27 Mayıs Bakanlar Kurulu Tutanakları: İlk kez! Yapı Kredi Yayınları, 27 Mayıs darbesi sonrası askeri hükümetinin bakanlar kurulu tutanaklarını ilk kez ve sansürsüz yayımladı. Yakın tarihin sırları ortaya çıktı… 27 Mayıs 2010 Perşembe, KÜRŞAD OĞUZ / ÖZEL HABER 50 yıl önce bugün, Türkiye’de darbeler dönemi başladı. 27 Mayıs 1960’ta, Türk Silahlı Kuvvetleri adına yönetime el koyan Milli Birlik Komitesi (MBK) TBMM ve hükümeti feshederek her türlü siyasal faaliyeti yasakladı. Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes, TBMM Başkanı Refik Koraltan ile bütün bakanlar kurulu üyeleri ve Demokrat Parti’nin önde gelen yöneticileri hemen tutuklandılar. İzleyen günlerde de birkaç istisna dışında bütün DP milletvekilleri gözaltına alındı. Gözaltına alınanlar arasında, Genelkurmay Başkanı Rüştü Erdelhun başta olmak üzere bazı yüksek rütbeli subaylar da vardı. 28 Mayıs’ta MBK, Orgeneral Cemal Gürsel’e MBK başkanlığının yanı sıra, başbakanlık, milli savunma bakanlığı ve başkumandanlık görevlerini de verdi. Gürsel asker ve sivil üyelerden oluşan bakanlar kurulu listesini aynı gün ilan etti. Birinci Cemal Gürsel Hükümeti’nde (30 Mayıs 1960 – 5 Ocak 1961) görev alan üyelerin sayısı, yapılan değişikliklerle beraber otuzdu. Bu hükümette beş asker ve asker kökenli üye bulunuyordu. Başbakan da dahil olmak üzere toplam üç asker üye, aynı zamanda yasama yetkisini üzerine almış olan MBK’nın da (Milli Birlik Komitesi) üyeleriydi. Beş asker üyenin arasında, iki orgeneral, bir emekli korgeneral ve bir de tuğgeneral vardı. Sözü edilen üyeler Orgeneral Cemal Gürsel, Orgeneral Fahri Özdilek, Tümgeneral İhsan Kızıloğlu, kısa bir süre sonra tümgeneralliğe terfi edecek olan Tuğgeneral Sıtkı Ulay ve emekli Korgeneral Hüseyin Ataman’dı. Diğer üyeler arasına üniversite öğretim görevlileri, yargı mensupları, değişik bakanlıklardan gelenler ve bir de işadamı vardı. Darbe sonrasının ilk Bakanlar Kurulu, 2 Haziran 1960’ta gerçekleştirildi… SANSÜRSÜZ YAYIMLANIYOR Koçak, şöyle diyor: “27 Mayıs 1960’ın 50. yıldönümünde sanırım bu belgeler geçmişimize ilişkin tartışmalarımızda önemli rol oynayacaktır. Tutanakların önemi ve değeri hakkında herhangi bir yorumda bulunmak bile gereksiz. Uzun bir süre önce, Milli Birlik Komitesi Tutanakları, ama yalnızca açık toplantı tutanakları, TBMM tarafından, tıpkı TBMM Tutanak Dergisi gibi, araştırmacılara açılmıştı. 27 Mayıs Bakanlar Kurulu Tutanakları, bir dönemin zihniyetini açığa çıkarmak bakımından önemli belge niteliğindedir.” İki ciltten oluşan tutanaklarda (2 Haziran 1960 – 6 Ocak 1961 ve 6 Ocak 1961 – 16 Kasım 1961), bugünün siyasi tartışmalarının kökenini de ortaya koyan pek çok kayıt mevcut. Cemil Koçak’ın bütün tutanakları elden geçirdikten sonra yaptığı değerlendirmeler de en az tutanaklar kadar önemli. İşte tutanaklardan yola çıkarak Koçak’ın yaptığı değerlendirmelerden, önemli konulara ilişkin bazı bölümler… “İKİNCİ CUMHURİYET”İN İLK TELAFFUZU SİYASETTE EĞİTİM KRİTERİ VEHBİ KOÇ’A TAKILDI 27 MAYIS’IN PROPAGANDA FAALİYETLERİ Hükümetin geniş kitlelere yönelik propagandaya verdiği önem dikkat çekicidir. Bu önem, aynı zamanda karşı propagandanın yoğunluğuyla doğru orantılıdır. Karşı propagandanın yoğunluğu ve dikkate değer yönleri, hükümetin her fırsatta propagandaya olan ihtiyacını doğuruyor ve arttırıyordu. Bakanlar Kurulu’nun yedinci ile on üçüncü ve otuz beşinci toplantılarında, propagandaya özel olarak değinildiğini görüyoruz. Radyo yayınlarının ve radyo alıcılarının daha geniş kitlelere ulaşabilmesinin sağlanmasına çalışılması, hükümetin propagandaya verdiği önemi göstermektedir. Basın ve kitap aracılığıyla halka ulaşılması da hedef olarak zikrediliyordu. Bu anlamda hükümet, tek parti döneminin halk ve halkçılık söylemine geri dönmüşe benzemektedir. Halkla buluşma, halka karşı sevecen ve anlayışlı tutum ve nihayet halkın her konuda yeniden aydınlatılması ve bilgilendirilmesi ve bunun için de halka yönelik doğrudan hitap yöntemlerinin ve kanallarının geliştirilmesi, hep gündemdedir. Bakanlar Kurulu üyelerinin büyük bir kısmı da, basınla iyi geçinmenin öneminden söz etmektedirler. Bakanlar Kurulu’nun otuz beş ve otuz yedinci toplantılarında zikredilen basına kağıt temini, bu ilişkinin iyi bir örneği olarak karşımıza çıkmaktadır. “SUBAYLARI PERİŞANLIKTAN KURTARMAK İÇİN…” Orduya gösterilen yakın ilgi, yalnızca manevi alanda kalmayacak, fakat tıpkı memurlara gösterilen yakın ilgide olduğu gibi, subayların da maddi imkânlarının geliştirilmesine gayret edilecektir. Bu konuda özellikle başbakanın vurgulamaları ve hatırlatmaları dikkate değerdir. Başbakan, Bakanlar Kurulu’nun dördüncü toplantısında,, “subayları içinde bulundukları perişanlıktan kurtarmak” için, “milletin ordusuna olan sevgisinden istifade” etmek gerektiğinden söz ediyordu. Birinci Cemal Gürsel Hükümeti’nde gerçekleşen geniş tasfiyeden sonra, ordu içindeki tasfiyenin etkilerini yumuşatma operasyonu olarak da nitelendirilebilecek gelişmeler gözden kaçmamalıdır. Ordudan uzaklaştırılan subaylar için üniversiteye girişte kolaylık sağlanmasına çalışılması, bu çerçevede ele alınmalıdır. Öneri, Bakanlar Kurulu’nun otuz ikinci toplantısında, MBK üyesi de olan hükümetin askeri kanadından Milli Savunma bakanı Org. Fahri Özdilek’ten gelmişti ve askeri kanattan bir başka hükümet üyesi olan Sıtkı Ulay’ın da desteğine sahipti. Nitekim, başbakanın da bir kolaylık talep etmesi, bu meselenin yumuşatıcı etkisini göstermektedir. Milli eğitim bakanı ise yeni emekli olmuş bir albayın Ankara Üniversitesi Dil-Tarih ve Coğrafya Fakültesi’ne yaşamayan diller bölümüne bir nolu öğrenci olarak kaydını yaptırmıştı ve bundan şeref duyduğunu açıklıyordu. Öyle anlaşılıyor ki, Bakanlar Kurulu’nun sivil bürokratları da iç hiyerarşiyi özümsemiş gibiydi. Diğer yandan, Bakanlar Kurulu’nun otuz sekizinci toplantısında, bu kez yine emekli edilmiş olan subaylara Petrol Ofisi bayiliği verilmesi isteğine, ordudan tasfiye edilen subaylara karşı bir yumuşa(t)ma operasyonu olarak da bakılabilir. GÜRSEL’İN ÖNERİSİ: KÜRT TEHCİRİ Başbakanın daha ilk toplantılardan birinde, Bakanlar Kurulu’nun üçüncü toplantısında, Kürt sorunundan söz etmesi manidardır. Başbakanın bu konuşmasından, eski iktidar mensupları gibi, pek çok Kürt aktivistin de gözetim altına alındığı belli olmaktadır. Daha da önemlisi, eski iktidar ile Kürtler arasında kurulan ama asla kurulmaması gerektiği belirtilen ilişki de dikkat çekicidir. Başbakan, özellikle Demokrat Parti iktidarını Kürtlere yakın davranmakla suçlamıştı. Başbakan, diğer yandan, komünistlerin de bu konudaki girişimlerini vurguluyordu. Daha ilk adımda, Doğu’dan Batı’ya göçürülme gündeme gelmişti bile… Bu da, tek parti dönemi politikalarına bir geri dönüşün işareti idi. Oysa Başbakan, Türkiye’de Kürt olmadığı kanısındaydı. Bakanlar Kurulu’nun dördüncü toplantısında, başbakan, Doğu’dan Batı’ya göçürülmeyi ciddiyetle önermektedir. Tutuklamalar, yalnızca eski iktidar mensuplarıyla sınırlı kalmamış ve Doğu’da da epey tutuklama olmuştu. İşin ilginç yanı, başbakanın Kürtçülük hareketini teşvik edenin Moskova olduğundan hiç kuşkusunun olmamasıydı. Bakanlar Kurulu’nun yedinci toplantısında ise, başbakan, Kürt aktivisti toplam 164 kişinin Sivas’ta gözetim altında tutulduğunu açıklıyordu. Başbakanın talebi, Doğu’dan Batı’ya göçürülme idi. İçişleri bakanı da aynı görüşteydi. Fakat yasaların yetersizliğinden de şikayetçiydi. Bu konuda 5398 sayılı yasa ile 1947-50 yılları arasında benimsenmiş olan yasalar da mevcuttu. Fakat “eski kanun, tehcir esasına dayanıyordu.” O zamanlar Doğu’dan Batı’ya göçürülme, İskân Kanunu temelinde gerçekleştirilmişti. İçişleri bakanının verdiği bilgiye göre, Muş, Bitlis, Van, Diyarbakır ve Erzurum bölgelerinden 164 kişi gözetim altına alınmıştı. Fakat bütün bunlar, “esas 85 aile” idi. Aile efradı ise eski bölgelerinde kalmıştı. Aslında görünen odur ki, bütün bunlar, tek parti döneminin iskân politikalarının tekrarı bir girişimdi. Bakanlar Kurulu’nun yedinci toplantısında gündeme gelen bu görüşler, yine o birinci toplantıda da, Kürtler için “tehcir”e kadar uzanan önlemler paketi ile dikkat çekmektedir. Hükümet üyeleri de, bunun “demokrasi”yle ilgisini kurmakta zorlanıyor ve daha sonra gelecek olan hükümetlerin “demokrasi prensipleri üzerine hürriyetleri iade edebileceğinden” söz ediyordu. İSTANBUL’DAKİ SERSERİLER MUŞ’A… Bu arada, hazırlanan ve Bakanlar Kurulu’nda tehcire benzetilen yasa tasarısından da söz edilmelidir. İçişleri bakanı bile, tasarının tehcire benzediğini ve antidemokratik göründüğünü ifade etmişti. Doğu’dan 400 aile tehcire uğrayacaktı. İskân Kanunu da yenilenecekti. İstanbul’dan da serseriler Muş’a sürülecekti. Başbakan da bütün bunlara taraftardı. Yörenin emniyeti ve idarecileri, gereken soruşturmaları tamamlayacak; tehlikeli ve şüpheli gördükleri isimleri, Bakanlar Kurulu’na bildirecekti. Bakanlar Kurulu’nun kararıyla bu isimler tehcir edilecekti. Başbakana göre, Alevilere Kürt denildiğinden, Aleviler, Şiiler ve Bektaşiler otomatikman Kürt oluyordu. Sünniler de, onlara düşman oluyordu. Çözüm, onlara kendi benliklerini öğretmekti. Mezhep farklılıkları, ayrılıkları ve çatışmaları da bu meseleyle yakından ilgiliydi. Amaç, mezhep ayrılıklarını ortadan kaldırmak olmalıydı. Aleviliğin içinde bulunduğu durum düzeltilmeliydi. Diyanet İşleri Başkanlığı’nda Alevilik masası oluşturulmalıydı. Böylece, Aleviler, Kürtçülükten ayrılırlardı. Kürtçülük, Alevilik ve din meselesi iç içe girmişti. Başbakan, İmralı’ya yobazları doldurmak istiyordu. Din reformu gerekiyordu ve ibadet dili Türkçe olmalıydı. Ayrıca camilere tertemiz sıralar konulmalıydı. Amaç, İslamı modern ve tertemiz bir hale getirmek olmalıydı. Bakanlar Kurulu’nun 35. toplantısında ise, Kürt aktivisti memurların görevlerinden uzaklaştırılmaları ve öğretmenler arasında Kürtçe konuşan Kürt asıllı öğretmenlerin de yine aynı şekilde görevlerinden alınmaları talep edilmişti. Kürt asıllı olanlar, Doğu’da öğretmen olarak görevlendirilmemeliydi. RADYODA TÜRKÇE KURAN TARTIŞMASI Maliye Bakanı Kemal Kurdaş, arkadaşından bir mektup aldığını anlatıyordu. Arkadaşı, mektubunda, 1959 yılının ramazan ayında sokaklarda ezan sesinden geçilmediğinden şikayetçi olmuştu. Kurdaş’a göre bu, bir münevverin feryadı idi. Kurdaş’a göre de taviz verilmemeliydi. Radyoda Kuran okunmamalıydı. Aksi davranış taviz olurdu. Dışişleri Bakanı Selim Sarper de, Kuran’ın Türkçe okunmasından yanaydı. Adalet Bakanı Ekrem Tüzemen de, Bakanlar Kurulu üyelerinin tamamının radyoda Kuran okunmasından yana görüş bildirdiğine dikkat çektikten sonra; radyoda Kuran okunmasın diyen bir üyenin bulunmadığını tekrar ettiğinde, Osman Tosun, bu öneriye karşı çıkan tek üyenin kendisi olduğunu hatırlatmak ihtiyacı duymuştu. Tüzemen, teenni ile hareket edilmesinden yanaydı ve ona göre Atatürk bile zamanında öyle yapmıştı. Bakana göre dinciler çıkarcıydı. Ancak, zaten yeni vergi yasaları hayli tepki doğurmuştu. Şimdi bir de bununla ilgili tepkiler doğmamalıydı. SAİD-İ NURSİ’NİN MEZARI ISPARTA’DA Bakanlar Kurulu’nun on birinci ve on ikinci toplantılarında, Said-i Nursi’nin mezar yerinin değiştirilmesinin gerçek nedenleri, mezarın siyasi bir merkez olma ihtimali karşısında mezar yerinin değiştirilmesi planı ve planın uygulanması ile gerçek mezar yeri de tutanaklardan anlaşılmaktadır. Görünen, planın fikir babasının başbakan olduğudur. Öyle anlaşılıyor ki, uygulama içişleri bakanına düşmüştü. Cenazenin nakil senaryosu tamamen tertiptir. Günümüze kadar yeri hayli tartışmalara neden olan mezarın Isparta’da olduğu artık açıkça anlaşılmaktadır. 1960’TA 520 BİN GAYRİ MÜSLİM AZINLIK “İŞÇİLER PAZAR GÜNÜ DE ÇALIŞSIN” Bakanlar Kurulu’nun kırkdördüncü toplantısında, subaylara ekstra kömür dağıtımı gündeme geldiğinde, hemen ardından işçilere ücretli izin verilmesi talebi tepkiyle karşılanacaktır. Başbakan da buna katılmıştı. Askerler, hep çalışılmasından yanaydı. Aynı şekilde Kızıloğlu da, pazar günleri bile çalışılmasından yana olduğunu söyleyecektir. Memurlara gösterilen tolerans, işçiler sözkonusu olduğunda hiç hatırlanmıyordu bile…
İlginç olan nokta, ekonomik yatırımlara ara verilmekte olan bir dönemde, memurlar için harcamalarda gösterilen hoşgörü ve destektir. Bu da, bürokrasinin hükümet üzerindeki itibarını göstermektedir. Bu anlamda memurlar baştacı edilmiştir. Hükümet üyeleri, memurlara karşı son derece anlayışlı ve onları destekler durumdadır. Döviz darlığına karşın, memur ailelerinin yurtdışında tedavi sorununun gündeme gelmesi ve sorunun olumlu yönde çözülmesi de buna işarettir. Buna karşılık, işçilere ve işsizlikle mücadeleye aynı oranda ilgi gösterildiği söylenemez. http://www.haberturk.com |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder