Öğrenci Sendikası olan GENÇ-SEN tarafından yapılan açıklamadı; Fiili durum yasal hale getiriliyor Genç-Sen MYK üyesi Ali Tektaş, YÖK'ün bu uygulamasının yeni olmadığını, varolan uygulamanın yasal hale getirilmeye çalışıldığını belirtti. Tektaş, ETHA muhabirine yaptığı açıklamada "Bu uygulama YÖK'ün otorite mantığının daha da kurumsallaşması demek oluyor" dedi. Ali Tektaş, polislere nerelerde yer verileceğinin merak konusu olduğunu söyledi, "Öğrenci kulüplerinin, kültür merkezlerinin kapatıldığı üniversitelerde heralde polislere yönetici kadroların odalarını verecekler" diye konuştu. YÖK bunlarla uğraşacağına... Ne kadar baskı oluşturulursa mücadeleye o kadar çok asılacaklarını belirten Tektaş, şöyle devam etti: "YÖK Başkanı bu tip işlerle uğraşacağına intihar eden öğrencilerin, harç parası kazanmak için inşaatta çalışıp ölen öğrencilerin sosyo-ekonomik, sosyo-psikolojik durumlarını araştırsın." denilmektedir..
POLİSE ÜNİVERSİTE KONTENJANI
Polis, sivil olarak üniversitede..! YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan imzasıyla üniversitelere gönderilen yazıyla, kampüslerde sivil polis için yer tahsis edilmesi istenmektedir.. Daha dün, 12 Eylül 2010 günü yapılan referandumda özgürlüklerin önünü açmak için EVET deyin diyen iktidarın YÖK başkanı Y. Ziya ÖZCAN kararıyla; ÖZGÜR ; ÜNİVERSİTELER ÖZERKLİĞİNİ KAYIP EDİYORLAR...!
Peki toplumsal gelişmeyi sağlayacağına inandığımız ve gençlerimizde özgür iradenin oluşması ve özgürlüklerin toplumsallaşmasını sağlayacağına inandığımız üniversitelerde muhbir polislerin iş başında olmasıylamı sağlanacağını düşünüyorsunuz..?
Evet, verilen ödevleri ezberleyen ve önündeki kitaptan tezler (özet) hazırlayan prf. luk ünvanı ile mi? bilim adamı yetiştirileceğinin habercisidir bu uygulama.. Oysa:; bilim her zaman aynı şeylerin teknanlanması ile elde edilen bir bilim dalı değildir..
Toplumdaki yaşayan ortalama zeka ile yapılan değerlendirilmelerden bir şey çıkarmı sanıyorsunuz...?
Ezbercilerden değil, Farkı yaratanlar ve o özgür cesareti gösterenlerden çıkar, insanlığın önünü açan bilim insanı ve dehalar.....
YÖK tarafından, Üniversitelere sivil polis yerleştirilme kararı, aydınlar ve bilim adamları tarafından büyük tepkiyle karşılandı..
YÖK başkanı tarafından Üniversitelere gönderilen yazıda, kampüslerde kameraların yaygınlaştırılması, öğrencilere yönelik parmak izi tedbirlerinin alınması gibi kararlar bulunuyor.
EvcioğluHaber- 06.10.2010
KPSS Sınavı iptal edildi. Eğitim Bilimleri Sınavı Yenilenecek.
Cuma-17.09.2010
EvcioğluHaber- ÖSYM tarafından 10 Temmuz 2010 tarihinde yapılan (Kamu Personeli Seçme Sınavı) (KPSS) sınavına hile karıştırılmasına ilişkin iddialar sonucunda; ÖSYM tarafından yaklaşık 280 bin öğretmen adayının girdiği; Eğitim Bilimleri Sınavı iptal edildi.
Sınav sorularının sınavdan önce çalınmış olduğu ve bazı adaylara satıldığı iddiasıyla yapılan soruşturma yürüten , Devlet Denetleme Kurulu, YÖK Denetleme Kurulu ile Cumhuriyet Savcılığı, ÖSYM'de inceleme başlatmışlardı..
Soruşturma sonucunda, bir çok kişi şebeke üyesi olarak gözaltına alınmış ve sınavın iptal edildiği duyurulmuştur.. Sınav takvimine ilişkin ise; önümüzdeki günlerde açıklama yapılacağı belirtildi.... |
Özgür MARTİN-İZMİR........................... Av.Ali Ersin GÜR-ANKARA
"REFERANDUM" NEDEN BOYKOT EDİLMELİ..!
EvcioğluHaber- Anayasa değişikliği ilie ilgili; aşağıda okuyacağınız, sadece bir Evet yada Hayır seçeneği değildir.. Aynı zamanda, evrensel hukukta yer alan ve bizim anayasamaızda da yer alarak bu ülkede yaşayan her yurtdaş için vazgeçilmez bir hak olan Yurttaşlık hakkını içine alan bir Anayasa için olması gerekli İnsan hakları anlatımıdır. Ya gerçekten bir hak vardır, veya varmış gibi olmaz..! Yoktur...
Sn; Av. Ali Ersin Gür ve Özgür Martin tarafından kaleme alınan ve neden evet yada hayır diyeceğiz; yada katılmayarak boykot edeceğiz..
İşte bu yazıda ...
23.07.2010
Halen yürürlükte olan 82 Anayasası, gerek hazırlanışı ve halk oyuna sunuluşu, gerekse de içerik ve üslubuyla daha ilk günden itibaren devrimci, demokrat ve yurtseverlerin eleştirilerine maruz kalmıştır. 82 Anayasasını eleştiren güçlerin, zayıf, cılız ve dağınıklığı nedeniyle ne yazık ki ülkemiz 28 yıldır bu darbe anayasası ile yönetilmekte ve hukuk sistemimiz de doğal olarak buna göre biçimlendirilmektedir.
Darbe anayasası 28 yılda 16 kez değişikliğe uğramış olsa de darbeci ruhunu muhafaza etmeye devam etmektedir. Son zamanlarda toplumun büyük çoğunluğunca; mevcut anayasa yerine yeni bir sivil ve demokratik anayasa hazırlanması talebi dillendirilmekte ve bunun için toplumsal baskı yükselme eğilimindeyken, AKP hükümeti bir manevra ile mevcut anayasada kısmi değişiklikler yapma yoluna gitmiştir.
Değişikliğin hazırlanışındaki antidemokratik yöntemi bir kenara bırakırsak; AKP bu manevrasıyla bir taşla iki kuş birden vurmayı planlamaktadır.
Birincisi, toplumun yeni bir sivil ve demokratik anayasa talebini zayıflatarak ertelemek ve darbe anayasasının ömrünü biraz daha uzatarak halk karşıtı saltanatlarına devam etmek.
İkincisi ise AKP Hükümeti bu değişiklikleri yaparken öylesine kurnazca ve sinsi davranmıştır ki yarattığı illüzyonik atmosferle kendi iktidarını pekiştirme amaçlı düzenlemeleri bile halk yararınaymış gibi göstermeyi becermiş ve bir çok “aydın ve solcu” insanımız tuzağa düşerek bu oyuna gelmişlerdir.
A-USULE İLİŞKİN İTİRAZLARIMIZ:
1-Öncelikle şunu belirtelim ki AKP Hükümeti, bu anayasa değişikliği paketini hazırlarken; Meclisteki çoğunluğuna güvenerek kendi dışındaki siyasi partiler, üniversiteler, yerel yönetimler, sendika ve dernekler vs. gibi kurumların düşüncelerine başvurmayı aklından bile geçirmemiştir. Böylece AKP Hükümeti kendi anayasa paketini hazırlamış ve parmak çoğunluğuyla da meclisten geçirmiştir.
2-Anayasada yer almasına gerek olmadan da devletin görevleri arasında olan birtakım hususların (çocukların, yaşlıların, özörlülerin vs. korunması gibi) göz boyamak amaçlı olarak pakette yer almasının hiçbir pratik yararı yoktur.
3-Daha önce uluslar arası sözleşmeler ve AİHM kararları gereğince zaten hukukumuza girmiş ve epey zamandır fiilen uygulanmakta olan kimi hususların Anayasa Paketinde yer alması da yeni bir kazanımmış gibi gösterilerek halk aldatılmaya çalışılmaktadır. Uyarı ve kınama cezalarına karşı yargı yoluna gidilmesi gibi vs.
4-Toplumun asıl ihtiyaç duyduğu şey, darbe anayasasını yamalayarak ömrünü uzatmak değil; tamamen yeni, insan haklarına saygılı, eşitlikçi, özgürlükçü, sivil ve demokratik bir anayasa hazırlamaktır. AKP Hükümeti halkın bu haklı talebini “külleme” yoluna gitmiştir.
B-ESASE İLİŞKİN İTİRAZLARIMIZ
1-Bize göre doğru olanı, darbe anayasası yerine yukarıda da belirttiğimiz gibi tamamen yeni bir sivil ve demokratik anayasa hazırlama olmalıdır. Şayet kısmi değişiklikler yapılacaksa öncelikle ilk günden beri toplumun büyük bir kesiminin itirazlarına maruz kalan maddelerin kaldırılması veya değiştirilmesi gerekir. Örneğin 1982 Anayasası ile oluşturulan bazı kurumların YÖK, (m.131) MGK (m.118), Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (m.159), Din eğitiminin zorunlu olması (m.24), Diyanet işleri Başkanlığı m.(136) vs. gibi maddelerin kaldırılması ve bu kurumların feshi gerekirken bunlara dokunulmamıştır. Bu durumun demokratik bir hukuk devleti anlayışına ters düştüğü inancındayız.
Öte yandan yasa ile düzenlenmesi gereken kimi hususların anayasa ile düzenlenmesi de doğru bir yöntem değildir. Ör. Yakalama ve tutuklama sebepleri, gözaltı süreleri (m.19), süreli ve süresiz yayının toplatılması (m.28), sporun geliştirilmesi (m.59), mal bildirimi (m.71) gibi. Bu maddelerin de tamamen kaldırılması gerekirken bunlara da dokunulmamıştır.
2-Bir hukuk devletinde idarenin her türlü işleminin yargı denetimine tabi olması gerekirken, ufak makyajlarla konu geçiştirilmiştir. Örneğin HSYK ve YAŞ kararlarının tamamına karşı yargı yoluna gitme yolu açılmamıştır.
3-Askeri yargı –genel yargı ikilemi varlığını sürdürmektedir. Oysaki tüm vatandaşların yasa önünde eşit olduğunu savunuyorsak askeri yargı-sivil yargı ikilemine son vererek herkesin aynı koşullarda normal mahkemelerde yargılanmalarının önü açılması gerekirken bu da yapılmamıştır.
4-Her ikisi de darbe ürünü olan HSYK ile Anayasa Mahkemesi’ni kaldırmak yerine üye sayısında artışa gitme yolu ile bu kurumları “demokratikleştirdikleri” aldatmacasını halka yutturmaya çalışmaktadırlar.
5-AKP Hükümeti, YÖK’te sağladığı hakimiyetinin benzerini yargı üzerinde de kurmaya çalışarak kendi iktidarını pekiştirmeye çalışmaktadır. YÖK vasıtasıyla, 31 oy alan kişi yerine, kendisinden başka sadece 1 kişinin oyunu alan bir zatı muhteremi üniversiteye rektör olarak atadıklarını hepimiz biliyoruz. Bu zihniyetin benzer uygulamaları hukuk alanında da yaşama geçirdiğini düşünebiliyor musunuz?
6-Darbe sonrası koşullarda hazırlanmış olan 12 Eylül Anayasasının en önemli özelliklerinden biri de güçler ayrılığının yürütme lehine bozulacak şekilde düzenlemesidir. AKP Hükümeti bu son anayasa değişikliği paketi ile bu olumsuz durumu daha da ağırlaştırmaktadır.
7-Türkiye koşullarına daha uygun olan “Anayasal vatandaşlık” yerine ulus temelli vatandaşlık muhafaza edilerek somut verili durum ve bazı gerçekler yok sa
C-NEDEN BOYKOT?
Bugün egemen bloğun kendi içinde ikiye bölünerek aralarında bir iktidar kavgasına giriştiklerini politik öngörü ve sezişe sahip herkes tarafından görülmektedir.
Bu bloğun bir kanadını “ılımlı İslam” diğer kanadını ise “Ergenekon” oluşturmaktadır. Mevcut anayasa paketi, bu iki güç arasında devam etmekte olan rekabettin ürünüdür. Bu rekabette hangi taraf baskın gelirse gelsin her iki durumda da sosyalistler ve emekçiler ile yoksul halk yığınları her halükarda kaybeden olacaktır.
Böylesi bir durumda sosyalistler, emekçiler ve yoksul halk kesimleri bu taraflardan birisinin peşine takılmak yerine, kendi seçeneğini oluşturmalı ve kendisine “yeni bir yol” açmalıdır. Bu yüzden de ılımlı islama da ergenekona da hayır deyip kendi talebini dillendirmelidir.
Darbe ürünü 82 Anayasasına karşı AKP değişikliğine “evet” diyerek ılımlı islamla birlikte yürümek ne kadar yanlışsa, bu değişikliği reddederek “hayır” deyip 82 anayasasını savunup Ergenekoncuların safında yer almak da bir o kadar yanlıştır.
Doğru tavır, egemen bloğun her iki kanadını reddederek “boykot” seçeneği ile birlikte bu süreci YENİ VE SİVİL BİR ANAYASA TALEBİ için kampanyaya dönüştürmek olmalıdır.
Çürümenin boyutlarına dair | ||||
Eğer bir devlet bu tür demokratik hakları hazmedemiyor,
bir de bu hakları kullananları terör yasası ile yargılıyorsa o devlet
kendi elleri ile halkını terörist yapıyor, o ülkede yaşayan halk da
farkında olmadan terörist oluyor.
| ||||
![]() ÖZGÜRCE ÖZGÜR MÜFTÜOĞLU-ozmuftuoglu@gmail.com 14/05/2010 Türkiye’de 1980’li yılların başından bu yana ekonomik yapıda köklü bir dönüşüm yaşanmaktadır. Bu dönüşüm sürecinde Türkiye, küresel kapitalizmin kendisine biçtiği rol çerçevesinde üretim süreçlerinden devletin işlevlerine kadar pek çok alanı yeniden yapılandırmıştır. Bu yeniden yapılanma sürecinde kamu işletmeleri özelleştirilmiş, kamu hizmetleri piyasalaşmış, emek maliyetini ucuzlatmak amacıyla çalışma yaşamı kuralsızlaştırılmış, tarım ve hayvancılık büyük ölçüde tasfiye edilmiştir. Tüm bunların gerçekleştirilebilmesi için ise yeniden yapılanmadan olumsuz etkilenecek ve karşı çıkacak olan emekçi sınıflar, 12 Eylül darbesiyle başlayan ve bugüne kadar gelen baskılarla sindirilmeye çalışılmıştır. Bu baskılarla birlikte üretim sürecindeki değişimin de etkisiyle emekçiler örgütsüzleşmiş ve yalnızlaşmıştır. Böylece sermaye sınıfı ekonomik alanla birlikte siyasal alanda da egemenliği büyük ölçüde eline geçirmiştir. 30 yılı bulan süreç içinde ekonomik yapıyı köklü biçimde değiştirenler şimdi de değişen ekonomik yapıya uygun olarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluşundan bu yana benimsediği paradigmayı değiştirmek istemektedir. 87 yıllık bir devleti yapısal olarak değiştirmek elbette kolay değildir. Bunun için çok güçlü bir siyasi iktidar kadar, bu değişimle birlikte konumu sarsılacağı için mevcut paradigmayı koruma refleksi gösterecek kesimlerin de etkisiz hale getirilmesi gerekmektedir. Ekonomik yapıda 30 yıldır süren değişim sürecinde -sadece yedi buçuk yıl iktidarda bulunmasına rağmen- son derece önemli bir paya sahip olan AKP, şimdi de devletin yapısını kökten değiştirmeye talip olmuştur. AKP’nin bu zorlu “görevi” üstlenirken -bu “görevi” kendisine veren- uluslararası ve ulusal sermaye ile ABD, AB gibi uluslararası güçlerin de desteğini arkasında hissettiği anlaşılmaktadır. AKP’nin 87 yıllık paradigmayı yıkmak konusunda yeterli güce sahip olduğunu varsaydığımızda geriye mevcut paradigmanın savunucularının etkisizleştirilmesi kalmaktadır. Bu konuda AKP, en önemli hamleyi Cumhurbaşkanlığı seçiminde “başarıyla” gerçekleştirerek yapmıştır. Daha sonra Ergenekon ve benzer diğer davalar da kullanılarak başta TSK olmak üzere mevcut paradigmanın savunucusu olan kesimler etkisiz hale getirilmiştir. Öte yandan YÖK’ün merkeziyetçi yapısı kullanılarak üniversiteler susturulmuş, yargı da benzer yöntemlerle etkisiz hale getirilmeye çalışılmıştır. Geriye mevcut paradigmanın kurucusu da olan ana muhalefet partisi CHP kalmıştır. Onun da gizli kamera komplolarıyla mevcut yapısını değiştirmeye zorlandığı görülmektedir. AKP’nin, üstlendiği bu zorlu görevi “başarıyla” tamamlayıp Türkiye’de bir rejim değişikliğini sağlayıp sağlayamayacağını şimdiden kestirmek zordur. Ancak şu gerçeklerin altını çizmekte yarar vardır: * AKP’nin getirmeye çalıştığı paradigmayı bir tarafa bırakırsak, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin mevcut paradigması değişen ekonomik düzen ve düzenin getirdiği toplumsal yapıya uyum sağlayamamaktadır. Öte yandan mevcut paradigma özgürlükçü demokrasi anlayışından tamamen uzaktır ve içerisinde ne emekçiler ne de ezilen diğer toplum kesimleri hiçbir zaman kendilerine yer bulamamıştır. Dolayısıyla mevcut paradigmanın savunulacak hiç tarafı yoktur ve değişmesi gerekmektedir. * Mevcut paradigmanın değişmesi kadar, yerine neyin konulacağı da son derece önemlidir. AKP’nin tasarladığı yeni paradigma belki mevcut ekonomik düzene uyumlu olacaktır. Ancak unutulmamalıdır ki mevcut ekonomik düzen emek sömürüsü üzerinde ayakta durmaktadır ve buna uyumlu bir devlet yapılanmasının ne özgürlükçü demokrasi anlayışını ne de emekçilerin ve ezilenlerin sorunlarına çözüm getirmesi beklenebilir. Bu nedenle AKP’nin ya da sermayenin temsilciliğini yapan başka bir oluşumun değişim taleplerine karşı çıkılmalıdır. Eğer istenen özgürlükçü demokrasi anlayışı içerisinde halkların kardeşçe yaşadığı ve emek sömürüsünün olmadığı bir Türkiye ise; mevcut paradigmanın yerine inşa edilecek yeni paradigmanın oluşumunda emekçi sınıfın söz sahibi olması gerekir. Bunun için de diğer ezilenlerle birlikte emekçi sınıfın sermaye sınıfı karşısındaki gücünü yükseltmesine ihtiyaç vardır. Türkiye’de paradigmaların yıkılıp ve yeni paradigmaların inşa edildiği bu süreçte hiçbir sendikacının ve hiçbir emekçinin sessiz kalma lüksü yoktur(!) İşçilerin emekçilerin kendilerinin ve ülkenin geleceğine sahip çıkası için 26 Mayıs önemli bir fırsattır. 26 Mayıs’ta sadece çalışma koşulları için değil, emekçi sınıfın ve tüm ezilenlerin Türkiye’nin geleceğinde söz sahibi olabilmesi için de üretimden ve dayanışmadan gelen güç sonuna kadar kullanılmalıdır. Evrensel |
YÖK, Mardinli Öğrencileri KKTC'ye gönderdi
15.04.2010-perşembe
Aşağıdaki; yazı 15.04.2010 tarihinde Sn; Fikri Sağlar'ın birgün gazetesindeki köşesinde, "ANLAYANLARA AHMET TÜRK’ÜN VERDİĞİ DERS" başlıklı yazısının bir bölümünde şöyle geçmektedir..
*****
"Geçen pazar günü yapılan Yüksek Öğrenime Geçiş sınavları nedeniyle ciddi bir skandal yaşandı.
Kimse yapılanları umursamadı.
Hele “Açılımcılar” gık bile demedi.
YÖK geçen sene “kopya” çekildi diyerek Mardin ve ilçelerinde sınava girecek binlerce genci KKTC'ye gönderdi. Orada sınava soktu.
Yapılanları nasıl tanımlamak lazım? Bilemiyorum.
Hadi, masrafı ne olacak? Paraları var mı? Bu ne büyük haksızlık, eşitsizlik, ayrımcılık? Gibi soruları bir yana koyalım.
Adı üzerinde KKTC ayrı bir ülke!..
Bağımsızlığını ve egemenliğini tanıdığımız bir devlet!..
Siz nasıl bir başka ülkeye “sınava girmek” üzere öğrencilerinizi gönderebilirsiniz?
Almanya ya da Fransa’ya da, Vanlı, Muşlu veya Mersinli yurttaşlarınızı sınava girmesi için yollayabilir misiniz?
Bu “aymazlık” değilse nedir? Nasıl bir ülkede yaşıyoruz? Ne biçim bir siyasetle yönetiliyoruz?"
******
Evet, bu ülkede adaletin sağlanabilmesi için, yer değişiklikleri (Mahkeme veya sınavların en adil bir şekilde sonuçlanabilmesi için) yapılabilmektedir.. Ancak YÖK'ün bu uygulamasından nasıl bir sonuç çıkartılabilinirki: bu durum açık bir şekilde ortadadır.. Uygulamanın kendisi antidemokratiktir.. Ülkemin neresinde daha uygun bir yer bulunamadımı? Hangi şehir KKTC.den daha güvencesizdir.? Ülkemizin diğer şehirlerini daha güvencesizmi görüyorllarda o nedenlemi yapıldı, bu uygulama? Böyle düşünen bir üniversite üst kurulunun nasıl bir özgür, araştırıcı ve bilimsel bir eğitimden yana yüksek okul kurup yönetebilir.. Ülkemiz üniversiteleri, dünyada 500 üniversite arasına neden giremediğinin de bir örneği değilmidir bu olay.? Nasıl bir eğitim kadrosuyla eğitim verildiğinin anlaşılması açısından önemli olduğu kanısındayım.. Bu örneği; bir ceza verilme olarak almasak bile, mükafatta değildir herhalde...
Ayrıca; Fikri Sağlar'a köşesinde böyle bir habere yer verdiği için teşekür ediyoruz...
Taktiri okuyuculara bırakıyor, daha özgür, daha bilimsel ve daha demokratik bir Türkiye'de yaşama umuduyla saygılar sunuyoruz..
Evcioğlu
‘DEVRİM BİTMEYEN SEVDA’ ADLI KİTABI YAYIMLANAN AVUKAT-YAZAR MEHDİ BEKTAŞ:‘80 sonrasını hâlâ yaşıyoruz http://www.birgun.net/life_index.php?news_code=1271242457&year=2010&month=04&day=14
Avukatlık yaşamı boyunca Dev-Yol gibi önemli davaların avukatlığını yapan Bektaş tarihin tanıklarından biri.
Kitabını en çok gençlerin okumasını istediğini dile getiren Bektaş, bu nedenle ‘Devrim Bitmeyen Sevda’nın ithaf kısmında şu cümlelere yer veriyor:
“Bu kitap; bağımsız bir ülke; eşit, özgür, demokratik, devrimci bir devlet; bilimin yol gösterici olduğu, bireylerden oluşmuş, uygar, çağdaş, dayanışmacı bir toplum yaratma yolunda, emperyalizme ve yeni işbirlikçilerine karşı devrimci özünü ve duruşunu yitirmeden mücadele edenlere; bu uğurda yaşamını, özgürlüğünü hiçe sayanlara; ülkenin aydınlık ve güler yüzlü insanlarına; ülkemizin ve halkımızın umudu, geleceği ve her şeyi gençliğe sunulur!...”
»Kitabınızda ‘tarihi doğru okumalı’ diyorsunuz. Sizin için tarihi doğru okumak ne anlama geliyor?
Önyargısız geçmişe bakabilmeliyiz. Ben böyle olduğunu düşünüyorum. Bunun içinde geçmişte yaşanmış olayları gözden geçirmemizin, yansıtıcı bir gözle bakmamızın daha sağlıklı sonuç vereceğini düşünüyorum. Doğru okumak ile algıladığım bu. Eğer geçmişi doğru algılayabilirsek önümüzü de daha sağlıklı görebiliriz.
»Kitabınızın adı ‘Devrim Bitmeyen Bir Sevda’. Devrimi anlatmayı seçmenizin nedeni nedir?
Toplumları dönüştüren, hayatı yeniden kuran, geliştiren; kısacası insanlığın geçmişinden bugüne gelişindeki asıl itici budur, bu düşüncedir. Yenileşmedir, çağdaşlaşmadır… Bunu anlatmak için de ‘devrim’den başka bir sözcük yok. Bunlar ancak devrimlerle gerçekleşir.
»Piyasada yakın tarihi anlatan birçok kitap var. Sizin kitabınızı bunlardan farklı kılan nedir?
Bu bir akan ırmak gibidir. Bu akan ırmağa temiz sular da bulaşabilir, pis sular da bulaşabilir ama o ırmak yoluna devam eder. Bunun bitmemesi ve hedefine varana kadar yoluna devam etmesi gerektiğini düşündüm. Hedefine varsa da yine tez-antitez mantığından yola çıkılırsa bir süreklilik oluğunu görürüz. Yani insanlık var olukça, doğa var oldukça bu düşünce yaşayacaktır. Buna inandığım için devrimin bitmeyen bir sevda olduğunu söyledim. Bu kadar engele rağmen hâlâ böyle bir düşünceyi taşıyan insanlar vardır ve olacaktır.
»Kitabınızı en çok kim okusun istersiniz?
Ben bu kitabı gençlerin okumasını isterim. Umarım gençlere ulaşır ve yararı da olur. Şöyle bir şey gözlemlemiştim. Gençler kendi yakın tarihlerine çok fazla ilgi göstermiyorlar. Oysa sadece günceli okumak, güncele bakarak kararlar vermek çok da sağlıklı olmaz diye düşünüyorum. Bu kitap da genç için geçmişe bir pencere olsun istedim.
»Kitabınız 80’li yıllarda bitiyor. Aynı konuyla ilgili bu tarihten sonrası ve günümüzü de kapsayan bir kitap yazmayı düşünüyor musunuz?
Bu kitap daha çok geçmişi kapsıyor. Ancak bu kitabın okunur hale gelebilmesi için bazı bölümler çıktı. Kitabın girişinde günümüze bir miktar değiniyorum. 1980 sonrasını anlatmadım ancak insanlar bu süreci halen yaşıyor. Bu dönem daha tarih olmadı. Yazmak için önce bu devrin de kapanması gerektiğine inanıyorum.
»Aynı zamanda avukatsınız. Anılarınızı anlattığınız bir kitabınız var. Bunun dışında yaşadıklarınızı, şahit olduklarınızı anlatmayı düşündüğünüz başka kitaplar olacak mı?
Bir yerden başladık. Bu öyle bir şey ki okudukça, çalıştıkça yeni düşünceler de oluşuyor. Bazı hazırlıklarım var fakat bunlar ne zaman olgunlaşır, ortaya nasıl bir şey çıkar şimdiden söylemek zor.
»Kitabınızın ortaya çıkışında yaşadığınız sıkıntılar oldu mu?
Ben bu yayın piyasasının bu kadar karmaşık olduğunu içine girmeden önce bilmiyordum. Kitabı yazmak ayrı sorun, basmak ayrı sorun, dağıtmak ayrı sorun. O kitapların okunmasını sağlamak yine ayrı sorun. Ve son yıllarda pek de kitap okunmadığı yönünde bir izlenim edindim. Okumamak biraz da okulların yapısından kaynaklanıyor. Gençleri araştırmaya, incelemeye, düşünmeye yöneltmezseniz okuyan kişi sayısı da sınırlı kalıyor.
»Tarihi doğru anlamak için de doğru kaynakları okumak gerekir diyebiliriz…
Bilimsel düşünmek lazım. Bilimsel bakmak lazım. Tarihin her zaman sınıfsal bir mücadeleden kaynaklandığını görmek lazım. Bu sınıfların çıkarlarına bakmak lazım ve büyük dönüşümleri iyi izlemek lazım. Bu da okumaktan geçiyor. Herkes her dönemde yaşayamayacağına göre… Denizi balık ne kadar biliyorsa biz de içinde yaşadığımız dönemin o kadar farkındayız. Hatta o yılları yaşayan insanlar şimdi farklı değerlendirmeye başladılar. Bir de bu yönü var.
»Okuma işini en iyi beceren kesim İslami kesim gibi gözüküyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
İslami kesimin çok uzun bir geçmişi var. Birike birike gelen bir yapıları var. Son yıllarda da bu işin iyice farkına vardılar. Türkiye’de sol-sağ çekişmeleri, çatışmaları yaşanırken onlar kendilerini korudurlar. Eğitimlerini en yerlerde okuyup aldılar ve bugün de toplumu yönetiyorlar. Ancak bugünkü icraatları topluma yarar mı getiriyor yoksa zarar veriyor bunu gelecekte tahlil etmek daha kolay olacaktır.
»Okumak da yeterli değil galiba. Bir de üretmek gerekiyor…
Elbette; sadece okumakla olacak bir iş değil. Hayatın bir parçası olmak lazım. Ne derler; eylem olmadan düşünmenin bir mantığı yok. Ve mutlaka toplumsal mücadelede yer almak lazım. Bunun için çaba sarf etmek uğraşmak lazım. Yoksa okumak tek başına hiçbir zaman yeterli olmaz. Okumanın amacı nedir zaten? Hayata müdahale etmek. Öğrenmenin amacı da budur. Hem kendini değiştireceksin hem de toplumun değişmesine katkıda bulunacaksın.
»Şu an Türkiye’nin gündeminde anayasa paketi var. Bir hukukçu olarak bu gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Biz hukuk bir inisiyatif kurumu diye biliyoruz. Aşağıdaki sınıfsal yapının dışa yansıtılmış halidir denir. Ülkemizde anayasaların oluşma sürecinde o sınıfsal karakteri net görme olanağı yok. Ve bu ülkede iktidarların seçimle gelip seçimle gitmeleri de problemli olmuştur. Hiçbir gelen geldiği yerde kurallara uygun kalmayı ve çalışmayı sindirememiştir. İktidarın tamamını ele geçirmek gibi bir amacı taşımışlardır. Bugünkü iktidarın amacı da budur. Amaç devletin tüm kurumlarını kendi inisiyatifi altına almak ve yönlendirmektir. Bu anayasa değişikliğinin altında yatan nedenlerden biri de budur. YÖK, RTÜK ve hatta TÜBİTAK bugün iktidarın isteklerini yerine getiren kurumlara dönüşmüştür. Şimdi karşılarında yargı organları ile ordu var. Bu anayasa değişikliği de bu iki kesimi yıpratmaya yönelik bir çabadır.
Danıştay kararına protesto
09.02.2010 Salı
Gösteride taşınan “İslam Düşmanı” pankartı dikkat çekti. Ankara’da da kararı protesto eden pankartlarla Danıştay önünde toplanan grup adına açıklama yapan Mazlumder Genel Başkanı Ahmet Faruk Ünsal dairenin geçmişte verdiği bir kararın tam tersi olduğunu ve verdiği kararla çeliştiğini söyledi.
‘Yargıya güven zedelendi’
* Eğitim-Bir-Sen Genel Başkanı Ahmet Gündoğdu, Danıştayın, YÖK’ün üniversiteye girişte farklı katsayı uygulaması öngören kararının yürütmesini durdurmasının, “Yargıya olan güveni zedelediğini” iddia etti. Gündoğdu, yaptığı yazılı açıklamada, “Katsayı uygulamasının adaletsiz olduğunu ve adeta bir yargı koruması altına alınmış gözüktüğünü” öne sürdü. Gündoğdu, “Danıştay, hangi hakla kendisini YÖK’ün yerine koyarak katsayıyla ilgili ölçü dayatmaktadır. Bu durum, yargıya olan güveni zedelemektedir” dedi.
KOBİ’ler de karara kızdı
* Küçük ve Orta Büyüklükteki İşletmeler Derneği (KOBİDER) Başkanı Nurettin Özgenç, Danıştay kararının meslek liselileri ve KOBİ’leri mağdur ettiğini öne sürdü. Özgenç, kararın eğitim ve iş dünyasında şok etkisi yaptığını ileri sürerek, sınavların olacağı bir dönemde böyle bir kararın alınmasının eğitimi, velileri, öğrencileri dolayısıyla da imalat sanayini derinden etkileyeceğini savundu. Özgenç, ara eleman sorunun ülkedeki işsizliğe ve ekonomiye vereceği zararın göz önünde bulundurulması gerektiğini kaydetti.
MÜSİAD tepkisi
* Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği’nin (MÜSİAD) Yönetim Kurulu, Danıştay tarafından yürütmesinin durdurulmasının, hem sınava girecek olan gençleri hem de ailelerini psikolojik olarak olumsuz yönde etkilediğini ve toplumsal barışı zedelediğini bildirdi. Açıklamada, eğitime ideolojik bir gözle bakılmaması gerektiği belirtilerek, iş aleminin ve Türkiye’nin temel taşlarından olan meslek eğitiminin önündeki bütün engellerin kaldırılmasınıngerekliliği vurgulandı.