3 Ekim 2010
KESK-AR'DA EMEKÇİLER VE GERÇEKLER
KESK-AR'DA EMEKÇİLER VE GERÇEKLER
EvcioğluHaber- (KESK-AR) Kamu Emekçileri Konfedarasyonu Araştırma Merkezince Doç.DR. Mustafa DURMUŞ'a yaptırılan bir çalışmada, Emekçiler açısından ülkemizin karşı karşıya olduğu onlarca olumsuz gerçeklerin su yüzüne çıktığı gerçeği ile karşı karşıya olduğumuzu görmekteyiz..
KESK tarafından yaptırılan araştırmanın sonucu bir kitapcık halinde yayımlanmıştır.. Bu araştırmaya göre, bazı başlıkları aşağıda aktarılmaya çalışılan veriler bulacaksınız...
EvcioğluHaber
03.10.2010
Daha fazla kar için daha fazla üretim ve daha fazla büyüme sadece emeği değil, doğayı tahrip ediyor.
İktisadi büyüme kavramı, toplumdaki eşitsizlikleri açıklayamadığı gibi sıklıkla bu tür eşitsizlikleri gizlemek, perdelemek için kullanılmaktadır.
Birkaç banka ya da tekel kar ettiğinde ortalama, kişi başına düşen gelir de büyür, iktisadi büyüme sağlanır.
Bu halkın da gelirinin ve refahının arttığı anlamına gelmez.
*********
Goulet: "Kalkınmanın üç olmazsa olmazı: Zorunlu ihtiyaçların karşılanması, özgüven-bağımsızlık ve özgürlük. " diyor
-Yurttaşlarının konut-barınma, gıda, eğitim, sağlık gibi zorunlu ihtiyaçlarını bedelsiz olarak karşılayamayan;
-Emperyalistlerce kaynakları sömürülen ve diğer ülkelerle ilişkilerini eşit bir zeminde sürdüremeyen;
-Halklarının, insanlarının kendi geleceklerini özgürce belirleyebilme hak ve özgürlüklerine sahip olmadığı bir ülke, toplum, ekonomi gerçek anlamda kalkınmış sayılamaz"
***********
-TÜİK gelir dağılımı araştırmaları sosyal sınıfların milli gelirden aldığı payları göstermiyor.
-Gelirin yanı sıra asıl olarak Türkiye’de servet eşitsiz dağılmakta, bu da refahın adaletsiz dağılmasına neden olmaktadır.
-Kriz hem dünyada hem de Türkiye’de servet zenginlerinin sayısını artırdı.
-Buna karşılık halk daha da yoksullaştı.
**********
-İktisadi büyüme tek başına ne toplumsal refahın, ne yaşam standardının ölçüsü olabilir, ne de emekçilerin refah düzeylerinin yükselmesini sağlayabilir.
-Azgelişmiş ülkeler için iktisadi büyümeden ziyade kalkınma –sanayileşme olgusu önemlidir.
-Çünkü bu ülkeler kalkınamamakta ya da sanayileşememektedir.
***********
-Daha fazla kar için daha fazla üretim ve daha fazla büyüme sadece emeği değil, doğayı tahrip ediyor.
-İktisadi büyüme kavramı, toplumdaki eşitsizlikleri açıklayamadığı gibi sıklıkla bu tür eşitsizlikleri gizlemek, perdelemek için kullanılmaktadır.
-Birkaç banka ya da tekel kar ettiğinde ortalama, kişi başına düşen gelir de büyür, iktisadi büyüme sağlanır.
-Bu halkın da gelirinin ve refahının arttığı anlamına gelmez.
***********
-TÜİK gelir dağılımı araştırmaları sosyal sınıfların milli gelirden aldığı payları göstermiyor.
-Gelirin yanı sıra asıl olarak Türkiye’de servet eşitsiz dağılmakta, bu da refahın adaletsiz dağılmasına neden olmaktadır.
-Kriz hem dünyada hem de Türkiye’de servet zenginlerinin sayısını artırdı.
-Buna karşılık halk daha da yoksullaştı.
*******
-Kamuya yeni borç vermenin karşılığında finans kapital ağır kemer sıkma politikaları dayatıyor.
-Krizdeki AB’nin geleceği tartışılıyor.
-Kriz uzun süreli olacak; bazen büyüme, istihdam artışları görülürken, bazen de daralmalar, hatta yeni dipler ortaya çıkabilir.
-Kapitalist krizin yeni aşamasında, özel sektöre ait risk ve borçlar kamu borcuna dönüştürülerek toplumsallaştırıldı.
********
-Avrupa’da uygulanan kemer sıkma politikaları seçim sonrasında Türkiye’de görülecek (mali kural).
-Krizin bu yeni aşamasını Türkiye’nin emek örgütleri çok iyi analiz etmeli.
-Kamu emekçileri, işçi sınıfı örgütleri ile birlikte, küçük üreticileri, küçük esnafı, güvencesiz çalışanlar ve işsizleri de yanlarına alabilecek bir birlik ve mücadele stratejisi geliştirmek zorunda.
-Bu durum aynı zamanda emek örgütlerinin örgütlü güçlerini artırabilmeleri için bir fırsattır.
************
KESK-AR tarafından yapılan araştırmanın tamamına ulaşmak için;
http://www.kesk.org.tr/ sitesinden ulaşabilirsiniz..
1 Temmuz 2010
AVRUPA SOSYAL FORUMU 2010 BAŞLIYOR!
AVRUPA SOSYAL FORUMU 2010 BAŞLIYOR!
İstanbul Teknik Üniversitesi'nin Maçka ve Gümüşsuyu kampüslerinde 1-3 Temmuz tarihleri arasında düzenlenecek, Avrupa Sosyal Forumu, 30 Haziran'da Taksim Gezi Parkı'nda Ahmet Türk'ün de konuşmacı olduğu açılışla başlayacak. Forumda ağırlıklı olarak Kürt sorunu, Filistin, kriz ve çevre konuları tartışılacak. Neo-liberalizme, krizlere, ırkçılığa, milliyetçiliğe karşı sosyal hareketler, sendikalar, sivil toplum kuruluşları tarafından "Başka bir dünya mümkün" sloganıyla örgütlenen Avrupa Sosyal Forumları'nın ilki, 2002'de Floransa'da yapılmıştı. Daha sonra Paris, Londra, Atina ve Malmö'de yapılan ASF, 2010'da İstanbul'da düzenleniyor. 250'den fazla toplantının yapılacağı Avrupa Sosyal Forumu ile emekten, demokrasiden ve barıştan yana olan Avrupa'daki tüm muhalefet güçlerinin kaynaşmasını ve birlikte mücadele imkanlarını geliştirmesi hedefleniyor. ASF programı içinde göz çarpan toplantılar şunlar, hepsi de İTÜ Maçka Kampüsü'nde gerçekleşiyor: 1 Temmuz, Perşembe 09.30-12.30 -Nato'ya Hayır, AB'nin militarizasyonuna ve nükleerleştirilmesine hayır, Barışçıl bir Avrupa inşa et! Organizasyonlar: Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu, Campaign for Nuclear Disarmament (CND), International Association of Lawyers Against Nuclear Arms (IALANA), Institut de Documentation et de Recherche sur la Paix (IDRP), Le Mouvement de la Paix, France-War Resisters International. Konuşmacılar: Kerem Kabadayı (Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu), Reiner Braun (Programme Director of INES), Arielle Denis (Le Mouvement de la Paix), ,Andreas Speck (WRI) -Küresel kriz ile karşı karşıya kalan ASF'nin ve Avrupalı Sosyal Hareketlerin geleceği ne olacak? Organizasyonlar: Karakedi Kültür Merkezi , Italian Coordination for ESF and WSF, Italy, Campaign for the Welfare State, Norway, FSU, European Attac Network, Austrian Social Forum, CADTM, FGTB, Mezopotamya Sosyal Forumu, Transform Europe 14.00-17.00 -Askeri Üslere Karşı Mücadele Organizasyonlar: Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu, No bases network, War Resisters International. Konuşmacılar: Nilüfer Uğur Dalay (Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu), Hans Lammerant (Vredesactie), Andreas Speck 17.30-20.30 -Mücadeleler, Stratejiler, Alternatifler - özel şirketleri su hizmetlerinden uzak tutmanın yolu nedir? Organizasyonlar: Başka Bir Su Yönetimi Mümkün, Rosa-Luxemburg-Foundation, Initiative to Keep Hasankeyf Alive -Ergenekon dosyası 09.30-12.30 -Barajların politikası Organizasyonlar: Başka Bir Su Yönetimi Mümkün, Rosa Luxemburg Stiftung, Social Change Association, Küresel Eylem Grubu Konuşmacılar: Sebahat Tuncel (BDP İstanbul Milletvekili), İlker Karayılan (Küresel Eylem Grubu), Ercan Ayboğa (Rosa Luxemburg Stiftung), Nick Hildyard. 14.00-17.00 -Su hakkı Organizasyonlar: Başka Bir Su Yönetimi Mümkün, Rosa Luxemburg Stiftung, Social Change Association. Konuşmacılar: Gerard Halie (Le Mouvement de la Paix), Tayfun Mater (Küresel BAK), Reiner Braun (Programme Director of INES),Jeremy Corbin (CND, Great Kingdom) 17.30-20.30 -Afganistan'daki savaşı durdurmak için harekete geç! Organizasyonlar: Campaign for Nuclear Disarmament (CND), Küresel BAK, International Association of Lawyers Against Nuclear Arms (IALANA), Institut de Documentation et de Recherche sur la Paix (IDRP), Le Mouvement de la Paix, War Resisters' International. Konuşmacılar: Gerard Halie (Le Mouvement de la Paix), Tayfun Mater (Küresel BAK), Reiner Braun (Programme Director of INES),Jeremy Corbin (CND, Great Kingdom) -Dünyada Forum: DSF ve ASF'nin özellikleri ve örgütlenme biçimleri Organizasyonlar: Italian coordination for ESF and WSF, Italy, Campaign for the Welfare State, FSU, France Attac, Austrian Social Forum, Union Syndicale Solidairès, Küresel BAK, Mezopotamya Sosyal Forumu, FSU. 3 Temmuz Cumartesi 09.30-12.30 -Savaş Karşıtı Hareket Organizasyon: Küresel BAK Konuşmacılar: Şenol Karakaş (Küresel BAK), Jeremy Corbin(Labour Party Milletvekili), Ufuk Uras (BDP İstanbul Milletvekili) -Kürt Sorunu Hakkında Demokratik Çözüm Önerileri Organizasyon: Mezopotamya Sosyal Forumu Konuşmacılar: Gülten Kışnak (BDP), Oral Çalışlar, Roni Margulies (DSİP) http://www.marksist.org/ |
24 Haziran 2010
26 yılda 42 bin insan öldü
Genelkurmay Başkanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre, PKK’nın ilk silahlı saldırısını düzenlediği 1984’ten Mart 2009’a kadar asker, polis ve geçici köy korucularından oluşan toplam 6 bin 520 kamu görevlisi şehit oldu. Milliyet'ten Nedim Şener'in haberine göre, Mart 2009’dan bu yana da 134 kişi daha şehit verildi. Böylece 1984 ile 22 Haziran 2010 günü Halkalı’da gerçekleştirilen bombalı saldırı dahil tüm şehitlerin sayısı 6 bin 654 oldu.
26 yılda 42 bin insan öldü
T24 - Türkiye, PKK’nın ilk eyleme başladığı 1984’ten 22 Haziran 2010’daki Halkalı saldırısına kadar 6 bin 653 şehit verdi. ‘Demokratik açılım’ın başlangıcı olan Mart 2009’dan bu yana ise 134...
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Mart 2009’da İran’a giderken “Kürt sorununda güzel şeyler olacak” diyerek ilk sinyalini verdiği “demokratik açılım”ın başlangıcından bu yana terörle mücadelede verilen şehit sayısı 134’e ulaşırken, Türkiye bölücü teröre 26 yıl içinde toplam 6 bin 653 şehit verdi. Bu dönem içinde 5 bin 687 vatandaş da hayatını kaybetti.
24.06.2010
********************************
41.828 cana mal oldu
PKK’nın ilk eylemine başladığı 1984 ile Mart 2009 arasında toplam 29 bin 639 terörist ölü, 4 bin 937 terörist de yaralı ele geçirildi.
PKK terörü, şehit, hayatını kaybeden vatandaş ve ölü ele geçirilen terörist olarak toplam 41 bin 828 insanın hayatına mal oldu. 26 yıl boyunca toplam 21 bin 615 kişi de yaralandı. Böylece PKK ile mücadele sırasında 63 bin 443 kişi ölü veya yaralı olarak doğrudan zarar gördü.
2009 yılı Mart ayınden beri gerçekleştirilen saldırılarda verilen şehitler ve ölü ele geçirilen teröristler de dahil edildiğinde bu rakam 63 bin 500’ü geçmiş durumda. PKK terörü binlerce ailenin acılar içinde yaşamasına sebep olurken, bazı analistlere göre ekonomik maliyeti 300 milyar dolar olarak tahmin ediliyor.
94 krizinde şehit sayısı yüksek, 2001 krizinde düşük
Kürt açılımı politikası nedeniyle saldırılarına ara veren terör örgütü PKK’nın eylemlerine hız vermesi ve son iki ayda 50’nin üzerinde şehit verilmesi üzerine Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, “Türkiye’de ne zaman iyi birşeyler oluyor, ekonomik atılımlar yapılıyor, Türkiye ne zaman bölgesinde güçleniyor o zaman teaşeron örgüt devreye sokuluyor.” yorumunu yaptı. Terör eylemleri istatistikleriyle Türkiye ekonomisinin büyüme rakamları karşılaştırıldığında, Başbakanı doğrulayan bir sonuç ortaya çıkmıyor. Türkiye, terör eylemlerinin en fazla olduğu ve en çok şehit verildiği 1990’lı yıllarda ekonomi krize girmişti. Ekonominin en istikrarsız olduğu ve kriz yaşandığı 1994 yılında terör şehitlerinin sayısı 1145 olmuştu.
Yine kriz yılı 2001’de şehit sayısı 20’ye kadar düşmüştü. Buna karşılık ekonominin yüzde 8.4 büyüme gösterdiği 2004 yılında şehit sayısı 105 olarak gerçekleşti. Terör uzmanı Ercan Çitlioğlu, terörün kendi mantığı ve stratejisi olduğunu, her zaman ekonomik gelişmelerle bağlantılı olmadığını söyledi.
19 Mayıs 2010
Aralarında kocaman bir (uçurum) fark var
3 Şubat 2010
Çömelmek Sağlıktır...
ÇÖMELMEK SAĞLIKTIRSunday, January 24, 2010
02 Şubat 2010
Konunun sağlık yönü oldukça önemli... İnsanlığın çömelmeyi unutmaması lazım.
Çömelmek, medeniyet artışı ile ters yönde, gerileyen ve unutulan bir duruş.
Spor hayatımla beraber, insanların çömelme konusundaki yeteneklerinde olan kaybı ve bunun sonucu olduğuna inandığım sağlık sorunlarının artışını izlerken, bir yandan da araştırmaya başladım. Sonuç, çömelmeyi unuttukça artan sağlık sorunlarının bilimsel açıklamalarına dair pek çok araştırma oldu.
Bu konuda ne zaman derslerimde veya ders dışı zamanlarda konuşmaya kalksam, ilkel buldukları bu yöntem hakkında çoğunun konuşmak istememesi veya konuya müstehzi yaklaşması beni şaşırttı, konuyla ilgilenip hak verenlerin olduğunu da söylemeliyim tabii.
Özellikle üç tanesi fazlasıyla öne çıkıyordu beni araştırmaya zorlayan konular arasında, bunlar;
1- Doğum yapamayan kadınlar
2- Kolon kanserindeki artış
3- Omurga problemleri
Ama araştırdıkça konunun sadece bu 3 başlıktan çok daha öte olduğuna dair sonuçlara ulaştım. Bunları mutlaka paylaşmam gerektiğine karar verdim.
Artık sadece konuşarak değil, websitede DOĞAL YAŞAM bölümünde bu konuya özel bir bölüm açarak çalışmalar hakkında bilgilerimi sizlerle paylaşmaya karar verdim.
Hep ergonomi ve endüstri tasarımı yapan arkadaşlarımdan yıllardır istediğim, çömelmeyi sağlayan ve hijyen şartlarına sahip tuvalet tasarımları yapmaları idi. Bu önerime şaşıranlar kadar, tepkiyle karşılık verip ilkel bulanlar da oldu.
Sadece gidin ve çocuklarınızdan çömelmelerini isteyin, 40 yaş ve üstü olanlarımız çocukken çömelebilirdi ve bir kısmımız eğer spor ile ilgileniyorsak hala çömelebiliyoruzdur ama bir çoğumuz spor yapsa dahi çömelme yeteneğini kaybetmiş durumdadır.
Çocukların çömelemediğini gördüğünüzde yeni nesillerdeki kabızlık, diz ve eklem sorunları hakkında da biraz düşünün. Düşünürken içinizdeki bir ses, muhtemelen "zaten doktorlar dizlerimiz ağrırken çömelme, merdiven çıkma ve inme gibi hareketleri yapmayın dediler" diye fısıldayarak size hatırlatma yapacaktır...
Ama ben buna kesinlikle katılmadığımı belirtmek zorundayım.
Çünkü beden bir fabrikadır ve beyin tüm beden için gerekli her türlü üretime karar veren mekanizmadır, dizler 90 dereceden fazla bükülmdiği sürece de beyin dizlerin 90 dereceden fazla bükülmediğini görerek gereksiz eklem sıvısı üretimini yaptırmayacaktır. Bir fabrikada kullanmadığınız departmanların ışığını açık bırakır mısınız?
Tuvalet yani dışkılama ihtiyacı için en doğru pozisyon çömelme pozisyonudur.
Bu şekilde ancak bağırsakların içindeki dışkının tamamını daha çabuk ve içerde gayta bırakmaksızın atmak mümkün olabilir.
Oturma pozisyonunda yapılan dışkılama ise asla kolondaki tüm dışkıyı atmayı sağlayamaz, gereken süzme ve elemeyi yapamaz.
Pek çok kişi bunun hiç farkında bile değildir ve öğrenmesi de kolay kolay mümkün görünmemektedir medeni olduğunu düşündüğümüz yaşam alışkanlıklarının devamı içindeyken.
A Guide to Better Bowel Care: A Complete Program for Tissue Cleansing Through Bowel Management adlı kitabında Chiropracter Dr ve Beslenme Uzmanı olan Dr. Bernard Jensen, oturarak tuvalet alışkanlıklarının sağlık üzerinde nasıl büyük bir tehdit olduğunu anlatmaktadır. Ve oturarak tuvalet alışkanlığını ise "ergonomik kabus" olarak nitelemektedir.
Sindirimde mideden çıkan karışmış ve sindirime hazır gıdalar ince bağırsağa geçer ve orada besinler emilir, atıklar ise kalın bağırsaklara ya da kolona geçer ki atıkların kolona geldiği zamanki hali likitdir.
Kolon içinde ilerken içindeki sıvı da emilerek rektuma gelen atıklar iyice katı hale gelir..
Artık dışkının sadece konsantre halidir bu. Ve anüsten de dışarı atılır.
Toksik birikimi önlemek ve iç yapıda zehir oluşturmamak için dışkı atıkların tam olarak vücuttan tahliyesi gerekir. Bu ise sadece çömelmek ile mümkündür.
Çömelme sırasında bacakların üst ön kısımları karın üzerinde basınç yaparak kalın bağırsaklarda dışkının ilerlemesi ve kolay tahliyesi için gereken yardımı sağlar.
Cecum, Ascending Colon, Transverse Colon, Descending Colon, Sigmoid Colon , Rektum ve Anüs, ince bağırsağa İleocecal Valve ile bağlanır.
İleocecal Valve, tek yönlü bir kapak gibidir. İnce bağırsaktan kalınbağırsağa geçişe izin verir ama tersine izin vermez.
Çömelmiş pozisyondayken, sağ uyluk, karnın sağ tarafında CECUM a basınç yaparak atıkların yukarı doğu kalınbağırsak da ilerlemesine yardım eder.
Bu da apandist ve ileocecal valve ın temiz kalmasını sağlar.
Sigmoid Colona gelen katı atıkların, rektuma geçip anüsten atılabilmesi için, Sigmoid Colondaki keskin dönüşü aşabilmesi lazımdır ki tortu bırakmadan ilerleyebilsin, çömelme pozisyonunda sol uyluk sol karına basınç yaparak Sigmoid Colonu da yukarı iter ve bu akışı sağlar.
Nasıl ki kalın bağırsaklara girişte bir kapak varsa, çıkışta dair kapak vardır. Puborectalis Muscle ....
Bu kapak ancak çömelme pozisyonunda gevşer ve rektumun ağzını serbest bırakır.
Oturma pozisyonunda ise kazara dışkılamayı önlemek için rektumun çıkışını bir lastik gibi tutar.
Oturma pozisyonunda dışkılama yapmak için o kapağı aşabilmek ve bunun için de ıkınmak gerekir.
Zaten burada doğumdaki istenmeyen ıkınma şekli de konumuza dahil oluyor ki bunu sonra ayrıca inceleyeceğim.
Valsalva manevrası dediğimiz, iç karın basıncını , içerde hava tutarak itme şeklinde arttıran ve hemoroidden, kılcal damarlarda çatlaklara ve yırtıklara kadar varabilen sorunlara neden olan ıkınma şekli ile bağırsaklardaki katı dışkının atılımına çabalar insan.
Kolon yapısı ve çömelmenin birlikteliği aslında doğal bir mucizedir ve bunu artık fark etmemiz gerekiyor.
Bunun medeniyetle ilgisi varsa ve medeniyet sağlıklı yaşamımız için kolaylıklar sağlıyor ise medeniyet çömelmeyi unutturmamak zorundadır.
Sonuçta, çömelme olmadan, iki uyluğun karına basıncı sağlanamaz, çömelmeden sağ uyluk sağ karına basınç yapamaz ve ince bağırsaktan kalın bağırsağa dışkılar sağlıklı şekilde ilerleyemez, çömelme olmadan sol uyluk sol karına basınç yapamaz ve sigmoid colon yukarı itilerek dışkılar rectuma tam olarak ilerleyemez, çömelmeden olmadan anüsden çıkışı sağlayan kapak görevindeki kas açılamaz.
Uzun boylu bir yetişkin, oturarak tuvalet yapmayı sağlayan bir aparatı kullandığında boyundan dolayı dizleri kasıklarından yukarıda kalacağından bir noktaya kadar bağırsaklarını boşaltabilmesi daha mümkünken bu çocuklar için mümkün olmadığından tehlike çocuklarımız için daha büyüktür.
Bağırsaklar tam boşaltılamadan kalan her atığın içindeki sıvı bağırsaklarda emildikçe taşlaşan atıklar zehir üretmeye devam ederek bağırsakların özellikle dönemediği ve ilerleyemediği kıvrımlarında birikerek kalıplaşmaya başlar.
Zaman içinde bağırsak yüzeyindeki dokuları kapatıp görevlerine engel oldukça kısır döngü artarak devam eder ve sonuç pek çok hastalıklar, operasyonlar, belki de kansere kadar ilerleyebilir.
Basit bir kabızlık olarak ele alınmaması gereken şikayetler çocuk yaştan başlayarak ilaçlarla veya dışkıyı sıvılaştırmayı sağlayan yöntemlerle çözülmeye çalışılsa da pozisyon değişmedikçe hiçbir zaman tam atım sağlanamayacak ve birikimler tekrar kalanların üzerinde oluşmaya başlayacaktır.
Jonathan İsbit tarafından yazılan Nature Knows Best adlı kitap 8 yıllık araştırmaların sonucunda oturarak tuvalet ihtiyacını gidermeye çalışmanın insan sağlığında yarattığı tehlikeleri anlatmaktadır.
Oturarak tuvalet alışkanlığı ile apandist, mesane sorunları ve idrar kaçırma, kolon kanseri, bağırsak hastalıkları ve fıtıkları, doğum ve doğum ile ilgili sorunlar, kabızlık, ince bağırsak sorunları, hemoroid, banyoda ani kalp krizleri, jinekolojik muayeneler, prostat hastalıkları, cinsel işlev bozuklukları, omurga sorunları vb. problemlerin yakından ilgili olduğuna dair açıklamalar ve araştırmalar bu kitapta yer almıştır.
Tarihsel gelişimde insanoğlunun doğal yapısı çömelmeyi gerektirdiği için, bugün her kültürde de bebeklerin e rahat olduğu pozisyonlardan biri de çömelmektir.
Ama zaman içinde öğrenilmişlikler ile bu güdü terk edilir.
1800 lerde kapalı sıhhi tesisatların yapımının başlamasıyla , krallara ve kraliçelere ayrı bir lüks de getirmek için oturmalı aparatlar yapılmaya başlandı.Ve bu sistem sanki batı medeniyetinin ileri ve medeniyetinin sembolü oldu.
2002 Nisanında İranlı bir radyolog, Dr Saeed Rad, vajinada rectum duvarında oluşan bir çıkıntı olan "rectocele" diye adlandırılan bir çeşit fıtık hakkında çalışmalar yaparak çömelme pozisyonunda araştırmalar yaptı ve yayınladı.
Yaşı 11-75 arasında değişen 21 erkek ve 9 kadın ile yaptığı araştırmada baryumlu lavman ile oturur ve çömelir durumda iken rectum ve puborectalis durumuna ve açılara baktı. Dışkı kaçırma ile ilgili olarak sorunlara dair ilginç görüntüler elde etti.
Artık bu konuda daha ciddi bilinçlendirme çalışmalarının yapılması gerektiğine inancım daha da artıyor.
Doğum için de çömelmenin önemi çok büyük ama çömelmeyi unutmuş olan anatomik yapı içinde doğal olan doğumu başarabilmek de zorlaşmaya başlıyor.
Oysa bizim amacımız doğal doğum için doğruları öğretmek. Doğal doğum konusunda hormonlardan, nefeslere ve doğumun gerçeklerine kadar her şeyi öğrenip, çömelme ve gerekli pozisyonları kullanamamak nedeniyle açılma ve bebeğin ilerlemesi için yardımcı olamamak hiç de hoş bir durum olmaz.
Derslerimde egzersiz kısmında güvenli çömelme hareketleri ve pelvis açıcı hareketlere öncelik veriyorum ama çömelmeyi hiç beceremeyecek kadar bacakları güçsüz ve dizleri yetersiz o kadar çok insan var ki...
Sabırlı ve inançlı bir çalışma ile bu sorunu aşabilmeleri için evde de sık sık çömelmeleri gerekiyor.
Çömelmek Sağlıktır...
Jale Dural
////////////////////////////////////
Kaynak: Ruhi Mehmet Çilek (rmcilek2001@gmail.com)
21 Eylül 2008
BES. MERKEZ TEMSİLCİLER KURULU'NA SUNUM.
BÜRO EMEKÇİLERİ SENDİKASI 4.DÖNEM 1. MERKEZ TEMSİLCİLER KURULU TOPLANTISINA
Merhaba,
Değerli MTK üyeleri, saygı değer mücadele arkadaşlarım.
Sendikamızın, örgütlü mücadele sürecine önemli katkıda bulunacağına ve örgütlenme sorunumuzun önündeki engelleri yeniden değerlendirilip; yöntem ve araçlarının gözden geçirileceği ve doğru çözümler üretileceğine inandığım bu kurlun başarılı geçmesini diliyor ve hepinizi saygı ile selamlıyorum.
Arkadaşlar!
İçinde yaşadığımız şu günler dünya ekonomisindeki yaşanan kriz, batan bankalar, dünya ölçekli sigorta şirketleri ve ülkemizde de uygulamaya konulan morgeç (konut kredisi) sistemi ABD.de bir bir çökmeye başladı.
Bu yaşanan kriz kapitalist sistemin artık böyle gitmeyeceğinin bir göstergesidir. Dünya Emekçi halkları açısından yaşamın daha da çekilmez hale geleceği ve bedelinide ağır bir şekilde emekçilere ödettirileceği açıktır.
Genelde dünya emekçilerinin ama özelde Türkiye emekçilerinin bu kaos ortamından en az zararla çıkabilmek için, örgütlü bir biçimde karşı tutum alabileceği ve kendine bir çıkış yolu yaratacağıdır. Aslında kapitalist sistemin bugünkü krizi sol ve sosyalistler için çok önemli fırsatlarıda beraberinde getirmektedir. Önemli olan bu fırsatları doğru okuyup, yerinde ve zamanında teşhis ve çözümünü geliştirmeyi becerebilecekmiyiz..
Kaynakların ele geçirilmesi için yaşanan bu emperyalist savaş ve şiddet ortamı Ortadoğu ve Kafkaslara yayılmakta, gittikçe özellikle ülkemizin etrafını sarmaktadır. Yaratılan bu kaos ortamı özelde ülkemiz, genelde ise dünyanın birçok bölgesinde emekçi halklar açısından çok zorlu koşulların dayatıldığı gelişmeler yaşanmaktadır. Bu gelişmeler, Emekçi halkların kazanımlarının ortadan kaldırılması noktasında ve üretimden alacağı paylarının daha da azalacağı, gıda fiyatlarındaki artışla birlikte temel biyolojik ihtiyaçlarımızı dahi karşılayamaz hale gelecek olup; savaş, Ortadoğu ve Kafkaslarda yeraltı ve yerüstü enerji kaynaklarının kimler tarafından kontrol edilmesine yönelik olmakla birlikte, emekçi halkların ürettiği artı değerlerin paylaşılım savaşıdır.
Dünya üzerinde yürütülmekte olan emperyalist paylaşımcı savaştan ve yaşanan ekonomik kaostan en çok zarar görecek olan yine emekçiler, bölge halkları, başta kadınlar, çocuklar olacaktır. Yaratılan kaos ortamından nemalanan ırkçılık/milliyetçilik, gericilik yükselen değer olmaya devam ediyor. Peki; başta emek örgütleri olmak üzere sol ve sosyalistlere tamda bu noktada büyük iş düşmektedir. Dünyanın bir çok ülkesinde, ırkçılık hortlatılmakta ve o milliyetçi anlayışlar karşısında kim varsa bütün muhalif kesimler yok sayılmakta, cezaevlerinde ve sokakta terörist ilan edilerek linç edilmektedir. Yani ya hakim sınıfların tarif ettiği şekilde, yaşamayı kabul edeceksin veya ölüm senin için bir elzemdir. Yaşamaksa senin isteğin gibi savaşsız ve sömürüsüz bir hayat yoktur, denilmektedir.
Yok öyle bir şey; elbette var diyorsanız, böyle bir dünya? Ki: var. Başka bir dünya mümkün... Öyle ise; Sorumluluk sahibi olmak hem de o sorumluluğun gereğini yerine getirmekle mümkündür.
Değerli arkadaşlar !
Örgütlü bir mücadeleden bahsedecek olursak, ilk önce o mücadelenin amacını doğru tesbit edeceğiz. Ayaklarının nerelere bastığını ve beslenme kanallarını doğru tarif etmekten geçmektedir.
Yaşadığımız ülke Anayasa’sının, demokratik özgürlükçü bir anayasa olması gerektiği ve bu konuda, yaşadığımız gündelik hayatımızın demokratik, hak ve özgürlüklerimizin sınırsızca kullandırılmasını istiyor ve bu alanı da genişletmeye çalışıyorsak; ilk önce kendi örgütümüz içinde, demokrasiyi en geniş şekli ile içselleştirerek yaşama geçirilmesi yönünde, kendi demokrasimizi kendimiz, yaşamsal anlamda hayata geçirmeliyiz. Farklı seslere ve yeni önerilere açık, muhalif sözlere de tahammül göstermeliyiz.
Bütün doğruları biz biliriz .! Başka söze ne gerek var demeden...!
Neden?
Çünkü; Bu yapıların taze kana ihtiyacı vardır. Asıl olan, Alttan yeni kuşakların bu yapılara katılımının sağlanması bu nedenle zorunludur. Örgütümüzün buna ihtiyacı vardır. Yenilenmeyen yapı, yaşamın her alanında dayatılan zorlu sorunlara, her zaman doğru teshiş ve doğru çözümler üretemeyeceği açıktır. Ortaya koyduğu örgütlenmeye yönelik çalışma ve pratikler, bu günün sorunlarına cevap verebilecek nitelikli düzeyi yitirmek üzeredir..
Değerli arkadaşlar; sizlerinde bu konu üzerine tesbitleriniz olduğuna inanıyorum...
Kendi içimizde kastlar oluşmuş ve bu kastlar içinde de ayrıca kişilere bağlı gruplar oluşmaktadır. Bu hizipleşmeler sendikal ve siyasal mücadele içinde birbirlerine karşı bir çalışmaya dönüşmektedir. Bu gruplaşmalar, emek, demokrasi ve özgürlük mücadelemizin önünü açacağını düşündüğümüzde elbette çok önemli yararlar sağlayacaktır. Ortaya koydukları program ve projeleri ile her zaman ufuk açıcı ve sürece ayak uydurabilen toplumsal değişim ve dönüşümleri sağlayabilen çalışmalar olduğu şekli ile.
Ancak; Bu böyle olmamıştır. Değerli arkadaşlar. 25 yıllık sürece baktığımızda yapılan ittifaklarda, ilkeler üzerinden bir proje ve program ittifakı olmaktan çok kişiler ve sayılar üzerinden yönetimleri hangi grubun kaç kişi ile temsil edileceğine ilişkin olmaktadır. Bu durumda sendikal mücadelenin önünü açacağı düşünülürken, bunun yerine daha çok süreci tıkma yönünde bir işlevi yerine getirmektedir. Bu güne baktığımızda geldiğimiz noktada, bunun böyle olduğunu hep birlikte tespit edebiliriz. Değerli arkadaşlar.
Hepimizin de bildiği gibi, bu gruplar içinde yer almayan hiçbir arkadaşımızın neyi ne kadar doğru tespit ve doğru teshişde bulunursa bulunsun, mücadele sürecine ne kadar katkı sunarsa sunsun; sendikal sürecin işleyişinde yer alması en fazla iş yeri temsilciliği düzeyindedir. İşyeri temsilciliği hem zahmetli bir iş olduğu gibi, kimsenin de olmak istememesinden kaynaklı, sayı doldurulabilmek içindir…
Demokratik toplumlarda bir kişiye yapılan bir haksızlık bütün topluma yapılmış sayılır. Bu bilinç yerleştirilmedikçe haksızlıkların ve adaletsizlerin önüne geçebilme olanağı yoktur. Bencillik ve bireycilik felsefesi, toplumun bütün katmanlarını sarar. Herkes kendi küçük dünyasının kabukları içinde yaşamayı marifet sayar. Bu durumdan derhal kurtulmak zorundayız. Aksi durumda büyümemiz ve güçlenmemizin olanağı bulunmadığı gibi dışımızda gelişen farklı olaylara yönelik doğru, tespit ve farklı mücadele şekillerini örgütleyebilmek ve altını doldurabilmemizinde olanağı kalmayacaktır. Bizler enerjilerimizi içimizde birbirimize karşı tüketmeye devam ettiğimiz müddetçe...
Bu yaşananların böyle olduğu konusunda, sizlerle aynı fikri paylaştığıma inanıyorum arkadaşlar..!
Değerli arkadaşlar!
Sürece ilişkin birkaç tespitte daha bulunmak istiyorum.
Ülkemizde uygulanmakta olan neolibarel ekonomik programlar sonucu, sağlıktan eğitime, birden çok kalemi, sosyal devletin gereği, herkese eşit ve ücretsiz nitelikli ulaşılabilir bir kamu hizmeti olmaktan çıkartılıp; kar getir ve pahalı bir hizmet olup; bedelini ödeyebilenin yararlandığı bir özel hizmet sektörü haline getirildi. Halk açlık ve soksulluk sınırında yaşamaya mahkum edildi.
Oysa; bizler ne sağlıksız, ne çocuklarımızın eğitimsiz ve işsiz kalmasına razı olabiliriz. Kamu iktisadi kurumların bir yıllık karı karşılığına peşkeş çekildiği ve ülkemizde, adı konmamış yaşanan (terör) savaş gerekçe gösterilerek her türlü ekonomik ve demokratik taleplerimiz şiddetle en ağır bir şekilde bastırılarak İnsan hakları İhlalleri doruğa çıkmıştır.
En son 2008 1 Mayısında yaşananlar, hepimizin hafızasında henüz tazedir.
Demokratikleşmemizinde önünde en büyük engel teşkil eden, kürt sorunu üzerinden yürütülen bir savaş vardır. Bu savaş, başta ülke ekonomisini batırmakta olup; Milli Gelirin büyük bir bölümü savaş ekonomisine ayrılmaktadır. Ülkemiz adeta yangın yerine dönüşmüştür. Ölen asker-sivil, ülkemiz emekçi halklarının çocuklarıdır. Ayrıca yakılan ormanlar güvenlik gerekçesi ile söndürülmemekte ve söndürülememektedir.
Ülkemiz; insanı ve doğası ile çölleşmektedir.
Bu sürece bir şekilde müdahil olmak ve kesinlikle ilk başta barışı tesis edebilmenin bütün yollarını zorlamak durumundayız.
Gerçi, özelde sendikamız genelde kardeş demokratik kitle örgütlerinin bu konu üzerine çalışmalar yürüttüğünü biliyoruz ve kendi adıma taktirle karşılıyorum.
Ancak; ülkemizde yaşanan haksızlıklar bununla da sınırlı değildir. Hakim ideoloji, insanlara ekonomik sosyal ve siyasal alanda nasıl yaşayacağını neye inanacağını önceden belirlemiş durumdadır. Bu belirleme sağlıkta dönüşüm projesi ile sağlık hakkımızın elimizden alınmasıyla, zorunlu din dersi ile bilimsel eğitim hakkımızın engellenmesi ile, hiçbir ekonomik getirisi olmayan Diyanet işleri başkanılığına, bütçeden, 3 milyar dolar gibi çok büyük bir meblağ'anın ayrılması Milli Gelirin kimlere nasıl aktarıldığının, bir başka örneğidir.
Barış olacaksa eğer, bu ve benzeri birçok sorunun ortadan kaldırılması ile mümkündür. Ülkemizde yaşanan sorunların hiçbiri diğerinden bağımsızda değildir..
Sadece, Kürt sorunu çözümlenmiş olsa bile bu ülkeye barış gelir mi dersiniz.? Gelmez değerli arkadaşlar.
Çünkü; bu ülkede Kürt sorunun varlığı kadar, Alevi, devrimci ve demokrat insanların çocuklarına zorla din dersi okutulmaktadır. Zorla orta çağ karanlığına sürüklenmeye çalışılmaktadır. Asimilasyon 1400 yıldır devam etmektedir.
Bu sorunların varlığı diğer sorunlardan ayrı değildir.
Başta Sendikamız olmak üzere, tüm sosyalist partiler, devrimci- demokratlar ve sosyalist aydınlar, günümüz koşullarında sürdürülmekte olunan, Alevi çocuklarının sünnileştirilme politikasına ve ortaçağ karanlığına doğru sürüklenen geleceğimiz hemde devletin desteği ile yürütülen bu proğrama hiçbir şekilde bir yerinden engelleyici tutum ve davranış içinde değildirler. Sanki bunlar yaşanmıyormuş gibi görmezlikten gelinmektedir..
Alevilerle ilgili herhangi bir konuşma olduğu taktirde hemen cevap hazır; şoven yaklaşımlar bunlar..
Oysa; Sendikalarımız ve sosyalist partilerin ve solun tabanının büyük çoğunluğu bu insanlardan oluşmaktadır.. ( yoksa; kuran kurslarında yetişenler katılırmı dersiniz.)
Tarih boyunca katliamlara ve zulme uğramış, her dönem ezilenlerden yana olmuş bir toplum olmasına rağmen kendi yoldaşlarınca bile yeteri derecede kabul görmemiştir.
Yakın tarihimizde Çorumda, K. Maraş’ta, Malatya’da, Sivas’ta ve G. Mahallesi olayları planlı ve hedefi belli bir program dahilinde ,Solcu ve Alevilerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde yapılmıştır. Yani; hakim ideolojinin yok saydığı ve asimle politikalarının devam ettiğini, kendilerine devrimci ve demokratım diyen herkesin bu yaşanan haksızlıkları bilmiyor olması mümkün değildir. Bunun bir haksızlık olmadığını normal bir olay olduğunu hele, hiç kimse söyleyemez. Biliyorsa neden bu olumsuzluklara karşı bir çalışma ve mücadele içine girilmemektedir? Yoksa, bu yaşanan haksızlıkları haksızlık olarak görmüyorlarda ondanmı?
“AİHM” ve Danıştay'ın iptal kararlarına rağmen çocuklarımızın,”Zorunlu din dersi” uygulamasıyla bilimsel ve çağdaş eğitim hakkından mahrum bırakılarak, gerici ve dinci olarak eğitilen çocuklarımız bizi ilgilendirmiyor mu?
Alevileri inkar ve imha politikalarını, Alevi köylerine zorla yapılan ve hiçbir şekilde Alevilerin ihtiyacı olmayan camilere birde misyoner imamların atanması ile hangi maksat ve amaca hizmet ettiğini, hangi asimilasyon politikasının ürünü olduğunu bilemiyor olamayız.
Bu ve benzeri konuları çoğaltabiliriz.
Ancak; Alevilerin taleplerini doğru anlamalıyız.. Felsefesinde insanı merkezine alan, hümanist bir dünya görüşü ve yaşam biçim olan bu inancı, gerici ve dinci inançlardan ayrı tutmayı bilmemiz gerekmektedir. Laik ve demokratik bir toplumun garantisi ve ülkemiz nüfusunun 3/1'i olan bu insanların çığlıklarına da kulak tıkamadan, Alevi örgütleriyle dayanışma içine girerek, ülkemizin gericileştirilmesine onlarla birlikte karşı çıkmak zorundayız.
Bu sorun sadece Alevilerin sorunu olmadığını bilmemiz gerekmektedir.
Özelde Sendikamız olmak üzere Kesk'in bu konu üzerine komisyonlar kurup çalışmalar yapmasını istiyor ve MTK. kurula da öneriyorum.
12 Eylül darbesinin sola karşı yapılmış bir darbe olduğunu hep söyledik ama bu darbenin kimden yana olduğunu pekte irdeleyip adını koymadık/koyamadık. Uygulamalara baktığımızda; Zorunlu din derslerinin Anayasaya konması, kuran kursları ve her Alevi köyüne bir cami dikilmesi ve darbeden sonra diyanet işleri Başkanlığına bütçeden ayrılan paranın artarak 8-10 bakanlığın bütçesini aşmasını ve resmi kurum binalarının her birinin altına mescit yapılmasını bir düşünün kimden yanadır.
Milli Güvenlik Belgelerinin her birinde sol, sosyalist, Kürtler ve Aleviler her zaman millet adına tehlikeli guruplar olarak görülmüşlerdir. Gereğinide ona göre yapmışlardır.
Dolayısı ile sizler Alevileri, dinsel/inançsal bir hareket olarak görerek onlarla bir dayanışma içine girmiyor olsanız bile, eğemenler sizin gibi düşünmüyor . Aleviler her zaman özgürlükten ve demokrasiden yana tutum almışlardır. Tarihsel süreç içinde baktığımızda Anadolu ayaklamaları vardır. Pir sultan direnci zulme başkaldırı, Hacı Bektaş Veli, 13. yüzyılda kadın erkek eşitliğini savunur ve mücadele dinsel karanlığa karşıdır. Baba İshak, Şah Kulu ve Karaca Ahmet gibi Osmanlının halk üzerindeki baskı ve zulmüne karşı bütün Anadolu'yu ayaklandırmışlardır. Yani henüz solcular devrimciler ve Marks ve Lelin yok iken bu coğrafyada, tam da bizim taleplerimizi içeren talepler dile getirilip mücadele ve bu yönde savaş verilmekte idi.
Bunları sizler bilmiyor olsanız bile.
Yukarıdaki gerekçelerle de; Soldan, emekten, demokrasiden ve özgürlükten yana olan herkesin, Alevilerin taleplerine sahip çıkalım, onlara destek verelim, mücadeleyi ortaklaştıralım.
Emekten, özgürlükten ve barıştan yana olanların, savaşmaktan başka seçeneklerinin olmadığına inanıyor...............
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
19.09.2008
Haydar ATA
TOPLANTIYA İLİŞKİN FOTOĞRAFLAR
Halk, heryerde halk..
Yoksulluk ve sefalet, dünyanın heryerinde aynı..
19.05.2010
Dünya emekçileri, ülkeler arasındaki sınırları siz koymadınız.. Bu nedenlede dünyanın hiçbir yerindeki kaynaklara istediğiniz gibi ulaşamıyorsunuz.. Sınırları çekenler; bu sınırları, siz emekçiler için çektiler.. Sizler birlişmeyesiniz diye..! Açlığa ve yoksulluğa razı olasınız diye.. Yetmedi; birde yapay ayrılıklar ve ülkeler arasında düşmanlıklarda yarattılar.. Ama; bu sınırlar onlar (kapitalisler ) için geçerli değildir. Yerli ve yabancı sermaye şirketlerine yasak yok.. Onlar istediği ülkeye gider ve o ülkenin yeraltı, yerüstü kaynaklarını hemde emekçilerin alın terini sömürerek, hayatları pahasına karın tokluğuna, çorak bir toprak ve yoksulluk bırakarak, çeker başka bir ülkenin zengin kaynaklarına giderler...
Sizlerin açlığı ve yoksulluğu sizleri yönetenlerin ve dünya egemenlerinin çok büyük bir kar hırsından ve sınırsız bir sömürü düzeninin varlığından kaynaklanmaktadır..
Bu düzen değişmedikçede, sizlerin yaşamı değişmeyecektir..
Aşağıda verilen ülkelerin yoksul ve zenginliklerini karşılaştıran fotoğraf ve ekonomik durumlarını gösteren açıklamadanda anlaşılacağı gibi; en zengin ülkelerde yaşanan açlığın ve yoksulluğun insanların yaşamlarında bıraktığı acı ve sefaletin sonuçlarını görmekteyiz..
Değerlendirme sizlere ait ..
Taktir sizin...!
Bu kader olabilirmi?
Haber: Evcioğlu
*****************