dayanışma etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
dayanışma etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Mayıs 2010

Paradigma değişirken ve emekçiler müdahil olmalı(!)

Paradigma değişirken ve emekçiler müdahil olmalı(!)


ÖZGÜRCE
ÖZGÜR MÜFTÜOĞLU-ozmuftuoglu@gmail.com

14/05/2010

Türkiye’de 1980’li yılların başından bu yana ekonomik yapıda köklü bir dönüşüm yaşanmaktadır. Bu dönüşüm sürecinde Türkiye, küresel kapitalizmin kendisine biçtiği rol çerçevesinde üretim süreçlerinden devletin işlevlerine kadar pek çok alanı yeniden yapılandırmıştır. Bu yeniden yapılanma sürecinde kamu işletmeleri özelleştirilmiş, kamu hizmetleri piyasalaşmış, emek maliyetini ucuzlatmak amacıyla çalışma yaşamı kuralsızlaştırılmış, tarım ve hayvancılık büyük ölçüde tasfiye edilmiştir. Tüm bunların gerçekleştirilebilmesi için ise yeniden yapılanmadan olumsuz etkilenecek ve karşı çıkacak olan emekçi sınıflar, 12 Eylül darbesiyle başlayan ve bugüne kadar gelen baskılarla sindirilmeye çalışılmıştır. Bu baskılarla birlikte üretim sürecindeki değişimin de etkisiyle emekçiler örgütsüzleşmiş ve yalnızlaşmıştır. Böylece sermaye sınıfı ekonomik alanla birlikte siyasal alanda da egemenliği büyük ölçüde eline geçirmiştir.
30 yılı bulan süreç içinde ekonomik yapıyı köklü biçimde değiştirenler şimdi de değişen ekonomik yapıya uygun olarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluşundan bu yana benimsediği paradigmayı değiştirmek istemektedir. 87 yıllık bir devleti yapısal olarak değiştirmek elbette kolay değildir. Bunun için çok güçlü bir siyasi iktidar kadar, bu değişimle birlikte konumu sarsılacağı için mevcut paradigmayı koruma refleksi gösterecek kesimlerin de etkisiz hale getirilmesi gerekmektedir.
Ekonomik yapıda 30 yıldır süren değişim sürecinde -sadece yedi buçuk yıl iktidarda bulunmasına rağmen- son derece önemli bir paya sahip olan AKP, şimdi de devletin yapısını kökten değiştirmeye talip olmuştur. AKP’nin bu zorlu “görevi” üstlenirken -bu “görevi” kendisine veren- uluslararası ve ulusal sermaye ile ABD, AB gibi uluslararası güçlerin de desteğini arkasında hissettiği anlaşılmaktadır.
AKP’nin 87 yıllık paradigmayı yıkmak konusunda yeterli güce sahip olduğunu varsaydığımızda geriye mevcut paradigmanın savunucularının etkisizleştirilmesi kalmaktadır. Bu konuda AKP, en önemli hamleyi Cumhurbaşkanlığı seçiminde “başarıyla” gerçekleştirerek yapmıştır. Daha sonra Ergenekon ve benzer diğer davalar da kullanılarak başta TSK olmak üzere mevcut paradigmanın savunucusu olan kesimler etkisiz hale getirilmiştir. Öte yandan YÖK’ün merkeziyetçi yapısı kullanılarak üniversiteler susturulmuş, yargı da benzer yöntemlerle etkisiz hale getirilmeye çalışılmıştır. Geriye mevcut paradigmanın kurucusu da olan ana muhalefet partisi CHP kalmıştır. Onun da gizli kamera komplolarıyla mevcut yapısını değiştirmeye zorlandığı görülmektedir.
AKP’nin, üstlendiği bu zorlu görevi “başarıyla” tamamlayıp Türkiye’de bir rejim değişikliğini sağlayıp sağlayamayacağını şimdiden kestirmek zordur. Ancak şu gerçeklerin altını çizmekte yarar vardır:
* AKP’nin getirmeye çalıştığı paradigmayı bir tarafa bırakırsak, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin mevcut paradigması değişen ekonomik düzen ve düzenin getirdiği toplumsal yapıya uyum sağlayamamaktadır. Öte yandan mevcut paradigma özgürlükçü demokrasi anlayışından tamamen uzaktır ve içerisinde ne emekçiler ne de ezilen diğer toplum kesimleri hiçbir zaman kendilerine yer bulamamıştır. Dolayısıyla mevcut paradigmanın savunulacak hiç tarafı yoktur ve değişmesi gerekmektedir.
* Mevcut paradigmanın değişmesi kadar, yerine neyin konulacağı da son derece önemlidir. AKP’nin tasarladığı yeni paradigma belki mevcut ekonomik düzene uyumlu olacaktır. Ancak unutulmamalıdır ki mevcut ekonomik düzen emek sömürüsü üzerinde ayakta durmaktadır ve buna uyumlu bir devlet yapılanmasının ne özgürlükçü demokrasi anlayışını ne de emekçilerin ve ezilenlerin sorunlarına çözüm getirmesi beklenebilir. Bu nedenle AKP’nin ya da sermayenin temsilciliğini yapan başka bir oluşumun değişim taleplerine karşı çıkılmalıdır. Eğer istenen özgürlükçü demokrasi anlayışı içerisinde halkların kardeşçe yaşadığı ve emek sömürüsünün olmadığı bir Türkiye ise; mevcut paradigmanın yerine inşa edilecek yeni paradigmanın oluşumunda emekçi sınıfın söz sahibi olması gerekir. Bunun için de diğer ezilenlerle birlikte emekçi sınıfın sermaye sınıfı karşısındaki gücünü yükseltmesine ihtiyaç vardır. Türkiye’de paradigmaların yıkılıp ve yeni paradigmaların inşa edildiği bu süreçte hiçbir sendikacının ve hiçbir emekçinin sessiz kalma lüksü yoktur(!) İşçilerin emekçilerin kendilerinin ve ülkenin geleceğine sahip çıkası için 26 Mayıs önemli bir fırsattır. 26 Mayıs’ta sadece çalışma koşulları için değil, emekçi sınıfın ve tüm ezilenlerin Türkiye’nin geleceğinde söz sahibi olabilmesi için de üretimden ve dayanışmadan gelen güç sonuna kadar kullanılmalıdır.

Evrensel

22 Nisan 2010

TÜBİTAK'TA İŞTEN ATILAN EMEKÇİYE DESTEK BASIN AÇIKLAMASI‏NDAN FOTOĞRAFLAR




TÜBİTAK'TA İŞTEN ATILAN EMEKÇİYE DESTEK BASIN AÇIKLAMASI‏NDAN FOTOĞRAFLAR ve BASIN METNİ


KAMUOYUNA,


22.04.2010 Perşembe(Bugün)saat 12:30'da TÜBİTAK çalışanları adına Aynur ÇAMALAN ve Ankara Direnişteki İşçi ve Emekçilerle Dayanışma Platformu adına bir temsilci basın açıklaması yapmıştır.

TÜBİTAK'dan Tekel İşçilerinin direnişine destek vermesinden dolayı işten
atılan, Aynur ÇAMALAN'ın direnişi bugün 46. gününde hala sürmektedir..
Sağlık sorunları nedeniyle işten atılan
Gebze TÜBİTAK çalışanları Hanifi CÜCEN, Murat ŞANLI, Akın ATASU, Ahmet UZUN, Mahmut KELBAT ve Hayrettin YILMAZ arkadaşlar aynı gerekçe ile işten atılan arkadaşlarımızdır.

TÜBİTAK asli görevini yapmayıp çalışanlarına zulum etmektedir.

Tez Koop İş sendikası; sadece
hukuki destek vereceğini belirtmiş olup; Tez Koop İş Sendikası başta olmak üzere, Türk-İş'i ve tüm sendikaları sınıf mücadelesinin parçası olmaya, direnişleri sahiplenmeye, kendi varlık sebebi olan işçilerin yanında olmaları çağrısı yapılmıştır.

İşten atılan işçiler derhal geri alınsın!
TÜBİTAK bilime, zulüm senin neyine!
Yaşasın sınıf dayanışması!
Kahrolsun sendika ağaları!
İşçi düşmanı TÜBİTAK hesap verecek! Şiarı ile basın açıklaması sonlandırılmıştır.

Ankara Direnişteki İşçi ve Emekçilerle Dayanışma Platformu Sözcüsü ise: "Şu an yanında olduğumuz Aynur ÇAMALAN nezdindeki TÜBİTAK Direnişi Neoliberal saldırılarından biridir. Bu saldırı ile sınıf dayanışmasının önüne geçilmeye çalışılmaktadır. Ancak; bu saldırıya karşı, Aynur ÇAMALAN'ın başlattığı direniş, Gebze'de TÜBİTAK'tan atılan 6 işçiyede direnişe başlamış yol gösterici olmuş, direniş daha da büyümüştür.

Mücadele edildiğinde kazanıldığını Çemen Tekstil direnişinde, Esenyurt direnişinde dost-düşman herkes gördü.. Zafer her zaman direnen işçilerin olmuştur ve TÜBİTAK'da zafer direnen TÜBİTAK İşçilerinin olacaktır.

Saldırılara karşı direnişin geliştiği, işçi sınıfının birlik, dayanışma ve mücadele günü olan 1 Mayıs'a sayılı günlerin kaldığı bugün, işçi ve emekçileri, yıllardır yasaklı bir alan olan ve 3 yıldır süren mücadele sonucunda kazanılan Taksim meydanı başta olmak üzere tüm meydanlarda sermayeye karşı tek-el, tek yumruk olmaya çağırıyoruz.

TÜBİTAK İşçisi Yalnız Değildir.
Direnen TÜBİTAK İşçisi Kazanacak.
Birlik, Dayanışma ve Mücadele için 1 Mayıs'ta Alanlara Sloganları ile basın açıklamasını sonlandrmıştır.

Ankara 78'liler Birlik ve Dayanışma Derneği Yönetici ve üyeleri ile katılım sağlanılan bu basın açıklamasını sizlerle paylaşıyoruz.

Kaynak: Haber ve Fotoğraf, Metin UZUNÖZ
Haber: Evcioğlu


*****//////******

1-) TÜBİTAK ÖNÜNDE EYLEM VE BASIN ( AÇIKLAMASI )

2-) TÜBİTAK ÖNÜNDE BASIN AÇIKLAMASINA ÇAĞRI



26 Kasım 2009

KESK BAŞKANI EVREN:"25 KASIM YANLIŞLIĞI FARK EDİLMİŞ POLİTİKALARIN TERK EDİLMESİ İÇİN BİR UYARI"


KESK BAŞKANI EVREN:"25 KASIM YANLIŞLIĞI FARK EDİLMİŞ POLİTİKALARIN TERK EDİLMESİ İÇİN BİR UYARI"

26 Kasım 2009 Perşembe


- Kamu Emekçileri Sendikası Konfederasyonu (KESK) Genel Başkanı Sami Evren, emekçinin talepleri karşısında "duyarsızlık abidesi" olmakla suçladığı siyasi iktidara seslenerek, Türkiye’yi 25 Kasım Grevi’ne getirenin siyasi irade olduğunu söyledi. Evren, 25 Kasım’ın yanlışlığı defalarca kanıtlanmış politikaların terk edilmesi için hükümete yapılan bir uyarı olduğunu belirtti.
KESK Genel Başkanı Sami Evren, İstanbul Beyazıt Meydanı’nda yaptığı konuşmada talepleri karşısında duyarsızlık abidesi olmakla suçladığı siyasi iktidara seslenerek, Türkiye’yi 25 Kasım Grevi’ne getirenin siyasi irade olduğunu söyledi. Sağlık ve eğitim başta olmak üzere temel kamusal hizmetlerin piyasalaştırılarak, karlı bir pazar haline getirildiğini belirten
Evren, hükümetin kamusal alanı sermayenin talanına açmak için canla başla çalıştığını kaydetti. Evren, mezarda emeklilik yasalarıyla, Sosyal Sigortalar Genel Sağlık Sigortası Yasası’yla, katkı payı uygulamalarıyla emekçilere saldırıldığını bildirerek, emekçilerin açlık ve yoksulluk sınırının altında ücretlere mahkum edildiğini ifade etti. Hükümeti sağlık alanında her gün bir skandala imza attığını söyleyen Evren, domuz gribi skandalında halkı ne yapacağını bilemez duruma düşürüldüğünü vurguladı.
Evren, sözlerine şöyle devam etti:
"Hakkını arayanları sokaklarda coptan geçirdiniz, gaza boğdunuz. Sendika kadrolarımızı soruşturdunuz, sürdünüz, işten çıkardınız. Bu da yetmedi konfederasyon binalarımıza baskın düzenleyip yöneticilerimizi tutukladınız. 22 arkadaşımız ancak KESK’in verdiği mücadele sonucu yerel ve uluslararası dayanışmanın baskısıyla özgürlüklerine kavuşabildi."
Evren, Başbakan Erdoğan’ın iki gün önce 25 Kasım grevini kanunsuz ilan ettiğini anımsatarak, grev hakkının yerel ve uluslararası hukukta defalarca tescil ettirdiklerini belirtti. Yükselen demokrasi talepleri karşısında, kitle gösterilerinde polis gücünün acımasızca kullandığını söyleyen Evren, 1 Mayıs’ta, IMF gösterilerinde İstanbul’u savaş alanına çevrildiğine dikkat çekti. Gösterilere katıldıkları için yaşlarından fazla ceza istemiyle yargılanan çocukları cezaevlerine doldurulduğuna vurgulayan Evren, cezaevi koşullarında ölümcül hastalıkların pençesinde kıvranan insanlara duyarsız kalındığını kaydetti.

-KESK HEM İKTİDARI HEM MUHALEFETİ ELEŞTİRDİ-

Hükümetin demokratik açılım projesini de eleştiren Evren, ancak bunun gereği olarak somut bir adımın atılmadığını dile getirdi. Evren, Kürt sorunu, Aleviler, azınlıklar ve ayrımcılığa uğrayan toplumsal kesimlerin sorunlarının çözümü konusunda hükümetin net bir tutum almadığını ifade etti.
Muhalefetin halkları birbirine düşürücü, kışkırtıcı, şoven yaklaşımlarının ülkeyi kardeş kavgasına sürüklediğini ileri süren Evren, provakatif politikalarının yanı sıra ülkeyi geren söylemlerden geri durmadığını iddia etti.
Ülkenin sorunlarının çözümünde bir insanlık suçu olan Dersim katliamını yöntem olarak öneren bir dile daha fazla tahammülleri olmadığını kaydeden Evren Türkiye’nin barış diline ihtiyacı olduğunu ifade etti.
Başbakan Erdoğan’ı sermaye yanlısı politikalar izleyerek Türkiye’yi krize sokmakla suçlayan Evren, işsizliğin şaibeli rakamlarla açıklandığı gibi yüzde 15 değil, yüzde 25 olduğunu kaydetti. Krizin etkisiyle 1 milyon 300 bin emekçinin işini kaybettiğini ifade eden Evren, her ay 150 bin emekçinin işsiz kaldığını vurguladı. Krizde hazırlanan önlem paketlerinin bir tanesinde bile emekçileri koruyan, işsizleri koruyan, yoksulları koruyan bir tedbir olmadığını dile getiren Evren, bu paketlerle krize yol açan teşviklerin artırıldığını savundu. Dolaylı vergilerin arttırıldığını belirten Evren, "Maaşlardan keserek sanki almıyormuş gibi yaptığınız katkı paylarıyla, enerji ve ulaşım zamlarıyla krizin bedelini emekçilere ödettirmeye kalkıştınız" şeklinde konuştu.

-2010 BÜTÇESİNDE İŞSİZLİKLE NASIL MÜCADELE EDİLECEĞİNE İLİŞKİN TEK BİR CÜMLE YOK-

2010 bütçesine işsizlikle nasıl mücadele edileceğine ilişkin tek bir cümlenin bile konulmadığını belirten Evren, istihdamsız büyümenin hedeflendiğinin altını çizdi.
Evren, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer’e şöyle seslendi:
"Çalışma Bakanı’na sesleniyoruz sendikalarımızın önce işsizleri düşünmesini istemişsiniz. Sayın Bakan, keşke bunu krizin başından bu yana işsizliğe karşı alanları dolduran, işsizlerin elektrik, su ve ulaşım giderlerinin devlet tarafından ödenmesini, açlık sınırı altında kazancı olanlara yurttaşlık ücreti ödenmesini, işsizlik sigortasının süresi ve kapsamının genişletilmesini talep eden emek örgütleri yerine, önce kendi hükümetinizden isteseydiniz. İşsizlik fonunu sermayenin emrine veren Başbakanınızdan isteseydiniz. İşsizlikle mücadele için bütçede kaynak ayırmayan Maliye Bakanı’ndan isteseydiniz."

-25 KASIM GREVİ, YANLIŞLIĞI DEFALARCA KANITLANMIŞ POLİTİKALARIN TERK EDİLMESİ İÇİN BİR UYARI-

25 Kasım Grevi’nin siyasi iktidara bir uyarı olduğunu kaydeden Evren, "Yanlışlığı defalarca kanıtlanmış politikalarınızı terk etmeniz için yapılan bir uyarıdır" dedi.
Evren, 25 Kasım greviyle Türkiye’de demokrasi ve barışın sağlanması için ürkek, arkası boş açılımlar yerine cesur ve bütün toplumsal kesimlerin katıldığı somut adımlara ihtiyacı hatırlatmak için yapılan bir uyarı olduğunu belirtti. 25 Kasım Grevi’nin çağdışı sendika yasalarıyla çalışma hayatını düzenlemesi yerine emekçilerin haklarını genişleten somut adımlarla atılması için bir uyarı olduğunu açıkladı. Evren, "Sermaye yanlısı politikalarınızı bırakıp, işsizlikle mücadele etmeniz gerektiğini size hatırlatmak için bir uyarıdır 25 Kasım Grevi. Bu grev herkese güvenceli bir iş ve insanca yaşanacak bir ücret talebini duyurmak için bir uyarıdır" şeklinde konuştu.
AKP iktidarının 25 Kasım grevini iyi değerlendirmesini isteyen Evren, iktidar kamu emekçilerinin bu uyarısını da dikkate almaz ve hak gasplarına devam edip, sermaye yanlısı politikalarında inat edecek olursa, emekçilerin daha geniş ve kapsamlı bir mücadele dönemini başlatacağını duyurdu.(ANKA) (ME/BÜN)