Aleviliğe yönelik bozma, tahrip ve asimilasyon politikalarına 12 Eylül öncesinde karar verildiği anlaşılıyor. Ancak pratik adımlar için 12 Eylül gerekiyor. YÜZLERCE YILIN YABANCISI BİR SES Geç saatlerde köye gelmişlerdi. Sabah erken kalkmak düşüncesiyle oyalanmadan yatılar. Gecenin bir yarısında uyumak ile uyanıklık arasında hiç tahmin etmediği bir sesle irkildiler. Ne oluyordu, rüya mı görüyordu, yoksa hala Ankara’da mı idiler? Evet duydukları gerçekti. Ezan okunuyordu ve namaza çağrılıyorlardı. Köyleri Alevi köyü. Yüzlerce yıldır namazla, hocayla, camiyle, ezanla bir ilişkileri olmamıştı. Köylerinde bir cami de yok ama bu ezan da neyin nesi. Kahvaltıdan sonra köyün meydanına gittiler. Köylüler sırtlarını duvara alınlarını güneşe vermişler muhabbet ediyorlardı. Ezanı sordular. Köyüler direklere monte edilmiş hopörlorleri göstererek anlatmaya başladılar: “Kaymakam köyden muhtarla yaşlılardan oluşan bir heyet çağırdı. Hoş beşten sonra, konuyu camiye getirdi. Neden sizin köyde cami yok? Diye sordu. Olmadığını söyledik. Kaymakam devam etti. Siz bu vatanın evladı değil misiniz? Siz kurtuluş savaşında şehit vermediniz mi? Siz vergi vermiyor musunuz? Hizmet almak sizin de hakkınız değil mi? Neden camisiz kalacaksınız, devletin görevi bu bir dilekçe verin görkemli bir cami yaptırtayım. Siz de bu Kızılbaş görüntüsünden kurtulun. Her bir hizmetten yararlanın dedi. Biz atalarımızdan böyle bir şey görmediğimizi, namaz kılmadığımızı, camiye ihtiyaç duymadığımızı, köyümüze hizmet edilecekse kanalizasyonumuzun olmadığını, bu konuda yardımcı olmasını rica ettik. O ayrı bu ayrı dedi kaymakam. Cami olmadan ben sizin için hükümetten talepte bulunamam, gidip düşünün bir kez daha 15 gün sonra gelip kararınızı açıklayın dedi. Çıkıp geldik, cevap da götürmedik. Bir ay geçmedi ki kaymakamlığın resmi aracıyla birkaç görevli geldi. Ellerinde hopörlerler, top top kablolar vardı. Telefon direklerine hoporlörleri monte edip, kabloları bağladılar, ta ilçeye kadar. Sonra da hopörlerleri ve kabloları devlet malı olarak muhtarın üzerine bir güzel zimmetlediler. İki gün sonra da o hopörlerlerden beş vakit ezan sesi verdiler. Yüzlerce yılın yabancısı bir ses değdi köyümüze, dağımıza taşımıza, tarlalarımıza. Bize eza, cefa olsun diye yaptılar bunu. Bizi biz olmaktan çıkarmak için, insan sıfatından çıkarmak için yaptılar bunu.” [1] İNSANLIK SUÇU ASİMİLASYON Köylülerin yaşayıp da adını koyamadıkları şeyin adı asimilasyondur. Psikolojik baskıdır, manevi cebirle uygulanan zulümdür. [2] Zaten asimilasyon maddi cebirle yürütülen siyasetin manevi cebirle yürütülmesinin adıdır. Asimilasyon insan doğasının tahribine yönelik, insanı insan olmaktan çıkarmayı amaçlayan ve resmi gücü elinde tutan çevrelerce “bir tehdit unsuru olara görülen” unsurlara karşı uygulanan sinsi ve vicdansız bir palandır. Asimilasyon resmi monolotik blok için tehdit unsuru değerlendirilmesi yapılan inançsal, etnik, kültürel farklılığı eritmeyi, yok etmeyi, ortadan kaldırmayı ve kendisi olmaktan çıkarmayı hedef alır. Asimilasyon özel olarak planlanmış, birçok ideolojik aygıt kullanılan uzun erimli bir süreçtir. Asimilasyon’da saldırı hedefi beyinlerdir. Bilinci bulanıklaştırmak, çarpıtmak, kafayı karıştırmak, sağlıklı anlama ve düşünme yetisini ortadan kaldırmak kurgulanan yalana kişileri ikna ederek yalanın gerçek olduğunu bizzat onlara savundurmaktır. Asimilasyon bilinç tahribatını gerçekleştirdiği anda sonuca varmış demektir. Alevilerin asimilasyonunda, Alevliğin şehirlerden kırlara doğru fethedilmesinde Alevi köylerine cami yapılması temel bir asimilasyon aracı işlevi görüyor. Siyasal iktidar devlet otoritesini kullanarak maddi ve manevi cebir uygulayarak Aleviliği Alevilik olmaktan çıkarmak için Alevi köylerine Bayındırlık Bakanlığı, Karayolları, Köy Hizmetleri gibi kurumlar aracılığıyla camiler inşa ediyor. ALEVİLERE HAYAT HAKKI YOK! Aleviler Anadolu’nun şansız (!) bir inanç topluluğudur. Osmanlı kabileden imparatorluğa dönüştüğü noktada İslamiyet’i kendisine resmi din olarak seçecektir. Bu noktadan sonra Anadolu halkının büyük bir çoğunluğunun inancı olan Alevilik için trajik bir tarih başlayacaktır. İslam ulemasının ve bağlı olarak Osmanlı Devletinin diğer dinlerle herhangi bir sorunu yoktur. Hıristiyanlar, Yahudiler inançlarının gereğini diledikleri gibi yerine getirebileceklerdir, onlara açılan büyük bir hoşgörü alanı vardır. Fakat söz konusu olan Alevilik olunca hoşgörünün zerresinden dahi bahsetmek imkansız olur. Osmanlı İslamı açısından Aleviliğin hazmedilmesi, ona bir değer olarak bakılması ve hatta Aleviliğe karşı kayıtsız kalınması söz konusu olamaz. Osmanlı devletinin en yüksek dini otoritesi olan şeyhülislamlar Aleviler hakkında verdikleri bir çok fetvada şu görüşü açık net olarak ifade etmişlerdir: “Aleviler diğer inanç topluluklarından aşağı bir topluluktur. Bir Hıristiyan’ın tövbe edip Müslüman olması herhangi bir sakınca doğurmazken, Alevilerin tövbesi ve Müslüman olmaları asla mümkün değildir.”[3] Osmanlı Şeyhülislamları Alevilerin yaşantı ve inançlarını değerlendirerek bunun “kendi Müslümanlıkları bir ilişkisinin olmadığını” saptamışladır. Kadın-erkek birlikte ceme giren, saz çalıp, semah dönen bu insanlar Müslüman değildirler! Diğer yandan Alevi inançlı bu insanlar Anadolu’da her türlü haksızlığa karşı seslerini yükseltiyor, boyun eğmiyor, zulme zorbalığa karşı hakkın ve haklının yanında tavır alıyorlar, insanlık değerlerini her türlü değerin üstünde tutuyorlardı. Bu özellikleri ile Aleviler Osmanlı hanedanı için potansiyel tehlike idi. Alevilerin tövbeleri de “dinen caiz” olmadığına göre yapılacak tek şey uygun araçlarla “bunların pis bedenlerini ortadan kaldırmaktı”. Şeyhülislamların fetvalarının gereğini Osmanlı padişahları yerine getirmekte bir an bile tereddüt etmediler. Alevilere yönelik yüzlerce katliam gerçekleştirilir. Resmi tarihçilerin yazdıklarına göre dahi bu katliamlarda onbinlerce Alevi katledilir. ALEVİ KATLETMEKLE ALEVİLER BİTMEYİNCE ? Osmanlı yöneticileri onbinlercesini katletmelerine rağmen Alevileri ortadan kaldıramadıklarını, köklerini kurutamadıklarını dağ başlarına, yollardan uzak vadilere, kuş uçmaz kervan geçmez coğrafyalara kaçıp sığınan Alevilerin yaşamaya devam ettiklerini görürler. Osmanlı şeriat alimleri Alevilere yönelik katliam ve imhanın tek başına sonuç vermediğinin farkına varınca yani Aleviler karşılarında bağlamanın tellerine dokunup; “Sayılmayız parmak ile Tükenmeyiz kırmak ile” diye deyişler söylemeye devam edince Alevi toplumunu en az katliam kadar tahrip edecek bir sinsi planı devreye sokmaya karar verirler: Asimilasyon! Asimilasyon aracı olarak 400 yıldır Alevi köylerine, a)Cami yapılması, b)Sünni imam atanması, c)Şeriat eğitimi verilmesi, araçları kullanılmaktadır.Bu yazıda Alevileri sünnileştirmeye yönelik asimilasyon planının yalnızca bu yönü üzerinde somut örneklerle durulacaktır. Bugün Alevilik düşmanı çevrelerin; “Alevi köylerinde tarihi camilerin bulunduğu, Alevilerin camileri kendi istekleriyle ve kendileri tarafından yaptıkları, camilerde ibadet ettikleri” yalanının asimilasyon amacıyla üretildiği ve yayıldığı kanıtlarıyla gösterilecektir. ŞİMDİ ALEVİLERİ MÜSLÜMAN YAPMA ZAMANI! Şeriat uleması ve Osmanlı yöneticileri bu kez ALEVİLİĞİ KATLETME planlarını devreye sokarak zamanı “Alevileri Müslüman yapma zamanı” olarak ilan ederler. Şimdi onlardan “tövbe” etmeleri istenilecek, yani Aleviliklerinden vazgeçmeleri ve Müslüman olmaları karşılığında yaşamalarına izin verilecektir. 400 Yıllık asimilasyon planı uygulamaya konulur. 1600’lü yılların başıdır. Sivas civarında Şeyh Bedreddin yolundan yürüyen Aleviler yaşamaktadır. Aziz Mahmut Hüdai Efendi Bedreddincilerin yola getirilmesine dair Osmanlı padişahı I.Ahmet’e 1600 yılında bazı tavsiyelerde bulunur: “Kızılbaş köylerinden her birine bir imam nasb oluna, talim-i ilim ve sıbyan ve nisvan ve zekeran eyleye... Bunlar namakul vasıflarını ihtiyarlarıyla terk edip sünnet ve şeriat üzerine olurlar ise pek güzel. Aksi halde ortadan kaldırıla.”[4] Yani Alevi köylerine Sünni imamlar tayin edilecek, başta çocuk ve kadınlar olmak üzere Alevi halka şeriat eğitimi verilecektir. Bu eğitimler sonuç verir de Aleviler Aleviliklerini terk ederlerse pek güzel olacaktır. Aksi takdirde eski usule devam edilecek yani haklarından gelinecektir. Bu fetva gösteriyor ki 400 yıl öncesinden işlemeye başlatılan Alevilerin Sünnileştirilmesine yönelik bir asimilasyon planı yürürlüktedir. ASİMİLASYON GÖREVLİSİ NAKŞİBENDİ ŞEYHLER 19.yüzyılın başında padişah II.Mahmut eliyle Alevilere yönelik yine iki yönlü bir uygulamanın yürürlüğe konulduğuna tarih tanıklık etmektedir: Katliam ve asimilasyon. 1826’da Yeniçeri Ocağıyla birlikte Bektaşi tekkelerinin imhası yoluna gidilmiştir. Bektaşi babaları darağaçlarına ve sürgünlere gönderilmiştir. II.Mahmut Şeriat alimlerinin fetvalarını yerine getirir. Bektaşî tekkeleri 1826’da Padişah II:Mahmut’un buyruğuyla Osmanlı Devleti tarafından, rıfz, ilhad, ehl-i sünnet akidesinden sapma, içki içme, namazı ve orucu terk etme gibi suçlamalarla kapatılmış, yalnızca merkez âsitane, yâni Hacı Bektaş Veli’nin türbesinin de bulunduğu Pir evi, bir Nakşibendî şeyhi nezaretinde Nakşibendî âyini yapması şartıyla açık bırakılmıştır. Bektaşî tekkelerinin 60 yıldan yeni olanları yıktırılmış, eski olanları medrese ve câmiye çevrilmiştir. HACI BEKTAŞ’TA ASİMİLASYON CAMİ Bugün Alevilerin serçeşmesi/kabesi olan Hacı Bektaş dergahında asimilasyon amacıyla yapılmış olan bir cami yükselmektedir. 1834 yılında inşaa edilen cami Alevilerin Aleviliklerinden vazgeçmelerini sağlamak amacıyla işlev görmektedir. Bu asimilasyon cami günümüzde Alevilerin camiye gittiği, namaz kıldığı yalanına kanıt olarak kullanılmaya çalışılmaktadır. Fakat Aleviler aynı süreçte bu caminin Alevileri Sünnileştirmek için yapıldığını, Hacı Bektaş postnişini Hamdullah Çelebi’nin Amasya’ya sürgün edildiğini ve orada hakka yürüdüğünü nasıl unutabilirler. ANKARA’DAN EMİR VAR 20.yüzyıla girerken Osmanlı hala Alevileri bitirme, Aleviliği ortadan kaldırma sürecini işletmektedir. Bu kez Osmanlı’nın Ankara valisi devrededir. Ankara Valisi Mehmet Memduh 1894 yılında padişah II:Abdülhamit’e İç Anadolu bölgesinde yaşayan Alevilerle ilgili bir rapor sunar ve Alevilere yapılması gerekenler hakkında önerilerde bulunur: “Bölgemizin bazı yerlerinde özellikle de Yozgat ve Kırşehir sancakları dahilinde yoğun bir biçimde adlarından başka müslümanlıkla hiçbir ilişkileri kalmamış olan ve Anadolu’da Kızılbaş/Sürhi Ser olarak adlandırılan insanlar yaşamaktadır. Bu toplulukların zararlı inançlarının düzeltilmesi yolunda yapılması gerekenlere ilişkin raporumu 1893 tarihinde makamınıza sunmuştum. Raporumdan sonra orada yazıldığı gibi Kızılbaş köylerine olabilecek çabuklukta birer cami şerif yaptırılmış, buralara ehli sünnetten imamlar tayin edilmiş, Kuran öğretilmesi için mektepler inşası yoluna gidilerek Tanrı’nın yardımı ve devletimizin de gücüyle zararlı inanış sahipleri büyük ölçüde yola getirilmiştir.” Diğer yandan Ankara vilayetinde olmayıp Sivas vilayetinde yüzbinden fazla Kızılbaş bulunmaktadır. Hatta Sivas’tan İran sınırına kadar birçok köy ahalisi de bunların inancındandır. Bunların kendi hallerine bırakılması her zaman için korkunç sonuçlar doğuracaktır. Bu konuda acilen esaslı tedbirler alınması gereklidir.”[5] Vali’nin padişaha sunduğu rapordan “Alevi toplumunun zararlı inançlarının düzeltilmesi” yani Alevilerin Sünnileştirilmesi için emirleri doğrultusunda Alevi köylerine cami yapılmış, sünni imamlar atanmış ve halka şeriat eğitimi verilmiştir. Görülen odur ki “kimi Alevi köylerinde çok eski camilerin bulunduğu” iddiası ile 19.yüzyılda Alevilerin Sünnileştirilmesi amacıyla yapılan camileri ifade etmektedir. HIZLA SÜNNİLEŞMEYE DOĞRU Ankara Beypazarı ilçesi Karaşar bölgesi çok eski bir Alevi yerleşim yeridir. Bu bölgede yaşayan Alevi toplumunun 1950’lerden sonra adım adım bir Sünnileştirmeyi yaşadığı görülmektedir. Bu asimilasyon sürecinin Ankara Valisi Mehmet Menduh’a kadar dayandığı tartışmasızdır. Bugün yörede yalnızca 4 Alevi köyü kalmış ve fakat bunlar da her geçen gün kimliklerini yitirmektedir. Karaşar Köyü’ne bir cami yetmemiş ikincisi inşa edilmiştir. Sünnileştirmede ne denli mesafe alındığı köy muhtarının şu sözlerinden tüm çıplaklığıyla anlaşılmaktadır: Karaşar Dereli Köyü Muhtarı Hasan Demirel “Bizim köy, Karaşar, Saray, Köseler önceleri birliklermiş. Yani kardeş imişler. Hepsi Alevi-Bektaşiymiş... Babam, anam, dedem Alevi-Bektaşi idiler. Alevilikle ilgili inançlarını eksiksiz yerine getirmeye çalışırlardı. Ben Alevi değilim, İslam’ın ve Kuran’ı Kerim’in kurallarına, emirlerine uygun olarak ibadetlerimi yerine getirmeye çalışıyorum.’[6] Ankara’nın Alevi düşmanı valisi Mehmet Memduh’un idare alanı içerisinde bulunan Çubuk İlçesi Alevi köyleri de öteden beri yoğun bir Sünnileştirme baskısı altında bulunmaktadır. Çubuk Alevi köylerinin tamamına yakınına son yüzyılda camiler yapılmış (Aşağı Emirler 1880, Yukarı Emirler 1912, Çit 1955, Mahmutoğlan 1936, Sarıkoz 1947, Ovacık 1964) ve sünni imamlar atanmıştır. Bu gün için Çubuk Alevi köylerine yönelik sünnileştirme operasyonunda Ankara Gazi Üniversitesi bazı elamanları özel bir rol üstlenmiş durumdadır. ÇORUM İSKİLİP İBİK KÖYÜ VE ÇORUM İLAHİYAT FAKÜLTESİ Alevi köylerine cami yaparak ve sünni imam atayarak devlet eliyle yürütülen asmilasyon planının Orta Anadolu’da yoğun olarak icra edildiği bir merkez de Çorum’dur. Çorum’un Alevi köylerinin yarıya yakınına son 30 yıl içerisinde cami yapılması yoluna gidilmiştir. Çorum İlahiyat Fakültesi Alevilerin asimilasyonunda etkin bir görev yapmaktadır. İşte bir örnek: İbik Köyü. 1970’lere kadar Hacı Bektaş Dergahından icazetli Osmancık Mehmet Dede tekkesine bağlı dedelerin gelip cem yürüttüğü köy hızla sünnileşme yoluna girer. Köye iki ayrı cami yaptırılır. Köy çocukları kuran kursuna, imam hatip okullarına gönderilmeye teşvik edilir. Köyden 74 yaşındaki Hüseyin Gökçen anlatıyor “eskiden bizim dedeler gelirdi. Biz ramazan tutmaya başladık. Dedeler bu oruç bizim değil derlerdi. Kızıp karşımızdaki Eşençay köyüne giderlerdi. Biz de oruçta bizim, namazda bizim derdik. İki camimiz var, cemevi istemez herkes camiye gidiyor.[7] Bu köy üzerinde özel olarak çalışıldığı ve asimilasyonda sonuç alındığı görülüyor. Çorum İlahiyat Fakültesi öğretim üyelerinden ve bölgede yürütülen asimilasyonun faillerinden Osman Eğri de İbik Köylülerinin Sünniliğe gösterdiği eğilimi bir övünç vasıtası olarak belirtiyor.[8] ASİMİLASYON İÇİN KILAVUZ İlahiyatçı Osman Eğri işi daha da ileri götürerek “Alevi Köylerinde Din Hizmetleri Nasıl Yapılabilir?” başlıklı bir de kılavuz yazmıştır.[9] Söz konusu kılavuzda Alevi köylerine atanan imamlara Alevi köylüleri nasıl Sünnileştirecekleri yönünde yol gösterilmektedir. *Bu kılavuzda müftülüklere ve Alevi köylerinde imamlık yapacak Sünni hocalara şu önerilerde bulunulmaktadır: “1.Alevi köylerine cami yapımı teşvik edilmeli, cami yapımı konusunda devletten yardım sağlanmalıdır. 2.Alevilerin yoğun olarak yaşadığı Çorum, Amasya, Sivas,Tokat, Malatya, Maraş, Erzincan, Tunceli gibi illerdeki müftülükler bu konuyu (Alevilerin asimilasyonunu demek istiyor) merkeze alarak reorganize olup, aktif bir şekilde çalışabilirler. 3.Bu illerdeki ilahiyat fakülteleri, il ve ilçe müftülükleri işbirliği içinde Alevilerin önde gelen insanlarıyla, bölgede sayılan ve sevilen sözü dinlenen dede ve babaları kuşatarak, onların kafalarını karıştırarak, etki altında bırakarak, manevi cebir uygulayarak bu kişilerin toplum üzerindeki etkisinden yararlanabilir ve amaçlarına alet edebilirler. 4.Müftülükler Alevi köylerine yönelik olarak “irşat ekipleri” (asimilasyon demek istiyor) görevlendirebilirler. 5.Yol, su, kanalizasyon gibi köye yönelik hizmetler imamlar aracılığıyla, onların bir eseri olarak sağlanmaya çalışılabilir. (Yani Aleviler hizmet isteyince cami ve imam şartı getirilmelidir demek istiyor.) Osman Eğri’nin kılavuzu Aleviliğe yönelik resmi otorite tarafından sürdürülen asimilasyon uygulamalarının pervasızca alenileşmesidir. Asimilasyon zihniyetinin sınır tanımazlığının açık bir örneğidir. Ayrıca bilim üreten üniversitenin asimilasyonda nasıl görev aldığına ilişkin samimi bir itiraftır. Asimilasyon kılavuzu hazırlamakta Eğri yalnız değil. 12 sonrasında siyasal iktidar bünyesinde Alevileri Sünnileştirmek amacıyla kurulan “Alevi Masası”nın önde gelen görevlilerinden biri olan Diyanet başmüfettişi Abdülkadir Sezgin de bu yönde bir kılavuz hazırlattırılıyor.[10] Sezgin de kılavuzunda Eğri’ye ek olarak “Alevi köylerinde görevlendirilecek imamların özel olarak seçilmelerini, Kuran öğretmenliği oluşturularak Alevi köylerinde Kuran kursları düzenlenmesini, bu köylerde görev yapan öğretmen, ebe, hemşire gibi devlet memurlarının müftülüklerce eğitilerek asimilasyonda görevlendirilmelerini, bazı dedelerin işbirlikçiliğe ikna edilmesini, bu kişilerin özel gezilere götürülmesini, resmi irşat toplantılarına katılımlarının sağlanmasını, basın yayın faaliyetleriyle Aleviliğin aslında Sünnilik olduğu düşüncesinin yayılmasını, Asimilasyonda Diyanet İşleri Başkanlığı, TRT, Kültür Bakanlığı ve Milli Eğitim Bakanlığı’nın işbirliği içerisinde görev alması gerektiğinin” altını çiziyor. KAZDAĞI TÜRKMENLERİNİ NE YAPMALI? Asimilasyondan Türkiye’nin dört bir tarafında yaşayan Aleviler mutlaka paylarını almaktadırlar. Batıda yaşanan örnekler de İç Anadolu’dan farklı değildir. Araştırmacı Piri Er anlatıyor: Balıkesir-Çanakkale Kazdağı Türkmen köylerinde cami ve mescitlerin 1980 sonrasında yapıldığı dikkat çekmektedir. Çamcı Köyü’ne cami 1980, Güzelköy Köyüne mescid 1987, Uzunalan Köyüne mescid ise 1989 yılında yapılmıştır. Bu köylerde yapılan çalışmada köylülerce, cami ve mescitlerin köy halkı tarafından değil devlet eliyle yapıldığı, köylülerin herhangi bir istekte bulunmadığı beyan edilmiştir.[11] BURSA’DA GEYİKLİ BABA Bir Bektaşi babası olan Geyikli Baba’nın türbesinin bulunduğu Baba Sultan Köyü (Bursa-İnegöl) zaman içinde Sünnileşmiştir. Cami yapımından bir Alevi köyü olan Bursa İnegöl Şehitler köyü de nasibini almış ve i980 sonrasında Şehitler’e de bir cami yapılmıştır. Fakat köyde cemevi bulunmaktadır ve caminin cemaati yok denecek kadar azdır. OSMANLI ŞEYHÜLİSLAMLARINDAN 12 EYLÜL PAŞALARINA Alevi köylerine cami yapılarak Alevilerin Sünnileştirilmesi ve Aleviliğin ortadan kaldırılması konusunda siyasal iktidarın vahşice saldırdığı Alevi coğrafyası 12 Eylül sonrasında Tunceli olmuştur. Aleviliğe yönelik bozma, tahrip ve asimilasyon politikalarına 12 Eylül öncesinde karar verildiği anlaşılıyor. Ancak pratik adımlar için 12 Eylül gerekiyor. 12 Eylül toplumun tüm direnç odaklarını kırarken tek tek alevi bireyler de bundan fazlasıyla paylarına düşeni alıyorlar. Fakat bu yetmiyor, alevi bireyleri kırmak iktidarı tatmin etmiyor. Onlara göre Alevilik bir direnç öğretisi ve bu öğretinin içinin bir an önce boşaltılması lazım. Aksi takdirde yere düşen filizlerden yeni ağaçlar büyüyecek bir ortam sözkonusu olacaktır. O nedenledir ki Aleviliğe saldırıyorlar bir bütün olarak. Aleviliğin direnç özellikleri taşıdığını saptayanlar doğru bir tesbit yaparken onun bir çırpıda tahrip edileceğini düşünerek derin bir yanılgıyı yaşıyorlar. Yanılgılarını görmeleri için zaman gerekiyor. Aleviliği tahribe kalkışanlar Aleviliğin en sağlam coğrafyasında eylemlerini deniyorlar. Tunceli’de. Tunceli’de Aleviliği bitirmek için harekete geçiyorlar. Kendilerince doğru bir iş yapıyorlar. En sağlam cepheyi göçerterek bütün bir sathı kolaylıkla fethedebileceklerini planlıyorlar. Tunceli”de Aleviliğin bitirilmesi, Aleviliğin diğer coğrafyalarda tuz buz edilmesi için kendilerine büyük moral verecekken Aleviler açısından büyük moral çöküntü anlamına gelecektir, bunun hesabını yapıyorlar. 12 Eylül’ün paşa valisi Kenan Güven Tunceli’nin Alevi köylerine zorla cami yaparak islamiyeti Alevilere getireceğini, Alevileri İslamlaştıracağını, Sünnileştireceğini düşünüyor. Zorla cami yaparak işe başlıyor. “Cami yaptırma konusunda verilen görevi en titiz şekilde uygulayan bürokrat ise dönemin Tunceli Valisi Kenan Güven oldu. Gençlerinin büyük bir kısmı hapiste olan Tunceli'de tehdit ve kaba kuvvet kullanmaktan da çekinmeyen Kenan Güven karşısında yaşlıların direnmesi fayda etmedi. Darbeden önce merkezde, Tunceli merkezinde 1 olan cami sayısı Güven sayesinde 5'e yükselirken hiç camisi bulunmayan Alevi köylerinde ise kısa süre içinde 124 cami yaptırıldı. Cemaati olmayan bu camilere atanan imamlar, yıllarca tek başına namaz kılmak zorunda kaldı. Güvenlik güçlerinin zorlamasıyla bile camiye kimsenin gitmediği görülünce imamlar geri çekildi ve camiler kapatıldı. Bugün Anadolu'nun birçok bölgesinde harabeye dönmüş binlerce cami enkazı bulunuyor.”[12] Ne var ki camiler açıyor, boş kalıyor. İktidar asimilasyonu Tunceli’de deniyor, olmuyor gözünü başka coğrafyalara çeviriyor. ASİMİLASYON BAŞARILI OLAMAYACAK Alevilere yönelik inkar, imha, katliam ve asimilasyon politikalarına karşılık Aleviler kimlik, kişilik ve inançlarına sahip çıkarak canları pahasına Aleviliği savunuyorlar, yaşamaya ve yaşatmaya devam ediyorlar. Aleviler dün olduğu gibi sessiz, savunmasız ve sahipsiz değiller. Hak, hukuk, diplomasi, politika araçlarını kullanarak kendilerine yapılan haksızlıklara itiraz ediyorlar. Alevilerin daha fazla haksızlığa uğramamaları için, daha fazla mağdur edilmeleri için Alevi köylerine cami yapma uygulamasından derhal vazgeçilmelidir. Bu köylere atanmış imamlar bir an önce geri çekilmelidir. Aleviler köylerine yapılmış camileri cemevi olarak kullanabilirler. Bu mekanlar kendi inancımızın mekanları haline getirilmelidir. Aleviysek, ibadet yerimizin adı Cemevi ise, köylerimizdeki camileri cemevi olarak kullanmamız en doğal hakkımız değil midir! -------------------------***----------------- Bu yazı Alevilerin Sesi Dergisi 89. sayıda yayınlanmıştır. 12-12-05 YAZAR: Ali YILDIRIM http://www.psakd.org/yazarlar/aleviligi_yok_etme_asimilasyon.html
EvcioğluHaber- PSAKD. Antalya Şubesi internet sitesinde yayınlanan "Aleviliği yoketmeye yönelik sinsi plan: ASİMİLASYON" başlıklı yazıyı, karanlıkta kalmaması için... Bir kez daha, gün ışığına taşınması ve siz değerli dosların bilgisine sunulmasını teminen Sn; Av.Ali Yıldırım'ın kaleminden yazılan bu yazıyı sitemizden yayınlamak bir sorumluluk olarak önümüzde durmaktadır.. 12.12.2005 tarihinde yayınlanmış olan aşağıdaki 'Asilimasyon' gerçeğini tarihler boyunca yaşanmış tüm çıplaklığı ile bu kadar açık/ seçik ve anlaşılır şekilde ortaya koyan Sn:Ali Yıldırım'a yüreğine ve kalemine sağlık diyor, sizlerle paylaşmak istiyoruz..
02.08.2010
Aleviliği yoketmeye yönelik sinsi plan: ASİMİLASYON
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder