14 Mayıs 2010
NUH'UN GEMİSİ "DÜMENİ"
NUH'UN GEMİSİ "DÜMENİ" 28.04.2010 10:58 Foto Muhabiri kitabında Ara Güler (sf. 89–93) anlatıyor: Yeni İstanbul gazetesinin Yazı İşleri Müdürü telefonla ulaştığı Ara’ya, Nuh’un Gemisi’ni arayan bir Amerikalının İstanbul’a geldiğini, onunla birlikte Ağrı’ya gidip gidemeyeceğini sordu. Haber için dünyanın öbür ucuna gitmeye hazır olan Ara teklifi hemen kabul etti. Dünya üzerindeki yaygın inançlara göre Nuh’un Gemisi Türkiye'nin en yüksek noktası olan Ağrı Dağı’nda karaya oturmuştu. Hatta Osmanlı Padişahı 2. Mahmud döneminde bile Nuh’un Gemisi’nin bulunması için dağa bir tırmanış yapılmıştı. İşte bu yüzden de Türkiye her yıl Nuh’un Gemisi’ni arayan yabancı konukları ağırlıyordu. Nuhun Gemisi, üzerinde bulunduğu Türkiye’de pek önemsenmezken dışarıda büyük bir ilgi ve gelir kaynağıydı. “Şimdi bu işin dümeni şu: Hıristiyan cemaatleri var Amerika'da. Cins cins papazlar birtakım adamlar, bunun ticaretini yapıyorlar. Kilise kilise dolaşıp, Nuh'un Gemisi hakkında konferanslar veriyorlar. Amerika'da konferanslar paralıdır, bir konferansa giriş 10-15 dolar... Konferansçı anlatıp duruyor, İşte Ağrı Dağı, Nuh’un Gemisi mutlaka şurada, eğer para toplarsak, gideceğiz, Nuh’un Gemisi’ni bulacağız. İncil’de yazılanı doğrulayacağız... Amerika’da böyle şeylerin meraklısı çok, dindar insanlar bağıştan kaçınmıyorlar, para toplanınca kalkıp buraya geliyorlar, fotoğraf çekiyorlar, film çekiyorlar, sonra dönüp bunları konferanslarda gösteriyorlar, bu sefer olmadı, bulamadık, gelecek yıl bulacağız diyorlar, bu sürüp gidiyor...” Ara, gazeteci arkadaşları Lütfü Akdoğan ve Ümit Deniz’i aradı. Hep birlikte Nuh’un Gemisi’ni bulmak üzere Amerika’dan gelen misyoner John Libi’nin peşine takıldılar. “İlgilenir misiniz?' dedim, ilgilendiler, adamla birlikte ben, Ümit Deniz, Lütfü Akdoğan, Ağrı'ya gittik, mihmandarımız Şahap Atalay, o zaman üsteğmen... Çıktık gittik Doğubayazıt’a. O zaman otel motel yok, orduevinde kendimizi idare ettik. Dağa tırmandık, 4600 metrede kamp kurduk, sonra da zirveye çıktık. Orada İstiklal Marşı söyledik, bayrak çektik, plaketler bıraktık, indik.” Ara sipariş üzerine çıktığı zirve yolunda sipariş sahiplerinin isteği üzerine, elinde Yeni İstanbul yazılı plaketle poz poz fotoğraflarını çektirmeyi de ihmal etmedi. “Yaptığımız tahkikat sonunda, Amerikalının Boston'da bir asansörcü olduğunu öğrendik. İhtiyar bir adam sağdan soldan kiliselerden para toplamış gelmiş... Sonra bu John Libi, her yıl Türkiye'ye gelip gitmeye başladı, fotoğraf çekiyor, gidiyor Amerika'ya, yine para topluyor, ertesi yıl geliyor Ağrı'ya çıkıyor iniyor... Bunlar köy köy dolaşıp, konferanslar veriyor ve slayt gösteriyorlar. Bizim asansörcünün dümeni de bu. Çoktandır geldiği yok, galiba ölmüş.” Asansörcü John Libi, Ağrı Dağı’na yaptığı tırmanışla ilgili olarak Philadelphia Inquirer gazetesine “Nuh’un Gemisi’ni gördüm ama buz blokları nedeniyle yanına gidemedim” diye demeçler vermişti ama işin aslı hiç de öyle değildi: “Yok canım, ne gezer! Ama onun sayesinde ben de Nuh'un Gemisi'nin uzmanı oldum çıktım...” Ağrı Dağı’na olan bu ilgi sadece misyonerlerle sınırlı kalmıyordu. Amerika’nın tutucu siyasetçilerinin baskısıyla koskoca haber alma örgütü CIA işini gücünü bırakmış, tüm ajanları ve olanaklarıyla Türkiye’de Nuh’un Gemisi olup olmadığını araştırmak zorunda kalmıştı. Amerikalı dini bütün senatörler sürekli aradıkları CIA Başkanı’nı Sovyetler Birliği’ni izlemekle görevli U2 casus uçaklarının niçin Nuh’un Gemisi’nin fotoğraflarını çekmediği konusunda sıkıştırıyorlardı. Amerikan istihbaratı böyle bir fotoğraf çalışmasının asla sır olarak kalmayıp kiliselerde elden ele dolaşacağından emindi. Zaten İncirlik Üssü’nden kalkması konusunda zar zor ikna ettikleri casus uçaklarının, müttefiki Türkiye’nin üzerinde istihbarat topluyor görünmesini istemediklerinden, bu taleplere yıllarca “çevir kazı yanmasın” türünden oyalayıcı cevaplar vermişlerdi. CIA’in gizli kaydıyla Amerikan yönetimi ve senatörlere yolladığı yazılarda, U2 casus uçaklarının 1957 yılında bölgede yaptıkları uçuş sırasında çektikleri fotoğraflarda Nuh’un Gemisi’nin varlığını doğrulayan herhangi bir kanıt olmadığını bildirmesi muhataplarını tatmin etmiyordu. Onlar fotoğraf istiyorlardı. “Bir gün Hayat Dergisi'ne bir yüzbaşı geldi; Yüzbaşı Durupınar... Harita Genel Müdürlüğü’nden. Hava fotoğrafları üzerinden harita çizimi yaparlarken Ağrı Dağı civarında tıpkı bir gemiye benzer çukur görmüşler. Askeri harita uçakları özeldir, uçağın kendisi fotoğraf makinesi için yapılmıştır ve otomatik çeker. Yani görüp de çekme şekli yoktur bu harita uçaklarında. Sonradan harita odasında değerlendirirken farkediyorlar. Bize getirilen fotoğraf işte buydu, bir harita özelliğinde harita fotoğrafı. Ve karar vermişler, bunu en güzel Hayat mecmuası basar diye. ‘Türk Ordusu'nun Hayat Mecmuası’na hediyesidir, bunun Nuh'un Gemisi olduğunu zannediyoruz’ diye basılmak üzere verdiler.” 1959 yılında NATO harita çalışmaları sırasında çekilen fotoğraftan çok etkilenen Ara, dakikalarca elinden bırakamadı. Arkadaşlarıyla fotoğraftaki çukurun Tevrat'ta geçen "Kendine gofer ağacından bir gemi yap. İçini dışını ziftle, içeriye kamaralar yap. Gemiyi şöyle yapacaksın: Uzunluğu üç yüz, genişliği elli, yüksekliği otuz arşın olacak” ölçülerine uygun olduğunu hesapladılar. “Baktık, ölçüleri aynen tutuyor, ama Ağrı Dağı'nın üstünde değil, karşıdaki dağlarda... Tendürek dağlarının bir çukurunda. Şevket Rado ve Hikmet Feridun da heyecanlanmıştı. Ama tek harita fotoğrafıyla röportaj olmaz, yeniden ve daha yakından çekmek gerekiyordu; ‘Ben bu işi yaparım’ dedim” O kadar kusur kadı kızında da olurdu. Heyecandan yerinde duramayan Ara derhal Erzurum’a gitti ve elinde fotoğrafın kopyasıyla 3. Ordu Komutanı Orgeneral Ragıp Gümüşpala’nın huzuruna çıktı. “'Paşam' dedim, 'Bu çok müthiş bir şey. Bana bir tayyare ver, üstünde uçup bu fotoğrafı çekeyim, dünyaya yayalım. Ben buraya gidiyorum, sen de bana yardım et'.” Ara’nın önerisi Paşa’nın hoşuna gitmişti ama bir isteği vardı. “’Ben sana tayyare vereyim ama sen de benim burada yaptırttığım kışlaların resmini çek’ diyor. O zaman kışla yoktu, soğukta o acayip barakalarda kalıyorlardı. İlk defa binalar yaptırdı o binaların resmini çekmemi istedi.” Ara’nın “Emriniz olur” cevabı üzerine Orgeneral Gümüşpala, emir subayını çağırıp gerekli talimatı verdi. Yıldırım hızıyla binaların fotoğraflarını çeken Ara, Doğubayazıt’a geçip kendisi için tahsis edilen uçağı görünce biraz ürperdi. “Bunlar bez topçu tayyareleri, ileri karakol amaçlı. O zaman helikopter falan yoktu. Beni Nuh’un Gemisi’nin üzerinde döndüren çocuk Karadenizli. Dokuz defa dalış yaptık bir de fırtınalıydı hava midem bulandı. Aşağı indim bozuldum tabii, midem bulanıyor. Uçağın camı var, ben açıyorum daha net fotoğraf çekmek için ama bu sefer de içeriye rüzgar dolduğu için tayyare zor kullanılıyor.” Ara’nın fotoğrafladığı çukur, Ağrı Dağı'nın karşısında Tendürek dağlarının eteğinde, Aşağı Sürbahan ile Yukarı Sürbahan köyleri arasındaki Mahşer köyünün yakınındaydı. “Elimdeki fotoğrafa ve haritaya göre yerini bulduk, uçaktan bakınca, gerçekten sanki Nuh'un Gemisi'nin kalıbı çıkmış, öyle bir çukur. Sular çekilince Nuh'un Gemisi çamura oturmuş, sonra tahtadan gemi çürüyüp gitmiş, çukur öylece donup kalmış... Tıpkı öyle görünüyor.” Ara’nın çektiği fotoğrafları servise koymasının ardından kıyamet koptu. Aranılan fotoğraf bulunmuştu. “Fotoğrafları çektik, bütün dünya ayağa kalktı... Ben fotoğrafı çektim, gerisine bilim adamları karışır... Üstelik İncil’deki geminin ölçüleriyle, fotoğraftaki çukurun ölçüleri birebir tutuyor. Şunu rahatça söyleyebilirim: ‘Eğer bu iz Nuh’un Gemisi’nin izi ise dünyada ilk defa gören ve fotoğrafını çeken benim.” Yıllar sonra Galatasaray’daki stüdyosunda bir papaz konuğu vardı. “Hıristiyan papazı kapıdan girince haç çıkardı ve önümde hizmetkar bir eda ile duaya başladı. Bana bir evliyaymışım gibi bakıyordu. Tabii ben sıkıldım ama sonradan açıldı; ‘Nuh’un Gemisi’nin varoluşunu siz ispat ettiniz, bu dine yapılan en mühim hizmettir, insanlık namına size teşekkür ederim.’ Bir müddet sonra geri geri çıkarak odadan ayrıldı. Dedim ‘Bir bu eksikti.” Odatv.com |
29 Mart 2010
RABITA 30 yıl sonra Mardin’de ortaya çıktı
RABITA 30 yıl sonra Mardin’de ortaya çıktı
29.03.2010
Cihat fetvalarının yeniden yorumlandığı konferansı organize eden isim tanıdık çıktı.
80’li yıllarda Türk imamlara maaş ödeyen Suudi kökenli vakıf RABITA’nın geçmişteki bir numarası...
Müslümanları çatışmaya çağıran cihat fetvalarının yeniden yorumlandığı Mardin Konferansı’nın organizasyonunu, 80’li yıllarda Avrupa’da görevli Türk imamlara maaş ödemesi nedeniyle Türkiye’de büyük gürültü koparan Suudi kökenli ‘Rabıta Vakfı’nın geçmişteki bir numaralı yöneticisinin yürüttüğü ortaya çıktı.
Konferansın organizatörü olan Londra merkezli ‘Küresel Yenilenme ve Rehberlik Merkezi’ (GCRG) Yönetim Kurulu Başkanı Abdullah Bin Naseef, Rabıta’da da görev yapmaya devam ediyor. Avrupa’da görevli Türk imamlarını finanse ettiklerini açıklayan Naseef, “Hâlâ Rabıta’nın maaş verdiği Türkler var” dedi. Naseef’in kariyerinin en önemli duraklarından biri ‘Rabıta El Alam al İslami’ isimli en büyük İslami sivil toplum örgütü olmuş. Finansmanının büyük bölümünü Suudi Arabistan hükümetinin yaptığı Rabıta’nın bir numaralı koltuğu olan Genel Sekreterlik görevini 80’li yıllarda iki dönem (10 yıl) yürütmüş. Hâlâ da bazı komitelerinde görev alıyor. Türkiye-Rabıta ilişkilerinde kilit öneme sahip olan Naseef, organizasyonunda etkin rol aldığı Mardin Konferansı’na katılmak için hafta sonu Türkiye’deydi. AKŞAM’a verdiği röportajda Mardin Konferansı girişiminin yanı sıra, yaklaşık 25 yıldır içinde olduğu Rabıta örgütünün amacını ve Türkiye ile ilişkilerini şöyle anlattı:
NEDEN MARDİN?: İslam alimleri Mardin’i barış, hoşgörü ve birlikte yaşamanın sembolü görür. Birçok dinin doğduğu yer. Ancak buranın adıyla anılan bir fetvanın genç Müslümanlar üzerinde olağanüstü etkisi var. Şimdi biz, ilk doğduğu yerde bu fetvanın gerçek çerçevesini yeniden çizerek, doğrusunun bilinmesini istiyoruz.
FETVA NE DİYOR: İbn Teymiye’nin fetvası bazı ülkelerin barış ya da savaş ülkesi kategorisine sokamayacağını, buralarda yönetimlerin tavrına göre pozisyon belirlenmesi gerektiğini anlatır. İslami kuralların katı biçimde uygulanmadığı yönetimlere karşı mücadele edilmesinin yolunu açar.
TERÖRE NASIL ALET OLDU:Bunun yanlış yorumundan binlerce Müslüman genç etkileniyor. Müslüman olmayan ülkelerde yaşayan Müslümanları hedef alıyor, onları kafirlerle işbirliği yapmakla suçluyorlar. İslam ülkelerinin hükümetleri de ülkelerini dini kurallara uygun yönetmiyorsa o zaman onlarla da savaşılacak demektir. Bu fetvayı ilk kez Mısır’da Tekfir ve Cihat örgütü gündeme getirdi. Daha sonra Suudi Arabistan’da bazı hükümet binaları ve askeri karargahlar bombalandı. Şimdi de El Kaide fetvayı kullanıyor kullanıyor, cahil gençleri kandırmak için.
BİRLİKTE YAŞAMAYA ALIŞMALIYIZ: Toplantı bildirgesinde insanlara doğru yolu göstereceğiz ve o yoldan gitmelerini isteyeceğiz. Gençler de İslam’ı bilmeyen kişilerin fetvalarına kanmamalı. Şimdi Mardin’de aynı o dönemdeki gibi Müslümanlar da var gayrimüslimler de var. Bir çeşitlilik var. Herkese kafir diyemezsiniz. Birlikte yaşamaya alışmak lazım. Dinimiz doğru ve düzgün öğrenilmeli. Bu tür yanlış yorumlar nedeniyle İslam yanlış tanınıyor.
SOMALİ’DE KAFİR İLAN EDİLDİK: Bu tür girişimler radikal unsurlardan çok tepki topluyor. Üç hafta önce benzer bir toplantı Somali’de yaptık ve bir fetva verdik orayla ilgili. Bizi kafir ilan ettiler ve toplantıya katılan Somalililerin öldürülmesini istediler. Ama biz yolumuzda haklı olduğumuza inanıyoruz. İki ay sonra da Tayland’a gidip Budistlerle konuşacağız.
RABITA’YI 10 YIL YÖNETTİM: GCRG’nin yanı sıra birçok örgütün içindeyim. Rabıta’nın 10 yıl Genel Sekreterliği’ni yaptım. Bu kuruluşların ortak hedefi İslam toplumuna ve gençlere doğru yolun gösterilmesi. İslam ve Hıristiyan dünyasında da akıllı ve sağduyulu düşünen insanların bu yolda birlikte hareket etmesi için çalışıyoruz. Birlikte yaşama fikrini aşılama misyonumu yıllardır yürütüyorum.
SIRA AMERİKAN İMAMLARDA: Başında bulunduğum GCRG’de yeni projelerimiz arasında ABD’deki Müslüman cemaatin imamlarını eğitmek var. Onları İngiltere’ye getireceğiz. İslam’ın kavgayı, savaşı dışladığını anlatıyoruz. Bir süre önce Kanada ve ABD’den 80 imam getirdik. ‘Başkalarını lanetlememeliyiz’ diye ortak deklarasyona imza attılar. Bunlar çok önemli gelişmeler ve bu tür girişimlerimiz sürecek.
TÜRKİYE İÇİN DE ÇALIŞTIK
Türkiye’ye yıllardır gelir giderim. Özal döneminde İslam Konferansı Örgütü, Türkiye’nin çağrısı ile Bulgaristan’daki Türklerin durumuyla ilgili bir Görev Gücü oluşturdu. Başkanlığını Rabıta adına ben yaptım. Oradaki Türklerin ayrımcılığa uğradığını anlatan raporlar yazdık. Bulgarları zor durumda bıraktı. O dönem Rabıta, dünyanın her yerinde Bulgaristan Türklerine yardım çağrıları yaptı.
Hâlâ Rabıta’dan maaş alan Türkler bulunuyor
Çok kişiyi finanse ettik. Hala da Rabıta’dan maaş alan Türkler bulunmakta. Mütevelli heyetimizde de İstanbul’dan iki Türk var.
MÜSLÜMANLARIN İKİ ZAAFI: Dünyada, Müslümanların iki zaafı vardır. Zaman ve para idaresi. Nereye giderseniz gidin bu ikisini çözemezler. Özellikle de finansal sorunlarını. Biz Rabıta olarak bu konuda oldukça büyük deneyim kazandık.
KURAN GÖNDERDİK: Kuran’ın Türkçe’ye, Arnavutça. Makedonca gibi dillere çevrilerek Balkanlar ve Doğu Avrupa’ya gönderilmesi de tamamen Rabıta tarafından finanse edildi.
SİYASETE BULAŞMADIK: Türkiye ile ilişkilerimizde hiçbir zaman sıkıntı yaşamadık. Hep iyi karşılandık. Tüm Türk liderleri tanıyoruz. Özellikle de Özal’ı. Ama hepsine karşı nötr kaldık. Siyasete hiç bulaşmadık. Kim gelirse onunla işbirliği yaptık. Bu özelliğimiz sayesinde Rusya ve Çin gibi Komünist yönetimlerde bile faaliyet izni verildi bize.
TEPKİLERE KARŞI SABIR: Türkiye’de de başka yerlerde olduğu gibi muhalif kesimler, eleştiriler, yanlış yorumlar yapılmış olabilir. Hepimizin sabırlı olması lazım. Mardin’deki fetva konferansına tepkiler olmuyor mu? Oluyor. Ama tüm fikirlerin özgürce söylenebilmesi ve herkesin de kendisini başka fikirlere karşı hoşgörülü olacak biçimde eğitmesi lazım.
Toplantıda İsrail’e tepki
Mardİn’de El-Kaide tarzı örgütlerin eylemlerine meşruiyet kazandırmak için kullandığı ‘cihat fetvası’nın tartışıldığı “Barış Diyarı Mardin” konferasının dünkü bölümünde İsrail’e tepki vardı.
CİHADA DEVAM ETSİNLER: Irak’ın önemli din adamlarından Dr. Ali Karadağlı şöyle konuştu:İsrailin Kudus’ü başkent ilan etmesi çok üzücü. Müslümanların bu konuda cihatlarını sürdürmesi için ellerinden gelen her türlü fedakarlığı yapmaları konusunda görüş belirtiyorum” dedi
KUDÜS’Ü SAVUNACAĞIZ: Suudi Arabistanlı din adamı Nasrri El Suud ise Yahudilerin hırslarının hiç bitmeyeceğini belirterek, “Müslümanlardan Kudüs’ü savunmaları ve Yahudilerden arındırılması için çabada bulunmalarını istiyoruz” şeklinde konuştu. Mardin Artuklu Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Serdar Bedii Omay ise “Biz Müslümanlar olarak ilim ve irfan yolunda mücadelemizi hakiki bir şekilde yürütemezsek daha çok sıkıntılar çekeriz. Çok ibret almamız gereken bir hadisedir” dedi.
TÜRK İMAMLARI FİNANSE ETTİK
Naseef “Türkiye’deki bir başka faaliyet alanımız da imamların eğitimi ve Avrupa’ya gönderilmeleriydi. Yıllarca imam, hatip ve din öğretmenlerinin oralarda finanse edilmelerini sağladık” dedi.
MUMCU YAZMIŞ, KIYAMET KOPMUŞTU
DİYANET İşleri’ne bağlı olarak Avrupa’da görev yapan imamların maaşlarının Rabıta tarafından ödendiğinin gazeteci Uğur Mumcu tarafından ortaya çıkarılması, 80’li yıllarda büyük tartışmalara neden olmuştu.
PORTRE:
İslam alimlerinden İbn Teymiye’nin 700 yıl önce yazdığı Mardin Fetvası’nın günümüz koşulları altında yeniden yorumlanması için hafta sonu Mardin’de düzenlenen uluslararası konferansı Londra merkezli GCRG isimli sivil toplum örgütü organize etti. GCRG’nin Yönetim Kurulu Başkanlığını Suudi Arabistan kökenli Abdullah Naseef yönetiyor. 70 yaşındaki Naseef, GCRG’nin yanı sıra Dünya Müslümanlar Kongresi ve İslam dini ile ilgili birçok önemli kurum ve sivil toplum örgütünün kurucusu ya da yöneticisi olarak görev yapmış bir isim. (Akşam)