Fransa etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Fransa etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Ekim 2010

Fransa’da 60 günde 6. grev


Fransa’da 60 günde 6. grev
20/10/2010

Fransa’da hükümetin emeklilik yaşını yükseltmeye yönelik planları, son iki ayda düzenlenen altıncı genel grevle bir kez daha protesto edildi. Son genel grevle protestolar doruğa ulaştı.

Ülkenin 200 kent ve kasabasını kapsayan protestolar nedeniyle hava ve demiryolu ulaşımı durdu, öğrenciler okullara gitmedi. Paris’teki Orly havaalanındaki seferlerin yüzde 50’si, Roissy ve diğer kentlerdeki havaalanlarındaki seferlerin yüzde 30’u iptal edildi. Demiryolları işçilerinin grevi nedeniyle hızlı tren seferlerinin yüzde ancak 60’ı gerçekleştirilebildi.

Öğretmenler, posta idaresi çalışanları, enerji ve sağlık sektörü ve liman işçileri de genel greve katılanlar arasında yer aldı.

Protestolar ülkede benzin istasyonlarının yakıtsız kalmasına yol açtı. Bu arada, greve destek veren kamyon şoförleri de yollarda normal süratlerinden daha yavaş ilerleyerek, ulaşımı engelleme yoluna gidiyor. Paris ve Lille başta olmak üzere bazı kentlerin girişlerinde, kamyon şoförlerinin eylemi nedeniyle uzun araç kuyrukları oluştu.

HÜKÜMET DE HALK DA ISRARLI
Yapılan kamuoyu yoklamaları, eylem nedeniyle aksama yaşansa da Fransa halkının yüzde 71’inin grevleri ve protestoları desteklediğini gösteriyor. Ancak çalışanların bu tepkisine karşın Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy geri adım atmamakta kararlı. Reform paketini savunan Sarkozy, bunun Fransa için bir gereklilik olduğunu söyledi.
Sarkozy, “Reform gerekli. Fransa bu konuda kararlıdır ve tıpkı Alman müttefiklerimizin bundan birkaç yıl önce yaptığı gibi Fransa da ilerleyecektir” dedi. Hükümet, tasarının kabul edilmemesi halinde, sürekli açık veren sosyal güvenlik sisteminin önümüzdeki yıllarda iflas edeceği görüşünde.
Mecliste daha önce kabul edilen reform tasarısının bugün Senatoda oylanması bekleniyor. Emeklilik yaşının 2018’e kadar 60’tan 62’ye çıkarılmasını öngören tasarı, daha önce parlamentonun alt kanadı Ulusal Mecliste kabul edilmişti. (DIŞ HABERLER)

YAKIT SIKINTISI DEVAM EDİYOR

Petrol rafinerisi işçilerinin bir haftadır sürdürdüğü grev nedeniyle, ülke genelinde yakıt sıkıntısı çeken benzin istasyonu sayısı da giderek artıyor. Grevlerin dağıtımı aksatması nedeniyle yaklaşık bin 500 istasyon yakıtsız kaldı. Bazı istasyonların da kapanmak üzere olduğu bildirildi. Yetkililerin yakıt sıkıntısı yaşanmayacağı yolunda yaptıkları açıklamalara rağmen, petrol rafinelerindeki grevlerin ve yakıt depolarının önündeki engellemelerin devam etmesi nedeniyle başkent Paris’te sürücüler benzin istasyonlarına akın etmeye devam ediyor.
Fransa genelindeki 12 bin benzin istasyonundan tam olarak kaçının eylemlerden etkilendiği bilinmiyor. Ancak Exxon Mobil petrol şirketi, durumu kritik olarak niteledi. Şirketin bir sözcüsü başkent Paris ya da Nantes bölgesinde dizel yakıt bulmanın kolay olmadığını söyledi. Ülkenin kuzeybatı bölgelerinde de ciddi yakıt sıkıntısının baş gösterdiği açıklanırken, Uluslararası Enerji Ajansı, Fransa’nın acil durumlar için tuttuğu petrol rezervlerini kullanmaya başladığını duyurdu. Halkın paniğe kapılarak benzin istasyonlarına hücum etmesi nedeniyle geçen hafta satışlar yüzde 50 oranında arttı.

http://www.evrensel.net/haber.php?haber_id=76974

19 Eylül 2010

BOĞA GÜREŞLERİ (SAVAŞ) VE ÇILDIRMIŞLIK HALİ


BOĞA GÜREŞLERİ (SAVAŞ)
VE
ÇILDIRMIŞLIK HALİ


EvcioğluHaber- Bu gün sizlerle, insanoğlunun doğaya ve üzerinde yaşayan kendileri dahil, canlı cansız tüm varlıklara verdiği zararın bir örneği olan videoyu paylaşmak istiyoruz..
İlk önce; boğaları sokak ortasına sürerek insanları soka toplayıp bu vahşet görüntülerni her yıl, bir eğlence olarak yapanlara bir çift sözümüz olmalı... Kelimenin tek anlamıyla: " Alçakça bir gösteri" ..

Boğaların yetiştirilmesi de oldukça vahşice; Yeni doğmuş bir buzağıyı alıp karanlık bir mahsene kapatılıyor ve orada 3-4 yaşına gelinceye kadar dışarı çıkartılmayıp, hiç bir insan yüzüde gösterilmiyor.. Burada hiç ışıkta almadan tamamen karanlıkta yatiştirilen, beslenen boğalar; Ispanyalalıların o (vaşet) şölen gününde ışığa ve dışarıya çıkartılarak bu vahşeti eğleniyorlarmış sanıyorlar..
Bu durum aslında insanoğlunun ne kadar bencil ve acımasız olduğunuda gözler önüne sermiyormu? ne dersiniz.. !

EvcioğluHaber-19.09.2010-Pazar

"

BOĞALARLA YAŞANAN SOKAK SAVAŞI VİDEOSU


EvcioğluHaber
19.12.2007

6 Eylül 2010

Fransa "Emeklilik Reformu"na Karşı Genel Grevde

Fransa "Emeklilik Reformu"na Karşı Genel Grevde

Fransa'da sendikalar, hak örgütleri ve sol muhalefet, hükümetin bütçe açıklarını gerekçe göstererek emeklilik yaşını 60'tan 62'ye çıkarma planına karşı genel greve gidiyor. Nüfusun yüzde 70'inin desteklediği greve, 2 milyondan fazla kişinin katılması bekleniyor.

Paris - BİA Haber Merkezi
06 Eylül 2010, Pazartesi

Fransa'da sendikalar, hükümetin uygulamaya koymaya çalıştığı emeklilik reformuna karşı yarın (7 Eylül) genel greve gitme kararı aldı.

Fransız Demokratik Çalışma Konfederasyonu (CFDT) Başkanı François Chereque " 7 Eylül'deki grevin, haziranda yapılan 2 milyon katılımlı grevden daha büyük bir grev olmasını umuyoruz" dedi. Fransa Çalışma Bakanı Eric Woerth, eylemi ciddiye aldığını ancak, hükümetin bu konuda geri adım atmayacağını bildirdi. Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, Çalışma Bakanı'nı desteklediğini söyledi.

Sendikalar, hak örgütleri ve sol muhalefetin işbirliğiyle düzenlenecek eylemde 90 yürüyüşün yapılacağı belirtildi. Greve 2 milyondan fazla kişinin katılımı bekleniyor.

Kamu ve özel sektör çalışanlarının birlikte katılacağı grevde, hükümetin bütçe açıklarını gerekçe göstererek hazırladığı, emeklilik yaşının 60'tan 62 ye çıkarılmasını öngören "reform projesi" protesto edilecek. Grevin projenin parlamentoda tartışılacağı gün yapılması sembolik önem taşıyor.

Greve katılacak çalışanlar emeklilik reformunun protestosunun yanı sıra, şu sıralar Fransa'nın gündeminde olan göçmen sorunları için de eylem yapacaklarını açıkladılar. Grev sırasında çalışanlar, hükümetin "suç işleyen göçmenlerin vatandaşlık haklarının ellerinden alınması"nı öngören yasa tasarısını geri çekmesi için de çağrı yapacak.

Greve katılacak sektörler

Grevin özellikle ulaşım sektöründe etkili olması bekleniyor. Fransa'nın demiryolu kuruluşu SNCF ve Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü DGAC greve katılacak. Eğitim sektöründe ilköğretim ve lise öğretmenlerinin yüzde 62'si greve katılacağını belirtti. Kamuda çalışan 5,3 milyon memur greve çağrıldı. İş ve İşçi Bulma Kurumu, postaneler, mahkemeler, Yargıçlar Sendikası görevlerine bir gün süreyle ara verecekler. Sağlık sektöründe ise greve Hemşireler Ulusal Koordinasyonu katılacak. Sadece Acil Servis Doktorları Derneği, en düşük düzeyde, acil hastalar için hizmet verecek. Özel sektörde, Renault, Alcatel, Total, Airbus, Peugeot-Citroen gibi firmalar ve bankalar etkinliklerini durduracak. Ayrıca, France Inter, France Info, France Musique, France Bleu, Fip, France Culture, le Mouv' radyoları ile France 2, France 3, France 4, France 5, RFO gibi birçok kanalın da yayınlarını kesecekleri belirtildi.

Greve yüzde 70 destek

Fransız Liberation gazetesine göre, Harris Interactive anket kuruluşunun RTL radyosu için yaptığı ankette, nüfusun yüzde 60'ının Woerth'in emeklilik reformundan elini çekmesi gerektiğini, yüzde 71'inin de hükümetin emeklilik konusunda taviz vermesi gerektiğini düşündüğü sonucu çıktı.

Önceki gün (4 Eylül) yayınlanan başka bir anketin sonucuna göre, nüfusun yüzde 70'i grevi destekliyor. Anket aynı zamanda sol görüşlülerin yanında sağ görüşlülerin yüzde 30'unun da grevi desteklediği sonucunu ortaya koydu.

Ülkede daha önce de haziran ayında emeklilik reformunu protesto etmek amacıyla genel greve gidilmiş ve yaklaşık 2 milyon kişilik bir katılım gerçekleşmişti. (SA/TK)

* Bu haberi Selin Altunkaynak derledi.

http://bianet.org/

12 Temmuz 2010

Dreyfus olayı

Dreyfus olayı

DOÇ DR. ZÜHTÜ ARSLAN

Bir yargı skandalının öyküsü

Adaletin yüksek siyasete kurban edildiği tarihsel olaylar vardır. Dreyfus davası, hiç kuşkusuz bunlardan biridir. Fransız genelkurmayında görev yapan Yüzbaşı Alfred Dreyfus, Alman Askeri Ataşesi Von Schwartzkoppen’e bazı gizli askeri belgeleri gönderdiği gerekçesiyle tutuklanır.

Dreyfus daha yargılanmadan Fransız basını hükmünü vermiştir. La Libre Parole (Özgür Söz) adlı gazete, Dreyfus’un “suçlu” olduğunu kışkırtıcı ve anti-semitist duyguları körükleyici bir şekilde ilan eder. Elde yeterli delil olmamasına karşın kamuoyunun beklentilerini karşılamak üzere Dreyfus’la ilgili adli soruşturma açılmasına karar verilir.

“Vatan haini” Alfred Dreyfus

“Paris Birinci Savaş Konseyi” adındaki askeri mahkeme, 1894 yılının Aralık ayında Dreyfus’u yargılamaya başlar. Suçlama için ortada tek delil vardır. O da Alman Askeri Ataşesi’nin çöp sepetinde bulunan ve Dreyfus’un el yazısına benzeyen bir yazıyla kaleme alındığı ileri sürülen belgedir. Dreyfus, bu belgedeki yazının kendisine ait olmadığını söyler, ancak buna kimseyi inandıramaz. Çanlar Yüzbaşı Dreyfus için çalmaya başlamıştır bile. Fransız adaletinin bu Yahudi’ye haddini bildirmesi için gereken her şey hazırlanır. Savaş Bakanı General Mercier, istihbarat servisinin Dreyfus hakkında hazırladığı “gizli dosya”yı, sanığın ve savunma avukatının haberi olmadan gizlice askeri yargıçlara gönderir. Yargıçlar da savunma hakkını ve muhakeme usulünü hiçe sayan bu durum karşısında üç maymunu oynarlar. Ve 22 Aralık 1894 tarihinde askeri mahkeme kararını açıklar. Dreyfus yedi yargıcın oybirliğiyle ihanet suçundan mahkum edilir. Dreyfus’un rütbesinin geri alınmasına ve ömür boyu hapis cezasına çarptırılmasına karar verilir. Temyiz başvurusu da sonuç vermez.

5 Ocak 1895’te askeri okulun avlusunda Dreyfus’un rütbesi sökülür. Yüzbaşının suçsuz olduğunu haykıran çığlıkları Paris semalarında yankılanır. Dreyfus cezasını çekmek üzere Güney Amerika sahillerine yakın bir yere, Şeytan Adası’na götürülür. Yüzbaşı Dreyfus, Şeytan Adası’nda hapis ve sürgün cezasını çekerken, Fransa’da müthiş bir mücadele başlar. Dreyfus’un suçsuz olduğuna inananlarla Dreyfus üzerinden Yahudi düşmanlığını pekiştirenler arasında yaşanan bu savaşa ordu, meclis, hükümet, basın ve aydınlar da müdahil olur.

Genelkurmay basınla işbirliği halinde Dreyfus’un suçsuz olduğunu ispatlayacak girişimlerin önünü kesmeye çalışır. Mahkumiyete dayanak teşkil eden belgedeki (çizelge) el yazısının gerçekte başka birisine ait olduğunu ileri sürenler sürgüne gönderilir ve cezalandırılırlar. Nitekim Dreyfus’un mahkum olmasından iki yıl sonra askeri istihbaratın başına geçen Binbaşı Georges Picquart, Dreyfus dosyasını ayrıntılı bir şekilde inceledikten sonra gerçek suçlunun, çizelgeyi kaleme alan Walsin Esterhazy adındaki subay olduğunu belirtir. Picquart, Dreyfus davasının yeniden görülmesi gerektiğini savununca kendisini Tunus’a sürgüne gönderilmiş olarak bulur. Bu arada suçlanan Esterhazy de askeri mahkemede beraat eder. Dreyfus savaşı o kadar kızışmıştır ki, dönemin Savaş Bakanı Cavaignac, aralarında Zola’nın da bulunduğu belli başlı Dreyfusçuların, devletin güvenliğini tehlikeye atmaktan ve anayasal düzene karşı komplo düzenlemekten dolayı Yüce Divan’da yargılanmalarını dahi talep eder (Bkz. E.Zola, Dreyfus Olayı, Türkçesi: M.Tuncer, Yalçın Yayınları, 1998, s. 20). Diğer yandan, Dreyfus’un suçsuz olduğunu savunan yazarlar da cezalandırılmaktaydı. Émile Zola, Esterhazy’yi beraat ettiren yargıçların ordudan bu yönde emir aldıklarını yazınca 1 yıl hapis ve 3.000 frank para cezasına çarptırılmıştı. Zola, bunun üzerine İngiltere’ye gitmiş ve hakkında af çıkıncaya kadar da Fransa’ya dönmemiştir.

Bir süre sonra olaylar Dreyfus’un lehine gelişmeye başlar. Dreyfus’un mahkumiyetinde kullanılan belgelerin askeri istihbaratta görevli bir albay tarafından düzmece bir şekilde hazırlandığı ortaya çıkar. Adı geçen albay intihar eder. Askeri mahkemenin beraat ettirdiği Esterhazy de Dreyfus’un mahkum olmasına neden olan çizelgeyi kendisinin yazdığını itiraf eder ve İngiltere’ye kaçar. Bu olaylar üzerine Dreyfus davası yeniden başlar. 9 Eylül 1899 günü askeri mahkeme, adli hatayı kabul etmek yerine, Dreyfus’u bu kez hafifletici nedenleri dikkate alarak on yıl hapse mahkum eder. Dreyfus yeniden Şeytan Adası’na gönderilir. Ancak, çok geçmeden Fransa Cumhurbaşkanı, Dreyfus’u affettiğini açıklar. Dreyfus’un tam olarak aklanması ise 1906’da yeniden yargılanması ile mümkün olur. Tam on bir yıl önce askeri okulun bahçesinde apoletleri sökülen Dreyfus için aynı yerde yeni bir tören düzenlenir ve kendisi bölük komutanı olarak binbaşı rütbesiyle yeniden orduya alınır. Dreyfus’a ayrıca askeri onur (Legione d’honneur) nişanı verilir. “Yaşasın Dreyfus!” diye bağıranlara şöyle cevap verir: “Hayır, yaşasın hakikat!”

Dreyfus’un suçsuzluğu 1930 yılında iyice pekişir. Askeri bilgileri kendisine sızdırdığı iddia edilen Alman Schwartzkoppen’in günlüğü yayınlandığında gerçek bir kez daha ortaya çıkar. Ancak, Fransız ordusunun bu gerçeği kabul etmesi neredeyse yüz yıl alır. 25 Eylül 1995 tarihli Time dergisinde, Fransız ordusunun aradan yüz yıl geçtikten sonra ilk kez kamuoyu önünde Dreyfus’un suçsuzluğunu resmen ilan ettiğine dair bir yazı yayınlanır. Fransız ordusunda üst düzey bir komutan olan General Jean-Louis Mourrut, ilk kez kamuoyuna Dreyfus’un suçsuz olduğunu ve ordunun yanlış yaptığını açıklamıştır.

Dreyfus olayının siyasal sonuçları
Dreyfus davasının politik sonuçlarından biri, Fransa’da siyasal safları belirginleştirmesi olmuştur. Cumhuriyeti destekleyen ılımlı cumhuriyetçiler, liberaller, radikaller ve sosyalistler, cumhuriyet karşıtı olarak görülen ordu ve Katolik Kilisesi karşısında ittifak kurdular. Hemen belirtmek gerekir ki, sosyalistlerin tamamı Dreyfus’u desteklememiştir. 18 Ocak 1898 tarihinde 32 sosyalist milletvekili bir bildiri yayınlayarak “Kapitalist sınıftan, düşman sınıftan olan” Dreyfus’un durumunun kendilerini ilgilendirmediğini açıklamışlardı. (Zola, a.g.e., s. 15-16) Dreyfus olayı, Fransa Cumhuriyeti’ni güçlendirmiş, solu iktidara taşımış, militarizmin ve kilisenin itibar kaybetmesine neden olmuş ve en önemlisi 1905 tarihli din-kilise ayrılığı hakkındaki meşhur kanunun çıkarılmasına yol açmıştır.

Dreyfus olayı, Fransa’nın yaşadığı en büyük hukuksal skandal olarak tarihe geçti. Bu olay, sadece bir askeri görevlinin haksız yere suçlanması ve ordudan atılmasından ibaret değildir. Dreyfus davası, ülkedeki iktidar ilişkilerinin ortaya konulduğu, toplumda egemen olan Yahudi düşmanlığı duygularının açığa çıktığı, bu duyguların siyasi ranta tahvil edildiği, askeri kurumların militarizmi süreklileştirmek için basın ve kilise gibi kurumlarla işbirliği yapmaya yöneltildiği ve Fransız Cumhuriyeti’nin temel değerlerinin tartışıldığı bir süreç yaratmıştır. Bu haliyle Dreyfus davası, Fransa’nın siyasal ve toplumsal hafızasına kazınmış sembolik bir olaydır.


ANAYASA HUKUKÇUSU

27.04.2006

http://www.savaskarsitlari.org/


28 Ocak 2010

Tekel’de yanlışlar, yanlışın sahipleri


Tekel’de yanlışlar, yanlışın sahipleri

Abdullah Aysu-Çiftçi-Sen Genel Başkanı


Sigara devlerinin, 1974 yılına kadar resmi olarak giremediği dört ülke kalmıştır. Bunlardan biri Türkiye, diğerleri; İtalya, Fransa ve Avusturya’dır…

1974 yılına gelindiğinde Türkiye hariç diğer ülkelerin hepsine sigara devleri girer, sıra Türkiye’ye gelmiştir.

Sigara devleri Türkiye’ye girmek için de, 1970’li yıllarda “saldırıya” geçerler. Bu yıllarda ülkemiz kaçak sigara akınına uğrar/uğratılır. Sigara devlerinden birinin Bulgaristan’da sigara fabrikası kurmasıyla birlikte Batı Karadeniz sahilinden ülkemize sigara kaçak olarak girmeye başlar.

1979’da Demirel Hükümeti ülkeyi yönetmektedir. Demirel, sigara kaçakçılığının engellenememesini ve döviz kaybının önlenmesi gerekçesiyle hükümet programında özel teşebbüse sigara üretim ve dağıtımı için imkan verilmesine yer verir.

Önce şark tütünü ve üreticilerinin bitirilmesi için düğmeye basılır

Tütünümüzü ve tütüncümüzü bitiren politikalara karşı dosyalar hazırlayan, kamuoyuna bilgilendirmek için sayısız basın açıklaması yapan, tütün üreticileriyle birlikte Manisa/Kırkağaç’ta düzenlediği miting ile tepkisini ortaya koyan Tütün Üreticileri Sendikası’na (Tütün-SEN) rağmen süreç sigara devleri lehine işletildi. Tütün-SEN’in halkı bilgilendirmek için bastırıp dağıttığı “TEKEL’in Özelleştirilmesi Kimin Yararına” broşürünün yayınlandığı 2007 yılından bugünlere nasıl geldiğimize bir bakalım.

17 Şubat 1983’te sigara sektöründe ilk defa TEKEL haricinde “Bitlis Entegre Sanayi A.Ş- (BEST) ” adıyla ürettiklerini yurtdışına pazarlamak amacıyla bir sigara fabrikası kurulur. 1988 yılında % 25 ile bu fabrikaya TEKEL ortak edilir.

• 1984 yılında, Türkiye’ye yabancı sigara ithaline izin verilir.
• 1985 yılında, TEKEL’e Düzce, gönen ve Trakya’da yabancı tütün ürettirilmesine izin çıkar.
• 1986 yılında 1177 sayılı Tütün ve Tütün Tekeli Yasası değiştirilerek; tütünde devlet tekeli kaldırılır. Yerli ve Yabancı sermayenin TEKEL ile ortaklık kurarak tütün mamulleri üretmelerine imkân tanınır.
• 1988 yılında çıkarılan bir kararnameyle yabancı menşei tütünde ithal yasağı kaldırılır.
• 1988 yılı Aralık ayında TEKEL, sigara tiryakilerinin talebinin Amerikan harmanı (blended) sigaralara kaydığı gerekçesiyle Amerikan harmanı TEKEL 2000 sigarası piyasaya çıkarılır. Harmanın %85’i Virginia ve Burley, %15’i oriental tütünlerden oluşturulan bu sigaraların çıkışı, başarıymış gibi sunulur.
• Ağustos 1990 tarihinde, DPT’den izin alarak; Philip Morris- Sabancı Holding birlikte İzmir Torbalı’da sigara fabrikası kurmaya girişirler.
• 3 Mayıs 1991 tarihinde ise Resmi Gazete’de TEKEL’in katılımı olmaksızın tütün mamulleri üretimine izin verildiği kararı yayınlanır. Philsa sigara fabrikası, 1992 yılında Torbalı’da üretime başlıyordu artık….

Böylece, Amerikan harmanlı sigaraların Pazar payı hızla artarken; oriental tütün, Anadolu topraklarından kovuluyordu.

1993-1994 v3 1996 tarihlerinde Çiller Hükümeti tarafından alınan kararlar Türk tütününe kota (sınırlama), yabancı tütüne teşvik getirilmesine ilişkin olur. Çiller Hükümeti’nden sonra gelen REFAHYOL 1996’da 8939 sayılı kararı da aynı amaçla alır.

Tütün üreticilerinin defteri dürülmüştür: Hedef TEKEL’dir artık!

9 Aralık 1999 yılında IMF ile yapılan Stand-BY düzenlemesi kapsamı içinde, 22 Haziran 2000 tarihli ikinci ek niyet mektubunda;

• TEKEL’in reforma tabii tutulacağı,
• TEKEL’in destekleme alımından vazgeçeceği,
• TEKEL’in ticari varlıklarının satışına 2001 yılında başlanarak; 2002 yılında bitirileceği,
• 18 Aralık 2000 tarihli üçüncü ek niyet mektubuyla TEKEL’in tüm işletme birimlerinin Özelleştirme İdaresi Başkanı (ÖİB) devrine Özelleştirme Yüksek Kurulu (ÖYK) kararının 2001 yılı sonuna kadar, Tütün Kanunu’nun ise 2001 yılının Ocak ayına kadar çıkarılacağının sözü verilir.

30 Ocak 2001 tarihli dördüncü ek niyet mektubuyla önceki niyet mektuplarındaki sözler daha da güçlendiriliyor; yalnızca TEKEL’in işletme birimlerinin değil, kendisinsin ÖİB’ye devredileceği belirtiliyordu.

TEKEL’in özelleştirilmesini öngören ÖYK kararı 2 Şubat 2001 tarihinde imzalanır.

Bu karara göre TEKEL’in;
• Mülkiyetinin devri hariç olmak üzere özelleştirilmesi,
• Özelleştirme işleminin 3 yılda tamamlanması hedeflenmiştir.

Evet, IMF’nin isteği olan Tütün Yasası, 20 Haziran 2001’de mecliste kabul edildi. Cumhurbaşkanı Sezer yasayı veto etti. Hükümet IMF’nin 2002-2004 dönemi için düzenlenecek satand-by anlaşmasıyla vereceği 10 milyar dolarlık kredi için şart koştuğu 4733 sayılı “Tütün Yasası”nı 3 Ocak 2002 yılında meclisten eski haliyle geçirdi.

Tütün Yasası’nın çıkarılmadan öce tütünden geçimini sağlayan aile sayısı 583 bin 474’dir. Günümüzde bu sayı 90’a inecektir.

18 Ocak 2002 ‘de IMF’ye verdiği niyet mektubunda hükümet “Tütün Yasası’nı çıkararak ön koşulu yerine getirdiğini ilan ederken, bir yandan da TEKEL için de özelleştirme planı hazırlayarak; Eylül ayı sonunda Bakanlar Kurulu’ndan geçireceğini taahhüt ediyordu.

3 Haziran 2003 itibarıyla TEKEL İçki Sanayi A.Ş ve ona bağlı TEKEL İçki Pazarlama A.Ş ile TEKEL Sanayi Sigara A.Ş ve ona bağlı TEKEL Sigara Pazarlama A.Ş. nin ticaret sicillere tescilleri yapıldı.

Bu şekilde bağımsız şirket kimliği kazanan TEKEL’in sigara ve içki bölümü ayrı, ayrı özelleştirmenin yolu açılmıştır.

TEKEL’in içki bölümü “Nurol, Limak, TUTSAB” Konsorsiyumuna 2004 yılında 292 milyon dolara satılmıştır. Bu birleşme MEY İçki Sanayi ve Ticaret A.Ş adını almıştır. Konsorsiyum bunun için 2 yılı ödemesiz 7 yıl vadeli 230 milyon dolarlık kredi kullanmıştır. 2006 yılında MEY içki, önde gelen özel yatırım fonlarından (Private Eguity) Texsas Pacific Group’a (TPG) yüzde 90 payını 810 milyon dolara satmıştır.

TEKEL özelleştirme sürecine girdiği dönemde çalışan sayısı 45 bin idi. Yani TEKEL fabrikaları 45 bin aileye iş ve aş kapısıydı. Şimdi bir avuç olarak kalmış TEKEL işçisini başından savmak için AKP Hükümeti insan vicdanıyla bağdaşmayan bir tutumla serbest piyasa politikasına kurban ediyor.

Tütün Yasası’nı çıkaran 57. DSP-MHP-ANAP Hükümeti idi. Bu yasanın çımasında misafir başrol sanatçısı Kemal Derviş idi. DSP Hükümeti dağıldıktan sonra Kemal Derviş’i bünyesine alarak TEKEL “suçuna” CHP’de iştirak etmiştir.

Meydanlarda tütün ve şeker yasalarını düzelteceğim diye meydanlarda oy isteyerek gelen AKP ise 2008 yılında TEKEL’in sigara bölümünü de, 1 milyar 720 milyon dolara BAT ‘a satarak özelleştirmiş. Bugün BAT İzmir’deki işçilerine yaşamı kabusa dönüştürmüş. TEKEL’i özelleştiren AKP’ de TEKEL’in yerine kurduğu tta işçilerinin geleceğini karartmaya yönelik adımlar atmaktadır. tta işçileri de Ankara’da kar kış demeden ekmekleri ve işleri için direnmektedir.

Burada üç durum tespiti, daha doğrusu biri temel 3 yanlışı düzeltmekte yarar var.

Birincisi; TEKEL’in ve işçilerinin bu hale gelmesinde 1980’den bu yana hükümet veya hükümet ortağı olmuş tüm siyasi partilerin payı vardır. Bugün bu partilerin önemli bir bölümü halen meclistedir. Bu nedenle de TEKEL işçilerine bugün muhalefette olan partilerin ve milletvekillerinin de sahip çıkmalarını “timsahın gözyaşları” olarak görmek ve değerlendirmekte yarar var.

İkincisi; şu anda TEKEL işçileri olarak kamuoyunda söylenegelinen sıfatlama doğru değildir. Çünkü TEKEL’i 1979’dan bu yana meclise yolu düşmüş tüm partiler aşamalı bir biçimde ortadan kaldırmaya hizmet etmiştir. Sonunda TEKEL’i ortadan kaldırmayı başarmışlardır. TEKEL yoktur, Ankara’da direnen işçiler, tta işçileridir.

Düzeltilmesi ve doğru anlaşılması gereken bir üçüncü durum ve bir yanlış daha var. Bu yanlış da bana aittir.
O da şudur:

6 Ocak 2010 tarihinde Cumhuriyet Gazetesi’nde “Kamuoyuna Açık Çağrı” adıyla yayınlanan ilan metninin altına adımı koymuştum. Metnin içeriği, siyasal görme biçimindeki görüş ve düşüncelerime asla aykırı değildir. Bunun altına imzamın olmasını yanlış olarak görmüyor ve değerlendirmiyorum. Ancak ilanın altında imza koyanların bir bölümünün kamuoyunda TEKEL’in yok olma sürecinde etkisi ve onayı olan sınıf ve emek karşıtı siyasi parti yandaşları olarak bilinen kişilerdir. İsimleri incelemeden imzamın yer almasına onay vermem dolayısıyla bu kişilerle birlikte adımın çıkması benim kişisel yanlış olmuştur. Bu durum beni fena halde etik ve politik açılardan üzmüş ve öfkelendirmiştir. Bu hatamın yukarıdaki birinci yanlış olan temel yanlışın yanında esamesinin okunmaması gerekmekle beraber politik tarihime böyle bir not düşülmesine de itiraz etmek istedim.

Aksi halde bu görme biçiminden yoksun görme biçimlerinin kendisi etik ve politik sorgulamaya ihtiyaç duyar.

28,01,2010
http://www.karasaban.net/


EvcioğluHaber-28.01.2010