Müslüman etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Müslüman etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Ekim 2010

Zulüm Bitti derken, Sıra Irak Polis'inde


Zulüm Bitti derken,
Sıra Irak Polis'inde

EvcioğluHaber- ABD askerlerinin terk ettiği Irak'ta vahşet bitmedi.. Irak'ta, halka zulüm yapma sırası polis de..
İnternet sitelerin de ve basında yer alan haberlerde yayınlanan video görüntülerinde dünyanın neresinde olursa olsun, halka uygulanan zulüm değişmiyor/bitmiyor..

Irak polisi, yolda durdurdukları otomobilin içinden dışarı çıkardıkları insanlara uyguladığı şiddet dünya komuoyunu şoke etti.. Haber kanallarının birinci sırasında yer alan polisin vatandaşına uyguladığı şiddet/ vahşet, Amerika'n askerlerinin işkencelerine rahmet okutuyor...
Vatandaş her yerde vatandaş..
Hangi ülkede olursa olsun..

Görüntülerden de anlaşılacağı gibi; sivillerin suçu yok..
Neden mi?
Onca zulüm uygulanarak denenmesinden sonra, polislerin psikopat ruh hallerini yansıtan durum, rahatlatıldıktan sonra (ki, bunlar Irak İslam Cumhuriyetinin polisleridir.) sivil vatandaşları arabalarını bindirip serbest bıraktılar..
Eğer bunlar şuçlu ise ki; değil.. Hukukun önüne çıkarın.! Hukuk cezasını verir..! Ellerinde zincirlerle vurarak, ağızlarına ayağındaki botlarla ve hırsını alamayarak, üzerlerine çeleşkof ile kurşun sıkarak.. Sokakta terbiye ediyorlar..!
Lan siz Allah'mısınız?
Alçak pezevenkler..
Aynı şiddet ve zulüm size veya yakınlarınıza yapılsa, kabul edermisiniz..? İşte; yapılan; Müslümanın Müslümana zulmüdür.. Önce Amerikalılar ve ingilizler uyguluyordu.. Vahşeti, zulümü, tecavüzü..
Şimdi de kendi ülkesinin asayişi düzenlemesi gereken polisler, kendi kardeşleri ki; gerçekten kardeş lermi? bilinmez ama; zulmün baş aktörleri polisler...!
Bu fotoğrafta toz duman birbirine karışmış görülmektedir..
Bu nedir ?
Değerli vatandaşlar biliyormusunuz..?
Bu durum polislerin, ne kadar tarif etsekte anlatamadığımız zulmün den sonra, polis kılığındaki; adam eti yiyen yamyamlar tarafından işkence ettikleri insanların ayaklarına ve yanlarına keleşinkof ile kurşun sıkıyorlar..
Toz duman huvaya kalkıyor.. Söylermisiniz?
Bu atılan kurşunların hesabını soran yokmu? Nereye sıktın lan sen bu kurşunu?
Yok tabi ,..
Sistem kendisini böyle var ediyor..
Milyonlarca halka zulüm ederek ve korku salarak.. Halkın suçlu olması gerekmez.. Onların işkence etmesi için..!
Halktan olması yeterlidir..!
Diyeceksinizki; neden?
Bu sömürü düzeninin dünyanın her ülkesinde var olabilmesi için..
Yer altı ve yer üste kaynaklar, emek daihldir buna... Devam edebilmesi için; halktan her kesime; Halk Amerikalı olabilir, Almanyalı olabilir, Rusyalı olabilir, İtalyalı olabilir, Türkiyeli olabilir.. Fark etmez.. Zulüm her yerde zulümdür... Çünkü; Uluslararası şirketler dünyayı yönetiyor.. Dün böyle idi, bu günde böyle oluyor.. Bu kahrolası düzen değişinceye kadar..

Şah ismail'in dediği gibi; " Dünyanın neresinde zulüm yaşanıyorsa? Gidip; onu yok etmek gerekir.."

Değerlendirme yorum sizin..! Değerli canlar..!

EvcioğluHaber-27.10.2010

2 Ağustos 2010

Aleviliği yoketmeye yönelik sinsi plan: ASİMİLASYON


EvcioğluHaber- PSAKD. Antalya Şubesi internet sitesinde yayınlanan "Aleviliği yoketmeye yönelik sinsi plan: ASİMİLASYON" başlıklı yazıyı, karanlıkta kalmaması için... Bir kez daha, gün ışığına taşınması ve siz değerli dosların bilgisine sunulmasını teminen Sn; Av.Ali Yıldırım'ın kaleminden yazılan bu yazıyı sitemizden yayınlamak bir sorumluluk olarak önümüzde durmaktadır.. 12.12.2005 tarihinde yayınlanmış olan aşağıdaki 'Asilimasyon' gerçeğini tarihler boyunca yaşanmış tüm çıplaklığı ile bu kadar açık/ seçik ve anlaşılır şekilde ortaya koyan Sn:Ali Yıldırım'a yüreğine ve kalemine sağlık diyor, sizlerle paylaşmak istiyoruz..

02.08.2010

Aleviliği yoketmeye yönelik sinsi plan: ASİMİLASYON

Ali YILDIRIMAleviliğe yönelik bozma, tahrip ve asimilasyon politikalarına 12 Eylül öncesinde karar verildiği anlaşılıyor. Ancak pratik adımlar için 12 Eylül gerekiyor.

YÜZLERCE YILIN YABANCISI BİR SES

Geç saatlerde köye gelmişlerdi. Sabah erken kalkmak düşüncesiyle oyalanmadan yatılar. Gecenin bir yarısında uyumak ile uyanıklık arasında hiç tahmin etmediği bir sesle irkildiler.

Ne oluyordu, rüya mı görüyordu, yoksa hala Ankara’da mı idiler? Evet duydukları gerçekti. Ezan okunuyordu ve namaza çağrılıyorlardı. Köyleri Alevi köyü. Yüzlerce yıldır namazla, hocayla, camiyle, ezanla bir ilişkileri olmamıştı. Köylerinde bir cami de yok ama bu ezan da neyin nesi. Kahvaltıdan sonra köyün meydanına gittiler. Köylüler sırtlarını duvara alınlarını güneşe vermişler muhabbet ediyorlardı. Ezanı sordular. Köyüler direklere monte edilmiş hopörlorleri göstererek anlatmaya başladılar:

“Kaymakam köyden muhtarla yaşlılardan oluşan bir heyet çağırdı. Hoş beşten sonra, konuyu camiye getirdi. Neden sizin köyde cami yok? Diye sordu. Olmadığını söyledik. Kaymakam devam etti. Siz bu vatanın evladı değil misiniz? Siz kurtuluş savaşında şehit vermediniz mi? Siz vergi vermiyor musunuz? Hizmet almak sizin de hakkınız değil mi? Neden camisiz kalacaksınız, devletin görevi bu bir dilekçe verin görkemli bir cami yaptırtayım. Siz de bu Kızılbaş görüntüsünden kurtulun. Her bir hizmetten yararlanın dedi. Biz atalarımızdan böyle bir şey görmediğimizi, namaz kılmadığımızı, camiye ihtiyaç duymadığımızı, köyümüze hizmet edilecekse kanalizasyonumuzun olmadığını, bu konuda yardımcı olmasını rica ettik. O ayrı bu ayrı dedi kaymakam. Cami olmadan ben sizin için hükümetten talepte bulunamam, gidip düşünün bir kez daha 15 gün sonra gelip kararınızı açıklayın dedi. Çıkıp geldik, cevap da götürmedik. Bir ay geçmedi ki kaymakamlığın resmi aracıyla birkaç görevli geldi. Ellerinde hopörlerler, top top kablolar vardı. Telefon direklerine hoporlörleri monte edip, kabloları bağladılar, ta ilçeye kadar. Sonra da hopörlerleri ve kabloları devlet malı olarak muhtarın üzerine bir güzel zimmetlediler. İki gün sonra da o hopörlerlerden beş vakit ezan sesi verdiler. Yüzlerce yılın yabancısı bir ses değdi köyümüze, dağımıza taşımıza, tarlalarımıza. Bize eza, cefa olsun diye yaptılar bunu. Bizi biz olmaktan çıkarmak için, insan sıfatından çıkarmak için yaptılar bunu.” [1]

İNSANLIK SUÇU ASİMİLASYON

Köylülerin yaşayıp da adını koyamadıkları şeyin adı asimilasyondur. Psikolojik baskıdır, manevi cebirle uygulanan zulümdür. [2] Zaten asimilasyon maddi cebirle yürütülen siyasetin manevi cebirle yürütülmesinin adıdır.

Asimilasyon insan doğasının tahribine yönelik, insanı insan olmaktan çıkarmayı amaçlayan ve resmi gücü elinde tutan çevrelerce “bir tehdit unsuru olara görülen” unsurlara karşı uygulanan sinsi ve vicdansız bir palandır.

Asimilasyon resmi monolotik blok için tehdit unsuru değerlendirilmesi yapılan inançsal, etnik, kültürel farklılığı eritmeyi, yok etmeyi, ortadan kaldırmayı ve kendisi olmaktan çıkarmayı hedef alır.

Asimilasyon özel olarak planlanmış, birçok ideolojik aygıt kullanılan uzun erimli bir süreçtir.

Asimilasyon’da saldırı hedefi beyinlerdir. Bilinci bulanıklaştırmak, çarpıtmak, kafayı karıştırmak, sağlıklı anlama ve düşünme yetisini ortadan kaldırmak kurgulanan yalana kişileri ikna ederek yalanın gerçek olduğunu bizzat onlara savundurmaktır. Asimilasyon bilinç tahribatını gerçekleştirdiği anda sonuca varmış demektir.

Alevilerin asimilasyonunda, Alevliğin şehirlerden kırlara doğru fethedilmesinde Alevi köylerine cami yapılması temel bir asimilasyon aracı işlevi görüyor. Siyasal iktidar devlet otoritesini kullanarak maddi ve manevi cebir uygulayarak Aleviliği Alevilik olmaktan çıkarmak için Alevi köylerine Bayındırlık Bakanlığı, Karayolları, Köy Hizmetleri gibi kurumlar aracılığıyla camiler inşa ediyor.

ALEVİLERE HAYAT HAKKI YOK!

Aleviler Anadolu’nun şansız (!) bir inanç topluluğudur. Osmanlı kabileden imparatorluğa dönüştüğü noktada İslamiyet’i kendisine resmi din olarak seçecektir. Bu noktadan sonra Anadolu halkının büyük bir çoğunluğunun inancı olan Alevilik için trajik bir tarih başlayacaktır.

İslam ulemasının ve bağlı olarak Osmanlı Devletinin diğer dinlerle herhangi bir sorunu yoktur. Hıristiyanlar, Yahudiler inançlarının gereğini diledikleri gibi yerine getirebileceklerdir, onlara açılan büyük bir hoşgörü alanı vardır. Fakat söz konusu olan Alevilik olunca hoşgörünün zerresinden dahi bahsetmek imkansız olur. Osmanlı İslamı açısından Aleviliğin hazmedilmesi, ona bir değer olarak bakılması ve hatta Aleviliğe karşı kayıtsız kalınması söz konusu olamaz. Osmanlı devletinin en yüksek dini otoritesi olan şeyhülislamlar Aleviler hakkında verdikleri bir çok fetvada şu görüşü açık net olarak ifade etmişlerdir: “Aleviler diğer inanç topluluklarından aşağı bir topluluktur. Bir Hıristiyan’ın tövbe edip Müslüman olması herhangi bir sakınca doğurmazken, Alevilerin tövbesi ve Müslüman olmaları asla mümkün değildir.”[3]

Osmanlı Şeyhülislamları Alevilerin yaşantı ve inançlarını değerlendirerek bunun “kendi Müslümanlıkları bir ilişkisinin olmadığını” saptamışladır. Kadın-erkek birlikte ceme giren, saz çalıp, semah dönen bu insanlar Müslüman değildirler!

Diğer yandan Alevi inançlı bu insanlar Anadolu’da her türlü haksızlığa karşı seslerini yükseltiyor, boyun eğmiyor, zulme zorbalığa karşı hakkın ve haklının yanında tavır alıyorlar, insanlık değerlerini her türlü değerin üstünde tutuyorlardı.

Bu özellikleri ile Aleviler Osmanlı hanedanı için potansiyel tehlike idi. Alevilerin tövbeleri de “dinen caiz” olmadığına göre yapılacak tek şey uygun araçlarla “bunların pis bedenlerini ortadan kaldırmaktı”.

Şeyhülislamların fetvalarının gereğini Osmanlı padişahları yerine getirmekte bir an bile tereddüt etmediler. Alevilere yönelik yüzlerce katliam gerçekleştirilir. Resmi tarihçilerin yazdıklarına göre dahi bu katliamlarda onbinlerce Alevi katledilir.

ALEVİ KATLETMEKLE ALEVİLER BİTMEYİNCE ?

Osmanlı yöneticileri onbinlercesini katletmelerine rağmen Alevileri ortadan kaldıramadıklarını, köklerini kurutamadıklarını dağ başlarına, yollardan uzak vadilere, kuş uçmaz kervan geçmez coğrafyalara kaçıp sığınan Alevilerin yaşamaya devam ettiklerini görürler.

Osmanlı şeriat alimleri Alevilere yönelik katliam ve imhanın tek başına sonuç vermediğinin farkına varınca yani Aleviler karşılarında bağlamanın tellerine dokunup;

“Sayılmayız parmak ile

Tükenmeyiz kırmak ile”

diye deyişler söylemeye devam edince Alevi toplumunu en az katliam kadar tahrip edecek bir sinsi planı devreye sokmaya karar verirler: Asimilasyon! Asimilasyon aracı olarak 400 yıldır Alevi köylerine,

a)Cami yapılması,

b)Sünni imam atanması,

c)Şeriat eğitimi verilmesi,

araçları kullanılmaktadır.Bu yazıda Alevileri sünnileştirmeye yönelik asimilasyon planının yalnızca bu yönü üzerinde somut örneklerle durulacaktır.

Bugün Alevilik düşmanı çevrelerin;

“Alevi köylerinde tarihi camilerin bulunduğu, Alevilerin camileri kendi istekleriyle ve kendileri tarafından yaptıkları, camilerde ibadet ettikleri” yalanının asimilasyon amacıyla üretildiği ve yayıldığı kanıtlarıyla gösterilecektir.

ŞİMDİ ALEVİLERİ MÜSLÜMAN YAPMA ZAMANI!

Şeriat uleması ve Osmanlı yöneticileri bu kez ALEVİLİĞİ KATLETME planlarını devreye sokarak zamanı “Alevileri Müslüman yapma zamanı” olarak ilan ederler. Şimdi onlardan “tövbe” etmeleri istenilecek, yani Aleviliklerinden vazgeçmeleri ve Müslüman olmaları karşılığında yaşamalarına izin verilecektir.

400 Yıllık asimilasyon planı uygulamaya konulur. 1600’lü yılların başıdır. Sivas civarında Şeyh Bedreddin yolundan yürüyen Aleviler yaşamaktadır.

Aziz Mahmut Hüdai Efendi Bedreddincilerin yola getirilmesine dair Osmanlı padişahı I.Ahmet’e 1600 yılında bazı tavsiyelerde bulunur:

“Kızılbaş köylerinden her birine bir imam nasb oluna, talim-i ilim ve sıbyan ve nisvan ve zekeran eyleye... Bunlar namakul vasıflarını ihtiyarlarıyla terk edip sünnet ve şeriat üzerine olurlar ise pek güzel. Aksi halde ortadan kaldırıla.”[4]

Yani Alevi köylerine Sünni imamlar tayin edilecek, başta çocuk ve kadınlar olmak üzere Alevi halka şeriat eğitimi verilecektir. Bu eğitimler sonuç verir de Aleviler Aleviliklerini terk ederlerse pek güzel olacaktır. Aksi takdirde eski usule devam edilecek yani haklarından gelinecektir.

Bu fetva gösteriyor ki 400 yıl öncesinden işlemeye başlatılan Alevilerin Sünnileştirilmesine yönelik bir asimilasyon planı yürürlüktedir.

ASİMİLASYON GÖREVLİSİ NAKŞİBENDİ ŞEYHLER

19.yüzyılın başında padişah II.Mahmut eliyle Alevilere yönelik yine iki yönlü bir uygulamanın yürürlüğe konulduğuna tarih tanıklık etmektedir: Katliam ve asimilasyon.

1826’da Yeniçeri Ocağıyla birlikte Bektaşi tekkelerinin imhası yoluna gidilmiştir. Bektaşi babaları darağaçlarına ve sürgünlere gönderilmiştir. II.Mahmut Şeriat alimlerinin fetvalarını yerine getirir. Bektaşî tekkeleri 1826’da Padişah II:Mahmut’un buyruğuyla Osmanlı Devleti tarafından, rıfz, ilhad, ehl-i sünnet akidesinden sapma, içki içme, namazı ve orucu terk etme gibi suçlamalarla kapatılmış, yalnızca merkez âsitane, yâni Hacı Bektaş Veli’nin türbesinin de bulunduğu Pir evi, bir Nakşibendî şeyhi nezaretinde Nakşibendî âyini yapması şartıyla açık bırakılmıştır. Bektaşî tekkelerinin 60 yıldan yeni olanları yıktırılmış, eski olanları medrese ve câmiye çevrilmiştir.

HACI BEKTAŞ’TA ASİMİLASYON CAMİ

Bugün Alevilerin serçeşmesi/kabesi olan Hacı Bektaş dergahında asimilasyon amacıyla yapılmış olan bir cami yükselmektedir. 1834 yılında inşaa edilen cami Alevilerin Aleviliklerinden vazgeçmelerini sağlamak amacıyla işlev görmektedir. Bu asimilasyon cami günümüzde Alevilerin camiye gittiği, namaz kıldığı yalanına kanıt olarak kullanılmaya çalışılmaktadır. Fakat Aleviler aynı süreçte bu caminin Alevileri Sünnileştirmek için yapıldığını, Hacı Bektaş postnişini Hamdullah Çelebi’nin Amasya’ya sürgün edildiğini ve orada hakka yürüdüğünü nasıl unutabilirler.

ANKARA’DAN EMİR VAR

20.yüzyıla girerken Osmanlı hala Alevileri bitirme, Aleviliği ortadan kaldırma sürecini işletmektedir. Bu kez Osmanlı’nın Ankara valisi devrededir.

Ankara Valisi Mehmet Memduh 1894 yılında padişah II:Abdülhamit’e İç Anadolu bölgesinde yaşayan Alevilerle ilgili bir rapor sunar ve Alevilere yapılması gerekenler hakkında önerilerde bulunur:

“Bölgemizin bazı yerlerinde özellikle de Yozgat ve Kırşehir sancakları dahilinde yoğun bir biçimde adlarından başka müslümanlıkla hiçbir ilişkileri kalmamış olan ve Anadolu’da Kızılbaş/Sürhi Ser olarak adlandırılan insanlar yaşamaktadır. Bu toplulukların zararlı inançlarının düzeltilmesi yolunda yapılması gerekenlere ilişkin raporumu 1893 tarihinde makamınıza sunmuştum.

Raporumdan sonra orada yazıldığı gibi Kızılbaş köylerine olabilecek çabuklukta birer cami şerif yaptırılmış, buralara ehli sünnetten imamlar tayin edilmiş, Kuran öğretilmesi için mektepler inşası yoluna gidilerek Tanrı’nın yardımı ve devletimizin de gücüyle zararlı inanış sahipleri büyük ölçüde yola getirilmiştir.”

Diğer yandan Ankara vilayetinde olmayıp Sivas vilayetinde yüzbinden fazla Kızılbaş bulunmaktadır. Hatta Sivas’tan İran sınırına kadar birçok köy ahalisi de bunların inancındandır. Bunların kendi hallerine bırakılması her zaman için korkunç sonuçlar doğuracaktır. Bu konuda acilen esaslı tedbirler alınması gereklidir.”[5]

Vali’nin padişaha sunduğu rapordan “Alevi toplumunun zararlı inançlarının düzeltilmesi” yani Alevilerin Sünnileştirilmesi için emirleri doğrultusunda Alevi köylerine cami yapılmış, sünni imamlar atanmış ve halka şeriat eğitimi verilmiştir.

Görülen odur ki “kimi Alevi köylerinde çok eski camilerin bulunduğu” iddiası ile 19.yüzyılda Alevilerin Sünnileştirilmesi amacıyla yapılan camileri ifade etmektedir.

HIZLA SÜNNİLEŞMEYE DOĞRU

Ankara Beypazarı ilçesi Karaşar bölgesi çok eski bir Alevi yerleşim yeridir. Bu bölgede yaşayan Alevi toplumunun 1950’lerden sonra adım adım bir Sünnileştirmeyi yaşadığı görülmektedir. Bu asimilasyon sürecinin Ankara Valisi Mehmet Menduh’a kadar dayandığı tartışmasızdır. Bugün yörede yalnızca 4 Alevi köyü kalmış ve fakat bunlar da her geçen gün kimliklerini yitirmektedir. Karaşar Köyü’ne bir cami yetmemiş ikincisi inşa edilmiştir. Sünnileştirmede ne denli mesafe alındığı köy muhtarının şu sözlerinden tüm çıplaklığıyla anlaşılmaktadır:

Karaşar Dereli Köyü Muhtarı Hasan Demirel “Bizim köy, Karaşar, Saray, Köseler önceleri birliklermiş. Yani kardeş imişler. Hepsi Alevi-Bektaşiymiş... Babam, anam, dedem Alevi-Bektaşi idiler. Alevilikle ilgili inançlarını eksiksiz yerine getirmeye çalışırlardı. Ben Alevi değilim, İslam’ın ve Kuran’ı Kerim’in kurallarına, emirlerine uygun olarak ibadetlerimi yerine getirmeye çalışıyorum.’[6]

Ankara’nın Alevi düşmanı valisi Mehmet Memduh’un idare alanı içerisinde bulunan Çubuk İlçesi Alevi köyleri de öteden beri yoğun bir Sünnileştirme baskısı altında bulunmaktadır. Çubuk Alevi köylerinin tamamına yakınına son yüzyılda camiler yapılmış (Aşağı Emirler 1880, Yukarı Emirler 1912, Çit 1955, Mahmutoğlan 1936, Sarıkoz 1947, Ovacık 1964) ve sünni imamlar atanmıştır. Bu gün için Çubuk Alevi köylerine yönelik sünnileştirme operasyonunda Ankara Gazi Üniversitesi bazı elamanları özel bir rol üstlenmiş durumdadır.

ÇORUM İSKİLİP İBİK KÖYÜ VE ÇORUM İLAHİYAT FAKÜLTESİ

Alevi köylerine cami yaparak ve sünni imam atayarak devlet eliyle yürütülen asmilasyon planının Orta Anadolu’da yoğun olarak icra edildiği bir merkez de Çorum’dur. Çorum’un Alevi köylerinin yarıya yakınına son 30 yıl içerisinde cami yapılması yoluna gidilmiştir.

Çorum İlahiyat Fakültesi Alevilerin asimilasyonunda etkin bir görev yapmaktadır.

İşte bir örnek: İbik Köyü.

1970’lere kadar Hacı Bektaş Dergahından icazetli Osmancık Mehmet Dede tekkesine bağlı dedelerin gelip cem yürüttüğü köy hızla sünnileşme yoluna girer. Köye iki ayrı cami yaptırılır. Köy çocukları kuran kursuna, imam hatip okullarına gönderilmeye teşvik edilir. Köyden 74 yaşındaki Hüseyin Gökçen anlatıyor “eskiden bizim dedeler gelirdi. Biz ramazan tutmaya başladık. Dedeler bu oruç bizim değil derlerdi. Kızıp karşımızdaki Eşençay köyüne giderlerdi. Biz de oruçta bizim, namazda bizim derdik. İki camimiz var, cemevi istemez herkes camiye gidiyor.[7]

Bu köy üzerinde özel olarak çalışıldığı ve asimilasyonda sonuç alındığı görülüyor. Çorum İlahiyat Fakültesi öğretim üyelerinden ve bölgede yürütülen asimilasyonun faillerinden Osman Eğri de İbik Köylülerinin Sünniliğe gösterdiği eğilimi bir övünç vasıtası olarak belirtiyor.[8]

ASİMİLASYON İÇİN KILAVUZ

İlahiyatçı Osman Eğri işi daha da ileri götürerek “Alevi Köylerinde Din Hizmetleri Nasıl Yapılabilir?” başlıklı bir de kılavuz yazmıştır.[9] Söz konusu kılavuzda Alevi köylerine atanan imamlara Alevi köylüleri nasıl Sünnileştirecekleri yönünde yol gösterilmektedir.

*Bu kılavuzda müftülüklere ve Alevi köylerinde imamlık yapacak Sünni hocalara şu önerilerde bulunulmaktadır:

“1.Alevi köylerine cami yapımı teşvik edilmeli, cami yapımı konusunda devletten yardım sağlanmalıdır.

2.Alevilerin yoğun olarak yaşadığı Çorum, Amasya, Sivas,Tokat, Malatya, Maraş, Erzincan, Tunceli gibi illerdeki müftülükler bu konuyu (Alevilerin asimilasyonunu demek istiyor) merkeze alarak reorganize olup, aktif bir şekilde çalışabilirler.

3.Bu illerdeki ilahiyat fakülteleri, il ve ilçe müftülükleri işbirliği içinde Alevilerin önde gelen insanlarıyla, bölgede sayılan ve sevilen sözü dinlenen dede ve babaları kuşatarak, onların kafalarını karıştırarak, etki altında bırakarak, manevi cebir uygulayarak bu kişilerin toplum üzerindeki etkisinden yararlanabilir ve amaçlarına alet edebilirler.

4.Müftülükler Alevi köylerine yönelik olarak “irşat ekipleri” (asimilasyon demek istiyor) görevlendirebilirler.

5.Yol, su, kanalizasyon gibi köye yönelik hizmetler imamlar aracılığıyla, onların bir eseri olarak sağlanmaya çalışılabilir. (Yani Aleviler hizmet isteyince cami ve imam şartı getirilmelidir demek istiyor.)

Osman Eğri’nin kılavuzu Aleviliğe yönelik resmi otorite tarafından sürdürülen asimilasyon uygulamalarının pervasızca alenileşmesidir. Asimilasyon zihniyetinin sınır tanımazlığının açık bir örneğidir. Ayrıca bilim üreten üniversitenin asimilasyonda nasıl görev aldığına ilişkin samimi bir itiraftır.

Asimilasyon kılavuzu hazırlamakta Eğri yalnız değil. 12 sonrasında siyasal iktidar bünyesinde Alevileri Sünnileştirmek amacıyla kurulan “Alevi Masası”nın önde gelen görevlilerinden biri olan Diyanet başmüfettişi Abdülkadir Sezgin de bu yönde bir kılavuz hazırlattırılıyor.[10] Sezgin de kılavuzunda Eğri’ye ek olarak “Alevi köylerinde görevlendirilecek imamların özel olarak seçilmelerini, Kuran öğretmenliği oluşturularak Alevi köylerinde Kuran kursları düzenlenmesini, bu köylerde görev yapan öğretmen, ebe, hemşire gibi devlet memurlarının müftülüklerce eğitilerek asimilasyonda görevlendirilmelerini, bazı dedelerin işbirlikçiliğe ikna edilmesini, bu kişilerin özel gezilere götürülmesini, resmi irşat toplantılarına katılımlarının sağlanmasını, basın yayın faaliyetleriyle Aleviliğin aslında Sünnilik olduğu düşüncesinin yayılmasını, Asimilasyonda Diyanet İşleri Başkanlığı, TRT, Kültür Bakanlığı ve Milli Eğitim Bakanlığı’nın işbirliği içerisinde görev alması gerektiğinin” altını çiziyor.

KAZDAĞI TÜRKMENLERİNİ NE YAPMALI?

Asimilasyondan Türkiye’nin dört bir tarafında yaşayan Aleviler mutlaka paylarını almaktadırlar. Batıda yaşanan örnekler de İç Anadolu’dan farklı değildir. Araştırmacı Piri Er anlatıyor:

Balıkesir-Çanakkale Kazdağı Türkmen köylerinde cami ve mescitlerin 1980 sonrasında yapıldığı dikkat çekmektedir. Çamcı Köyü’ne cami 1980, Güzelköy Köyüne mescid 1987, Uzunalan Köyüne mescid ise 1989 yılında yapılmıştır. Bu köylerde yapılan çalışmada köylülerce, cami ve mescitlerin köy halkı tarafından değil devlet eliyle yapıldığı, köylülerin herhangi bir istekte bulunmadığı beyan edilmiştir.[11]

BURSA’DA GEYİKLİ BABA

Bir Bektaşi babası olan Geyikli Baba’nın türbesinin bulunduğu Baba Sultan Köyü (Bursa-İnegöl) zaman içinde Sünnileşmiştir.

Cami yapımından bir Alevi köyü olan Bursa İnegöl Şehitler köyü de nasibini almış ve i980 sonrasında Şehitler’e de bir cami yapılmıştır. Fakat köyde cemevi bulunmaktadır ve caminin cemaati yok denecek kadar azdır.

OSMANLI ŞEYHÜLİSLAMLARINDAN 12 EYLÜL PAŞALARINA

Alevi köylerine cami yapılarak Alevilerin Sünnileştirilmesi ve Aleviliğin ortadan kaldırılması konusunda siyasal iktidarın vahşice saldırdığı Alevi coğrafyası 12 Eylül sonrasında Tunceli olmuştur.

Aleviliğe yönelik bozma, tahrip ve asimilasyon politikalarına 12 Eylül öncesinde karar verildiği anlaşılıyor. Ancak pratik adımlar için 12 Eylül gerekiyor.

12 Eylül toplumun tüm direnç odaklarını kırarken tek tek alevi bireyler de bundan fazlasıyla paylarına düşeni alıyorlar.

Fakat bu yetmiyor, alevi bireyleri kırmak iktidarı tatmin etmiyor. Onlara göre Alevilik bir direnç öğretisi ve bu öğretinin içinin bir an önce boşaltılması lazım. Aksi takdirde yere düşen filizlerden yeni ağaçlar büyüyecek bir ortam sözkonusu olacaktır. O nedenledir ki Aleviliğe saldırıyorlar bir bütün olarak.

Aleviliğin direnç özellikleri taşıdığını saptayanlar doğru bir tesbit yaparken onun bir çırpıda tahrip edileceğini düşünerek derin bir yanılgıyı yaşıyorlar. Yanılgılarını görmeleri için zaman gerekiyor.

Aleviliği tahribe kalkışanlar Aleviliğin en sağlam coğrafyasında eylemlerini deniyorlar. Tunceli’de. Tunceli’de Aleviliği bitirmek için harekete geçiyorlar. Kendilerince doğru bir iş yapıyorlar. En sağlam cepheyi göçerterek bütün bir sathı kolaylıkla fethedebileceklerini planlıyorlar. Tunceli”de Aleviliğin bitirilmesi, Aleviliğin diğer coğrafyalarda tuz buz edilmesi için kendilerine büyük moral verecekken Aleviler açısından büyük moral çöküntü anlamına gelecektir, bunun hesabını yapıyorlar.

12 Eylül’ün paşa valisi Kenan Güven Tunceli’nin Alevi köylerine zorla cami yaparak islamiyeti Alevilere getireceğini, Alevileri İslamlaştıracağını, Sünnileştireceğini düşünüyor. Zorla cami yaparak işe başlıyor.

“Cami yaptırma konusunda verilen görevi en titiz şekilde uygulayan bürokrat ise dönemin Tunceli Valisi Kenan Güven oldu. Gençlerinin büyük bir kısmı hapiste olan Tunceli'de tehdit ve kaba kuvvet kullanmaktan da çekinmeyen Kenan Güven karşısında yaşlıların direnmesi fayda etmedi. Darbeden önce merkezde, Tunceli merkezinde 1 olan cami sayısı Güven sayesinde 5'e yükselirken hiç camisi bulunmayan Alevi köylerinde ise kısa süre içinde 124 cami yaptırıldı. Cemaati olmayan bu camilere atanan imamlar, yıllarca tek başına namaz kılmak zorunda kaldı. Güvenlik güçlerinin zorlamasıyla bile camiye kimsenin gitmediği görülünce imamlar geri çekildi ve camiler kapatıldı. Bugün Anadolu'nun birçok bölgesinde harabeye dönmüş binlerce cami enkazı bulunuyor.”[12]

Ne var ki camiler açıyor, boş kalıyor. İktidar asimilasyonu Tunceli’de deniyor, olmuyor gözünü başka coğrafyalara çeviriyor.

ASİMİLASYON BAŞARILI OLAMAYACAK

Alevilere yönelik inkar, imha, katliam ve asimilasyon politikalarına karşılık Aleviler kimlik, kişilik ve inançlarına sahip çıkarak canları pahasına Aleviliği savunuyorlar, yaşamaya ve yaşatmaya devam ediyorlar.

Aleviler dün olduğu gibi sessiz, savunmasız ve sahipsiz değiller. Hak, hukuk, diplomasi, politika araçlarını kullanarak kendilerine yapılan haksızlıklara itiraz ediyorlar.

Alevilerin daha fazla haksızlığa uğramamaları için, daha fazla mağdur edilmeleri için Alevi köylerine cami yapma uygulamasından derhal vazgeçilmelidir.

Bu köylere atanmış imamlar bir an önce geri çekilmelidir. Aleviler köylerine yapılmış camileri cemevi olarak kullanabilirler. Bu mekanlar kendi inancımızın mekanları haline getirilmelidir. Aleviysek, ibadet yerimizin adı Cemevi ise, köylerimizdeki camileri cemevi olarak kullanmamız en doğal hakkımız değil midir!

-------------------------***-----------------

Bu yazı Alevilerin Sesi Dergisi 89. sayıda yayınlanmıştır.

  • [1] Olayı ayrıntıları ile anlatan bir yazıyı ileriki sayfalarımızda bulacaksınız.
  • [2] Bu olay 12 Eylül sonrası Mamak Cezaevinde tutuklu bulunan siyasilere 24 saat askeri marş dinlettirilerek onları psikolojik olarak çökertip teslim almaya çalışma olayını hatırlatmaktadır.
  • [3] Fetvaların ayrıntısı ve metinleri için bak., Ali YILDIRIM, Osmanlı Engisizyonu, Ankara 1996
  • [4] Agy., sf.197
  • [5] Ali Yıldırım, Osmanlı’dan Günümüze Alevilerin Yazgısı, Deyiş Dergisi, Sayı 2
  • [6] H.Nedim Şah hüseyin oğlu, Tarihten Günümüze Karaşar, Ankara 2002, sf.197
  • [7] Piri Er, Orta Anadolu’da Yaşayan Alevilik, Bilgi Toplumunda Alevilik Sempozyumu Bildirileri, Ankara 2003, sf.60
  • [8] Osman Eğri, Bektaşilikte Tasavvufi Eğitim, İstanbul 2003, sf.160
  • [9] Agy, sf.137-166 arasında.
  • [10] Abdülkadir Sezgin, Alevilik Deyince, Ankara 1996, sf.228-242 arasında

12-12-05

YAZAR: Ali YILDIRIM

http://www.psakd.org/yazarlar/aleviligi_yok_etme_asimilasyon.html


11 Temmuz 2010

Avrupa'nın son soykırım kurbanları anılıyor...

Avrupa'nın son soykırım kurbanları anılıyor...

Bosna'nın doğusunda, Sırbistan sınırındaki Srebrenica'da, milliyetçi Sırp milisler tarafından silahsız 8300 kişinin katledilip, 70'e yakın toplu mezara gömüldüğü katliamın 15. yılında, 7 Balkan ülkesinin yöneticilerinin katıldığı bir anma töreni yapılıyor.
Kimlikleri belirlenen 775 ceset daha törenle toprağa veriliyor. 2000 boşnak aile hala soykırım kurbanı çocuklarının tabu
tunu bekliyor.
Avrupanın son soykırım kurbanları anılıyor...
11 Temmuz 2010 Pazar

Yugoslavyanın dağılması ardından, yükselen milliyetçilik ve yaşanan iç savaşta, Birleşmiş Milletler'in güvenli bölge ilan ettiği ve silahsızlandırdığı Bosna Hersek - Sırbistan sınırındaki Srebrenica kenti bir soykırıma sahne oldu.

Srebrenica'nın 10 bin olan nüfusu, sığınmış Boşnaklarla 60 bine çıkmış ve Sırp kuşatması sonucu büyük bir toplama kampına dönmüştü.

11 Temmuz 1995 günü kente giren Ratko Mladiç komutasındaki milliyetçi Sırp milisler, Srebrenica ve kırsalında Müslüman Boşnak nüfusa karşı bir soykırıma giriştiler. Potoçari köyündeki BM Hollanda askeri kampına sığınanların Sırplara teslim edilmesinin ardından, seçilip ayrılan yetişkin erkekler öldürüldü. Cesetleri parçalandı ve toplu mezarlara gömüldü.

Tam bir hafta süren katliam, II. Dünya Savaşı'ından sonra Avrupa'da yaşanan en büyük insanlık suçu olarak tarihe geçti. Lahey Adalet Divanı, Srebrenica katliamın bir 'soykırım' olarak kabul etti.

Bölgeyi korumakla görevli Hollanda Askeri Birliği’nin bu katliama sadece seyirci kalmayıp Sırp milislere her türlü yardım ve desteği verdikleri, kendilerine sığınan Boşnakları zorla Sırplara teslim ettikleri iddia edildi.

BALKAN ÜLKELERİ TEMSİLCİLERİ MEZARLIKTA

Srebrenica yakınındaki Potoçari anıt mezarında bugün sabah saatlerinden itibaren yapılan anma ve kimliği yeni belirlenen kemikleri toprağa verme törenine 7 Balkan ülkesinin devlet yöneticileri katılıyor. Başbakan Tayyip Erdoğan da orada.

Mezarlıkta soykırım kurbanları için dualar okunuyor. Törene bir katolik din adamı da katılıyor çünkü toprağa verilenlerin arasında Boşnaklar ile birlikte savaşan bir Hırvat da var.

Muhabir:Turnusol Haber

2 Haziran 2010

SULTAN SÜLEYMAN SİYONİST MİYDİ


SULTAN SÜLEYMAN SİYONİST MİYDİ

****************************************

Beşiktaşlı Şeyh Yahya Efendi h. 900/1495 yılında babası Şamlı Ömer Efendi (Amasyalı Ömer Efendi) ,kadısı olarak görev yapmakta iken Trabzon’da doğmuştur. Şehzade Süleyman’ın annesi Hafsa Sultan’ın sütü az olduğundan, Kadı Ömer Efendi’nin refikaları ve Yahya Efendi’nin validesi olan Trabzonlu Afife Hatun küçük şehzade Süleyman’a süt vermiş ve onun süt annesi olmuştur. Böylece Yahya Efendi de meşhur Kanuni Sultan Süleyman’ın süt kardeşi olmuştur.

30.05.2010

*******************************************
Beykoz sırtlarındaki Hz. Yuşa’nın makamını Yahya Efendi’nin keşfettiği de rivayet edilmektedir. Nitekim Hz.Yuşa İsrailoğullarındandır.

Yahya Efendi Dergahı 1538'de kurulmuştur. Tekke, mescid, tevhidhane, medrese, hamam, mezarlık ve çeşitli evlerden oluşan bir külliye niteliğindedir. Yahya Efendi Tekkesi, postnişin olan Yahya Efendi zamanında Üveysilik olarak adlandırılan tasavvuf ekolüne bağlanmıştır. Daha sonra tekke Kadiriliğe ve Nakşibendiliğe intisap etmiş ancak Üveysiliğin etkisi de devam etmiştir. Yahya Efendi Kanuni’ye öylesine kerametler ve mucizeler gösteriyordu ki, Kanuni’yi kendisine hayran bırakmıştı.

Peygamberlere bile verilmeyen mucizeler, nedense hep şeyhlere, evliyalara verilmiştir. Peygamberlerin bile göstermediği kerametleri mucizeleri her ne hikmetse hep şeyhler, evliya diye nitelendirilen babalar, dervişler göstermiştir. Yahya Efendi de bu örneklerden birisidir. Bu kerametler, mucizeler tarih boyunca tarikatlaşmanın oluşmasına zemin hazırlayan en dinamik taşlardan biridir. Sevgili okurlar, Talmud ve Tora’daki tasavufi yorumlamalar ile mevlevi, melami, arusi ve diğer tarikatların sufistik yorumlamalarını karşılaştırdığınızda göreceksiniz ki birbirleriyle birebir aynıdır. İslami kaynaklara Tasavvufi Kabala yorumlamaları, hep İbrani asıllılarca sokulmuştur. Anlayacağınız tasavvufi nefesler diye nitelendirilen yorumlar, aslında ( Madde, Yaratılış, Ölüm, Ruh ve Ahiret kavramının Talmud’da ve Tora’da hahamlarca yorumlanan Yahudi sufizmi Kabala) yorumlarıdır. Tarihte ve günümüzde sosyetenin ve sabetayistlerin, tasavvufa olan merakları ve bu tarikatlara girmeleri, tarikatlaşmaları da bu yüzdendir.

Peki Yavuz Sultan Selim’in hanımı Hafza Hatun, oğlu Süleyman’ı emzirmesi için neden Yahya Efendi’nin annesi Afife Hatun’u seçmişti? Yahya Efendi sarayla çok içli dışlıydı. Kanuni’ye danışmanlıkta yapıyordu. Peki ya Kanuni’nin diğer danışmanları kimlerdi ?

Gelin inceleyelim.

1492’deki İspanya Kralı II.Fernando ve Kraliçesi İsabella’nın kraliyet arşivlerindeki belgelerine dayanarak Yahudi olmasına şaşırmamıştık. En ateşli Katolik İspanya’nın Engizitör rahipleri, piskoposları, rektörleri, danışmanları, yargıçları, konverso yahudiydi. Sürgünün organizatörleri kuşkusuz Yahudi kökenliydi. Onları Osmanlı topraklarına taşıyan amiraller de kuşkusuz kendi soylarındandı. Endülüslü Müslümanların feryadlarına cevapsız kalarak onları kaderlerine terkeden, sürülen Yahudiler’e kucak açan Osmanlı Devleti de Judaizm’in kontrolündeydi. Endülüslü Müslümanlar’ın, kaderlerine neden terk edildiklerini şimdi daha iyi anlıyoruz.

Kanuni Sultan Süleyman bildiğiniz gibi Yahudi bir anneden doğmuştur. Padişah Yavuz Sultan Selim’in hanımı, Kanuni Sultan Süleyman’ın annesi Polonya Yahudisi Helga (Hafza Sultan)'dır. S. Shaw, History of the Ottoman Empire and Modern Turkey, Vol. I, 1976. p.148

Yahudiler I.Selim ve Kanuni zamanında sarayda çok etkili görevlerde bulunuyorlardı. Moşe Hamon Ailesi de bunlardan birisiydi. Amonların büyüğü Yitzhak Hamon, son Endülüs devleti Granada Sultanlığı’nın hükümdarına da hekimlik yapmıştı. 1492 yılında Yahudilerin İspanya'dan (ve Portekiz'den) büyük göçleri sırasında Gırnata'dan İstanbul'a gelmişti. Moşe Amon'un babası Joseph Yasef Hamon, II. Bayezıd ve Yavuz Sultan Selim'in (1518) doktorluğunu yapmışlardır. Encyclopedia Judaica, Jerusalem, 1971. Vol. 18, s.269, Dipnot: H. Inalcik, he Ottoman Empire the Classical Age 1300–1600.1973, p.23
Bu dönemin önemli saray doktorlarından biriside Musa Calinus İsraili’dir. Bir dönem II.Beyazıd ve Yavuz Sultan Selim’in doktorluğunu yapmıştı. S. Shaw, History of the Ottoman Empire and Modern Turkey, Vol. I, 1976. p.148
Yavuz Sultan Selim, İstanbul’daki vergi toplama işini hazinenin başındaki Eliyah Mizrahi adındaki bir yahudi yapıyordu. Encyclopedia Judaica, Jerusalem, 1971. Vol. 18, s.269, Dipnot: H. Inalcik, he Ottoman Empire the Classical Age 1300–1600.1973, p.23

MUHTEŞEM YAHUDİ

Kanuni dönemi’nin ailelerini ve kurmaylarını gelin birlikte inceleyelim.

İktidarındaki ihtişam ile birçok batı ülkesinde Muhteşem Süleyman olarak anılan Osmanlı halifesi Kanuni’nin aslında muhteşem bir Yahudi olduğunu belirtelim.

Muhteşem Süleyman zamanında Yahudiler saray idaresinde çok büyük bir ağırlığa sahip oldular. Yahudiler onun döneminde öylesine güç ve servete kavuştular ki Yahudiler, İsrail kralı Şelomo’dan sonra kendilerini temsil eden bu padişaha Kral Süleyman adını vermişlerdi. Encyclopedia Judaica, Jerusalem, 1971. Vol. 19, s.303, Bibliyografia : A.H. Lybyer, he Government of Suleiman (1966); S.W. Baron, in: Joshua Finkel Festschrit (1974), p. 29–36

Kanuni, Yahudi geleneğini evliliğinde de sürdürmüştür. Kanuni’nin hanımı, Hürrem Haseki Sultan (Roxolena) Ukrayna sınırları içerisinde bulunan Rohatyn kentinde doğmuş bir yahudi asıllıydı. Andrée Aelion Brooks, The woman who defied kings, Michigan Universty, Paragon House, 2002, p.437
Hürrem Sultan’ın kirası, Ester Handali ya da Ester Kira (ö. 1590) adında Yahudi bir kadındı. Osmanlı’nın derin devletine hakim olan tek kadındı. Önce Hürrem Sultan'ın sonra da Hürrem Sultan'ın gelini Nurbanu Sultan'ın sırdaşı ve sekreterlik görevini yaptı. Sarayda büyük bir güce sahipti. E.Nashim, a Journal of Jewish Women's Studies and Gender Issues 13: p.49-67

(Roxalana) Hürrem Sultan kızı Mihrimah Sultan’ı, Yahudi asıllı olan Damat Rüstem Paşa ile evlendirmişti. Elli Kohen, History of the Turkish Jews and Sephardim, University Press of America, 2007. p.51

Kanuni’nin göreve getirdiği 1550-1553 yılları arasında Osmanlı donanmasının Kaptan-ı Derya'sı Sinanüddin Yusuf Paşa, Damat Rüstem Paşa’nında kardeşiydi. Sicil-i Osmani, Başbakanlık Osmanlı Arşivleri, Kültür Bakanlığı ve Toplumsal Tarih Vakfı, İstanbul.1996, Cilt:5, s.1515

Sinan Paşa’nın Yahudiliğini, Türkiye Yahudi Cemaati’nin gazetesi Şalom’da şöyle anlatılmaktadır.

Kanuni’nin amirallerinden olan Sinan Paşa, ortaçağ kaynaklarınca “The Great Jew (Ulu/Büyük Yahudi)” olarak adlandırılır. Açık denizlere yelken açtığında Osmanlılar tarafından ‘Süleyman’ın Mührü’ adı verilen Davud yıldızı olan sancağı gemisinin gönderine çekerdi. Şalom – Melih Namer, Tarihe İz Bırakan Yahudi Korsanlar, 16 Aralık 2009


Hürrem Sultan kızı Mihrimah Sultan'ı Vezir-i Azam Rüstem Paşa ile evlendirerek Vezir-i Azam'la bir ittifak oluşturdu. Kanuni, yeniçeriler tarafından çok sevilen Hürrem’den olmayan oğlu Mustafa'yı kendisini tahttan indirmeyi planladığı inancıyla öldürttü. Hürrem Sultan'ın Kanuni'yi bu kararda etkilediği inancı çok yaygındır.

Kanuni’nin Hürrem Sultan’den olma oğlu padişah II.Selim’i, yahudi dönmesi Raşel (Nurbanu Sultan) ile evlendirmiştir. Encyclopedia Judaica, Jerusalem, 1971. Vol. 18, s.269 Dipnot: S. Shaw, History of the Ottoman Empire and Modern Turkey, Vol. 1 (1976), p.175–79

Daha sonra Padişah II.Selim’in yerine eşi Nurbanu Sultan’dan olma oğlu III.Murat geçmişti. Osmanlı tarihinde ilk olarak Valide Sultan unvanını alan Nurbanu Sultan’ın bir Yahudi Dönmesidir. Bu dönemde Saray’da Yahudi nüfuzu artış göstermiştir. İ.Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devletinin Saray Teşkilatı, Türk Tarih Kurumu, Ankara 1945, s.88

İslam’a göre Müslüman bir erkek, “daha önce kendilerine kitap verilenlerden iffetli kadınlar da size helaldir” ayeti ile ehli kitap (Yahudi ve Hıristiyan) kadınlarla evlenebilir. Maide 5/5

Kanuni’nin Yahudi evliliği yapmasında İslam’a göre bir sakınca yok. Fakat Kanuni’nin Yahudi bir anneden doğmuş ve evlatlarına da Yahudi evlilikler yaptırarak Tora’nın kanunlarını yerine getirmiştir. Kanuni sarayda en yakınlarını bile Yahudiler’den seçmişti. Peki bu durumu gelin birde Yahudi kaynaklarından inceleyelim.

Tora ve Talmud’daki Yahudi kanunlarına göre Yahudi bir anneden doğan çocuğun hükmü Hahamlarca şöyle açıklanmaktadır.

Yahudiler’in kutsal kitabı Tora, Yahudi anneden doğan çocuğun Yahudi sayıldığını belirtmektedir.

Yahudi bir kadının Yahudi olmayan bir erkeğe doğurduğu çocuk Yahudi’dir. Karışık bir evlilikte çocuğun Yahudi olmasının, annesinin Yahudi olmasına bağlıdır. Tora’da Alaha’ya göre Yahudi bir anne ile Yahudi olmayan bir babanın çocuğu Yahudi’dir. Tora-Vayikra, Emor 24/10 Açıklaması, s.545
Tora, Yahudi bir annenin doğurduğu çocuğu, Yahudi saymaktadır. Tora-Vayikra, Emor 24/11 Açıklaması, s.546
Yahudiler’in şeriat kitabı Talmud’un bölümlerinde ise Yahudi anneden doğan biri’nin Yahudi sayıldığını bildirmektedir.
Anne Yahudi ise, çocuk da Yahudi’dir. Ama anne Yahudi değilse, çocuk da Yahudi değildir. Talmud-Yevamot 23a; Talmud-Kiduşin (Kutsal Şeyler) Raşi.s.68
Tora ve Talmud’daki Yahudi kanunlarına ve örflerine göre Kanuni, oğlu II.Selim ve onun oğlu III. Murad Yahudi sayılmaktadır. Peki Kanuni’nin Yahudiler’e tutumu ne olmuştu ?


Süleyman Tapınağı’nın Batı Duvarına, Yahudiler tarafından Kanuni Sultan Süleyman adına yaptırılan Mührü – Kudüs/1538 Sol’da Davud Mührü, Sağda Kanuni’nin adına yaptırılan Mühür yer almaktadır.


Süleyman Tapınağı’nın Duvarındaki Davud ve Kanuni’nin Mührü - Kudüs


Amerika Temsilciler Meclisi’nin Salonunda yer alan Kanuni Süleyman’ın kabartma Tablosu
U.S. House of Representatives / Washington DC

Yahudi Ulusu’nun büyük kurtarıcı ve İsrail’in Kralı saydığı Kanuni’yi bugün A.B.D’de unutmamış ki Amerika Temsilciler Meclisi’nin salon duvarına Akasya içerisinde Kanuni portresi yer almaktadır.
Akasya masonik literatürde sonsuzluğu ve ihtişamı ifade eder.

Nurbanu Sultan'ın damadı Sokullu Mehmed Paşa'nın hem doktoru hem siyasi danışmanı Yahudi
Salomon ben Nathan Aşkenazi'ydi. Nurbanu Sultan'ın diğer damadı Siyavuş Paşa, Yahudi Benveniste'yi diplomat olarak kullanıyordu.

Kanuni’nin doktoru ve başdanışmanı Moşe Hamon, Kanuni zamanında diplomatik ilişkilerde kilit isimdi. Encyclopedia Judaica, Jerusalem, 1971. Vol. 19, s.303
Kanuni Sultan Süleyman bütün Yahudileri sarayda toplamış ve onlara çok büyük ayrıcalıklar tanımıştır. Yahudiler en çok onun döneminde güç ve refaha ulaştılar. Encyclopedia Judaica, Jerusalem, 1971. Vol. 18, s.269

Bu dönemin en güçlü Yahudi ailelerinden biriside Joseph Nasi ailesidir. Kanuni Sultan Süleyman’ın sırdaşı ve başdanışmanıdır. Nasi ailesi çok zengindi ve Kanuni’nin bütün diplomatik işlerini o yürütüyordu. Hatta Nasi’nin isteği üzerine 1555’de Kanuni, Papa IV.Paul’a bir mektup yollayarak Anconada tutuklu bulunana yahudileri bırakmasını istemişti. Encyclopedia Judaica, Jerusalem, 1971. Vol. 19, p. 304
Kanuni’nin bütün diplomatik yönetimi Nasi ailesi, Hürrem Sultan, Damat Rüstem Paşa, Moşe Hamon ve Ester Kira’nın elindeydi. Yahudi Ansiklopedisi Judaica, Kanuni için Eretz İsrail’in kralı demektedir. Judaica, Muhteşem Süleyman’ı Yahudi tarihinin en büyük ikinci kralı ilan etmektedir. Dönemin ünlü hahamları, Shelomo ben Mazal (1545), R. Isaac Bar Sheshet (1556) ve Shemuel Halevi, Rabi Abraham Zacuto (1566) Kanuni Sultan Süleyman için yazdıkları şiirlerinde Kanuni için şunları söylemektedirler. “Kanuni, Yahudilerin namusudur. İhtişamı yücedir. Sion’un kurucusu ve İsrail’in kralıdır.” Encyclopedia Judaica, Jerusalem, 1971. Vol. 19, p. 303, Bibliyografia:M. Rozen, A History of the Jewish Community in Istanbul, he Formative Years, 1453–1566 (2002)
Anlayacağınız Kanuni döneminin, aile üyeleri, kurmayları ve çevresi tamamen Yahudi’dir. Artık Yahya Efendi’ninde buradaki konumunu düşünmek durumundayız. Yahya Efendi’nin Yahudiler için en önemli bir tarihte Kanuni ile içli dışlı olması bizleri düşündürmektedir.

Kanuni döneminin ünlü Şeyhülislamı Mehmmet Ebussuud Efendi verdiği fetvalar ile Kanuni dönemine damgasını vurmuştu.
Ebussuud Efendi’nin soyundan gelen aile fertleri kendini mesih ilan eden Sabetay Sevi’nin müritleri ile akraba olmuşlardı. Bu ailenin üyeleri sabetayistler ile evlilikler yapmışlardı. Nitekim Şeyhülislam Ebussuud Efendide İbrani asıllıydı. Ebussuud Efendiyi ileriki dönemlerde detaylarıyla açıklayacağım.

Kanuni’nin annesi’nden bu yana evliliklerin konumunu incelediğimizde Tora ve Talmud’daki Yahudi kanunlarına tamamiyle uygundur. İspanyol Engizisyonu’nun işkencelerine maruz kalan Endülüslü Müslümanlar’ı kaderine terk eden Kanuni’nin Müslüman olduğu şüphelidir. İslam halifesi bir padişah, Yahudi evliliği yapıyor ve ailesini de Yahudi evlilikler ile genişletiyor. Asırlardır muhteşem Müslüman Kanuni’ye şimdi hangi açıdan bakmalıyız.?

Anlayacağız Judaizmin egemenliğindeki İspanya Kralı II.Fernando’nun durumu ne ise Kanuni Osmanlısı ve devamı da aynı durumdaydı. Her iki dünya imparatorluğunun kralları Yahudiydi. Kanuni İspanya sürgününden sonraki yıllarda Yahudiler’i Osmanlı topraklarında birleştirerek onları yönetimine aldı. Kanuni, aslına bakarsınız Tora ve Kabala’daki bütün kehanetlerin Osmanlı’da birebir uygulayıcısı olmuştu. Bu dönemin ünlü isimlerini de araştırmak artık konumuzun gereğidir. Burada üzerinde durulması ve araştırılması gereken önemli nokta Şeyhülislam Ebussuud Efendi ve Beşiktaşlı Şeyh Yahya Efendidir. Lakin İslam’a göre alimler ve evliyalar basiret sahibidirler. Müslüman inancına göre Allah’ın onlara vermiş olduğu basiret nedeniyledir ki, küfrün ve zulmün nasıl, kimden, nereden geleceğini çok iyi bilirler. Fakat Şeyh Yahya’da bu özellikleri göremiyoruz. Siyonist bir yapılanmanın içindeki Kanuni’yi bu yapılanmadan dolayı ikaz bile etmemiştir. Acaba Şeyh Yahya Efendi, çevresi Yahudilerle dolu bir padişaha ne gibi bir danışmanlık yaparak fikir veriyordu ? Şeyh Yahya efendi, Osmanlı’nın içindeki siyonist yapılanmaya karşı, keramet gösterememiş miydi ? Bu kadar büyük bir organizasyonun, farkına varamamış mıydı acaba ? Yoksa kendisi de bu ilahi planın bir parçası mıydı?

Katolik İspanya’nın Burgos piskoposu konverso (Yahudi dönmesi) Rahip 1456-1495 Luis de Acuña’nın “Pascual de Ampudia” adında yayınladıkları Yahudi karşıtı ve aleytarı dökümanlar (Real Academia de la Historia, Historia Critica de La Literatura Española Tomo IV. Cap.XIV pg.220 ) ile Katolikleri Yahudi düşmanlığına teşvik etmesi konusunda ne kadar bilgisiz isek bu konuya dair de o kadar bilgisiz olduğumuzu söylüyorum.

YAHYA EFENDİ DERGAHI’NIN ÜNLÜ MÜDAVİMLERİ

Bülbülderesi’nde yatan Mevlevi Şeyhi Esat Dede’nin torunlarından olan “Bezmen ailesinden bir dönem Newyork’ta Yahudi dönmesi olduğunu itiraf eden İşadamı Halil Bezmen (doğ. 1949) maceralı bir hayattan sonra, 57 yaşında Yahya Efendi Dergâhına bağlandığını açıklamıştı.”
Yahya Efendi Dergâhı'nın müritleri arasında, Tülay Ulusoy ve kızı Revna Demirören, modacı Neslihan Yargıcı ve bir süre önce öldürülen işadamı Üzeyir Garih'in de dergaha gidip gelenler arasında olduğu biliniyor. (Sabah gazetesi, 13 Mayıs 2006)

Çok ilginçtir. Sabetay Sevi’nin yargılanması esnasında yanında bulunan dönemin Şeyhülislamı Yahya Minkari’nin, torunlarından Abdurrahman Raif Minkari, Sabetayist asıllı Halil Bezmen’in anne tarafından dedesidir. Raif Bey Galatasaray mezunu ve işadamıydı.
Orhan Pamuk’un eski eşi Aylin (Türegün) ailesi de Şeyhülislam Yahya Minkari’nin torunlarındandı.
Okuduklarınızdan sonra Osmanlı’da şeyhülislamlık kurumunun İbrani tekelinde olduğunu düşünebilirsiniz.

Yahya Efendi dergahı’nın vakıfla ilgili ilk skandalı, 13 Ekim 2008’de Başkan Kemal Ata ve Vakıf Müdürü Mehmet Karakaş’ın bir uyuşturucu operasyonunda tutuklanması ile başladı. İstanbul’daki operasyonda uyuşturucu hapları Türkiye’ye getirme işini organize ettiği suçlamasıyla vakfın başkanı Kemal Ata ile müdürü Mehmet Karakaş yakalanarak Silivri Cezaevi’ne yollanmıştı.


YAHYA EFENDİ DERGAHI MEZARLIĞI’NIN İLGİNÇ HİKAYESİ


Peki İbrani asıllılar neden Yahya Efendi Dergahı’nın mezarlığına gömülmeyi tercih ediyorlar ?

Bu dergahın bahçesine gömülmek neden tarihsel olarak büyük bir öneme sahip?

Bugün birçok İbrani asıllı, The Great Jew Sinan Paşa’nın yaptırdığı camiden kaldırılarak, Yahya Efendi Dergahı Mezarlığı’na gömülmektedir. Burada yatanların hepsini genellemiyoruz, aralarında İbrani asıllı olmayan Müslümanlar da var. Fakat burada yatanların birçoğu İbrani asıllıdır.
Şeyhülislam Ebussuud efendinin ahvadlarından Ebussuudoğlu ailesi Yahya Efendi mezarlığındaki Erenli, Sagay, Tüzüner ailesi ile Galip Eldem ailesi ile de akraba olduğu Enver Paşa ve akrabaları Yahya Efendi mezarlığında yatmaktadırlar. Burada yatanların birçoğu birbirinin yakın akrabasıdır. Burası bir nevi akraba (cemaat) mezarlığıdır. İkinci bir Bülbülderesi konumundaki bu mezarlıkta, İttihat Terakki’den günümüze birçok devlet adamı ve yakını yatmaktadır. Mezarlıkta hemen göze çarpanlar (Jakin & Boaz) sütunlu mezarlar ve bazı mezarların üzerlerinde akasya motifleri de bulunmaktadır.

Kanuni dönemi’nin Şeyhülislamı Ebussuud Efendi’nin Kabri İskilip civarında fakat ahvadı, soyu Yahya Efendi dergahındadır. Sadrazam Mevlevi Ohrili Hüseyin Paşa (1620), Bursa Mevlevîhanesi’nin şeyhi Kethüdazâde Arif Efendi, (1777- 1849), Bab-ı Ali muhafızı Cemal Paşa ve kardeşi Mediha Öztoprak, ve Yahyâ Efendi dergâhının son şeyhlerinden Abdülhey Öztoprak, (Devlet Bakanı Ali Babacan'ın halası Hatice Suat Babacan'ın annesi Naciye Hanım Şeyh Yahya Dergahı'nın son postnişini Abdulhey Öztoprak'ın eşidir.) Vasfi Rıza Zobu’nun kardeşi Rukiye Vasfi Zobu, Enver Paşa’nın babası Hacı Ahmed Paşa, oğlu Ali Enver, kardeşi Mehmet Killigil, Enver Paşa ve Naciye Sultan'ın torunu Hasan Ürgüp, akrabası olduğu Eldem ailesinden Büyükelçi Sadi Eldem ve kardeşi Vedat Eldem ve ailenin diğer fertleri, Tanzimat devri siyaset adamlarından Tahran Büyükelçisi Ali Fuat Türkgeldi’nin oğlu Mustafa Reşit Türkgeldi, ( Mustafa Reşit Türkgeldi’nin kızkardeşi Mualla Sayar, Halide Edip Adıvar’ın gelinidir.

Halide Edip’in oğlu Ayetullah Sayar ile evlenmişti. ) 1974 - 1975 tarihleri arasında Dışişleri eski bakanlarından ve Washington Büyükelçisi Melih Rauf Esenbel, 1965 - 1971 ve 1975 - 1977 arasında Dışişleri Bakanlığı, 1979 - 1980'de Cumhuriyet Senatosu başkanlığı ve Cumhurbaşkanı vekilliği yapmış İhsan Sabri Çağlayangil’in annesi Belkıs Çağlayangil, Prof.Dr. Cevat Memduh Atar, Yusuf Bozkurt Özal, Zeynep Arcan, Selma Ercihan, Erenli ailesinin önemli isimleri, Müfit Erenli, ( Yahya Efendi Dergahı şeyhlerinden Hasan Hayri Efendi’nin damadı Nuri Erenli) ve ailenin birçok ismi burada yatmaktadır. Burada önemli bir noktada durmak istiyorum. Erenli ailesi, Kanuni Sultan Süleyman’ın ünlü şeyhülislamı Mehmet Ebussuud efendinin ahvadı ile çok yakın akrabadır. Aileden Müfit Erenli, Ebussuud ailesinden Nimet Ebussuudoğlu ile evlenmişti. Tümamiral Cevat Ülmen eşi Nezihe Ülmen, Edebiyatçı yazar Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Ord.Prof.Refik Güran, Bülbülderesinde yatan karakaşilerden Leyla Gencer ailesi’nin Safranbolu yörük köyünden Yazıcızade İsmail bey ve oğlu Akif Yazıcı, Şişli Terakki’nin önemli isimlerinden Nezih Energin, gibi birçok önemli isim yer almaktadır.

Atatürk'ün annesi Zübeyde Hanım da vasiyetinde Yahya Efendi Dergahı'na gömülmek istemişti. (Sabah gazetesi, 30 Nisan 2006) Ancak Zübeyde Hanım buraya gömülmedi.
Yahya Efendi mezarlığına herkes gömülemiyor. Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nden tapusu alınan mezarlığa gömü işlemlerinin ruhsatnamesi mahkeme kararına göre belediye tarafından veriliyor. Tapusu Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne geçtikten sonra "umumi" olmaktan çıkan mezarlığa gömü yapılması için Bakanlar Kurulu'nun onayı gerekiyor. Bakanlar Kurulu kararnamesi daha sonra Cumhurbaşkanlığı'nın onayına sunuluyor.
Öldükten sonra, Beşiktaş'ta bulunan Yahya Efendi Mezarlığı'nda yatan eşinin yanına gömülmek isteyen Melek Akar isimli bir vatandaşın isteği, Bakanlar kurulu tarafından hazırlanan ilgili kararname, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından veto edildi. Akar, karşı dava açtığı karar Danıştay tarafından 30 Mart 2005'te red kararına karşın davayı Anayasa İnsan Hakları Mahkemesine taşıdı. Hürriyet - Mezarlık davası AİHM'e gidiyor – 27 Ağustos 2005

Cumhurbaşkanı Sezer, 4 Şubat 2001 tarihinde Avustralya'da vefat eden Nakşibendi Tarikatı Şeyhi Esad Coşan'ın söz konusu mezarlığa gömülmesi kararını da veto etmişti. Demek ki seçilmişlerden değilseniz buraya gömülmeyi düşünemezsiniz bile.

Şeyhülislamlık kurumu, Kanuni devrinden sonra İbrani asıllıların tekeline geçmiştir. Tarihi perspektif içinde Osmanlı politikalarının, savaşların bu bağlamda yeniden gözden geçirilmesi ve analiz edilmesi gerekmektedir.


Salim MERİÇ
Odatv.com


24 Mayıs 2010

YUNUS EMRE HAYATI VE ŞİİRLERİ


Yunus Emre HAYATI VE ŞİİRLERİ
yunusemre.jpg image by JULIDE_2007

Yunus Emre'ye göre insanlar, din, mezhep, ırk, millet, renk, mevki, sınıf farkı gözetilmeksizin sevilmeyi hak etmektedirler.

Türk halk şairlerinin tartışmasız öncüsü olan ve Türk'ün İslam'a bakışını Türk dilinin tüm sadelik ve güzelliğiyle ortaya koyan Yunus Emre, sevgiyi felsefe haline getirmiş örnek bir insandır. Yaklaşık 700 yıldır Türk milleti tarafından dilden dile aktarılmış, türkü ve ilahilere söz olmuş, yer yer atasözü misali dilden dile dolaşmış mısralarıyla Yunus Emre, Türk kültür ve medeniyetinin oluşumuna büyük katkılar sağlamış bir gönül adamıdır. Bazı kaynaklarda Anadolu'ya gelen Türk boylarından birine bağlı olup, 1238 dolaylarında doğduğu rivayet edilirse de bu kesin değildir; tıpkı 1320 dolaylarında Eskişehir'de öldüğü yolundaki rivayetlerde olduğu gibi. Batı Anadolu'nun birkaç yöresinde "Yunus Emre" adını taşıyan ve onunla ilgili görüldüğünden "makam" adı verilen yer vardır.

Bir garip öldü diyeler / Üç gün sonra duyalar / Soğuk su ile yuyalar / Şöyle garip bencileyin./ diyen Yunus,belki de doğduğu ve yaşadığı topraklardan çok uzaklarda bu dünyadan göçüp gittiğini anlatmak istemektedir.
Türkiye'nin pek çok yerinde Yunus Emre'nin mezarı olduğu iddia edilen pek çok mezar ve türbe vardır. Bunlardan başlıcalar şöyle sıralanabilir: Eskişehir'in Mihalıççık ilçesine bağlı Sarıköy; Karaman'da Yunus Emre Camii avlusu; Bursa; Kula ile Salihli arasında Emre Sultan köyü; Erzurum, Duzcu köyü; Isparta'nın Keçiborlu ilçesi civarı; Aksaray; Afyon'un Sandıklı ilçesi; Ordu'nun Ünye ilçesi; Sivas yakınında bir yol üstü. Görüldüğü gibi sayı ve iddia hayli kabarıktır. Bazı belgeler, Yunus Emre'nin asıl mezarının Karaman veya Sarıköy'de olduğuna işaret etmektedir.

Nitekim, 1970'li yılların başında Sarıköy'deki mezarın Yunus'a ait olduğuna kesin gözüyle bakılarak bu köye Yunus Emre adı verildi ve oradaki bir bahçe içine anıt dikildi. 1980'li yıllarda ise, 1350'de yapılmış olan Karaman'daki Yunus Emre Camii'nin yanındaki mezarın onun gerçek mezarı olduğu iddia edildi. Aslında bu durum, Yunus Emre'nin Türkler tarafından ne kadar sevildiği ve benimsendiğinin çarpıcı bir örneğidir. Gerçekten de halktan biri olan Yunus Emre, halkın değer, duygu ve düşüncelerini dile getirişi itibariyle tarihimizin en halkla barışık aydınlarından biri olma özelliğine sahiptir. Türk tasavvufunun dilde ve şiirde kurucusu olan Yunus Emre'nin şiirlerinde ahlak, hikmet, din, aşk gibi konuların hemen hepsi tasavvuftan çıkar ve tasavvuf görüşü çerçevesinde bir yere oturtulur.

Mısralarında didaktik ahlak telkinlerinde bulunan Yunus Emre, "gönül kırmamak" konusuna ayrı bir önem verir ve "üstün bir değer" olarak şiirlerinde bu konuyu özenle işler. Bu arada Yunus Emre'yi öne çıkaran bir başka önemli özelliği de, şiirlerinde işlediği konuları ve telkinleri bizzat kendi hayatında uygulamasıdır.

"Din tamam olunca doğar muhabbet" diyen Yunus, İslam'ın sabır, kanaat, hoşgörürlük, cömertlik, iyilik, fazilet değerlerini benimsemeyi telkin eder. Yunus'un sanat anlayışı, dini ve milli değerleri bağdaştırdığı mısralarında kendini gösterir; millileşen tasavvufa, Türkçenin en güzel ve en güçlü özelliklerini kullanarak tercüman olur. Gerçekten de 11,12 ve 13. asırlarda Türkistan ve Anadolu Türkleri arasında çok yayılan tasavvufun Türk şairleri arasında iki büyük sözcüsü vardır: Türkistan'da Ahmet Yesevi, Anadolu'da Yunus Emre..

Yunus Emre'nin tasavvuf anlayışında dervişlik olgunluktur, aşktır; Allah katında kabul görmektir; nefsini yenmek, iradeyi eritmektir; kavgaya, nifaka, gösterişe, hamlığa, riyaya, düşmanlığa, şekilciliğe karşı çıkmaktır.

Yunus Emre aynı zamanda bütün insanlığa hitap eden büyük şairlerdendir. Bu anlamda Mevlana'nın bir benzeridir. O'nun Mevlana kadar çok tanınmayışı ise, bir yandan kullandığı dil olan Türkçe�nin Batı�da Farsça kadar bilinmemesi, öte yandan da Türk aydınlarının O'nu ihmal etmesindendir. Yunus'taki insanlık sevgisi, neredeyse kendisiyle özdeşleşmiş "sevgi felsefesinin bir parçası ve hatta sonucudur. Nitekim Yunus'un insan sevgisini ilahi sevgi ile nasıl bağdaştırdığını gösteren en çarpıcı mısralarından birisi "Yaradılanı hoş gör / Yaradan�dan ötürü"dür. Yunus Emre'ye göre insanlar, din, mezhep, ırk, millet, renk, mevki, sınıf farkı gözetilmeksizin sevilmeyi hak etmektedirler. Madem ki insanoğlu ruh yönüyle Allah'tan gelmektedir; öyleyse insanlar hiçbir şekilde birbirlerinden bu anlamda ayrılamazlar.

Yaşadığı çağın gerçekleri göz önünde bulundurulduğunda Yunus'un bir başka önemli tarafı ortaya çıkar: Yunus Emre, hükümetsizlik içinde çalkalanan ve Moğol istilaları ile mahvolan Anadolu topraklarında ortaya çıkan sapık batınî cereyanların hiçbirine kapılmadığı gibi, bu akımların Türklerin bütünlüğüne zarar vermesi tehlikesi karşısında da engelleyici bir rol üstlenmiştir. Bu bakımdan bakıldığında Yunus Emre, hem Türk şiirinin kurucusu, hem de milli birliğin önemli tutkallarından biridir. Yunus Emre, kelimenin tam anlamıyla milli bir sanatçıdır. Tıpkı, Nasrettin Hoca, Köroğlu, Dadaloğlu veya Karacaoğlan gibi.. Yunus Emre�nin şiirlerinde en fazla işlenmiş temalar;İlahi aşk, Din, Ahlak, Gurbet, Tabiat, Ölüm ve faniliktir.

http://www.yunusemre.gov.tr/


YUNUS EMRE ŞİİRLERİ
************************************


BEN YÜRÜREM YANE YANE

Ben yürürem yane yane, Aşk boyadi beni kane
Ne akilem ne Divane, Gel gör beni aşk neyledi
Gah eserem yeller gibi, Gah tozaram yollar gibi
Gah akaram seller gibi, gel gör beni aşk neyledi

Akan sulayın çağlaram, Dertli cigerem dağlaram
Şeyhim anuban ağlaram, gel gör beni aşk neyledi
Ya elim al kaldır beni, ya vaslına erdir beni

Mecnun oluban yürürem, ol yari düşte görürem
Uyanıp melul oluram, gel gör beni aşk neyledi
Miskin Yunus biçareyem, baştan aşağı yareyem
Dost ilinden avareyem, gel gör beni aşk neyledi

Akıl : Akıllı
Divane : Deli, Meczup
Melül : Elem


NİCE BİR BESLEYESİN

Nice bir besleyesin, bu kadd ile kameti
Düştün dünya zevkine unuttun kıyameti
Dürüs, kazan, ye yedir, bir gönül ele getir
Yüz KABEden yiğrektir, bir gönül ziyareti

Uslu değil delidir Halka Salusluk satan
Nefsin müslüman etsin var ise kerameti
Yunus imdi sen dahi, gerçeklerden olagör
Gerçek erenler imiş, cümlenin ziyareti

Kadd : Boy,pos
Kamet : Boy
Dürüs : Toplayıp biraraya getirme
Yiğrek : Daha iyi
Salusluk: Hilekarlık
Keramet : Olağanüstü işler, haller

BU BİR ACAİB HALDİR

Bu bir acaip haldir bu hale kimse ermez
Alimle davi kılar, Veli değme göz görmez
İlm ile hikmet ile, kimse ermez bu sırra
Bu bir acaib sırdır, ilme kitaba sığmaz

Alem ilmi okuyan, dört mezhep sırrın duyan
Aciz kaldı bu yolda, bu aşka el uramaz
Yunus canını terk et, bildiklerini terk et
Fena olmayan suret, şahına vasıl olmaz


Davi : Savunulan sey
Veli : Amma lakin
Fena : Benliği terkedip yokluk halinde olma

HAK BİR GÖNÜL VERDİ

Hak bir gönül verdi bana, ha demeden hayran olur
Bir dem gelir şadan olur, bir dem gelir giryan olur
Bir dem gelir söyleyemez, bir sözü şerh eyleyemez
Bir dem cehalette kalır, nesne bilmez nadan olur

Bir dem dev olur ya peri, viraneler olur yeri
Bir dem uçar BELKIS ile sultan-ı ins u can olur
Bir dem varır mescitlere, yüz sürer anda yerlere
Bir dem varır deyre girer, incil okur ruhban olur

Bir dem gelir İSA gibi ölmüşleri diri kılar
Bir dem girer kibr evine, Firavn ile Haman olur
Bir dem döner CEBRAİLE rahmet saçar her mahfile
Bir dem gelir gümrah olur, miskin Yunus hayran olur


Hayran : Şaşkın
Şadan : Sevinçli
Giryan : Ağlayan
Beşaret: Mujdelenmek
Şerh : Açıklama
Nadan : Cahil
Deyr : Kilise
Ruhban : Rahip
Mahfil : Toplantı yeri
Gümrah : Sapmış


AŞKIN ALDI BENDEN BENİ

Aşkın aldı benden beni, bana seni gerek seni
Ben yanarım dün ü günü, bana seni gerek seni
Ne varlığa sevinirim, ne yokluğa yerinirim
Aşkın ile avunurum bana seni gerek seni

Aşkın aşıklar öldürür,Aşk denizine daldırır
Tecelli ile doldurur,bana seni gerek seni
Aşkın şarabından içem,Mecnun olup yola düşem
Sensin dün ü gün endişem, Bana seni gerek seni

Sufilere sohbet gerek, Ahilere ahret gerek
Mecnunlara Leyla gerek, bana seni gerek seni
Eğer beni öldüreler, külüm göğe savuralar
Toprağım anda çağırır, bana seni gerek seni

Cennet dedikleri ne ki, bir kaç köşkle birkaç huri
İsteyene ver onları, bana seni gerek seni
Yunus-durur benim adım, gün geçtikce artar ödüm
İki cihanda maksudum, bana seni gerek seni


Tecelli: Allah eserlerinin mevcut olanda görünmesi
Sufi : Derviş
Maksud : Amaç

BİR KEZ GÖNÜL YIKTIN İSE

Bir kez gönül yıktın ise
Bu kıldığın namaz değil
Yetmişiki millet dahi
Elin yüzün yumaz değil

Yol odur ki, doğru vara
Göz odur ki, Hakkı göre
Er odur ki alçak dura
Yüceden bakan göz değil


İLİM İLİM BİLMEKTİR

İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsin, ya nice okumaktır
Okumaktan mani ne, kişi Hakkı bilmektir
Çün okudun bilemedin, ha bir kuru emektir

Okudum bildim deme, çok taat kıldım deme
Eri hak bilmez isen, abes yere yelmektir
Dört kitabın manisi, bellidir bir elif te
Sen elif dersin hoca, manisi ne demektir

Yunus der ki Ey hoca
Gerekse var bin Hacca
Hepisinden iyice
Bir gönüle girmektir


Taat : İbadet
Abes : Boş yere, boşuna
Yelmek : Ardından gitmek
Manisi : Anlamı

ACEP N'OLA BENİM HALİM

Bir korku düştü canıma, acep n'ola benim halim
Derman olmaz ise bana, acep n'ola benim halim

Canım tenimden üzüle, gitmek yararı düzüle
Bu suret nakşı bozula, acep n'ola benim halim

Dünya donların soyucak, yuyucu tenim yuyucak
İletip kabre koyucak, acep n'ola benim halim

Eller gidip ben kalıcak, sinde yalnız olucak
Münkerle Nekir gelicek, acep n'ola benim halim

Ne ayak tuta, ne elim, ne aklım kala, ne bilim
Cevap vermez ise dilim, acep n'ola benim halim

Mezardan duru gelicek, hak terazi kurulacak
Amelimiz görülecek, acep n'ola benim halim

Miskin Yunus eydür sözü, kan yaş ile dolu gözü
Dergahına tutar yüzü, acep n'ola benim halim


EY BENİ AYIPLAYAN

Ey beni ayıplayan, gel beni aşktan kurtar
Elinden gelmez ise, söyleme fasid haber
Hiç kimsene kendinden, halden hale gelmedi
Cümlemizin halini, maşuk eder mukarrer

Aşıkların her hali, Maşuk katında biter
Sözün var ona söyle, benim elimde ne var
Her kim aşk kadehinden,içti ise bir cura
Ona ne yad ne biliş, ona nesrik ne humar

Dost yüzünden nikabı, her kim giderdi ise
Hicap kalmadı ona, ayruk ne hayr u ne şer
Şeriat edebinden korkaram söylemeye
Yokise eydeyidim daha ayrıksı haber
Dost kılıçından Yunus ölürse gam değil
Dost göğünden uyanan, Maşuk burcundan doğar


Fasid : Bozucu, fesat
Mukarrer : Kararlaştırılmış
Cur'a : Yudum
Yad : Yabancı
Biliş : Tanıdık
Humar : İçkinin verdiği başağrısı
Nesrik : Sarhoş
Ayrıksı : Aykırı
Nikap : Perde, yüz örtüsü


HABER EYLEN AŞIKLARA

Haber eylen aşıklara, Aşka gönül veren benem
Aşk bahrisi oluban denizlere dalan benem
Gördüm göğün meleklerin, her biri bir işteymis
Hak Calabın zikrin eden İNCİL benem KURAN benem

Gördüm diyen değil, gören
Bildim diyen değil, bilen
Bilen O'dur, gösteren O,
Aşka esir olan benem

Deli oldum adım Yunus
Aşk oldu bana kılavuz
Hazrete değin yalınız
Yüz sürüyü varan benem


BU ZAMANDA MÜSLÜMANLAR

Müslümanlar zamane yatlı oldu
Helal yenmez, haram kıymetli oldu
Fakirler miskinlikten çekti elin
Gönüller yıkıben heybetli oldu

Peygamber yerine geçen hocalar
Bu halkın başına zahmetli oldu
Yunus gel aşık isen tevbe eyle
Nasuh'a tevbe ucu kutlu oldu

Nasuh tevbesi : Bir daha bozmamak
üzere edilen tevbe



AŞIKLAR ÖLMEZ

Ya rab bu ne derttir derman bulunmaz
Benim garip gönlüm aşktan usanmaz
Aşık ki cana kaldı aşık olmaz
Canın terketmeyen, ma'şukun bulmaz

Aşk pazarıdır bu canlar satılır
Satarım canımı kimseler almaz
Aşık, bir kişidir, Bu dünya malın
Ahiret korkusun bir pula saymaz

Bu dünya ol ahiretten içeri
Aşıkın yeri var kimseler bilmez
Yunus öldü diye sela verirler
Ölen hayvan imiş, AŞIKLAR ÖLMEZ


GÖNÜL CALABIN TAHTI

Miskinlikte buldular, kimde erlik var ise
Merdivenden ittiler, yüksekten bakar ise
Gönül yüksekte gezer, dem-be-dem yoldan azar
Dış yüzüne o sızar içinde ne var ise

Ak sakallı pir hoca, bilemez hali nice
Emek vermesin hacca, bir gönül yıkar ise
Sağır işitmez sözü, gece sanar gündüzü
Kördür münkirin gözü, alem münevver ise

Gönül Calabın tahtı, CALAP gönüle baktı
İki cihan bedbahtı, kim gönül yıkar ise
Sen sana ne sanırsan ayrugada onu san
Dört kitabın manası budur eğer var ise

Bildik gelenler geçmiş, konanlar geri göçmüş
Aşk şarabından içmiş, kim mana duyar ise
Yunus yoldan azuban, yüksek yerde durmasın
Sinle sırat görmeye, sevdiği didar ise


Dem-be-dem : Zaman zaman
Münevver : Bilgili, aydın
Calap : ALLAH
Pir koca : İhtiyar
Bedbaht : Talihsiz
Sin : Mezar
Sırat : Cennet yolu
Didar : Allaha kavusma, hakkın yüzü


KİME GÖNÜL VERİR İSEM

Kime gönül verir isem, benim ile yar olmadı
Halim bilip derdim sorup bana vefadar olmadı
Haktan meğer takdir idi, Aşık oldu gönlüm sana
Hiç kimseler bencileyin, aşka giriftar olmadı

İbrahime Nemrud odunu, aşktır gülistan eden
Aşktan nazar ericeğiz, gülzar oldu nar olmadı
Aşkta kahırlar çok olur, Aşıklara gayret gerek
Yunus aşık oldun ise, aşıklarda ar olmadı


Giriftar : Tutkun olmak, tutulmak
Gülistan,gülzar : Gül bahcesi
Nar : Ateş
Ar : Utanma

AŞK VER BANA

İlahi bir aşk ver bana, kandalığım bilmeyeyim
Yavı kılayım ben beni, isteyiben bulmayayım
Al gider benden benliği, doldur içime şenliği
Diriliğimde öldür beni, varıp orda ölmeyeyim

Bülbül olup öteyim, dost bahçesinde yatayım
Gül oluben açılayım, ayruk dahi solmayayım
Aşkdır derdin dermanı, aşk yoluna koydum canı
Yunus Emre eydur bunu, bir dem aşksız olmayayım.


Kanda : Nerede
Yavı kılmak: Kaybetmek
Ayruk : Artık, baska
Eydur : Söylemek
Dem : An,vakit

AŞK

işitin ey yarenler, kıymetli nesnedir aşk
Sultanları kul eyler, hikmetli nesnedir aşk
Akilleri şaşırır deryalara düşürür
Kayaları söyletir, kuvvetli nesnedir aşk

Aşksızlara verme öğüt, öğüdünden ala değil
Aşksız adem hayvan olur, hayvan öğüt bilir değil


SUFİYİM HALK İÇİNDE

Sufiyim halk içinde, tesbih elimden gitmez
Dilim marifet söyler gönlüm hiç kabul etmez
Söylerim marifeti, saluslanırım katı
Miskinliğe dönmeye gönlümden kibir gitmez

Görenler elim öper, tac u hırkaya bakar
Söyle sanırlar beni, zerrece günah etmez
Dışımda ibadetim sohbetim hoş taatım
İç pazara gelince bin yıllık ayyar etmez

Dışım derviş içim boş, dilim tatlı sözüm hoş
Amma ettiğim işi dinin değişen etmez
Yunus eksikliğini Allah'ına arz eyle
Onun keremi çoktur sen ettiğin o etmez

Saluslanmak : Hilekarlık, düzenbazlık.



DERVİŞLİK DEDİKLERİ

Dervişlik dedikleri hırka ile tac degil
Gönlün derviş eyleyen hırkaya muhtaç değil
Durmuş marifet söyler, erene Yunus Emrem
Yol eriyle yoldadır, yolsuza yoldaş değil


HİÇ BİR KİŞİ BİLMEZ BİZİ

Hiç bir kişi bilmez bizi, biz ne işin içindeyiz
Ne hırsımız baydır bizim, ne nefsimiz içindeyiz
Bir kimsenin devletine, ta'nediben biz gülmeyiz
Ne munkiriz alimlere, ne tersanın Hacındayız
Yunus eydur hey sultanım, özge şahım vardır benim
Ko dünya altın gümüşün, ne bakır-u tacındayız

Bay : Zengin
Ta'netmek : Yermek, kınamak
Özge : Başka
Tersa: Hıristiyan
Munkir : İnkar eden

ERENLER YOLU

Canım erenler yolu inceden ince imiş
Süleymana yol kesen şol bir karınca imiş
Eydürler idi bana aşık avare olur,
Geldi başıma gördüm, ol söz yerince imiş

Dört kitabın manisin okudum hasıl ettim
Aşka gelicek gördüm, bir uzun hece imiş
İki kişi söyleşir Yunus'u görsem diye
Biri eydur ben gördüm bir AŞIK koca imiş


ÇAĞIRAYIM MEVLAM SENİ

Dağlar ile taşlar ile çağırayım mevlam seni
Seherlerde kuşlar ile çağırayım mevlam seni
Sular dibinde mahi ile, sahralarda ahu ile
Abdal olup ya hu diye çağırayım mevlam seni

Gökyüzünde İSA ile Tur dağında MUSA ile
Elindeki asa ile çağırayım mevlam seni
Derdi okus EYYÜP ile, gözü yaşlı YAKUP ile
Ol MUHAMMED mahbub ile çağırayım mevlam seni

Hamd u şükrullah ile, vasf-ı kulhuvallah ile
Daim zikrullah ile çağırayım mevlam seni
Yunus okur diller ile, ol kumru bülbüller ile
Hakkı seven kullar ile çağırayım mevlam seni


Mahi : Balık
Ahu : Ceylan
Abdal : Derviş
ya hu : Allah
Okus : Çok
Mahbub: Sevgili

LA ŞERİKE OKURSUN

La şerike okursun, sonra şerik katarsın
Bire iki demegil, fitne kimden tutarsın
Cun KURAN gökten indi, Onu Allah buyurdu
Ondan haber ver bana, ha kitaptan ötersin

İlim okumaktan gerek kendözünü bilmektir
Kendözünü bilmezsen bir hayvandan betersin
Kılarsın riya namaz, günahın çok hayrın az
Dinle neye varır söz, Cehennemde bitersin

Halka fetva verirsin, Ne için sen tutmazsın
İhlas ile gelirsen bizden nesne utarsın
Sen fakihsin ben fakir, sana hiç tan'umuz yok
İlmin var amelin yok, günahlara batarsın


Utarsın : Kazanırsın
Tan : Kınama


CANIM KURBAN OLSUN

Canım kurban olsun senin yoluna
Adı güzel kendi güzel Muhammed
Şefaat eyle bu kemter kuluna
Adı güzel kendi güzel Muhammed

Mu'min olanların çoktur cefası
Ahirette olur zevk u sefası
Onsekiz bir alemin Mustafa'sı
Adı güzel kendi güzel Muhammed

Yedi gökleri seyran eyleyen
Kürsi'nin üstünde cevlan eyleyen
Mi'racda ümmetini dileyen
Adı güzel kendi güzel Muhammed

Dört caryar anun gökçek yaridur
Anı seven günahlardan beridur
On sekiz bin alemin sultanıdur
Adı güzel kendi güzel Muhammed

Aşık Yunus nider dünyayı sensiz
Sen hak Peygambersin şeksiz şüphesiz
Sana uymayanlar gider imansız
Adı güzel kendi güzel Muhammed


Kemter : Değersiz
Cevlan : Dolaşma
Şek : Şüphe
Şefaat : Bağışlanmasını dileme


CANLAR CANINI BULDUM

Canlar canını buldum bu canım yağma olsun
Assı ziyandan geçtim dükkanım yağma olsun
Ben benliğimden geçtim gözüm hicabın açtım
Dost vaslına eriştim gumanım yağma olsun

Benden benliğim gitti hep mülkümü dost yuttu
La-mekana kavm oldum mekanım yağma olsun
Taalluktan üzüştüm ol dosttan yana uçtum
Aşk divanına düştüm divanım yağma olsun

İkilikten usandım birlik hanına kandım
Derd-i şarabın içtim dermanım yağma olsun
Varlık cun sefer kıldı dost andan bize geldi
Viran gönül nur doldu cihanım yağma olsun

Geçtim bitmez sağınçtan usandim yaz u kıştan
Bostanlar başın buldum bostanım yağma olsun
Yunus ne hoş demişsin bal u şeker yemişsin
Ballar balını buldum kovanım yağma olsun


Assı : Kar, kazanç
Hicab : Perde, örtü, utanç
Vasl : Kavuşma
Guman : Şüphe
La-mekan : Mekansız
Kavm : Kavim, yaşanılan yer, topluluk
Taalluk : Alaka, ilgi
Üzüşmek : Kesilmek, koparılmak
Sağınç : Emel, istek


DERVİŞLİK DER Kİ BANA

Dervişlik der ki bana sen derviş olamazsın
Gel ne diyeyim sana sen derviş olamazsın
Derviş bağrı taş gerek gözü dolu yaş gerek
Koyundan yavaş gerek sen derviş olamazsın

Döğene elsiz gerek söğene dilsiz gerek
Derviş gönülsüz gerek sen derviş olamazsın
Dilin ile şakırsın çok maniler dokursun
Vara yoğa kakırsın sen derviş olamazsın

Kakımak varmışsa ger Muhammed de kakırdı
Bu kakımak sende var sen derviş olamazsın
Doğruya varmayınca Murşide ermeyince
Hak nasib etmeyince sen derviş olamazsın

Derviş Yunus gel imdi ummanlara dal imdi
Ummana dalmayınca sen derviş olamazsın


Kakımak : Kızmak, öfkelenmek
Umman : Büyük deniz, okyanus

******************************

Değerli ziyaretçiler, Yunus Emre ile ilgili böyle bir çalışmayı bizlerin hizmetine sunduğu için
Eskişehir Valiliği'ne minnettarız.. Çünkü: elimizde ;Yunus Emre'ye ilişkin yeterli kaynak mevcut değildir.. Bu nedenle bu hizmet azda olsa bizlere bir bilgi sunmaktadır..
Umuyoruzki; bundan sonrada bu yönde çalışmalar yapılır ( bu aynı zamanda devletin kültürümüze yapacağı yatırımlarında bir göstergesi olacaktır)
ve başta ülkemiz insanı olmak üzere tüm dünya insanlığına da önemli değerlerimiz tanıtılmış olur..
Site yöneticisi

Kaynak:http://www.yunusemre.gov.tr