, ailem niye hep gözyaşı döküyor? Büyüklerime sesleniyorum. Burada sanki ölüyorum. Dayanamıyorum artık, kaldıramıyorum hapishaneyi. Anne bir daha sana sarılıp öpemeyecek miyim seni? Anne ben artık hapishanede mi kalacağım? Bir daha seni öpüp yanında kalamayacak mıyım? Anne canım çok acıyor, yapamıyorum. Sizden uzakken hep ağlıyorum. Çıkmak istiyorum size kavuşmak istiyorum. Anne ben de bir çiçek kadar özgür olmak istiyorum artık.” (DİYARBAKIR)

TUTUKLU ÇOCUKLAR BAKANI BEKLEYECEK
TBMM’de dün görüşülmesi gereken TMK mağduru çocuklarla ilgili yasa tasarısı Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in yurtdışı seyahatinde olması nedeniyle 20 Temmuz Salı gününe ertelendi. Tutuklu çocuklar bakanın gelmesini bekleyecek.
TMK mağduru çocuklarla ilgili hazırlanan yasa tasarısı Adalet Bakanı’nın yurtdışında olması ve ısrarla tasarının görüşüleceği gün TBMM’de olmak istemesinden dolayı 20 Temmuz Salı gününe ertelendi.
Meclis Başkanlığı’na sunulan yasa teklifine göre, sokak gösterilerinde polise direnen çocuklar, ilk eylemlerinde hapse gönderilmeyecek. İzleyen eylemlerindeki cezaları da düşürülecek. Teklifin yasalaşması halinde yaklaşık 300 çocuk serbest kalacak. (ANKARA)


http://www.evrensel.net/haber.php?haber_id=72207

"

9 Mayıs 2010

Nazım Hikmet'ten Kemal Tahir'e Mektup


Nazım Hikmet'ten
Kemal Tahir'e
Mektup


"Merhaba! Kardeşim Kemal Tahir


Mektubuna senin sırayı güderek cevap vereceğim. Uyandırılmış Toprak, roman ve sanat eseri olarak, elbette ki, Gogol, Tolstoy, Balzac filan gibi büyüklerden sonra okunursa ve onlarla ölçülürse bir hayli acemi kalır. Hatta ondan bir gömlek daha kuvvetli olan Sakin Don Üzerinde romanı bile böyledir. Fakat Şolohof'da, bütün şartları göz önünde tutulursa, yeni ve büyük sosyalist edebiyatına ilk defa getirdiği bir realizm cesareti var ki, bence onun bu edebiyatta şimdilik yaptığı en büyük başarı budur. Yoksa romancı kültürü bakımından Aleksi Tolstoy ve Ehrenburg'la da hâlâ övünülemez. Ama dediğim gibi, bu mukayesede de bir hal var ki Şolohof'un lehinedir: Gerek Aleksi Tolstoy, gerekse Ehrenburg, tabir caizse, münevverlik tabakasından gelen büyük romancıların, büyük Tolstoy'un, Dostoyevski'nin, Gogol'ün, Balzac'ın filan ilk göbekte inen mirasçılarıdır ve onların bütün nakise ve meziyetlerini tevarüs etmişlerdir.
Halbuki Şolohof bu büyük münevver romancı neslinin mirasını elbette ki kullanmakla beraber, hatta bazen bunu beceriksizce kullandığı halde, esas itibariyle yeni sosyalist şeraitindeki, tabir caizse, insanın, halkın ve hatta sosyalist köylü ve amelenin içinden çıkmadır. Bu bakımdan onun sosyalist edebiyatındaki rolü bence çok mühimdir.

London'da iki taraf var: Şehvetle kadın etini ve içkiyi sevmesinden başlayarak sensüaliteye olan dehşetli bağlılığı ve zaman zaman burdan gelen reybilik ve diğer taraftan yeni bir insan dünyasına inanışı. Bu iki taraf onda boyuna çarpışıyor. Ve sosyal şartları, o muazzam ve benim bütün kusurlarıyla pek çok sevdiğim yazıcıyı bir tereddütlü çıkmaza sokuyor. London hakkında Sinclair'in Altın Zincir isimli kitabında çok enteresan bir etüt okumuştum.

Roman bahsine tekrar dönmek lüzumsuz. Yalnız Nurullah Ataç'ın Gorki için söylediklerini asla kabul etmiyorum. Bilakis, Gorki insanlar yaşadıkça yaşayacaktır. Çünkü yeryüzünün en büyük şairidir. Ama Nurullah, Gorki'yi bildiğimiz manada roman ölçüsüne vurmuşsa kabahat kendinde. Gorki'ye romancı demek Marx'a sadece iktisatçı demek kadar gülünçtür. Bu bahsi de uzatmakta mana yok. En büyük şair, ressam ve musikişinas ve kavga adamı Gorki'yi bir Balzac, bir Tolstoy ve bir Dostoyevski filan gibi romancı ölçüsüyle ölçmek ve öylece hüküm vermek eşekliğin dik âlâsı olur. Sana bir şey söyleyeyim mi, Kemal, roman hakkında filân kâfi derecede konuştuk, lütfen otur ve yaz. Sana söz veriyorum ki iyi ve mükemmel yazacaksın.

Ingiliz romanı hakkında benim şöyle bir kanaatim var: Epeyce okudum; bana sorarsan, ana hattında Ingiliz romanı Dickens vesaire gibi mümessilleriyle küçük burjuva lirizmini, küçük burjuva yumuşak soyundan tenkidci anarşizmini ve küçük burjuva santimantalizmini realizmin potasında eritmeye çalışarak büyük ve bazen göz yaşartacak eserler vermiştir. Ama, ne bileyim, bazen bu santimantalizm ve bazen dört başı mamur fıkracılık bu çeşit romanın zaafı, darlığı ve sadece romandan başka şey olmaması keyfiyetini doğuruyor. Kipling gibi mümessilleriyle Ingiliz romanı ise 'Ingiliz Imparatorluğu gibi mazbut' daha doğrusu dışından mazbut ve şahane bir şeydir. Ama ben Ingiliz romanında, hatta Amerikan romanlarında olduğu kadar, büyük insan meselelerini cesaretle işleyen bir örnek görmedim. Bak Ingiliz tiyatrosu başka. Hatta Ingiliz şiiri de öyle. Tiyatrosu da, şiiri de elbette ki Halide Edip ve Nurullah Ataç'ın hudutlarını aşan bir şey, ama romanı, ana hatlarında tam bu bayla bu bayanın anlayacakları soydan.

Sana on beş lira yolladıktan sonra, derhal bir on lira daha gönderdim. Alınca bildir. Bayram ertesi yine para yollarım. Tercüme işinden para alamadık, ama tezgâhlar biraz işledi.

Af meselesi hakkında Sefer'e söyleyecek sözüm kalmadı sanıyorum. Meclis 1 Teşrinisanide toplandığına ve bir af layihası yapılacağı söylendiğine göre, af yok. Ama belki başka bir vesileyle bir şeyler yaparlar, orasını bilmem. Sefer'e böyle hiç istemediği bir haberi verdiğim için çok müteessirim.

Piraye'den mektup aldım. Sana çok selam ediyor. Onun da başında bir dert var: Bizim kız, istemediği, yani Piraye'nin beğenmediği bir delikanlıya varıyormuş. Üzüntü içinde. Elimden geldiği kadar bunun o kadar da haiz-i ehemmiyet olmadığını anlatmaya çalıştım. Kaynana damat nasıl olsa anlaşırlar. Yani yakında, Piraye nine, ben dede olabilirim.

Seni hasretle kucaklar arkadaşlarına selam ederim.

Nazım Hikmet/ Kemal Tahir'e Mapusaneden Mektuplar
Adam Yayınları


http://www.supermeydan.net/forum/forum306/thread65923.