12 Temmuz 2010

Dreyfus olayı

Dreyfus olayı

DOÇ DR. ZÜHTÜ ARSLAN

Bir yargı skandalının öyküsü

Adaletin yüksek siyasete kurban edildiği tarihsel olaylar vardır. Dreyfus davası, hiç kuşkusuz bunlardan biridir. Fransız genelkurmayında görev yapan Yüzbaşı Alfred Dreyfus, Alman Askeri Ataşesi Von Schwartzkoppen’e bazı gizli askeri belgeleri gönderdiği gerekçesiyle tutuklanır.

Dreyfus daha yargılanmadan Fransız basını hükmünü vermiştir. La Libre Parole (Özgür Söz) adlı gazete, Dreyfus’un “suçlu” olduğunu kışkırtıcı ve anti-semitist duyguları körükleyici bir şekilde ilan eder. Elde yeterli delil olmamasına karşın kamuoyunun beklentilerini karşılamak üzere Dreyfus’la ilgili adli soruşturma açılmasına karar verilir.

“Vatan haini” Alfred Dreyfus

“Paris Birinci Savaş Konseyi” adındaki askeri mahkeme, 1894 yılının Aralık ayında Dreyfus’u yargılamaya başlar. Suçlama için ortada tek delil vardır. O da Alman Askeri Ataşesi’nin çöp sepetinde bulunan ve Dreyfus’un el yazısına benzeyen bir yazıyla kaleme alındığı ileri sürülen belgedir. Dreyfus, bu belgedeki yazının kendisine ait olmadığını söyler, ancak buna kimseyi inandıramaz. Çanlar Yüzbaşı Dreyfus için çalmaya başlamıştır bile. Fransız adaletinin bu Yahudi’ye haddini bildirmesi için gereken her şey hazırlanır. Savaş Bakanı General Mercier, istihbarat servisinin Dreyfus hakkında hazırladığı “gizli dosya”yı, sanığın ve savunma avukatının haberi olmadan gizlice askeri yargıçlara gönderir. Yargıçlar da savunma hakkını ve muhakeme usulünü hiçe sayan bu durum karşısında üç maymunu oynarlar. Ve 22 Aralık 1894 tarihinde askeri mahkeme kararını açıklar. Dreyfus yedi yargıcın oybirliğiyle ihanet suçundan mahkum edilir. Dreyfus’un rütbesinin geri alınmasına ve ömür boyu hapis cezasına çarptırılmasına karar verilir. Temyiz başvurusu da sonuç vermez.

5 Ocak 1895’te askeri okulun avlusunda Dreyfus’un rütbesi sökülür. Yüzbaşının suçsuz olduğunu haykıran çığlıkları Paris semalarında yankılanır. Dreyfus cezasını çekmek üzere Güney Amerika sahillerine yakın bir yere, Şeytan Adası’na götürülür. Yüzbaşı Dreyfus, Şeytan Adası’nda hapis ve sürgün cezasını çekerken, Fransa’da müthiş bir mücadele başlar. Dreyfus’un suçsuz olduğuna inananlarla Dreyfus üzerinden Yahudi düşmanlığını pekiştirenler arasında yaşanan bu savaşa ordu, meclis, hükümet, basın ve aydınlar da müdahil olur.

Genelkurmay basınla işbirliği halinde Dreyfus’un suçsuz olduğunu ispatlayacak girişimlerin önünü kesmeye çalışır. Mahkumiyete dayanak teşkil eden belgedeki (çizelge) el yazısının gerçekte başka birisine ait olduğunu ileri sürenler sürgüne gönderilir ve cezalandırılırlar. Nitekim Dreyfus’un mahkum olmasından iki yıl sonra askeri istihbaratın başına geçen Binbaşı Georges Picquart, Dreyfus dosyasını ayrıntılı bir şekilde inceledikten sonra gerçek suçlunun, çizelgeyi kaleme alan Walsin Esterhazy adındaki subay olduğunu belirtir. Picquart, Dreyfus davasının yeniden görülmesi gerektiğini savununca kendisini Tunus’a sürgüne gönderilmiş olarak bulur. Bu arada suçlanan Esterhazy de askeri mahkemede beraat eder. Dreyfus savaşı o kadar kızışmıştır ki, dönemin Savaş Bakanı Cavaignac, aralarında Zola’nın da bulunduğu belli başlı Dreyfusçuların, devletin güvenliğini tehlikeye atmaktan ve anayasal düzene karşı komplo düzenlemekten dolayı Yüce Divan’da yargılanmalarını dahi talep eder (Bkz. E.Zola, Dreyfus Olayı, Türkçesi: M.Tuncer, Yalçın Yayınları, 1998, s. 20). Diğer yandan, Dreyfus’un suçsuz olduğunu savunan yazarlar da cezalandırılmaktaydı. Émile Zola, Esterhazy’yi beraat ettiren yargıçların ordudan bu yönde emir aldıklarını yazınca 1 yıl hapis ve 3.000 frank para cezasına çarptırılmıştı. Zola, bunun üzerine İngiltere’ye gitmiş ve hakkında af çıkıncaya kadar da Fransa’ya dönmemiştir.

Bir süre sonra olaylar Dreyfus’un lehine gelişmeye başlar. Dreyfus’un mahkumiyetinde kullanılan belgelerin askeri istihbaratta görevli bir albay tarafından düzmece bir şekilde hazırlandığı ortaya çıkar. Adı geçen albay intihar eder. Askeri mahkemenin beraat ettirdiği Esterhazy de Dreyfus’un mahkum olmasına neden olan çizelgeyi kendisinin yazdığını itiraf eder ve İngiltere’ye kaçar. Bu olaylar üzerine Dreyfus davası yeniden başlar. 9 Eylül 1899 günü askeri mahkeme, adli hatayı kabul etmek yerine, Dreyfus’u bu kez hafifletici nedenleri dikkate alarak on yıl hapse mahkum eder. Dreyfus yeniden Şeytan Adası’na gönderilir. Ancak, çok geçmeden Fransa Cumhurbaşkanı, Dreyfus’u affettiğini açıklar. Dreyfus’un tam olarak aklanması ise 1906’da yeniden yargılanması ile mümkün olur. Tam on bir yıl önce askeri okulun bahçesinde apoletleri sökülen Dreyfus için aynı yerde yeni bir tören düzenlenir ve kendisi bölük komutanı olarak binbaşı rütbesiyle yeniden orduya alınır. Dreyfus’a ayrıca askeri onur (Legione d’honneur) nişanı verilir. “Yaşasın Dreyfus!” diye bağıranlara şöyle cevap verir: “Hayır, yaşasın hakikat!”

Dreyfus’un suçsuzluğu 1930 yılında iyice pekişir. Askeri bilgileri kendisine sızdırdığı iddia edilen Alman Schwartzkoppen’in günlüğü yayınlandığında gerçek bir kez daha ortaya çıkar. Ancak, Fransız ordusunun bu gerçeği kabul etmesi neredeyse yüz yıl alır. 25 Eylül 1995 tarihli Time dergisinde, Fransız ordusunun aradan yüz yıl geçtikten sonra ilk kez kamuoyu önünde Dreyfus’un suçsuzluğunu resmen ilan ettiğine dair bir yazı yayınlanır. Fransız ordusunda üst düzey bir komutan olan General Jean-Louis Mourrut, ilk kez kamuoyuna Dreyfus’un suçsuz olduğunu ve ordunun yanlış yaptığını açıklamıştır.

Dreyfus olayının siyasal sonuçları
Dreyfus davasının politik sonuçlarından biri, Fransa’da siyasal safları belirginleştirmesi olmuştur. Cumhuriyeti destekleyen ılımlı cumhuriyetçiler, liberaller, radikaller ve sosyalistler, cumhuriyet karşıtı olarak görülen ordu ve Katolik Kilisesi karşısında ittifak kurdular. Hemen belirtmek gerekir ki, sosyalistlerin tamamı Dreyfus’u desteklememiştir. 18 Ocak 1898 tarihinde 32 sosyalist milletvekili bir bildiri yayınlayarak “Kapitalist sınıftan, düşman sınıftan olan” Dreyfus’un durumunun kendilerini ilgilendirmediğini açıklamışlardı. (Zola, a.g.e., s. 15-16) Dreyfus olayı, Fransa Cumhuriyeti’ni güçlendirmiş, solu iktidara taşımış, militarizmin ve kilisenin itibar kaybetmesine neden olmuş ve en önemlisi 1905 tarihli din-kilise ayrılığı hakkındaki meşhur kanunun çıkarılmasına yol açmıştır.

Dreyfus olayı, Fransa’nın yaşadığı en büyük hukuksal skandal olarak tarihe geçti. Bu olay, sadece bir askeri görevlinin haksız yere suçlanması ve ordudan atılmasından ibaret değildir. Dreyfus davası, ülkedeki iktidar ilişkilerinin ortaya konulduğu, toplumda egemen olan Yahudi düşmanlığı duygularının açığa çıktığı, bu duyguların siyasi ranta tahvil edildiği, askeri kurumların militarizmi süreklileştirmek için basın ve kilise gibi kurumlarla işbirliği yapmaya yöneltildiği ve Fransız Cumhuriyeti’nin temel değerlerinin tartışıldığı bir süreç yaratmıştır. Bu haliyle Dreyfus davası, Fransa’nın siyasal ve toplumsal hafızasına kazınmış sembolik bir olaydır.


ANAYASA HUKUKÇUSU

27.04.2006

http://www.savaskarsitlari.org/


1 yorum:

h.a. dedi ki...

Dreyfus olayı, Fransa’nın yaşadığı en büyük hukuksal skandal olarak tarihe geçti.
Bu olay, sadece bir askeri görevlinin haksız yere suçlanması ve ordudan atılmasından ibaret değildir. Dreyfus davası, ülkedeki iktidar ilişkilerinin ortaya konulduğu, toplumda egemen olan Yahudi düşmanlığı duygularının açığa çıktığı, bu duyguların siyasi ranta tahvil edildiği, askeri kurumların militarizmi süreklileştirmek için basın ve kilise gibi kurumlarla işbirliği yapmaya yöneltildiği ve Fransız Cumhuriyeti’nin temel değerlerinin tartışıldığı bir süreç yaratmıştır.