TARİHSEL SÜREÇ İÇİNDE ALEVİLİK ve ASİMİLASYON
Kadıköy- 2009 kasım mitingi fotoğrafı
Aleviliğin yüzyıllarca karşı karşıya kaldığı asimilasyon sorununu iyi anlayabilmek, algılayabilmek ve kamuoyuna yeniden anlatabilmek için meseleye hem uzun vadeli, hem de son 40-50 yıllık süreci dikkate alarak bakmak gerektiğini düşünüyorum.
Bu bağlamda irdelediğimizde Aleviliğin yüzyıllarca İslam Coğrafyası içinde büyük baskı ve yasaklamalara, kimi zaman da katliamlara maruz kaldığını; çok büyük sorunlar yaşamış olmasına rağmen, genel kurallarını, inanç biçimlerini, ritüellerini oldukça ağır koşularla rağmen, fazla dejenere olmadan günümüze kadar geldiğini görmekteyiz.
Aleviliğin karşı karşıya kaldığı asimilasyon saldırılarına geçmeden önce, Aleviliğin kültürel, etik, felsefi ve inanç boyutuna biraz bakmakta fayda var. Alevilik tarihsel süreç içersinde bir çok kültür ve inançtan beslenmiştir.
Bu kaynakların ;
1.Orta Asya Şaman ve Göktanrı İnancı,
2.Budizm, Zerdüştlük, Maniheizm, Mazdek inancı
3.Anadolu medeniyetleri ve Hristiyan sufi inancı
4.Antik Çağ Doğa Felsefesi ve Yeni Platoncu düşünceler
5.Firat-Dicle havzasındadki inançlar
6.Mezopotamya’dan Anadolu’ya taşınan Ehli-Beyt inancının batini ve tasavvufi yorumu olduğunu görüyoruz.
Özellikle Anadolu Aleviliğinin temel değerleri olan Cem, Semah, Duazı İmam, Pir, Mürşit, Rehber, Gülbeng, Bade, Dem, Kadın Erkek eşitliği, Dört Kapı Kırk Makam, Hz. Ali’nin ilahi oluşu vb kavramlar ve ritüeller en yoğunluklu biçimiyle Anadolu cografyasinda vücut bulabilmistir. Bu ritüeller bile Aleviliğin, İslamiyetin dışında kendine özgü kuralları olan bir inanç olduğunu da göstermektedir.
İslamiyetin dışında ve bu kendine özgü inanç kurallarıdır ki, Anadolu Aleviliginin oluşum sürecine kaynaklık eden Hace Bektaşi Veli, Hallacı Mansur, Nesimi, Yunus Emre, Şah Hatayi, Pir Sultan Abdal, Kul Himmet ve niceleri gibi bilgelerin tarih sahnesinde yer almasına önayak olmuştur.
Aleviliğin asimilasyonuyla, daha doğrusu asimile edilmeye çalışılmasının detaylarına girmeden önce, Alevi sözcüğünün kökeni ve anlamıyla ilgili bazı tespitleri anımsamakta fayda var kanımca.
Alışagelen Alevi sözcüğünün anlamlarından birisi Aleve ait, ışığa ait, ışık insanı, veya ışıktan gelen, alevden gelen demektir. Hatta bu tanımlamanın kanıtlarından birisi, geçmişte uzun bir süre Alevilerin Işık İnsanı (Işık Taifesi) olarak tanınması gösterilebilir. Işık Taifesi, Alevilere 17. yüzyıldan önce verilen isimdir. Ve bu inanışın Anadolu’da yayılması ve yerleşmesi için çalışan ozanlara “Işık” denirdi. Ancak Osmanlının baskılarından ve katliamlarından, yani asimilasyon politikalarından kurtulmak için Işıklar süreç içinde Aşık adını aldılar.(*)
Kısaca vurgulamak gerekirse, Işık Taifesi, hükmedenlerce ‘kafirlerden de kötü bir taife’ olarak kabullenildiği için, bu sözcükten kurtulmak için arayışa giren Işıklar, Alevi sözcüğünü kullanmaya başladılar. Çünkü Alevi sözcüğü, aynı zamanda Işık Taifesi anlamına geliyordu.
Bu kısa tanımlama ve betimlemelerden sonra Aleviliğin sadece Osmanlı’da değil, Mezopotamya’da, Anadolu’da ve Balkanlarda da tarihin çeşitli evrelerinde baskılara, yasaklara ve katliamlarla karşı karşıya kaldığını görüyoruz.
Anadolu, Balkanlar ve Mezopotamya’ya kadar bir coğrafyada hüküm süren Bizans İmparatorluğu döneminde de (325 -1325 yılları arasında), Anadolu’da Hristiyanlık dışındaki birçok inanç üzerinde çeşitli yasaklar, baskılar, katliamlar ve dolayısıyla asimilasyon politikaları uygulanmıştır.
Bizanslılarca Büyük Konstantin olarak tanınan İmparator I.Konstantin, toprakları içersinde Hristiyanlık dışındaki tüm inanışları yasaklamış, diğer inançların mabetlerini, inanç merkezlerini yakıp yıkmıştır. Bu yasaklardan Anadolu’da yaşayan Aleviler de nasiplerini fazlasıyla almışlardır.
Balkanlar’da, Anadolu’da ve Mezopotamya boylarında hüküm süren Bizans İmparatorluğu yaklaşık 1000 yıllık tarih içersinde Bosna’da, Bulgaristan’da, Ege’de ve Anadolu’da yaşayan Aleviler üzerinde büyük baskı ve katliamlar gerçekleştirmişlerdir (**)
Diğer yandan, Anadolu Alevileri Bizans İmparatorluğunun baskı ve katliamlarından kurtulmak düşüncesiyle, 1071 yılında Anadolu’ya giren Selçuklu ordularıyla ittifak yapmışlardır. Bu ittifak sonucu Anadolu Alevileri ve Selçuklular, Doğu Roma ve Ortodoks Kilisesine karşı büyük bir zafer kazanmışlardır. (**)
Bu tarihten sonra, yani 1178 yılına kadar Alevilerin yoğun olarak yaşadıkları Amasya, Niksar, Merzifon, Tokat, Sivas, Divriği ve Malatya bölgelerinde Danışmendli Beyliği hüküm sürmüştür.
Ancak yine tarihten öğrendiğimiz gibi, Anadolu’da 13.yüzyılın başından itibaren çok sayıda beylikler oluşmuştur. 13.yüzyılın ikinci yarısında bu değişik beyliklerde Anadolu’da Hace Bektaşı Veli, Mevlana, Yunus Emre, Şeyh Edebali gibi bilgeler Anadolu Aleviliği inancını yeniden inşa etmişlerdir.
Osmanlı Beyliğinin ilk üç padişahı Osman Bey, Orhan Bey ve I.Murat, Bizans ve Balkan Devletlerinin de içinde gizli olarak yaşayan Alevileri yanlarına alarak, dörtyüzyıllık çadırlık bir aşiretten bir imparatorluk temelleri attılar. (**)
Osmanlılarla Aleviler arasındaki ilk yol ayrımı 1402 yılına rastgelir.
Yıldırım Beyazıtın dört oğlu (Süleyman Ç, İsa Ç, Mehmet Ç ve Musa Çelebi ) arasındaki taht kavgaları sırasında Aleviler, Rumeliyi kuşatıp burada devletini kuran Musa Çelebinin yanında yer aldılar. Daha sonra Musa Çelebinin Bizanslı Manuel’e (Mehmet Ç ittifakı) yenilmesinden sonra, Mehmet Çelebi devlet içinde büyük bir Alevi tavsiyesi başlatır.
Ve bu durum sonucunda Osmanlıya karşı ilk Alevi isyanı gerçekleşir. İsyan çok kanlı bir şekilde bastırılır. İsyanın bastırılması sürecinde önce Şeyh Bedreddin’in müridi Torlak Kemal ve yandaşları Manisa’da imha edildi ve Şeyh Bedreddin de Serez’de esnaf çarşısında idam edildi.
Daha sonra Fatih Sultan Mehmet döneminde 1444 yılında Edirne’de birçok Alevi diri diri yakıldı. On beşinci yüzyılın sonlarında Balkan Alevileri, Batı Anadolu Alevileri ve Orta Anadolu Alevileri aynı devlet sınırları içinde kaldılar. Ve Balkanlarla, Batı Anadolu’dan Orta Anadolu’ya geri dönüşler başladı.
Selçukluların Anadolu’ya girmesine öncülük eden, yardım eden, Bizanslıları yenen Aleviler böylece kendileri aleyhine devam edecek baskı, yasaklama, katliam ve asimilasyona da öncülük etmiş oldular.
Osmanlı’nın baskıcı, yasakçı düzenine karşı sazıyla, sözüyle isyan bayrağını çeken, bu uğurda idam edilen Pir Sultan, ‘Enel Hak’ dediği için katledilen Hallac-ı Mansur, Şeyh Bedreddin gibi, Hace Bektaşı Veli gibi Yol önderlerini çıkarmış olan Anadolu Aleviliği üzerindeki baskı, yasak, katliam ve asimilasyon politikaları günümüzde de devam etmektedir.
Osmanlı döneminde yaşanan bazı katliamlara kısaca göz atacak olursak (**)
• Osmanlı padişahlarından II.Beyazıt, 1492 ‘de Otman Baba ve birçok müritini katletmiştir.
• Yavuz Sultan selim 40 ile 80 bin Rafizi / Kızılbaşın katledilmiştir.
• Kanuni döneminde, Sünniliğe aykırı görüşleri savunan Oğlan Şeyh İbrahim, Molla Kabız ve Hamzaviller idam edilmiş olup, birçok Kalender Çelebi Ayaklanması bu dönemde çıkmıştır.
• II.Selim dönemindeki kıyım ve katliamlar olanca hızıyla devam etmiş, Yavuz dönemini aratmayacak boyutlara ulaşmıştır.
• III. Murat döneminde, IV.Murat döneminde de bu kıyım ve katliamlar tüm vahşetiyle devam etmiştir.
• Osmanlı bir yandan kıyımlar-kırımlar yapmış, diğer yandan da muhalif olan ve kendisi için tehlike olarak gördüğü kişileri sürgünlere yollamaktan geri kalmamıştır. Bu dönemlerde Karaman, İçel, Bozok, Manavgat yörelerine ve Kıbrıs’a, Şahkulu Ayaklanması’na katılan Tekke ve Hamid ayaklanmacıları Modon ve Koron’a sürgün edilmişlerdir.
• İç Anadolu’da Rafizi ve Kızılbaşlar Rumeli’ye, 1800 yılalrda birçok Bektaşi babası müritleriyle birlikte Kayseri, Tire ve Güzelhisar’a sürgün edilmişlerdir.
Cumhuriyetin kurulmasından sonra da Aleviler üzerindeki baskı ve katliamlar olanca hızıyla devam etmiştir.
• 1921 yılında Koçgiri ve 1938’de Dersim İsyanından sonra birçok Alevi–Kürt aile batı Anadolu’nun çeşitli şehirlerine sürgün edilmişlerdir.
• 70’li yıllarda Çorum’da, Maraş’ta, Sivas’ta, 90’lı yıllarda Gazi’de, Ümraniye’de ve Madımak’ta katledilen Aleviler, sadece fiziki katliam ve saldırılara değil; siyasal, ekonomik, psikolojik saldırılarla da karşı karşıya kalmışlardır.
Cumhuriyetin kurulmasından sonra, 1924 yılında çıkarılan bir kanun ile köye camii yapma zorunlu hale getirilmiştir. 1925 yılında da Tekke ve Zayiyelerin kapatılması kanunu çıkarılmıştır Oysa uygulamaya baktığımızda, Alevi Bektaş tekkeleri dışındaki inanç kurumlarının kapatılmadığı, Alevi Bektaşi inancı dışındaki inançların yaşamlarını serbestçe sürdürdükleri görülmektedir.
60 yıllarda Anadolu’da köylerde kapalı bir toplum şeklinde yaşamaya mahkum edilen, inançlarını yaşamaları değişik yöntemlerle yasaklanan, baskı altına alınan, Sünni islama entegre edilmeye çalışılan Aleviler, özellikle şehirlerde çok büyük psikolojik ve sosyolojik baskılara maruz bırakılmışlardır.
1960’lardan 1980 darbesinden öncesine kadar sol siyasetler içersinde, devrimci örgütlenmelerle birlikte hareket eden Aleviler, özellikle 80 darbesinden sonra uygulanan koyu ve faşist depolitizasyon sonucu, ayrı bir örgütlenme içersine girdiler.
Depolitizasyon, baskı ve asimilasyon politikaları karşısında kendisini ve inanç değerlerini koruma refleksiyle, önceleri saklanan, inkar edilen Alevi kimliği, artan bir biçimde ve hergeçen gün daha cesurca ifade edilmeye başlanmıştır.
Bu sürede onlarca dernek, vakıf vb kurulmuş ve Anadolu Aleviliği örgütlenme açısından da büyük bir ivme kazanmıştır.
12 Eylül askeri faşist darbesinden sonra, ülkede hüküm süren faşist yasalar nedeniyle tüm emek cephesinin karşı karşıya kaldığı, sosyal, ekonomik ve siyasal haksızlıklar ve baskılardan Aleviler de etkilenmişlerdir. Ve üstelik Aleviler üzerinde ayrıca inanç anlamında da, “Bu ülkenin yüzde 99’u Müslümandır”, iddiasını kanıtlamak için, öncelikle okullarda din dersleri zorunlu hale getirilmiştir.
86 bin camisi ve 100 binden fazla din görevlisi ve 5 bakanlığın bütçesinden daha fazla bütçesi olan Diyanet İşleri Başkanlığıyla asimilasyon politikaları sistemli bir şekilde hayata geçirilmeye çalışılmıştır.
Alevilerden alınan vergilerle, bu Diyanet İşleri Başkanlığı finanse edilmiş, Alevi çocuklarına zorla Sünni İslam öğretilmeye çalışılmıştır.
Evlerde, okullarda, işyerlerinde Alevi inancına sahip insanlar her türlü sindirme ve baskı politikalarıyla karşı karşıya bırakılmıştır.
Alevi köylerine zorla Camiler inşa edilmiştir.
Sözümona Demokratikleşmeye çalışan ve Avrupa Birliğine girmeye can atan, bu uğurda memleketi emperyalistlere peşkeş çekenler, “Alevi” isminin bile kullanılmasına tahammül gösterememişlerdir. Alevi ismi derneklerimizde mahkeme kararları sonucu kullanılmaya başlamıştır.
Alevi vatandaşların, çocuklarına zorla başka bir inancın öğretilmesini istemedikleri için yaptıkları başvurular ve açtıkları davalar reddedilmiştir ve reddedilmektedir. AİHM devam eden davalar bulunmaktadır.
Bugün Alevilik çok büyük bir kuşatma altındadır. Bu kuşatma çok çeşitli şekilde hayat bulmaya çalışmaktadır. Bir yandan Anadolu’da oluşan Işıklar, Babailik ve Kızılbaşlılığı hiçe sayan, bu inanç ve rütüelleri sisteme yamamak isteyen, islamın içine çekmeye çalışan, “Biz islamın özüyüz”, “Biz İslamız” diyen iç düşmanları vardır Anadolu Aleviliğinin. Bu kesimlerin büyük kısmı sistemden ve kompradorlardan beslenmektedir. Bu kesimler, demokratik bir içeriği olan, ülkede sürdürülen demokrasi ve insan hakları mücadelesinin hep bir parçası olmaya çalışan, emek cephesiyle omuz omuza alanlarda olan Anadolu Aleviliğini asimile etme vizyonu ve misyonuna sahiptirler.
Bir yandan Demokratik Alevi Hareketini asimile etme misyonu ile görevlendirilmiş çeşitli kişi, kurum ve çevreler, Anadolu Aleviliğini sadece islamla değil, emperyalist politikalarla da entegre etmeye çalışmaktadırlar.
Diğer yandan emperyalistler ve onların işbirlikçileri, çıkarları doğrultusunda Irak’ta, Latin Amerika’da, Afrika’da ve Asya’da, hatta yanıbaşımızda katliamlarına devam ederlerken, ülkemizde ise demokrasi ve insan hakları savunuculuğuna soyunmuşlardır. Başını Amerikan emperyalistlerinin çektiği ve Avrupa Birliği emperyalistlerinin destek verdikleri, adına BOP denilen projeye de bir cümleyle vurgu yapmakta fayda görmekteyim. Kuzey Batı Afrika’dan, tüm Önasya ve Ortaoğu’yu içine alan ve nihai olarak Orta Asya’ya açılmak, oraları işgal etmek ve bu bölgelerin yeraltı-yerüstü zenginliklerini, dolayısıyla dünyayı yeniden paylaşmak isteyenlerdir ülkemizde demokrasi ve insan hakları savunuculuğuna soyunanlar.
Basra’da, Irak’ta, Liberya’da, Filistin’de ve Lübnan’da yıllardır binlerce insanı kadın-çocuk, genç- yaşlı ve sivil demeden katledenler, ülkemizde ikiyüzlü bir şekilde azınlık hakları savunuculuğu yapmaktadırlar.
Tam da bu noktada, 40 yıldır Avrupalı emperyalist blokun kurulması sürecinde kendisi de yer almak isteyen, ama bir türlü kapısından içeri girilemeyen Avrupa Birliği ve onun politikalarının da nasıl bir asimilasyon politikası olduğunu söylemekte fayda var.
Bilindiği gibi, 6 Ekim 2004 tarihinde Avrupa Birliği İlerleme Komisyonunun hazırladığı bir raporda ilk kez, “Alevi Azınlık” ve “Kürt Azınlık” deyimleri kullanıldı. Hem de ‘Alevi Azınlık’ ifadesiyle Aleviliği islamın içindeymiş gibi göstermeye çalıştılar.
Avrupa Birliği kaynaklı ve bugüne kadar aşağı yukarı tüm hükümetler zamanında aynı politik uygulamalarla devam eden asimilasyonu daha iyi algılayabilmek için bu bir iki şey daha söylenmesi zorunluluğu vardır. Bu konuyu iyi algılayabilirsek, sanırım yüzyıllardır Anadolu’da sürdürülen Asimilasyonun günümüzde aldığı en son şekli de gözler önüne sermiş olacağız.
Bu azınlık tanımlamaları karşısında Cumhurbaşkanından Başbakana ve Bakanlara, diğer tüm siyasi parti yöneticilerinden, demokrat geçinen ana muhalefet partisi başkanına ve diğerlerine kadar, istisnasız tümü “Alevi” ve “Kürt” sözcüklerine karşı tahammülsüzlüklerini ibret verici bir şekilde, bir kez daha gözler önüne serdiler. Dünyaya ve Avrupa’ya karşı demokrat görünen bu kişi ve kesimler, iş “Alevi” veya “Kürt” meselesine gelince derhal “muhafazakar” ve “asimilasyoncu” tavırlarını ortaya koymaktan kaçınmadılar.
Ayrıca Alevi-Bektaşi kitlesi tarafından itibar görmeyen, Anadolu Aleviliğini Sünni İslama yamamaya çalışan sözümona bazı Alevi kökenli yazar, çizer, bazı kişiler de, bu ifadelere karşı sağcı, gerici ve kafatasçılarla aynı paralellikte açıklamalarda bulundular. Yıllarca ülkede Alevilerin ve devrimci çevrelerin yaşadığı onlarca katliamı yapanlarla kol kola gelenleri ibretle görmekteyiz. Bunlar faşistlerin kurultaylarına katılmakta ve Aleviliğin asimilasyonu ve entegrasyonunu açıktan, pervasızca savunmaktadırlar.
AB İlerleme raporu karşısında Demokratik Alevi Hareketinin üst çatı örgütü olan Alevi Bektaşi Federasyonu (ABF) ve bileşenleri ile Avrupa’da 9 ayrı ülkede örgütlenmiş federasyonlardan oluşmuş olan Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonları 10 Ekim 2004 tarihinde bir basın açıklaması yaparak :
• Siyasi iktidarın ABF Alevi Birlikleri Federasyonu ile masaya oturmasını,
• Aleviliğin Anadolu’ya özgü bir inanç olduğunu, Cem’den Semah’a, Semah’tan Müsahip’liğe kadar yaşayan öğretisi ve uygulaması ile bir bütün olduğunu diğer inançlarla farklılığını koruduğunu,
• Alevilerin inanç merkezleri Cemevlerinın yasal bir statüye kavuşturulmasını,
• Alevi çocuklarına zorunlu din dersi uygulamasının sona erdirilmesini,
• Diyanetin lağvedilmesini
• Alevi köylerine yapılan camilerin Cemevlerine dönüştürülmesini
• Kimliklerden din hanesinin kaldırılmasını talep etmiştir.
Sonuç olarak binlerce yıldan bu yana öğretisiyle, felsefesiyle, ilkeleriyle ayrı bir inanç olan yaşamakta olan Alevilik ve özellikle de Anadolu Aleviliği, tüm baskı, yasak, katliam ve asimilasyonlara karşı dimdik ayakta durmuştur. Fakat bu karşı duruş her zaman haksızlıklara, baskılara karşı birlikte hareket etmekle sağlanmıştır.
Demokratik Alevi Hareketi, Alevilik sorununu ülkede sürdürülen demokrasi mücadelesinden, insan hakları mücadelesinden ve emek mücadelesinden ayrı görmez, göremez. Bundan sonra da, sorunlarını, ülkedeki diğer sınıf ve katmanlarla birlikte çözüme kavuşturabilir.
Demokratik Alevi Hareketinin ve Alevi Bektaşi Federasyonunun en önemli örgütlerinden olan ve ülkede 41 şubesi bulunan PSAKD kurulduğu tarihten bu yana ülkede sürdürülen demokrasi mücadelesinin önemli yapı taşlarından ve demokrasi mücadelesinin ayrılmaz bir parçası olmuştur. İnsan hakları ihlallerine, demokratik hukuk normları ile tezat olan yargısız infazlara ve benzeri uygulamalara karşı olmuş ve bu karşıtlığını demokrasi güçleriyle birlikte alanlarda omuz omuza vererek pratik bir tavra da dönüştürmüştür.
PSAKD, tek başına Alevi meselesinin çözümlenmesi ile ülkemizdeki demokrasi meselesinin çözümlenmeyeceğini; ülkedeki demokrasi sorununun köklü bir şekilde çözümlenmesi ile etnik ya da dini azınlıklar sorunlarının ve diğer sorunların da birlikte çözümleneceğinin bilincindedir.
Son söylenecek şey, Demokratik Alevi Hareketinin ve Anadolu Aleviliğinin büyük bir kuşatma altında ve her türden saldırılarla karşı karşıya olduğu asimilasyon politikalarına bugüne kadar prim vermediği gibi bundan sonra da veremeyeceğidir.
Erdal YILDIRIM
PSAKD MYK Üyesi
İstanbul 10.09.2006
(*) Aleviliğin Gizli Tarihi, E. Çınar
(**) Aleviliğin Kayıp Bin Yılı, E. Çınar
http://www.pirsultan.net/kategori.asp?KID=15&ID=78&aID=201
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder