asimilasyon etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
asimilasyon etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Ekim 2010

Dersimiz: Din Bilgisi Konu: Asimilasyon


Dersimiz: Din Bilgisi Konu: Asimilasyon

10 Ekim 2010


ESRA KOÇAK/BİRGÜN


Zorunlu din dersinin kaldırılması ve eşit yurttaşlık talep eden Aleviler, Ankara'da buluştu. Oturma eylemi yapan Alevilere cemaat dershanesinden boya atılmasına tepki gösteren Aleviler: İşte zorunlu din dersinin sonucu budur

Pir Sultan Abdal Kültür Derneği çağrısıyla dün zorunlu din derslerine karşı Ankara'da miting ve 24 saatlik oturma eylemi düzenlendi.
“Diyanete değil, eğitime bütçe”, “zorunlu din dersleri kaldırılsın”, “Aleviyiz, haklıyız, kazanacağız” sloganlarının atıldığı yürüyüş Kolej Meydanında başladı ve Ziya Gökalp Caddesi'nde yapılan basın açıklamasıyla son buldu.
Ziya Gökalp Caddesi'nde yapılan basın açıklamasını Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Genel Başkanı Fevzi Gümüş okudu. Gümüş, 12 Eylül Anayasası’nın ürünü olan zorunu din derslerine karşı çıkmak için burada olduklarını dile getirirken AKP iktidarının AİHM kararlarını uygulamayarak hukuksuzluk yaptığını söyledi.
Zorunlu din derslerinin çocukların kimlik ve kişilik oluşumunu olumsuz etkilediğini söyleyen Gümüş, Alevilerin inanç özgürlüklerini AKP’nin ikiyüzlü politikalarına malzeme etmeyeceklerini belirtti.
ümüş Diyanet İşleri Başkanlığı’nın varlığından dolayı Alevilere yönelik toplumsal önyargıların oluştuğunu söyledi.
Gümüş son olarak “Gerçekleştirdiğimiz 24 saatlik oturma eylemi bir uyarı eylemidir. Eğer AKP hukuk tanımaz politikalarına devam ederse biz de eylemlerimize devam edeceğiz” dedi.
Diğer Alevi örgütlerinin temsilcileri de birer konuşma yaptı.
Alevi Bektaşi Federasyonu Başkanı Ali Balkız: “Bugünlerde türban tartışılıyor, biz kimsenin başına taktığı şeyle uğraşmayız. Ama biz diyoruz ki din ve vicdan özgürlüğü diyorsanız, gelin bizim özgürlüklerimizide teslim edin."
Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı Genel Başkanı Ercan Geçmez: "Biz 2 Kasım 2008'de başlattığımız eylemlerimize bugün de devam ediyoruz. Dünya Alevi Kurultayı Kasım ayında Ankara'da yapılacak burada Alevilerin sorunlarını geniş çaplı tartışacağız. Avrupa'dan da davetlilerimiz olacak. Bu hükümetin baskıcı uygulamalarını bir kez de orada dile getireceğiz.”
Alevi Kültür Dernekleri Başkanı Selahattin Özel: "Türkiye'nin esas sorunu gerçek bir laik devlet olamamaktır. Biz diyoruz ki; Kürdü, Türk'ü, Alevisi Sünnisi birdir. Ama hükümet bunu anlamıyor."
Eyleme BDP Eş Başkan Yardımcısı Tuncer Bakırhan, Emep Genel Başkanı Levent Tüzel, ÖDP Genel Başkan Yardımcısı Haydar İlker, Alevi Bektaşi Dernekleri Federasyonu Başkanı Ali Balkız, Hacı Bektaş Veli Kültür Derneği Başkanı Ercan Geçmez, KESK Genel Başkanı Sami Evren, Eğitim Sen Genel Başkanı Zübeyde Kılıç ve alevi dernekleri destek verdi.
Basın açıklamasının ardından Sakarya Caddesi’nde oturma eylemi yapmak için Sakarya Caddesi’ne yüründü. Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Üyelerinin gerçekleştirdiği semah gösterisinin ardından destekleyen örgütlerin temsilcilerinin yaptıkları konuşmalardan sonra 24 saat sürecek olan oturma eylemine geçildi.

Cemaat dershanesinden Alevilere saldırı

Ankara'da AİHM'in aldığı zorunlu din derslerinin ihlal olduğuna dair kararı, hükümetin uygulamaya geçirmesi için yapılan oturma eyleminde, Alevilere bir grup genç tarafından sözlü ve bazı cisimler fırlatılarak saldırıda bulunuldu. Oturma eyleminin yapıldığı yerde yer alan dersanede eğitim gördükleri anlaşılan, 20'ye yakın genç Alevilere sözlü ve el işaretleriyle hakarette bulunarak yabancı cisim fırlattı. Eğitim-İş Sendikası Genel Başkanı Yüksel Adıbelli, oturma eyleminin yapıldığı esnada yapılan saldırıyı kınayarak, alanda yaptığı konuşmada, “Bu Feto'nun dershanesi. İşte görün çocuklar nasıl kin ve düşmanlıkla yetiştiriliyor. Burada hak arama mücadelesi veren insanlara bile müsamaha gösteremiyorlar. Yaık bu çocukları bu hale getiren zihniyete” dedi.
Alevi Araştırmaları Merkez Birliği Başkanı Ali Yıldırım da saldırı ve zorunlu din dersi arasında ilişki kurarak, “İşte zorunlu din derslerinin sonucu budur. Bu çocuklar Alevilere düşman olarak yetiştiriliyor. Lütfen sesimize kulak verin” dedi.


2 Ağustos 2010

Aleviliği yoketmeye yönelik sinsi plan: ASİMİLASYON


EvcioğluHaber- PSAKD. Antalya Şubesi internet sitesinde yayınlanan "Aleviliği yoketmeye yönelik sinsi plan: ASİMİLASYON" başlıklı yazıyı, karanlıkta kalmaması için... Bir kez daha, gün ışığına taşınması ve siz değerli dosların bilgisine sunulmasını teminen Sn; Av.Ali Yıldırım'ın kaleminden yazılan bu yazıyı sitemizden yayınlamak bir sorumluluk olarak önümüzde durmaktadır.. 12.12.2005 tarihinde yayınlanmış olan aşağıdaki 'Asilimasyon' gerçeğini tarihler boyunca yaşanmış tüm çıplaklığı ile bu kadar açık/ seçik ve anlaşılır şekilde ortaya koyan Sn:Ali Yıldırım'a yüreğine ve kalemine sağlık diyor, sizlerle paylaşmak istiyoruz..

02.08.2010

Aleviliği yoketmeye yönelik sinsi plan: ASİMİLASYON

Ali YILDIRIMAleviliğe yönelik bozma, tahrip ve asimilasyon politikalarına 12 Eylül öncesinde karar verildiği anlaşılıyor. Ancak pratik adımlar için 12 Eylül gerekiyor.

YÜZLERCE YILIN YABANCISI BİR SES

Geç saatlerde köye gelmişlerdi. Sabah erken kalkmak düşüncesiyle oyalanmadan yatılar. Gecenin bir yarısında uyumak ile uyanıklık arasında hiç tahmin etmediği bir sesle irkildiler.

Ne oluyordu, rüya mı görüyordu, yoksa hala Ankara’da mı idiler? Evet duydukları gerçekti. Ezan okunuyordu ve namaza çağrılıyorlardı. Köyleri Alevi köyü. Yüzlerce yıldır namazla, hocayla, camiyle, ezanla bir ilişkileri olmamıştı. Köylerinde bir cami de yok ama bu ezan da neyin nesi. Kahvaltıdan sonra köyün meydanına gittiler. Köylüler sırtlarını duvara alınlarını güneşe vermişler muhabbet ediyorlardı. Ezanı sordular. Köyüler direklere monte edilmiş hopörlorleri göstererek anlatmaya başladılar:

“Kaymakam köyden muhtarla yaşlılardan oluşan bir heyet çağırdı. Hoş beşten sonra, konuyu camiye getirdi. Neden sizin köyde cami yok? Diye sordu. Olmadığını söyledik. Kaymakam devam etti. Siz bu vatanın evladı değil misiniz? Siz kurtuluş savaşında şehit vermediniz mi? Siz vergi vermiyor musunuz? Hizmet almak sizin de hakkınız değil mi? Neden camisiz kalacaksınız, devletin görevi bu bir dilekçe verin görkemli bir cami yaptırtayım. Siz de bu Kızılbaş görüntüsünden kurtulun. Her bir hizmetten yararlanın dedi. Biz atalarımızdan böyle bir şey görmediğimizi, namaz kılmadığımızı, camiye ihtiyaç duymadığımızı, köyümüze hizmet edilecekse kanalizasyonumuzun olmadığını, bu konuda yardımcı olmasını rica ettik. O ayrı bu ayrı dedi kaymakam. Cami olmadan ben sizin için hükümetten talepte bulunamam, gidip düşünün bir kez daha 15 gün sonra gelip kararınızı açıklayın dedi. Çıkıp geldik, cevap da götürmedik. Bir ay geçmedi ki kaymakamlığın resmi aracıyla birkaç görevli geldi. Ellerinde hopörlerler, top top kablolar vardı. Telefon direklerine hoporlörleri monte edip, kabloları bağladılar, ta ilçeye kadar. Sonra da hopörlerleri ve kabloları devlet malı olarak muhtarın üzerine bir güzel zimmetlediler. İki gün sonra da o hopörlerlerden beş vakit ezan sesi verdiler. Yüzlerce yılın yabancısı bir ses değdi köyümüze, dağımıza taşımıza, tarlalarımıza. Bize eza, cefa olsun diye yaptılar bunu. Bizi biz olmaktan çıkarmak için, insan sıfatından çıkarmak için yaptılar bunu.” [1]

İNSANLIK SUÇU ASİMİLASYON

Köylülerin yaşayıp da adını koyamadıkları şeyin adı asimilasyondur. Psikolojik baskıdır, manevi cebirle uygulanan zulümdür. [2] Zaten asimilasyon maddi cebirle yürütülen siyasetin manevi cebirle yürütülmesinin adıdır.

Asimilasyon insan doğasının tahribine yönelik, insanı insan olmaktan çıkarmayı amaçlayan ve resmi gücü elinde tutan çevrelerce “bir tehdit unsuru olara görülen” unsurlara karşı uygulanan sinsi ve vicdansız bir palandır.

Asimilasyon resmi monolotik blok için tehdit unsuru değerlendirilmesi yapılan inançsal, etnik, kültürel farklılığı eritmeyi, yok etmeyi, ortadan kaldırmayı ve kendisi olmaktan çıkarmayı hedef alır.

Asimilasyon özel olarak planlanmış, birçok ideolojik aygıt kullanılan uzun erimli bir süreçtir.

Asimilasyon’da saldırı hedefi beyinlerdir. Bilinci bulanıklaştırmak, çarpıtmak, kafayı karıştırmak, sağlıklı anlama ve düşünme yetisini ortadan kaldırmak kurgulanan yalana kişileri ikna ederek yalanın gerçek olduğunu bizzat onlara savundurmaktır. Asimilasyon bilinç tahribatını gerçekleştirdiği anda sonuca varmış demektir.

Alevilerin asimilasyonunda, Alevliğin şehirlerden kırlara doğru fethedilmesinde Alevi köylerine cami yapılması temel bir asimilasyon aracı işlevi görüyor. Siyasal iktidar devlet otoritesini kullanarak maddi ve manevi cebir uygulayarak Aleviliği Alevilik olmaktan çıkarmak için Alevi köylerine Bayındırlık Bakanlığı, Karayolları, Köy Hizmetleri gibi kurumlar aracılığıyla camiler inşa ediyor.

ALEVİLERE HAYAT HAKKI YOK!

Aleviler Anadolu’nun şansız (!) bir inanç topluluğudur. Osmanlı kabileden imparatorluğa dönüştüğü noktada İslamiyet’i kendisine resmi din olarak seçecektir. Bu noktadan sonra Anadolu halkının büyük bir çoğunluğunun inancı olan Alevilik için trajik bir tarih başlayacaktır.

İslam ulemasının ve bağlı olarak Osmanlı Devletinin diğer dinlerle herhangi bir sorunu yoktur. Hıristiyanlar, Yahudiler inançlarının gereğini diledikleri gibi yerine getirebileceklerdir, onlara açılan büyük bir hoşgörü alanı vardır. Fakat söz konusu olan Alevilik olunca hoşgörünün zerresinden dahi bahsetmek imkansız olur. Osmanlı İslamı açısından Aleviliğin hazmedilmesi, ona bir değer olarak bakılması ve hatta Aleviliğe karşı kayıtsız kalınması söz konusu olamaz. Osmanlı devletinin en yüksek dini otoritesi olan şeyhülislamlar Aleviler hakkında verdikleri bir çok fetvada şu görüşü açık net olarak ifade etmişlerdir: “Aleviler diğer inanç topluluklarından aşağı bir topluluktur. Bir Hıristiyan’ın tövbe edip Müslüman olması herhangi bir sakınca doğurmazken, Alevilerin tövbesi ve Müslüman olmaları asla mümkün değildir.”[3]

Osmanlı Şeyhülislamları Alevilerin yaşantı ve inançlarını değerlendirerek bunun “kendi Müslümanlıkları bir ilişkisinin olmadığını” saptamışladır. Kadın-erkek birlikte ceme giren, saz çalıp, semah dönen bu insanlar Müslüman değildirler!

Diğer yandan Alevi inançlı bu insanlar Anadolu’da her türlü haksızlığa karşı seslerini yükseltiyor, boyun eğmiyor, zulme zorbalığa karşı hakkın ve haklının yanında tavır alıyorlar, insanlık değerlerini her türlü değerin üstünde tutuyorlardı.

Bu özellikleri ile Aleviler Osmanlı hanedanı için potansiyel tehlike idi. Alevilerin tövbeleri de “dinen caiz” olmadığına göre yapılacak tek şey uygun araçlarla “bunların pis bedenlerini ortadan kaldırmaktı”.

Şeyhülislamların fetvalarının gereğini Osmanlı padişahları yerine getirmekte bir an bile tereddüt etmediler. Alevilere yönelik yüzlerce katliam gerçekleştirilir. Resmi tarihçilerin yazdıklarına göre dahi bu katliamlarda onbinlerce Alevi katledilir.

ALEVİ KATLETMEKLE ALEVİLER BİTMEYİNCE ?

Osmanlı yöneticileri onbinlercesini katletmelerine rağmen Alevileri ortadan kaldıramadıklarını, köklerini kurutamadıklarını dağ başlarına, yollardan uzak vadilere, kuş uçmaz kervan geçmez coğrafyalara kaçıp sığınan Alevilerin yaşamaya devam ettiklerini görürler.

Osmanlı şeriat alimleri Alevilere yönelik katliam ve imhanın tek başına sonuç vermediğinin farkına varınca yani Aleviler karşılarında bağlamanın tellerine dokunup;

“Sayılmayız parmak ile

Tükenmeyiz kırmak ile”

diye deyişler söylemeye devam edince Alevi toplumunu en az katliam kadar tahrip edecek bir sinsi planı devreye sokmaya karar verirler: Asimilasyon! Asimilasyon aracı olarak 400 yıldır Alevi köylerine,

a)Cami yapılması,

b)Sünni imam atanması,

c)Şeriat eğitimi verilmesi,

araçları kullanılmaktadır.Bu yazıda Alevileri sünnileştirmeye yönelik asimilasyon planının yalnızca bu yönü üzerinde somut örneklerle durulacaktır.

Bugün Alevilik düşmanı çevrelerin;

“Alevi köylerinde tarihi camilerin bulunduğu, Alevilerin camileri kendi istekleriyle ve kendileri tarafından yaptıkları, camilerde ibadet ettikleri” yalanının asimilasyon amacıyla üretildiği ve yayıldığı kanıtlarıyla gösterilecektir.

ŞİMDİ ALEVİLERİ MÜSLÜMAN YAPMA ZAMANI!

Şeriat uleması ve Osmanlı yöneticileri bu kez ALEVİLİĞİ KATLETME planlarını devreye sokarak zamanı “Alevileri Müslüman yapma zamanı” olarak ilan ederler. Şimdi onlardan “tövbe” etmeleri istenilecek, yani Aleviliklerinden vazgeçmeleri ve Müslüman olmaları karşılığında yaşamalarına izin verilecektir.

400 Yıllık asimilasyon planı uygulamaya konulur. 1600’lü yılların başıdır. Sivas civarında Şeyh Bedreddin yolundan yürüyen Aleviler yaşamaktadır.

Aziz Mahmut Hüdai Efendi Bedreddincilerin yola getirilmesine dair Osmanlı padişahı I.Ahmet’e 1600 yılında bazı tavsiyelerde bulunur:

“Kızılbaş köylerinden her birine bir imam nasb oluna, talim-i ilim ve sıbyan ve nisvan ve zekeran eyleye... Bunlar namakul vasıflarını ihtiyarlarıyla terk edip sünnet ve şeriat üzerine olurlar ise pek güzel. Aksi halde ortadan kaldırıla.”[4]

Yani Alevi köylerine Sünni imamlar tayin edilecek, başta çocuk ve kadınlar olmak üzere Alevi halka şeriat eğitimi verilecektir. Bu eğitimler sonuç verir de Aleviler Aleviliklerini terk ederlerse pek güzel olacaktır. Aksi takdirde eski usule devam edilecek yani haklarından gelinecektir.

Bu fetva gösteriyor ki 400 yıl öncesinden işlemeye başlatılan Alevilerin Sünnileştirilmesine yönelik bir asimilasyon planı yürürlüktedir.

ASİMİLASYON GÖREVLİSİ NAKŞİBENDİ ŞEYHLER

19.yüzyılın başında padişah II.Mahmut eliyle Alevilere yönelik yine iki yönlü bir uygulamanın yürürlüğe konulduğuna tarih tanıklık etmektedir: Katliam ve asimilasyon.

1826’da Yeniçeri Ocağıyla birlikte Bektaşi tekkelerinin imhası yoluna gidilmiştir. Bektaşi babaları darağaçlarına ve sürgünlere gönderilmiştir. II.Mahmut Şeriat alimlerinin fetvalarını yerine getirir. Bektaşî tekkeleri 1826’da Padişah II:Mahmut’un buyruğuyla Osmanlı Devleti tarafından, rıfz, ilhad, ehl-i sünnet akidesinden sapma, içki içme, namazı ve orucu terk etme gibi suçlamalarla kapatılmış, yalnızca merkez âsitane, yâni Hacı Bektaş Veli’nin türbesinin de bulunduğu Pir evi, bir Nakşibendî şeyhi nezaretinde Nakşibendî âyini yapması şartıyla açık bırakılmıştır. Bektaşî tekkelerinin 60 yıldan yeni olanları yıktırılmış, eski olanları medrese ve câmiye çevrilmiştir.

HACI BEKTAŞ’TA ASİMİLASYON CAMİ

Bugün Alevilerin serçeşmesi/kabesi olan Hacı Bektaş dergahında asimilasyon amacıyla yapılmış olan bir cami yükselmektedir. 1834 yılında inşaa edilen cami Alevilerin Aleviliklerinden vazgeçmelerini sağlamak amacıyla işlev görmektedir. Bu asimilasyon cami günümüzde Alevilerin camiye gittiği, namaz kıldığı yalanına kanıt olarak kullanılmaya çalışılmaktadır. Fakat Aleviler aynı süreçte bu caminin Alevileri Sünnileştirmek için yapıldığını, Hacı Bektaş postnişini Hamdullah Çelebi’nin Amasya’ya sürgün edildiğini ve orada hakka yürüdüğünü nasıl unutabilirler.

ANKARA’DAN EMİR VAR

20.yüzyıla girerken Osmanlı hala Alevileri bitirme, Aleviliği ortadan kaldırma sürecini işletmektedir. Bu kez Osmanlı’nın Ankara valisi devrededir.

Ankara Valisi Mehmet Memduh 1894 yılında padişah II:Abdülhamit’e İç Anadolu bölgesinde yaşayan Alevilerle ilgili bir rapor sunar ve Alevilere yapılması gerekenler hakkında önerilerde bulunur:

“Bölgemizin bazı yerlerinde özellikle de Yozgat ve Kırşehir sancakları dahilinde yoğun bir biçimde adlarından başka müslümanlıkla hiçbir ilişkileri kalmamış olan ve Anadolu’da Kızılbaş/Sürhi Ser olarak adlandırılan insanlar yaşamaktadır. Bu toplulukların zararlı inançlarının düzeltilmesi yolunda yapılması gerekenlere ilişkin raporumu 1893 tarihinde makamınıza sunmuştum.

Raporumdan sonra orada yazıldığı gibi Kızılbaş köylerine olabilecek çabuklukta birer cami şerif yaptırılmış, buralara ehli sünnetten imamlar tayin edilmiş, Kuran öğretilmesi için mektepler inşası yoluna gidilerek Tanrı’nın yardımı ve devletimizin de gücüyle zararlı inanış sahipleri büyük ölçüde yola getirilmiştir.”

Diğer yandan Ankara vilayetinde olmayıp Sivas vilayetinde yüzbinden fazla Kızılbaş bulunmaktadır. Hatta Sivas’tan İran sınırına kadar birçok köy ahalisi de bunların inancındandır. Bunların kendi hallerine bırakılması her zaman için korkunç sonuçlar doğuracaktır. Bu konuda acilen esaslı tedbirler alınması gereklidir.”[5]

Vali’nin padişaha sunduğu rapordan “Alevi toplumunun zararlı inançlarının düzeltilmesi” yani Alevilerin Sünnileştirilmesi için emirleri doğrultusunda Alevi köylerine cami yapılmış, sünni imamlar atanmış ve halka şeriat eğitimi verilmiştir.

Görülen odur ki “kimi Alevi köylerinde çok eski camilerin bulunduğu” iddiası ile 19.yüzyılda Alevilerin Sünnileştirilmesi amacıyla yapılan camileri ifade etmektedir.

HIZLA SÜNNİLEŞMEYE DOĞRU

Ankara Beypazarı ilçesi Karaşar bölgesi çok eski bir Alevi yerleşim yeridir. Bu bölgede yaşayan Alevi toplumunun 1950’lerden sonra adım adım bir Sünnileştirmeyi yaşadığı görülmektedir. Bu asimilasyon sürecinin Ankara Valisi Mehmet Menduh’a kadar dayandığı tartışmasızdır. Bugün yörede yalnızca 4 Alevi köyü kalmış ve fakat bunlar da her geçen gün kimliklerini yitirmektedir. Karaşar Köyü’ne bir cami yetmemiş ikincisi inşa edilmiştir. Sünnileştirmede ne denli mesafe alındığı köy muhtarının şu sözlerinden tüm çıplaklığıyla anlaşılmaktadır:

Karaşar Dereli Köyü Muhtarı Hasan Demirel “Bizim köy, Karaşar, Saray, Köseler önceleri birliklermiş. Yani kardeş imişler. Hepsi Alevi-Bektaşiymiş... Babam, anam, dedem Alevi-Bektaşi idiler. Alevilikle ilgili inançlarını eksiksiz yerine getirmeye çalışırlardı. Ben Alevi değilim, İslam’ın ve Kuran’ı Kerim’in kurallarına, emirlerine uygun olarak ibadetlerimi yerine getirmeye çalışıyorum.’[6]

Ankara’nın Alevi düşmanı valisi Mehmet Memduh’un idare alanı içerisinde bulunan Çubuk İlçesi Alevi köyleri de öteden beri yoğun bir Sünnileştirme baskısı altında bulunmaktadır. Çubuk Alevi köylerinin tamamına yakınına son yüzyılda camiler yapılmış (Aşağı Emirler 1880, Yukarı Emirler 1912, Çit 1955, Mahmutoğlan 1936, Sarıkoz 1947, Ovacık 1964) ve sünni imamlar atanmıştır. Bu gün için Çubuk Alevi köylerine yönelik sünnileştirme operasyonunda Ankara Gazi Üniversitesi bazı elamanları özel bir rol üstlenmiş durumdadır.

ÇORUM İSKİLİP İBİK KÖYÜ VE ÇORUM İLAHİYAT FAKÜLTESİ

Alevi köylerine cami yaparak ve sünni imam atayarak devlet eliyle yürütülen asmilasyon planının Orta Anadolu’da yoğun olarak icra edildiği bir merkez de Çorum’dur. Çorum’un Alevi köylerinin yarıya yakınına son 30 yıl içerisinde cami yapılması yoluna gidilmiştir.

Çorum İlahiyat Fakültesi Alevilerin asimilasyonunda etkin bir görev yapmaktadır.

İşte bir örnek: İbik Köyü.

1970’lere kadar Hacı Bektaş Dergahından icazetli Osmancık Mehmet Dede tekkesine bağlı dedelerin gelip cem yürüttüğü köy hızla sünnileşme yoluna girer. Köye iki ayrı cami yaptırılır. Köy çocukları kuran kursuna, imam hatip okullarına gönderilmeye teşvik edilir. Köyden 74 yaşındaki Hüseyin Gökçen anlatıyor “eskiden bizim dedeler gelirdi. Biz ramazan tutmaya başladık. Dedeler bu oruç bizim değil derlerdi. Kızıp karşımızdaki Eşençay köyüne giderlerdi. Biz de oruçta bizim, namazda bizim derdik. İki camimiz var, cemevi istemez herkes camiye gidiyor.[7]

Bu köy üzerinde özel olarak çalışıldığı ve asimilasyonda sonuç alındığı görülüyor. Çorum İlahiyat Fakültesi öğretim üyelerinden ve bölgede yürütülen asimilasyonun faillerinden Osman Eğri de İbik Köylülerinin Sünniliğe gösterdiği eğilimi bir övünç vasıtası olarak belirtiyor.[8]

ASİMİLASYON İÇİN KILAVUZ

İlahiyatçı Osman Eğri işi daha da ileri götürerek “Alevi Köylerinde Din Hizmetleri Nasıl Yapılabilir?” başlıklı bir de kılavuz yazmıştır.[9] Söz konusu kılavuzda Alevi köylerine atanan imamlara Alevi köylüleri nasıl Sünnileştirecekleri yönünde yol gösterilmektedir.

*Bu kılavuzda müftülüklere ve Alevi köylerinde imamlık yapacak Sünni hocalara şu önerilerde bulunulmaktadır:

“1.Alevi köylerine cami yapımı teşvik edilmeli, cami yapımı konusunda devletten yardım sağlanmalıdır.

2.Alevilerin yoğun olarak yaşadığı Çorum, Amasya, Sivas,Tokat, Malatya, Maraş, Erzincan, Tunceli gibi illerdeki müftülükler bu konuyu (Alevilerin asimilasyonunu demek istiyor) merkeze alarak reorganize olup, aktif bir şekilde çalışabilirler.

3.Bu illerdeki ilahiyat fakülteleri, il ve ilçe müftülükleri işbirliği içinde Alevilerin önde gelen insanlarıyla, bölgede sayılan ve sevilen sözü dinlenen dede ve babaları kuşatarak, onların kafalarını karıştırarak, etki altında bırakarak, manevi cebir uygulayarak bu kişilerin toplum üzerindeki etkisinden yararlanabilir ve amaçlarına alet edebilirler.

4.Müftülükler Alevi köylerine yönelik olarak “irşat ekipleri” (asimilasyon demek istiyor) görevlendirebilirler.

5.Yol, su, kanalizasyon gibi köye yönelik hizmetler imamlar aracılığıyla, onların bir eseri olarak sağlanmaya çalışılabilir. (Yani Aleviler hizmet isteyince cami ve imam şartı getirilmelidir demek istiyor.)

Osman Eğri’nin kılavuzu Aleviliğe yönelik resmi otorite tarafından sürdürülen asimilasyon uygulamalarının pervasızca alenileşmesidir. Asimilasyon zihniyetinin sınır tanımazlığının açık bir örneğidir. Ayrıca bilim üreten üniversitenin asimilasyonda nasıl görev aldığına ilişkin samimi bir itiraftır.

Asimilasyon kılavuzu hazırlamakta Eğri yalnız değil. 12 sonrasında siyasal iktidar bünyesinde Alevileri Sünnileştirmek amacıyla kurulan “Alevi Masası”nın önde gelen görevlilerinden biri olan Diyanet başmüfettişi Abdülkadir Sezgin de bu yönde bir kılavuz hazırlattırılıyor.[10] Sezgin de kılavuzunda Eğri’ye ek olarak “Alevi köylerinde görevlendirilecek imamların özel olarak seçilmelerini, Kuran öğretmenliği oluşturularak Alevi köylerinde Kuran kursları düzenlenmesini, bu köylerde görev yapan öğretmen, ebe, hemşire gibi devlet memurlarının müftülüklerce eğitilerek asimilasyonda görevlendirilmelerini, bazı dedelerin işbirlikçiliğe ikna edilmesini, bu kişilerin özel gezilere götürülmesini, resmi irşat toplantılarına katılımlarının sağlanmasını, basın yayın faaliyetleriyle Aleviliğin aslında Sünnilik olduğu düşüncesinin yayılmasını, Asimilasyonda Diyanet İşleri Başkanlığı, TRT, Kültür Bakanlığı ve Milli Eğitim Bakanlığı’nın işbirliği içerisinde görev alması gerektiğinin” altını çiziyor.

KAZDAĞI TÜRKMENLERİNİ NE YAPMALI?

Asimilasyondan Türkiye’nin dört bir tarafında yaşayan Aleviler mutlaka paylarını almaktadırlar. Batıda yaşanan örnekler de İç Anadolu’dan farklı değildir. Araştırmacı Piri Er anlatıyor:

Balıkesir-Çanakkale Kazdağı Türkmen köylerinde cami ve mescitlerin 1980 sonrasında yapıldığı dikkat çekmektedir. Çamcı Köyü’ne cami 1980, Güzelköy Köyüne mescid 1987, Uzunalan Köyüne mescid ise 1989 yılında yapılmıştır. Bu köylerde yapılan çalışmada köylülerce, cami ve mescitlerin köy halkı tarafından değil devlet eliyle yapıldığı, köylülerin herhangi bir istekte bulunmadığı beyan edilmiştir.[11]

BURSA’DA GEYİKLİ BABA

Bir Bektaşi babası olan Geyikli Baba’nın türbesinin bulunduğu Baba Sultan Köyü (Bursa-İnegöl) zaman içinde Sünnileşmiştir.

Cami yapımından bir Alevi köyü olan Bursa İnegöl Şehitler köyü de nasibini almış ve i980 sonrasında Şehitler’e de bir cami yapılmıştır. Fakat köyde cemevi bulunmaktadır ve caminin cemaati yok denecek kadar azdır.

OSMANLI ŞEYHÜLİSLAMLARINDAN 12 EYLÜL PAŞALARINA

Alevi köylerine cami yapılarak Alevilerin Sünnileştirilmesi ve Aleviliğin ortadan kaldırılması konusunda siyasal iktidarın vahşice saldırdığı Alevi coğrafyası 12 Eylül sonrasında Tunceli olmuştur.

Aleviliğe yönelik bozma, tahrip ve asimilasyon politikalarına 12 Eylül öncesinde karar verildiği anlaşılıyor. Ancak pratik adımlar için 12 Eylül gerekiyor.

12 Eylül toplumun tüm direnç odaklarını kırarken tek tek alevi bireyler de bundan fazlasıyla paylarına düşeni alıyorlar.

Fakat bu yetmiyor, alevi bireyleri kırmak iktidarı tatmin etmiyor. Onlara göre Alevilik bir direnç öğretisi ve bu öğretinin içinin bir an önce boşaltılması lazım. Aksi takdirde yere düşen filizlerden yeni ağaçlar büyüyecek bir ortam sözkonusu olacaktır. O nedenledir ki Aleviliğe saldırıyorlar bir bütün olarak.

Aleviliğin direnç özellikleri taşıdığını saptayanlar doğru bir tesbit yaparken onun bir çırpıda tahrip edileceğini düşünerek derin bir yanılgıyı yaşıyorlar. Yanılgılarını görmeleri için zaman gerekiyor.

Aleviliği tahribe kalkışanlar Aleviliğin en sağlam coğrafyasında eylemlerini deniyorlar. Tunceli’de. Tunceli’de Aleviliği bitirmek için harekete geçiyorlar. Kendilerince doğru bir iş yapıyorlar. En sağlam cepheyi göçerterek bütün bir sathı kolaylıkla fethedebileceklerini planlıyorlar. Tunceli”de Aleviliğin bitirilmesi, Aleviliğin diğer coğrafyalarda tuz buz edilmesi için kendilerine büyük moral verecekken Aleviler açısından büyük moral çöküntü anlamına gelecektir, bunun hesabını yapıyorlar.

12 Eylül’ün paşa valisi Kenan Güven Tunceli’nin Alevi köylerine zorla cami yaparak islamiyeti Alevilere getireceğini, Alevileri İslamlaştıracağını, Sünnileştireceğini düşünüyor. Zorla cami yaparak işe başlıyor.

“Cami yaptırma konusunda verilen görevi en titiz şekilde uygulayan bürokrat ise dönemin Tunceli Valisi Kenan Güven oldu. Gençlerinin büyük bir kısmı hapiste olan Tunceli'de tehdit ve kaba kuvvet kullanmaktan da çekinmeyen Kenan Güven karşısında yaşlıların direnmesi fayda etmedi. Darbeden önce merkezde, Tunceli merkezinde 1 olan cami sayısı Güven sayesinde 5'e yükselirken hiç camisi bulunmayan Alevi köylerinde ise kısa süre içinde 124 cami yaptırıldı. Cemaati olmayan bu camilere atanan imamlar, yıllarca tek başına namaz kılmak zorunda kaldı. Güvenlik güçlerinin zorlamasıyla bile camiye kimsenin gitmediği görülünce imamlar geri çekildi ve camiler kapatıldı. Bugün Anadolu'nun birçok bölgesinde harabeye dönmüş binlerce cami enkazı bulunuyor.”[12]

Ne var ki camiler açıyor, boş kalıyor. İktidar asimilasyonu Tunceli’de deniyor, olmuyor gözünü başka coğrafyalara çeviriyor.

ASİMİLASYON BAŞARILI OLAMAYACAK

Alevilere yönelik inkar, imha, katliam ve asimilasyon politikalarına karşılık Aleviler kimlik, kişilik ve inançlarına sahip çıkarak canları pahasına Aleviliği savunuyorlar, yaşamaya ve yaşatmaya devam ediyorlar.

Aleviler dün olduğu gibi sessiz, savunmasız ve sahipsiz değiller. Hak, hukuk, diplomasi, politika araçlarını kullanarak kendilerine yapılan haksızlıklara itiraz ediyorlar.

Alevilerin daha fazla haksızlığa uğramamaları için, daha fazla mağdur edilmeleri için Alevi köylerine cami yapma uygulamasından derhal vazgeçilmelidir.

Bu köylere atanmış imamlar bir an önce geri çekilmelidir. Aleviler köylerine yapılmış camileri cemevi olarak kullanabilirler. Bu mekanlar kendi inancımızın mekanları haline getirilmelidir. Aleviysek, ibadet yerimizin adı Cemevi ise, köylerimizdeki camileri cemevi olarak kullanmamız en doğal hakkımız değil midir!

-------------------------***-----------------

Bu yazı Alevilerin Sesi Dergisi 89. sayıda yayınlanmıştır.

  • [1] Olayı ayrıntıları ile anlatan bir yazıyı ileriki sayfalarımızda bulacaksınız.
  • [2] Bu olay 12 Eylül sonrası Mamak Cezaevinde tutuklu bulunan siyasilere 24 saat askeri marş dinlettirilerek onları psikolojik olarak çökertip teslim almaya çalışma olayını hatırlatmaktadır.
  • [3] Fetvaların ayrıntısı ve metinleri için bak., Ali YILDIRIM, Osmanlı Engisizyonu, Ankara 1996
  • [4] Agy., sf.197
  • [5] Ali Yıldırım, Osmanlı’dan Günümüze Alevilerin Yazgısı, Deyiş Dergisi, Sayı 2
  • [6] H.Nedim Şah hüseyin oğlu, Tarihten Günümüze Karaşar, Ankara 2002, sf.197
  • [7] Piri Er, Orta Anadolu’da Yaşayan Alevilik, Bilgi Toplumunda Alevilik Sempozyumu Bildirileri, Ankara 2003, sf.60
  • [8] Osman Eğri, Bektaşilikte Tasavvufi Eğitim, İstanbul 2003, sf.160
  • [9] Agy, sf.137-166 arasında.
  • [10] Abdülkadir Sezgin, Alevilik Deyince, Ankara 1996, sf.228-242 arasında

12-12-05

YAZAR: Ali YILDIRIM

http://www.psakd.org/yazarlar/aleviligi_yok_etme_asimilasyon.html


20 Nisan 2010

TARİHSEL SÜREÇ İÇİNDE ALEVİLİK ve ASİMİLASYON

TARİHSEL SÜREÇ İÇİNDE ALEVİLİK ve ASİMİLASYON

Kadıköy- 2009 kasım mitingi fotoğrafı

Aleviliğin yüzyıllarca karşı karşıya kaldığı asimilasyon sorununu iyi anlayabilmek, algılayabilmek ve kamuoyuna yeniden anlatabilmek için meseleye hem uzun vadeli, hem de son 40-50 yıllık süreci dikkate alarak bakmak gerektiğini düşünüyorum.

Bu bağlamda irdelediğimizde Aleviliğin yüzyıllarca İslam Coğrafyası içinde büyük baskı ve yasaklamalara, kimi zaman da katliamlara maruz kaldığını; çok büyük sorunlar yaşamış olmasına rağmen, genel kurallarını, inanç biçimlerini, ritüellerini oldukça ağır koşularla rağmen, fazla dejenere olmadan günümüze kadar geldiğini görmekteyiz.

Aleviliğin karşı karşıya kaldığı asimilasyon saldırılarına geçmeden önce, Aleviliğin kültürel, etik, felsefi ve inanç boyutuna biraz bakmakta fayda var. Alevilik tarihsel süreç içersinde bir çok kültür ve inançtan beslenmiştir.

Bu kaynakların ;

1.Orta Asya Şaman ve Göktanrı İnancı,
2.Budizm, Zerdüştlük, Maniheizm, Mazdek inancı
3.Anadolu medeniyetleri ve Hristiyan sufi inancı
4.Antik Çağ Doğa Felsefesi ve Yeni Platoncu düşünceler
5.Firat-Dicle havzasındadki inançlar
6.Mezopotamya’dan Anadolu’ya taşınan Ehli-Beyt inancının batini ve tasavvufi yorumu olduğunu görüyoruz.

Özellikle Anadolu Aleviliğinin temel değerleri olan Cem, Semah, Duazı İmam, Pir, Mürşit, Rehber, Gülbeng, Bade, Dem, Kadın Erkek eşitliği, Dört Kapı Kırk Makam, Hz. Ali’nin ilahi oluşu vb kavramlar ve ritüeller en yoğunluklu biçimiyle Anadolu cografyasinda vücut bulabilmistir. Bu ritüeller bile Aleviliğin, İslamiyetin dışında kendine özgü kuralları olan bir inanç olduğunu da göstermektedir.

İslamiyetin dışında ve bu kendine özgü inanç kurallarıdır ki, Anadolu Aleviliginin oluşum sürecine kaynaklık eden Hace Bektaşi Veli, Hallacı Mansur, Nesimi, Yunus Emre, Şah Hatayi, Pir Sultan Abdal, Kul Himmet ve niceleri gibi bilgelerin tarih sahnesinde yer almasına önayak olmuştur.

Aleviliğin asimilasyonuyla, daha doğrusu asimile edilmeye çalışılmasının detaylarına girmeden önce, Alevi sözcüğünün kökeni ve anlamıyla ilgili bazı tespitleri anımsamakta fayda var kanımca.

Alışagelen Alevi sözcüğünün anlamlarından birisi Aleve ait, ışığa ait, ışık insanı, veya ışıktan gelen, alevden gelen demektir. Hatta bu tanımlamanın kanıtlarından birisi, geçmişte uzun bir süre Alevilerin Işık İnsanı (Işık Taifesi) olarak tanınması gösterilebilir. Işık Taifesi, Alevilere 17. yüzyıldan önce verilen isimdir. Ve bu inanışın Anadolu’da yayılması ve yerleşmesi için çalışan ozanlara “Işık” denirdi. Ancak Osmanlının baskılarından ve katliamlarından, yani asimilasyon politikalarından kurtulmak için Işıklar süreç içinde Aşık adını aldılar.(*)

Kısaca vurgulamak gerekirse, Işık Taifesi, hükmedenlerce ‘kafirlerden de kötü bir taife’ olarak kabullenildiği için, bu sözcükten kurtulmak için arayışa giren Işıklar, Alevi sözcüğünü kullanmaya başladılar. Çünkü Alevi sözcüğü, aynı zamanda Işık Taifesi anlamına geliyordu.

Bu kısa tanımlama ve betimlemelerden sonra Aleviliğin sadece Osmanlı’da değil, Mezopotamya’da, Anadolu’da ve Balkanlarda da tarihin çeşitli evrelerinde baskılara, yasaklara ve katliamlarla karşı karşıya kaldığını görüyoruz.

Anadolu, Balkanlar ve Mezopotamya’ya kadar bir coğrafyada hüküm süren Bizans İmparatorluğu döneminde de (325 -1325 yılları arasında), Anadolu’da Hristiyanlık dışındaki birçok inanç üzerinde çeşitli yasaklar, baskılar, katliamlar ve dolayısıyla asimilasyon politikaları uygulanmıştır.

Bizanslılarca Büyük Konstantin olarak tanınan İmparator I.Konstantin, toprakları içersinde Hristiyanlık dışındaki tüm inanışları yasaklamış, diğer inançların mabetlerini, inanç merkezlerini yakıp yıkmıştır. Bu yasaklardan Anadolu’da yaşayan Aleviler de nasiplerini fazlasıyla almışlardır.

Balkanlar’da, Anadolu’da ve Mezopotamya boylarında hüküm süren Bizans İmparatorluğu yaklaşık 1000 yıllık tarih içersinde Bosna’da, Bulgaristan’da, Ege’de ve Anadolu’da yaşayan Aleviler üzerinde büyük baskı ve katliamlar gerçekleştirmişlerdir (**)

Diğer yandan, Anadolu Alevileri Bizans İmparatorluğunun baskı ve katliamlarından kurtulmak düşüncesiyle, 1071 yılında Anadolu’ya giren Selçuklu ordularıyla ittifak yapmışlardır. Bu ittifak sonucu Anadolu Alevileri ve Selçuklular, Doğu Roma ve Ortodoks Kilisesine karşı büyük bir zafer kazanmışlardır. (**)

Bu tarihten sonra, yani 1178 yılına kadar Alevilerin yoğun olarak yaşadıkları Amasya, Niksar, Merzifon, Tokat, Sivas, Divriği ve Malatya bölgelerinde Danışmendli Beyliği hüküm sürmüştür.

Ancak yine tarihten öğrendiğimiz gibi, Anadolu’da 13.yüzyılın başından itibaren çok sayıda beylikler oluşmuştur. 13.yüzyılın ikinci yarısında bu değişik beyliklerde Anadolu’da Hace Bektaşı Veli, Mevlana, Yunus Emre, Şeyh Edebali gibi bilgeler Anadolu Aleviliği inancını yeniden inşa etmişlerdir.

Osmanlı Beyliğinin ilk üç padişahı Osman Bey, Orhan Bey ve I.Murat, Bizans ve Balkan Devletlerinin de içinde gizli olarak yaşayan Alevileri yanlarına alarak, dörtyüzyıllık çadırlık bir aşiretten bir imparatorluk temelleri attılar. (**)

Osmanlılarla Aleviler arasındaki ilk yol ayrımı 1402 yılına rastgelir.

Yıldırım Beyazıtın dört oğlu (Süleyman Ç, İsa Ç, Mehmet Ç ve Musa Çelebi ) arasındaki taht kavgaları sırasında Aleviler, Rumeliyi kuşatıp burada devletini kuran Musa Çelebinin yanında yer aldılar. Daha sonra Musa Çelebinin Bizanslı Manuel’e (Mehmet Ç ittifakı) yenilmesinden sonra, Mehmet Çelebi devlet içinde büyük bir Alevi tavsiyesi başlatır.

Ve bu durum sonucunda Osmanlıya karşı ilk Alevi isyanı gerçekleşir. İsyan çok kanlı bir şekilde bastırılır. İsyanın bastırılması sürecinde önce Şeyh Bedreddin’in müridi Torlak Kemal ve yandaşları Manisa’da imha edildi ve Şeyh Bedreddin de Serez’de esnaf çarşısında idam edildi.

Daha sonra Fatih Sultan Mehmet döneminde 1444 yılında Edirne’de birçok Alevi diri diri yakıldı. On beşinci yüzyılın sonlarında Balkan Alevileri, Batı Anadolu Alevileri ve Orta Anadolu Alevileri aynı devlet sınırları içinde kaldılar. Ve Balkanlarla, Batı Anadolu’dan Orta Anadolu’ya geri dönüşler başladı.

Selçukluların Anadolu’ya girmesine öncülük eden, yardım eden, Bizanslıları yenen Aleviler böylece kendileri aleyhine devam edecek baskı, yasaklama, katliam ve asimilasyona da öncülük etmiş oldular.

Osmanlı’nın baskıcı, yasakçı düzenine karşı sazıyla, sözüyle isyan bayrağını çeken, bu uğurda idam edilen Pir Sultan, ‘Enel Hak’ dediği için katledilen Hallac-ı Mansur, Şeyh Bedreddin gibi, Hace Bektaşı Veli gibi Yol önderlerini çıkarmış olan Anadolu Aleviliği üzerindeki baskı, yasak, katliam ve asimilasyon politikaları günümüzde de devam etmektedir.

Osmanlı döneminde yaşanan bazı katliamlara kısaca göz atacak olursak (**)

• Osmanlı padişahlarından II.Beyazıt, 1492 ‘de Otman Baba ve birçok müritini katletmiştir.
• Yavuz Sultan selim 40 ile 80 bin Rafizi / Kızılbaşın katledilmiştir.
• Kanuni döneminde, Sünniliğe aykırı görüşleri savunan Oğlan Şeyh İbrahim, Molla Kabız ve Hamzaviller idam edilmiş olup, birçok Kalender Çelebi Ayaklanması bu dönemde çıkmıştır.
• II.Selim dönemindeki kıyım ve katliamlar olanca hızıyla devam etmiş, Yavuz dönemini aratmayacak boyutlara ulaşmıştır.
• III. Murat döneminde, IV.Murat döneminde de bu kıyım ve katliamlar tüm vahşetiyle devam etmiştir.
• Osmanlı bir yandan kıyımlar-kırımlar yapmış, diğer yandan da muhalif olan ve kendisi için tehlike olarak gördüğü kişileri sürgünlere yollamaktan geri kalmamıştır. Bu dönemlerde Karaman, İçel, Bozok, Manavgat yörelerine ve Kıbrıs’a, Şahkulu Ayaklanması’na katılan Tekke ve Hamid ayaklanmacıları Modon ve Koron’a sürgün edilmişlerdir.
• İç Anadolu’da Rafizi ve Kızılbaşlar Rumeli’ye, 1800 yılalrda birçok Bektaşi babası müritleriyle birlikte Kayseri, Tire ve Güzelhisar’a sürgün edilmişlerdir.

Cumhuriyetin kurulmasından sonra da Aleviler üzerindeki baskı ve katliamlar olanca hızıyla devam etmiştir.

• 1921 yılında Koçgiri ve 1938’de Dersim İsyanından sonra birçok Alevi–Kürt aile batı Anadolu’nun çeşitli şehirlerine sürgün edilmişlerdir.

• 70’li yıllarda Çorum’da, Maraş’ta, Sivas’ta, 90’lı yıllarda Gazi’de, Ümraniye’de ve Madımak’ta katledilen Aleviler, sadece fiziki katliam ve saldırılara değil; siyasal, ekonomik, psikolojik saldırılarla da karşı karşıya kalmışlardır.

Cumhuriyetin kurulmasından sonra, 1924 yılında çıkarılan bir kanun ile köye camii yapma zorunlu hale getirilmiştir. 1925 yılında da Tekke ve Zayiyelerin kapatılması kanunu çıkarılmıştır Oysa uygulamaya baktığımızda, Alevi Bektaş tekkeleri dışındaki inanç kurumlarının kapatılmadığı, Alevi Bektaşi inancı dışındaki inançların yaşamlarını serbestçe sürdürdükleri görülmektedir.

60 yıllarda Anadolu’da köylerde kapalı bir toplum şeklinde yaşamaya mahkum edilen, inançlarını yaşamaları değişik yöntemlerle yasaklanan, baskı altına alınan, Sünni islama entegre edilmeye çalışılan Aleviler, özellikle şehirlerde çok büyük psikolojik ve sosyolojik baskılara maruz bırakılmışlardır.

1960’lardan 1980 darbesinden öncesine kadar sol siyasetler içersinde, devrimci örgütlenmelerle birlikte hareket eden Aleviler, özellikle 80 darbesinden sonra uygulanan koyu ve faşist depolitizasyon sonucu, ayrı bir örgütlenme içersine girdiler.

Depolitizasyon, baskı ve asimilasyon politikaları karşısında kendisini ve inanç değerlerini koruma refleksiyle, önceleri saklanan, inkar edilen Alevi kimliği, artan bir biçimde ve hergeçen gün daha cesurca ifade edilmeye başlanmıştır.

Bu sürede onlarca dernek, vakıf vb kurulmuş ve Anadolu Aleviliği örgütlenme açısından da büyük bir ivme kazanmıştır.

12 Eylül askeri faşist darbesinden sonra, ülkede hüküm süren faşist yasalar nedeniyle tüm emek cephesinin karşı karşıya kaldığı, sosyal, ekonomik ve siyasal haksızlıklar ve baskılardan Aleviler de etkilenmişlerdir. Ve üstelik Aleviler üzerinde ayrıca inanç anlamında da, “Bu ülkenin yüzde 99’u Müslümandır”, iddiasını kanıtlamak için, öncelikle okullarda din dersleri zorunlu hale getirilmiştir.

86 bin camisi ve 100 binden fazla din görevlisi ve 5 bakanlığın bütçesinden daha fazla bütçesi olan Diyanet İşleri Başkanlığıyla asimilasyon politikaları sistemli bir şekilde hayata geçirilmeye çalışılmıştır.

Alevilerden alınan vergilerle, bu Diyanet İşleri Başkanlığı finanse edilmiş, Alevi çocuklarına zorla Sünni İslam öğretilmeye çalışılmıştır.

Evlerde, okullarda, işyerlerinde Alevi inancına sahip insanlar her türlü sindirme ve baskı politikalarıyla karşı karşıya bırakılmıştır.

Alevi köylerine zorla Camiler inşa edilmiştir.

Sözümona Demokratikleşmeye çalışan ve Avrupa Birliğine girmeye can atan, bu uğurda memleketi emperyalistlere peşkeş çekenler, “Alevi” isminin bile kullanılmasına tahammül gösterememişlerdir. Alevi ismi derneklerimizde mahkeme kararları sonucu kullanılmaya başlamıştır.

Alevi vatandaşların, çocuklarına zorla başka bir inancın öğretilmesini istemedikleri için yaptıkları başvurular ve açtıkları davalar reddedilmiştir ve reddedilmektedir. AİHM devam eden davalar bulunmaktadır.

Bugün Alevilik çok büyük bir kuşatma altındadır. Bu kuşatma çok çeşitli şekilde hayat bulmaya çalışmaktadır. Bir yandan Anadolu’da oluşan Işıklar, Babailik ve Kızılbaşlılığı hiçe sayan, bu inanç ve rütüelleri sisteme yamamak isteyen, islamın içine çekmeye çalışan, “Biz islamın özüyüz”, “Biz İslamız” diyen iç düşmanları vardır Anadolu Aleviliğinin. Bu kesimlerin büyük kısmı sistemden ve kompradorlardan beslenmektedir. Bu kesimler, demokratik bir içeriği olan, ülkede sürdürülen demokrasi ve insan hakları mücadelesinin hep bir parçası olmaya çalışan, emek cephesiyle omuz omuza alanlarda olan Anadolu Aleviliğini asimile etme vizyonu ve misyonuna sahiptirler.

Bir yandan Demokratik Alevi Hareketini asimile etme misyonu ile görevlendirilmiş çeşitli kişi, kurum ve çevreler, Anadolu Aleviliğini sadece islamla değil, emperyalist politikalarla da entegre etmeye çalışmaktadırlar.

Diğer yandan emperyalistler ve onların işbirlikçileri, çıkarları doğrultusunda Irak’ta, Latin Amerika’da, Afrika’da ve Asya’da, hatta yanıbaşımızda katliamlarına devam ederlerken, ülkemizde ise demokrasi ve insan hakları savunuculuğuna soyunmuşlardır. Başını Amerikan emperyalistlerinin çektiği ve Avrupa Birliği emperyalistlerinin destek verdikleri, adına BOP denilen projeye de bir cümleyle vurgu yapmakta fayda görmekteyim. Kuzey Batı Afrika’dan, tüm Önasya ve Ortaoğu’yu içine alan ve nihai olarak Orta Asya’ya açılmak, oraları işgal etmek ve bu bölgelerin yeraltı-yerüstü zenginliklerini, dolayısıyla dünyayı yeniden paylaşmak isteyenlerdir ülkemizde demokrasi ve insan hakları savunuculuğuna soyunanlar.

Basra’da, Irak’ta, Liberya’da, Filistin’de ve Lübnan’da yıllardır binlerce insanı kadın-çocuk, genç- yaşlı ve sivil demeden katledenler, ülkemizde ikiyüzlü bir şekilde azınlık hakları savunuculuğu yapmaktadırlar.

Tam da bu noktada, 40 yıldır Avrupalı emperyalist blokun kurulması sürecinde kendisi de yer almak isteyen, ama bir türlü kapısından içeri girilemeyen Avrupa Birliği ve onun politikalarının da nasıl bir asimilasyon politikası olduğunu söylemekte fayda var.

Bilindiği gibi, 6 Ekim 2004 tarihinde Avrupa Birliği İlerleme Komisyonunun hazırladığı bir raporda ilk kez, “Alevi Azınlık” ve “Kürt Azınlık” deyimleri kullanıldı. Hem de ‘Alevi Azınlık’ ifadesiyle Aleviliği islamın içindeymiş gibi göstermeye çalıştılar.

Avrupa Birliği kaynaklı ve bugüne kadar aşağı yukarı tüm hükümetler zamanında aynı politik uygulamalarla devam eden asimilasyonu daha iyi algılayabilmek için bu bir iki şey daha söylenmesi zorunluluğu vardır. Bu konuyu iyi algılayabilirsek, sanırım yüzyıllardır Anadolu’da sürdürülen Asimilasyonun günümüzde aldığı en son şekli de gözler önüne sermiş olacağız.

Bu azınlık tanımlamaları karşısında Cumhurbaşkanından Başbakana ve Bakanlara, diğer tüm siyasi parti yöneticilerinden, demokrat geçinen ana muhalefet partisi başkanına ve diğerlerine kadar, istisnasız tümü “Alevi” ve “Kürt” sözcüklerine karşı tahammülsüzlüklerini ibret verici bir şekilde, bir kez daha gözler önüne serdiler. Dünyaya ve Avrupa’ya karşı demokrat görünen bu kişi ve kesimler, iş “Alevi” veya “Kürt” meselesine gelince derhal “muhafazakar” ve “asimilasyoncu” tavırlarını ortaya koymaktan kaçınmadılar.

Ayrıca Alevi-Bektaşi kitlesi tarafından itibar görmeyen, Anadolu Aleviliğini Sünni İslama yamamaya çalışan sözümona bazı Alevi kökenli yazar, çizer, bazı kişiler de, bu ifadelere karşı sağcı, gerici ve kafatasçılarla aynı paralellikte açıklamalarda bulundular. Yıllarca ülkede Alevilerin ve devrimci çevrelerin yaşadığı onlarca katliamı yapanlarla kol kola gelenleri ibretle görmekteyiz. Bunlar faşistlerin kurultaylarına katılmakta ve Aleviliğin asimilasyonu ve entegrasyonunu açıktan, pervasızca savunmaktadırlar.

AB İlerleme raporu karşısında Demokratik Alevi Hareketinin üst çatı örgütü olan Alevi Bektaşi Federasyonu (ABF) ve bileşenleri ile Avrupa’da 9 ayrı ülkede örgütlenmiş federasyonlardan oluşmuş olan Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonları 10 Ekim 2004 tarihinde bir basın açıklaması yaparak :

• Siyasi iktidarın ABF Alevi Birlikleri Federasyonu ile masaya oturmasını,
• Aleviliğin Anadolu’ya özgü bir inanç olduğunu, Cem’den Semah’a, Semah’tan Müsahip’liğe kadar yaşayan öğretisi ve uygulaması ile bir bütün olduğunu diğer inançlarla farklılığını koruduğunu,
• Alevilerin inanç merkezleri Cemevlerinın yasal bir statüye kavuşturulmasını,
• Alevi çocuklarına zorunlu din dersi uygulamasının sona erdirilmesini,
• Diyanetin lağvedilmesini
• Alevi köylerine yapılan camilerin Cemevlerine dönüştürülmesini
• Kimliklerden din hanesinin kaldırılmasını talep etmiştir.

Sonuç olarak binlerce yıldan bu yana öğretisiyle, felsefesiyle, ilkeleriyle ayrı bir inanç olan yaşamakta olan Alevilik ve özellikle de Anadolu Aleviliği, tüm baskı, yasak, katliam ve asimilasyonlara karşı dimdik ayakta durmuştur. Fakat bu karşı duruş her zaman haksızlıklara, baskılara karşı birlikte hareket etmekle sağlanmıştır.

Demokratik Alevi Hareketi, Alevilik sorununu ülkede sürdürülen demokrasi mücadelesinden, insan hakları mücadelesinden ve emek mücadelesinden ayrı görmez, göremez. Bundan sonra da, sorunlarını, ülkedeki diğer sınıf ve katmanlarla birlikte çözüme kavuşturabilir.

Demokratik Alevi Hareketinin ve Alevi Bektaşi Federasyonunun en önemli örgütlerinden olan ve ülkede 41 şubesi bulunan PSAKD kurulduğu tarihten bu yana ülkede sürdürülen demokrasi mücadelesinin önemli yapı taşlarından ve demokrasi mücadelesinin ayrılmaz bir parçası olmuştur. İnsan hakları ihlallerine, demokratik hukuk normları ile tezat olan yargısız infazlara ve benzeri uygulamalara karşı olmuş ve bu karşıtlığını demokrasi güçleriyle birlikte alanlarda omuz omuza vererek pratik bir tavra da dönüştürmüştür.

PSAKD, tek başına Alevi meselesinin çözümlenmesi ile ülkemizdeki demokrasi meselesinin çözümlenmeyeceğini; ülkedeki demokrasi sorununun köklü bir şekilde çözümlenmesi ile etnik ya da dini azınlıklar sorunlarının ve diğer sorunların da birlikte çözümleneceğinin bilincindedir.

Son söylenecek şey, Demokratik Alevi Hareketinin ve Anadolu Aleviliğinin büyük bir kuşatma altında ve her türden saldırılarla karşı karşıya olduğu asimilasyon politikalarına bugüne kadar prim vermediği gibi bundan sonra da veremeyeceğidir.

Erdal YILDIRIM
PSAKD MYK Üyesi
İstanbul 10.09.2006


(*) Aleviliğin Gizli Tarihi, E. Çınar
(**) Aleviliğin Kayıp Bin Yılı, E. Çınar

http://www.pirsultan.net/kategori.asp?KID=15&ID=78&aID=201


6 Nisan 2010

Evde çocuklara Aleviliği anlatan 10 kişiye üç yıla kadar hapis talebi

Evde çocuklara Aleviliği anlatan 10 kişiye üç yıla kadar hapis talebi

http://www.bandirmahaber.net/wp-content/uploads/cm1.jpg
RİFAT BAŞARAN

06/04/2010 08:14

Hükümetin, Alevi çocuklarının din eğitimini cemevlerinde almasına yönelik çalışmaları sürerken, Hatay'ın Samandağ ilçesindeki, Alevi köylerinde yüz yıllardır uygulanan bir gelenek mahkemelik oldu.

Ailelerin talebi üzerine, evlerde çocuklarla Alevi inancı hakkında bilgilendirme ve sohbet toplantıları düzenleyen 10 inanç önderi hakkında altı aydan üç yıla kadar hapis istemiyle dava açıldı. Davanın ilk duruşması bugün yapılacak.

Samandağ’da, ailelerinin onayıyla çocuklara Alevi inancı hakkında bilgilendirme ve sohbet toplantıları düzenleyen Alevi inanç önderi 10 kişi hakkında, Diyanet İşleri Başkanlığı Kuran Kursları ile Öğrenci Yurt ve Pansiyonları Yönetmeliği’ne aykırı olarak Kur’an Kursu faaliyetlerinde bulundukları gerekçesiyle altı aydan üç yıla kadar hapis istemiyle açılan davanın ilk duruşması bugün yapılacak.

Kuran kursu için tespit yok
Hakkında dava açılan Ulvi Değerler Derneği Başkanı Zülfikar Çiftçi olayı şöyle anlattı: “Okullarda veya Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde bize hitap eden bir kurum olmadığı için yüz yıllardan beri süren, inançlarımızı çocuklarımıza aktarmak için evlerde yaptığımız sohbetleri toplantıları vardır. Bu ailelerin isteği üzerine bedelsiz olarak yapılır. Geçen yaz Samandağ’a dışarıdan gelen yabancılar Kuran kursu açtı. Tepkiler üzerine yerel bir gazete bu olayı duyurarak, ‘çocuklarınızı kimlere gönderdiğinize dikkat edin’ uyarısı yaptı. Ancak bu haberi ihbar kabul eden kaymakamın talimatıyla, savcılık harekete geçerek bizim ev sohbetlerimizi tespit ettirdi. Uygulama rutin denetim şeklinde yansıtıldı. Sonradan altı inanç önderi toplam 10 kişi hakkında mahkeme celbi geldi. Ancak, Kuran kursu için tespit yapılmadı. Dernek çatısı altında halen çalışmalarını yürütüyorlar.”

Ersin Meclis’e taşıdı
Olayı Meclis gündemine taşıyan CHP İzmir milletvekili Ahmet Ersin, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın yanıtlaması istemiyle yazılı soru önergesi vererek, önergede, “Bir yandan Alevi açılımından söz ederek, Alevi çalıştayları düzenleyip, bir yandan da Alevi çocukları kendi inançları hakkında bilgilendiren Alevi önderlerine, altı aydan üç yıla kadar hapis istemiyle dava açılması çelişki değil mi? Devlet ilgilenmediğine ve bilgilendirmek, öğretmek isteyenler de cezalandırıldığına göre, Alevi İslam inancına sahip çocuklar, kendi inançlarının esaslarını nasıl öğrenecek?” sorularına yer verdi.
Ersin, Radikal’e yaptığı değerlendirmede de, davanın Samandağ Kaymakamı’nın girişimi üzerine, Türk Ceza Kanunu’nun TCK’nın ‘kanuna aykırı eğitim kurumu’ başlıklı 263. maddesine dayanılarak açıldığını, bu hafta Samandağ Sulh Ceza Mahkemesi’nde ilk duruşmanın yapılacağını söyledi. Ersin, şöyle konuştu:
“Alevi çocukların kendi inançlarını öğrenmelerinde devletin bir katkısı yok, görevini de yerine getirmiyor. Kendi imkânlarıyla ağaçların altında, parkta sohbet ederek inançlarının esaslarını öğrenmek isteyenlere de engel olunuyor. O zaman bu çocukların sonu ne olacak? Kaçak Kuran kurslarıyla kimse ilgilenmiyor ama 8-10 tane Alevi çocuğuna inancının esaslarını öğretmek isteyen kişiler cezalandırılıyor. İnsan haklarına aykırıdır bu durum. Asimilasyon yolunda önemli bir aşama bu. Alevi açılımından birlik değil ayrımcılık çıktı.”

(Radikal)

13 Şubat 2010

ÇALIŞTAYIN ÖN RAPORUNU OLUMLU BULAN BİZDEN DEĞİLDİR

ÇALIŞTAYIN ÖN RAPORUNU OLUMLU BULAN BİZDEN DEĞİLDİR

12:53 13 Şubat 2010

Alevi Bektaşi Federasyonu Başkanı Ali Balkız, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a sunulan Alevi Çalıştayları sonucu hazırlanan ön raporla ilgili sert eleştirilerde bulundu.
Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı’nda, federasyona üye derneklerin yöneticileri ve Madımak Katliamı’nda yaşamını yitiren Alevi yurttaşların aileleriyle düzenlediği basın toplantısında, ön raporu değerlendiren Balkız, Alevilerin, Aleviliği tanımlama girişimlerine daima itiraz ettiklerini kaydetti. Balkız, “raporun Aleviliğe bir tanım getirdiğini”belirterek, “böylece asimilasyon işleminin kolaylaştırılmasının hedeflendiğini” dedi.


‘ŞERİATA GİDEN AKP PROJESİ’

Çalıştay yetkililerinin ön raporun uzlaşmayla çıktığı yönündeki beyanları eleştiren Balkız, “Raporun içeriğinden de anlaşıldığı gibi, Aleviler, Alevi Çalıştayı’nda bütün inanç ve mezheplere eşit mesafede durması gereken bir devletin hükümeti ile değil, iktidar erkini elinde tutan Sünni ulema ile oturmuş gibidirler” diye konuştu.
Ön raporun içeriğinin, kendilerini şaşırtmadığını belirten Balkız, “Rapor bir aldatmacadır. Sanaldır, maksatlıdır, iyi niyetten yoksun, sorun çözen değil yeni sorunlar yaratan, şeriata doğru giden yolda yeni adımlar öngören bir AKP projesidir” görüşünü belirtti.


‘PARK YAPARLARSA, İSMİ DE SİLERLER’

Raporda, Madımak Oteli’nin tehlikeli bulunmasının “başlı başına bir facia” olduğunu belirten Balkız şunları kaydetti: “Biz biliyoruz ki, o bina yıkıldığında, parka dönüştürüldüğünde birkaç yıl sonra o parkın adı da belediye meclis kararlarıyla değiştirilecek, böylece katliamın izi yok edilmiş olacaktır.”
Cemevleriyle ilgili bölümünün, ön raporun “Sünni ulemanın bakış açısıyla yazıldığının en önemli göstergelerinden biri olduğunu” belirten Balkız, şöyle konuştu: “Cemevleriyle ilgili tanımlamada, onun işlevine ilişkin değerlendirmede fikri dikkate alınan taraf Aleviler değil, Alevi olmayanlardır. Yani iktidar, yani devlet, yani Sünni ulema haddini aşarak Alevilerin ibadet yeri cemevlerinin niteliğine karar verme hakkını kendilerinde bulmaktadırlar.”
Raporun Alevilerin taleplerinin tam aksi yönünde olduğunu vurgulayan Balkız, “Üzerinde ‘mutabakat’ olan raporda, Alevi köylerine cami yapma politikalarından vazgeçme ve dergahlarımızın biz gerçek sahiplerine geri iade edilmesi konularında ise hiçbir şey söylememiş” dedi.
Balkız sözlerini şöyle sürdürdü: “Alevi Çalıştayı ön raporunun dili, anlayışı ve mantığı sakattır. Yıllardır dillendirdiğimiz taleplerimizin muhatabı sanki devlet değil de Sünni kardeşlerimizmiş gibi algılanmakta, Alevilerle, Sünniler arasında bir pazarlık gibi sunulmakta, top taca atılmakta ve oyun orada sürdürülmek istenmektedir. Ön rapor, bir asimilasyon belgesidir. Bu belgeyi olumlu bulanlar bizden değildir.”

Okullar Kur’an kursuna çevriliyor

Federasyon olarak, “Diyanet İşleri Başkanlığı’nın lağvedilmesi gerektiğini savunduklarını” anlatan Balkız, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Laikliğe aykırı Diyanet İşleri Başkanlığı’na dokunulmamış, tam tersine sahte laiklik uygulamasına Aleviler de ortak edilmek istenmiştir. Hiç de olmayan bir uzlaşma varmış gibi gösterilmiş, hükümet, Sünni kesimi kamu olanaklarıyla finanse etme uygulamasını güya Alevileri de sisteme dahil ederek güvenceye almak istemiştir.”

İKİ KAT DİN DERSİ ÖNERİLİYOR
Raporda, zorunlu din dersleri konusunda yer alan önerilerin “mevcut uygulamanın sonuçlarını daha da ağırlaştıracak nitelikte olduğunu” belirten Balkız, “isteğe bağlı din eğitiminin verilmesi” fikri ile “Alevi çocukları için asimilasyon aracı ve sistematik işkenceye dönüşmüş olan uygulamanın artırılarak iki din dersi önerildiğini” savundu.
Balkız, “Bu çaba, ilköğretim okullarımız ile liselerimizin, imam hatip liselerine, Kur’an kurslarına dönüştürülmesinden başka bir anlam taşımamaktadır” dedi.

EĞİTİM SEN’DEN ALEVİLERE DESTEK

Ön raporla mevcut din dersi güçlendirildi
EĞİTİM Sen Genel Başkanı Zübeyde Kılıç, “Yargı kararlarına uyulmalı, zorunlu din dersi uygulaması kaldırılmalıdır” dedi. Kılıç, ön raporda zorunlu din dersine yönelik bölümü değerlendirdi: “Zorunlu din dersleriyle ilgili sunulan öneriler de mevcut uygulamanın sonuçlarını daha da ağırlaştıracak niteliktedir. Raporda, mevcut durumdaki ‘din kültürü ve ahlak bilgisi’ dersinin zorunlu olarak okutulmasına devam edileceği belirtilirken, bunun yanı sıra seçmeli olarak din eğitimi dersi getirilmektedir. Bu düzenleme ile mevcut durumdan daha ileri gidilmekte ve din eğitimi güçlendirilmektedir. Hükümet, yargı kararlarına uymak bir tarafa mevcut durumu daha da ağırlaştırmakta ve din dersi sayısını ikiye çıkararak tüm toplumla resmen dalga geçmektedir. Zorunlu din dersi uygulaması, din ve vicdan özgürlüğünün açıkça ihlal edilmesi demektir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi zorunlu din dersinin, din ve vicdan özgürlüğünün ihlali olduğuna karar vermiştir. Yargı kararlarına uyulmalı, zorunlu din dersi uygulaması kaldırılmalıdır.”

*http://www.birgun.net/*