3 Ekim 2010

“Seslerin Gücü”

“Seslerin Gücü”

1982’den 1984’e kadar genç bir siyası mahkûm olarak Tahran’daki Evin Cezaevi’nde tutuldum. İşkence gördüm, tecavüze uğradım ve pek çok arkadaşımın acı çekmelerine ve ölümlerine tanık oldum.
Pek çok genç insanın hayatı ya mahvoldu ya da sona erdi. Fakat dünya hiçbir şey olmamış gibi dönmeye devam etti.
Kendimizi Evin’de terk edilmiş ve unutulmuş hissettik.



25 Mart 2010 tarihinde güneşli güzel bir günün sabahında Polonya’daki Auschwitz Toplama Kampında, dar yolun her iki tarafına dizilmiş kırmızı tuğla cepheli iki katlı binalara bakıyordum. Diğer kamplarda gördüğüm derme çatma ahşap kulübelerden farklı olarak bunlar iyi inşa edilmişlerdi ve oldukça sağlam görünüyorlardı. Park alanında çok sayıda tur otobüsü vardı ve etraf her yaştan ve milletten turistlerle doluydu. Simon Wiesenthal Soykırım Araştırmaları Merkezi Dostları’nın düzenlediği bir turdaydım. Soluk güneş ışığında kuşlar cıvıldıyor ve profesyonel ve bilgili genç tur rehberimiz Anna’nın berrak sesi kulaklığımdan yankılanıyordu ama ben dinlemiyordum.
Auschwitz’in kırmızı tuğlalarının rengi Evin’dekilerin neredeyse aynıydı. Elimi uzatıp dokununca gözyaşlarına boğuldum.

Auschwitz’in yüz binlerce kurbanına ait ayakkabı dağlarını görmüştük ve ben Evin’de gardiyanların kırmızı beyaz Puma spor ayakkabılarımı alıp yerine lastik terlikler verdiklerini hatırladım. Benim ve arkadaşlarımın ayakkabıları neredeydiler?

Onları imha mı etmişlerdi? Bir barakaya girdik ve kendimi ortasında ahşap bir masa ve etrafında birkaç sandalye bulunan aydınlık ve ortalama büyüklükte bir odanın içinde buldum. Anna bu odanın göstermelik mahkemeler için kullanıldığını ve burada yargılanan mahkûmlarının çoğunun idam cezasına çarptırıldığını ve binanın arkasındaki avluda idam edildiklerini söyledi. Evin cezaevinde Şeriat hâkimi beni büyük ihtimalle buna benzer bir odada ölüme mahkûm etmişti ve herhalde kararları okurken bir yandan da çayını yudumluyordu. Hayatta kalmam bir mucizeydi; ama herkes benim kadar şanslı değildi.

İran’da, Evin de dâhil olmak üzere, siyasi mahkûmların tutulduğu hapishaneler halen faal durumda.

İran’da her gün insanlar işkence görüyor ve idam ediliyor. Zulme karşı sessiz kalanlar ve kötülüğe karşı harekete geçmeyerek susmayı tercih edenler bu kötülüğe ortak olurlar. Gerçek değişimi hükümetlerden bekleme gibi bir lüksümüz yok. Ben bireyin gücüne inanıyorum. Her birimiz her defasında küçük bir adım atarak dünyayı daha iyi bir yer haline getirebiliriz. Hep beraber bir dalga etkisi yaratarak bu çabaları en sonunda bir tsunamiye dönüştürebiliriz.

Sakine Muhammedi Aştiyani İran’da ölüme mahkûm edildi. Tabut gibi hücrelerde çile çeken ve belki de acılar içinde ölmeyi bekleyen onun gibi çok sayıda tutuklu var. Onlar yalnız veya unutulmuş değiller. Hepsinin ismini bilmesek de kalplerimiz onlarla birlikte.

Ben şiddete değil tek tek seslerin bir araya gelerek tek bir güç olabileceklerine inanıyorum. Gelin sesimizi birlikte duyuralım.

Marina Nemat

“Tahran Mahkûmu” adlı kitabın yazarıdır. İkinci anı kitabı “Tahran’dan Sonra” bu yıl Eylül ayında yayımlanacaktır.


Hiç yorum yok: