Yeniden sol mümkün mü?
07/02/2010
Doğa-insan, cinsiyet, ırk, inanç, ulus, etnisite, sınıf eşitsizliklerinin aslında iç içe geçmiş ve birbirini besleyen eşitsizlikler olduğunu görmek gerek
FARUK ALPKAYA (Arşivi)
Sol, tarihsel yükünün altında eziliyor.
Yalnızca sol mu? Bugüne kadar dünyayı anlamak, yorumlamak ve değiştirmek için kullandığımız bütün kavramların içi boşaltılıyor ya da eskidi denerek bir kenara atılıyor. Kavramların tarihsel birer araç olduğu, bizlere belli olanaklar sunduğu ve engeller çıkardığı düşünülürse, onlardan bu kadar kolay vazgeçmemek gerekir. Tam aksine, kavramları gözden geçirerek tarihsel yükleriyle hesaplaşmak, onları yeniden dolaşıma sokup sokamayacağımızı araştırmak kaçınılmaz bir görevdir.
Eski sol
Fransız Devrimi, “eşitlik, özgürlük, kardeşlik” şiarıyla patladığında, bütün dünyadaki algılamayı kökten değiştiren bir süreci başlattı.
O andan itibaren, siyaset “eşitlik, özgürlük ve kardeşlik”in sınırlarını çizmek üzerinden yapılmaya başlandı. İlk ayrım, eski ayrıcalıklarını korumaya çalışan muhafazakârlar ile bu ayrıcalıkları tasfiye etmeye çalışan liberaller arasındaydı. Kısa bir süre sonra, liberallerin bu şiarı ulus-devletin sınırları içine hapsettikleri ve yalnızca mülk sahibi yurttaşlar için talep ettikleri ortaya çıktı. Muhafazakârlar, gönülsüzce de olsa, yasa karşısında eşitlik, girişim özgürlüğü ve ulus kardeşliğine indirgenen bu liberal programı kabul etmek zorunda kaldı. Liberal programın çizdiği sınırları yetersiz bulan radikaller ise “eşitlik, özgürlük ve kardeşlik”in çerçevesini genişletmek üzere harekete geçti: Devrimin sol ucu, “Eşitler Komplosu”nu hazırlayan Gracchus Babeuf’tü. Onu Saint-Simon, Robert Owen ve Charles Fourier izledi.
Radikal akımlar, 1789-1848 arasında sendikalizm, anarşizm, anarko-sendikalizm, Blanquizm gibi geniş bir yelpazeye yayıldı.
1848’de, Marx ve Engels bu akımların reformizmi ile radikalizmi arasında denge kuran aşamalı bir program önerdi: İşçi sınıfı önce ulusal bir sınıf olacak, sonra insanlığı kurtaracaktı.
Bu program 1875’te, Almanya’da Sosyal Demokrat Parti’nin kurulmasıyla solun egemen akımı olduğunu tescil ettirdi. O noktadan itibaren sol, sosyalizme nasıl geçileceği tartışmaları ekseninde yeniden çeşitlendi.
Sanayileşmiş merkez ülkelerde kalabalık bir işçi sınıfı vardı. Bu sınıf, sendikalarda ve partilerde örgütlenmiş, genel ve eşit oy hakkının kazanılmasına paralel olarak siyasete ağırlığını koymaya başlamıştı. Dolayısıyla bu sınıfın partisinin sistem içinde kalarak devlet iktidarını ele geçirmesi ve reformlarla dünyayı dönüştürmesi olası görünüyordu. Sanayinin belli ölçülerde geliştiği ama geniş bir köylü nüfusunun olduğu yarı-çevre ülkelerde hem biçimsel demokrasi yoktu hem de işçi sınıfı nüfus içinde azınlıktaydı. Dolayısıyla, bu ülkelerde seçimle iktidarı ele geçirmek neredeyse imkansızdı. O halde, yapılması gereken işçi-köylü ittifakı oluşturmak ve parti önderliğinde bir devrimle iktidarı ele geçirmekti. Sanayinin neredeyse hiç olmadığı, çoğu sömürge ya da yarı-sömürge olan çevre ülkelerde ise öncelikli sorun bağımsızlığı kazanacak bir ulusal kurtuluş hareketi örgütlemekti.
1900’lerin başlarında sosyal demokrat, Leninist ve ulusal kurtuluşçu olarak üçe bölünen sol, temel tartışmayı iktidarı ele geçirme sorununa odaklarken, bu sorun dışındaki sorunları ikinci plana attı. İktidarı ele geçirmeden önce bu sorunları gündeme getirenleri bozguncu, hatta hain olarak damgalamaktan çekinmedi. 1945’ten itibaren, Immanuel Wallerstein’ın saptamasıyla, “eski sol”un üç türü de kendi ülkelerinde iktidarı ele geçirmeyi başardı, ancak dünyayı dönüştürme konusunda başarısız oldu. Taktik başarının yol açtığı stratejik başarısızlıklar, bu akımlara itibar kaybettirdi ve bu ortamda “yeni sol” doğdu.
Yeni sol
“Eski sol”un iktidarı ele geçirme konusunda başarılı, “eşitlik, özgürlük ve kardeşlik”i gerçekleştirme konusunda büyük ölçüde başarısız olması, o güne kadar üzeri örtülen, iktidarı ele geçirdikten/devrimden/bağımsızlıktan sonraya ertelenen sorunlara odaklanan çok sayıda hareketin ortaya çıkmasına yol açtı.
Cinsiyetler arası eşitliği savunan kadın hareketi, doğayla eşitliği savunan çevre hareketi, barış hareketi, etnik ve dinsel azınlık haklarını savunan hareketler, insan hakları hareketi, ırk, ulus, cinsel yönelim temelli özgürlük hareketleri 1968’den sonra, “hemen şimdi” talebiyle büyük bir patlama yaşadı, eski solun meşruiyetini sarsarak kendine alan açtı.
Eski solun devlet iktidarı odaklı, “eşitlik, özgürlük, kardeşlik” üçlüsünden yalnızca eşitliği temel alan, onu da iktisadi eşitliğe indirgeyerek sosyalist ya da halk cumhuriyetlerinin içine hapseden çizgisi 1991’de yıkıldı. Hemen ardından “eski sağ” da çöküş sürecine girdi. Ancak, klasik sağ-sol ayrımının ortadan kalkmaya başlaması, yeni sol hareketlerin başarılı olması sonucunu doğurmadı: Yeni sol, eski sola benzer kurumsal yapılar oluşturarak eleştirdiğine benzemeye başladı. Eski sol ise başarısız da olsa, yeni solun vurguladığı sorunları programına katmaya çalıştı. Siyaset sahnesi ise asıl olarak, klasik tanımlamayla sağ mı sol mu olduğu belirsiz, kültürel alanda muhafazakâr, siyasal alanda radikal, iktisadi alanda liberal bir çizgi izleyen yeni partiler ile geçmişteki çizgisi ne olursa olsun, değişime direnen, kültürel, siyasal ve iktisadi alanda savunmacı ve gittikçe küçülen partiler arasında paylaşıldı.
Yeniden sol
Baştaki soruya dönersek, solun yeniden canlanması mümkün mü? Bu sorunun yanıtı evet ise ne yapmak gerekir ya da özetlediğimiz tarihsel yükten nasıl kurtulabiliriz? Bu noktada, işe ahlaki bir tercihle başlamak kaçınılmaz: Her şeyden önce amaca ulaşmak için araçları meşrulaştırmaktan vazgeçmeli, araç ile amaç ilişkisini yeniden kurmalıyız. Bu temel tercihten sonra geçmişin ışığında yapmamız gerekenler belirginleşiyor: Geçmişte yöntem noktasında ayrışan ve örgüt bağnazlığına kapılan eski sol, demokratik meşruiyet zemininde yeniden biraraya gelmeli.
Eşitlik, özgürlük ve kardeşlik kavramlarından birini diğerlerine yeğlemekten vazgeçmeliyiz. Bu kavramlar birbiriyle yarışan değil, birbirini tamamlayan kavramlardır, yeter ki iktisadi eşitliğe indirgenmiş bir eşitlik anlayışından kurtulabilelim.
Farklı düzeylerdeki eşitsizlikleri, yasakları ve düşmanlıkları birbirine öncelemeyelim. Yani, doğa-insan, cinsiyet, ırk, inanç, ulus, etnisite, sınıf eşitsizliklerinin aslında içiçe geçmiş ve birbirini besleyen eşitsizlikler olduğunu görelim. Bunlardan birinde eşitlik yönünde atılmış bir adımın diğerlerinin de önünü açacağını fark edelim. Kardeşliği eşitlik ve özgürlük temelinde kurmayı başarabilelim.
Çözümleri birbirine bağlayıp ertelemeyelim: Kadın-erkek eşitliğini, yaş kuşakları arasındaki eşitliği, etnik eşitliği, inanç grupları arasındaki eşitliği hemen şimdi kurmaya başlayabiliriz. Sınıfsal eşitsizliklerin varlığı bu konularda pozitif ayrımcılık yapmamıza, kotalar oluşturmamıza engel değildir. Tıpkı cinsiyetçiliğin, ırkçılığın ve ayrımcılığın her biçimine ve her düzeyde şimdiden yüksek sesle karşı çıkmamıza engel olmadığı gibi.
Gerçekçi olalım: İktidarı ele geçirince dünya yeni baştan kurulmayacak, ama dünyanın yeniden kurulması için elimizde iyi bir dayanak olacaktır.
Evet, yeniden sol mümkündür: Eşitlik, özgürlük ve kardeşlik ülküsü insanları hâlâ çağırıyor.
FARUK ALPKAYA: Dr., AÜ. SBF* *
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder