Paradigma değişirken ve emekçiler müdahil olmalı(!)
ÖZGÜRCE ÖZGÜR MÜFTÜOĞLU-ozmuftuoglu@gmail.com
14/05/2010
Türkiye’de 1980’li yılların başından bu yana ekonomik yapıda köklü bir dönüşüm yaşanmaktadır. Bu dönüşüm sürecinde Türkiye, küresel kapitalizmin kendisine biçtiği rol çerçevesinde üretim süreçlerinden devletin işlevlerine kadar pek çok alanı yeniden yapılandırmıştır. Bu yeniden yapılanma sürecinde kamu işletmeleri özelleştirilmiş, kamu hizmetleri piyasalaşmış, emek maliyetini ucuzlatmak amacıyla çalışma yaşamı kuralsızlaştırılmış, tarım ve hayvancılık büyük ölçüde tasfiye edilmiştir. Tüm bunların gerçekleştirilebilmesi için ise yeniden yapılanmadan olumsuz etkilenecek ve karşı çıkacak olan emekçi sınıflar, 12 Eylül darbesiyle başlayan ve bugüne kadar gelen baskılarla sindirilmeye çalışılmıştır. Bu baskılarla birlikte üretim sürecindeki değişimin de etkisiyle emekçiler örgütsüzleşmiş ve yalnızlaşmıştır. Böylece sermaye sınıfı ekonomik alanla birlikte siyasal alanda da egemenliği büyük ölçüde eline geçirmiştir. 30 yılı bulan süreç içinde ekonomik yapıyı köklü biçimde değiştirenler şimdi de değişen ekonomik yapıya uygun olarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluşundan bu yana benimsediği paradigmayı değiştirmek istemektedir. 87 yıllık bir devleti yapısal olarak değiştirmek elbette kolay değildir. Bunun için çok güçlü bir siyasi iktidar kadar, bu değişimle birlikte konumu sarsılacağı için mevcut paradigmayı koruma refleksi gösterecek kesimlerin de etkisiz hale getirilmesi gerekmektedir. Ekonomik yapıda 30 yıldır süren değişim sürecinde -sadece yedi buçuk yıl iktidarda bulunmasına rağmen- son derece önemli bir paya sahip olan AKP, şimdi de devletin yapısını kökten değiştirmeye talip olmuştur. AKP’nin bu zorlu “görevi” üstlenirken -bu “görevi” kendisine veren- uluslararası ve ulusal sermaye ile ABD, AB gibi uluslararası güçlerin de desteğini arkasında hissettiği anlaşılmaktadır. AKP’nin 87 yıllık paradigmayı yıkmak konusunda yeterli güce sahip olduğunu varsaydığımızda geriye mevcut paradigmanın savunucularının etkisizleştirilmesi kalmaktadır. Bu konuda AKP, en önemli hamleyi Cumhurbaşkanlığı seçiminde “başarıyla” gerçekleştirerek yapmıştır. Daha sonra Ergenekon ve benzer diğer davalar da kullanılarak başta TSK olmak üzere mevcut paradigmanın savunucusu olan kesimler etkisiz hale getirilmiştir. Öte yandan YÖK’ün merkeziyetçi yapısı kullanılarak üniversiteler susturulmuş, yargı da benzer yöntemlerle etkisiz hale getirilmeye çalışılmıştır. Geriye mevcut paradigmanın kurucusu da olan ana muhalefet partisi CHP kalmıştır. Onun da gizli kamera komplolarıyla mevcut yapısını değiştirmeye zorlandığı görülmektedir. AKP’nin, üstlendiği bu zorlu görevi “başarıyla” tamamlayıp Türkiye’de bir rejim değişikliğini sağlayıp sağlayamayacağını şimdiden kestirmek zordur. Ancak şu gerçeklerin altını çizmekte yarar vardır: * AKP’nin getirmeye çalıştığı paradigmayı bir tarafa bırakırsak, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin mevcut paradigması değişen ekonomik düzen ve düzenin getirdiği toplumsal yapıya uyum sağlayamamaktadır. Öte yandan mevcut paradigma özgürlükçü demokrasi anlayışından tamamen uzaktır ve içerisinde ne emekçiler ne de ezilen diğer toplum kesimleri hiçbir zaman kendilerine yer bulamamıştır. Dolayısıyla mevcut paradigmanın savunulacak hiç tarafı yoktur ve değişmesi gerekmektedir. * Mevcut paradigmanın değişmesi kadar, yerine neyin konulacağı da son derece önemlidir. AKP’nin tasarladığı yeni paradigma belki mevcut ekonomik düzene uyumlu olacaktır. Ancak unutulmamalıdır ki mevcut ekonomik düzen emek sömürüsü üzerinde ayakta durmaktadır ve buna uyumlu bir devlet yapılanmasının ne özgürlükçü demokrasi anlayışını ne de emekçilerin ve ezilenlerin sorunlarına çözüm getirmesi beklenebilir. Bu nedenle AKP’nin ya da sermayenin temsilciliğini yapan başka bir oluşumun değişim taleplerine karşı çıkılmalıdır. Eğer istenen özgürlükçü demokrasi anlayışı içerisinde halkların kardeşçe yaşadığı ve emek sömürüsünün olmadığı bir Türkiye ise; mevcut paradigmanın yerine inşa edilecek yeni paradigmanın oluşumunda emekçi sınıfın söz sahibi olması gerekir. Bunun için de diğer ezilenlerle birlikte emekçi sınıfın sermaye sınıfı karşısındaki gücünü yükseltmesine ihtiyaç vardır. Türkiye’de paradigmaların yıkılıp ve yeni paradigmaların inşa edildiği bu süreçte hiçbir sendikacının ve hiçbir emekçinin sessiz kalma lüksü yoktur(!) İşçilerin emekçilerin kendilerinin ve ülkenin geleceğine sahip çıkası için 26 Mayıs önemli bir fırsattır. 26 Mayıs’ta sadece çalışma koşulları için değil, emekçi sınıfın ve tüm ezilenlerin Türkiye’nin geleceğinde söz sahibi olabilmesi için de üretimden ve dayanışmadan gelen güç sonuna kadar kullanılmalıdır.
Evrensel
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder